30 Aralık 2011 Cuma

Katliam Uludere’de Tekerrür Etti

Ferhan Umruk


Şimdi de, kimin adı kışlaya verilir de, 58 yıl sonra bir başka hükümet bu adı kışladan kaldırır.

Sene 1943, İran sınırında hayvan kaçakçılığı yapan 33 Kürt köylü…

Sene 2011 Irak sınırında mazot kaçakçılığı yapan 35 Kürt köylü…


Zarfa değil, mazrufa bak derler ya.

Bu da öyle bir şey.

Muğlalı’nın ismini sil ama eylemini sürdür.

2 Aralık 2011 Cuma

Bedelli askerliği reddediyorum!

Gerçek gazetesi yazarı ve DİP üyesi Levent Dölek’in bedelli askerlik yasasına karşı görüşünü ve bu imkandan faydalanmayı reddedişini devrimci bir tutum olarak paylaşıyoruz.
Yalansız

Bedelli askerliği reddediyorum!


Levent Dölek

Haksız yere insanların ölmemesi için bedelli askerliği reddediyorum. Doktora tezimi bitirir bitirmez diğer canlarla birlikte askere alınacağım. O zamana kadar Türkiye’nin Ortadoğu’da haksız tarafta savaşlara katılmasına karşı mücadeleye devam edeceğim, Suriye’de olası bir savaşa karşı, Malatya’daki füze kalkanına karşı sokaklarda olacağım. Kürt sorununun siyasi çözümünü savunmaya devam edeceğim ve askere tüm bu fikirlerimi koruyarak gideceğim. Hiçbir koşulda bu fikirlerimden ve bu fikirlerimi açıklamaktan da vazgeçmeyeceğim!

30 Kasım 2011 Çarşamba

Türk Geçmişiyle Yüzleşebilecek mi?

Ahmet Doğançayır

Uzun süredir devlet katında adeta ‘’sürekli kriz’’ yaşandığından ve son on yılda bu krizin ideolojik içeriği laik/şeriatçı odaklar arasındaki iktidar mücadelesi şeklinde görüldüğü için, içinde yaşanılan krizin nasıl bir boyut ve derinlik kazandığı görülmemiş olunabilir. Özellikle şu son aylar içinde ülke gündeminin başköşesine oturan gelişmeler tarafları, nasıl tarif edilirse edilsin yönetim, egemenlik aygıtları düzeyinde cereyan eden iktidar mücadelesi düzeyini aşmış, Türkiye toplumunun zaten var olan fay hatlarını tetikleyen bir deprem dalgasına dönüşmüştür. Resmi kabullerle, tabularla, ön kabullerle örülmüş egemen ideoloji dünyası toptan ve çok yönlü darbelerle çökecekmişçesine sarsılır hale gelmiştir. Bu yıkım ve çöküş hali şüphesiz en açık ve çarpıcı yönleriyle resmi ideoloji cephesinde ve onun kurumlarında yaşanıyor.

29 Kasım 2011 Salı

Dersim’in Dersleri

N. Cemal


Başbakan Erdoğan, partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında yaptığı konuşmada, “1938 Dersim olayları hakkında devlet adına özür dilemek gerekiyorsa özür dilerim” dedi ve amaçladığı üzere bir kez daha politik gündemi belirlemiş oldu. Dersim katliamıyla ilgili arşiv belgelerini açıkladığı iddiasında olan Erdoğan’ın sunduğu belge ve bilgilerin hiçbirisinin yeni ve bilinmeyen olgular olmadığı açıkça ortadadır. Başbakan’ın hayranı olduğu Necip Fazıl Kısakürek ve İslamcı yazın, Dersim katliamı bahsinde en son ele alınacak tanıklık ve belge listesine bile giremezler.

Bir Hurafe: Liberal Kapitalizm Eşittir Demokrasi

Hakkı Yükselen

“Liberal kapitalizm eşittir demokrasi” hurafesi, kriz gerçeği karşısında bir kez daha alenen iflas ediyor. Bugün İtalya ve Yunanistan’da yaşananlar, kapitalizmin krizinin sadece ekonomik değil, aynı zamanda ve kaçınılmaz olarak toplumsal ve siyasi bir kriz olduğunu da kanıtlıyor. İflas eden, küreselleşme ideolojisinin yaydığı neoliberal hayallerin yanı sıra burjuva demokrasisinin kendisidir.

24 Kasım 2011 Perşembe

Din, Alevilik ve Sosyalizm

Ferhan Umruk

Dinlerin tarihte sadece inançla ilgili değil hatta esas olarak toplumsal bir rol oynadığını biliyoruz. Kadim tarih, dinlerin yaşamın nihayetinden sonra cennet ve cehennem olarak tasvir ettiği öteki dünya tasavvuru ile yetinmeyen dünyevi olana da müdahil olduğunu ve onu biçimlendirdiğini anlatıyor.

Gerçi, Hristiyanlık Roma’nın kölelik sisteminin yarattığı zulme karşı kölelerin, pleblerin ezilenlerin hareketi olarak gelişmiş, 313’de Roma İmparatorluğu Hristiyanlığı kabul edene kadar devletin dışında kalmıştır. İsa’nın ‘Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrının hakkı Tanrı’ya’ sözleri, onun siyasi iktidarı hedeflemediğini belirten en önemli işarettir. Roma Hristiyanlığı kabul ettiğinde dinin devlet üzerindeki hegemonyası artarak monarşi ve kilise iktidarı paylaşan iki siyasi özne haline gelmiştir.

13 Kasım 2011 Pazar

Kongre Girişimi: Buradan Bir Şey Çıkmaz mı?

Murat Tanakol

Sınıf siyasetinden yana hareket etme eğilimini, seçimlerde ulusal siyasetle birlikte hareket ederek ortak bir muhalefete dönüştürmek için oy iradesine çevirmiş bir “kitle” var.Halkların Demokratik Kongresi adını almış olan Kongre Girişimi, bu iradenin seçimle sınırlı kalmayıp, süreklilik kazanması yolunda bir araç olarak, ulusal siyaset zemininde politika yapanların önerisiyle “kabul görmüş” bir örgütlenme.

HDK’nın Yolu, Programı ve Tüzüğü Yanlıştır ve Kökten Değiştirilmelidir – HDK Üzerine Notlar (5)

Demir Küçükaydın

Bizce Program Tüzük’ten önce eldiği için, Kongre’de ve bütün önceki “Çatı Partisi”, “Demokrasi İçin Birlik Hareketi” ve “Blok” vesilesiyle yazdığımız yazılarda esas olarak Program konusundaki yanlışları ele aldık ve eleştirdik. Sadece eleştirmedik aynı zamanda alternatif program metinleri de önerdik. Şu ana kadar, bu konularda tek yazan, biz olmamıza rağmen, bir tek Allah’ın kulu çıkıp, “yahu bu adam, ta ilk çatı partisi toplantısından beri her aşamada bir program önerdi, bütün program tasarı ve önerilerini ciddiye alıp eleştiriler yazdı. Program konusunda tamamen farklı bir mantığa dayanıyor. En azından bunu tartışmak, eğer baştan ilke olarak reddediyorsak, neden reddettiğimizi açıklamak gerekir.

Sosyalistlerin Taammüden Ölüm Hali(*)

Şaban İba

"Politik olan, kişiseldir, duygusal yaşamlarımız, politik pratiğimizi sürekli olarak düzenler ve yapılandırır." (Paul Hoggett)

Nevin, Azmi, Ali, Şevki, Necmettin, Vecdi, Recep… Bu yoldaşlar, yaşamlarına kendi iradeleriyle son veren bildiğimiz Kurtuluşçular. Kurtuluş geleneğinin dışından devrimci bir arkadaş, “Kurtuluşçular neden yaşamla ölüm arasında tercih yapma noktasına geliyor” diye sorduğunda, buna kestirmeden bir yanıt vermenin ne kadar zor olduğunu düşündüm. Bu sorunun yanıtını belki hep birlikte ve ortak çaba içinde aramalıydık. Çünkü peş peşe devam eden “devrimci ölümlerle” yüz yüze gelmeye başlamıştık.

11 Kasım 2011 Cuma

İtalya’yı, Yunanistan’ı Vuran Kriz ve Muhtemel Gelişmeler

Murat Tanakol

Eskiden çalgılı meyhane alemlerinde, masaların muhabbeti artsın diye şarkı-türkü faslına baştan geçilmez, muhabbet ayyuka çıktıktan sonra çalgıcılar, “lafa limon sıkmadan”, ama şamata biraz azalsın, çatal kaşık şakırtıları kesilsin diye, assolist sahneye çıkmazdan evvel bir peşrevle fasıla başlardı. Şu sıralar dünya denilen köyün her yanında tevatür ayyuka çıktığı için, söze “a la turca” bir peşrevle başlamak bana uygun göründü.

9 Kasım 2011 Çarşamba

Irkçılığın Fay Hattı Van Depreminde Kırıldı

N.Cemal
Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku İstanbul 2. Bölge Milletvekili Sırrı Süreyya Önder Ankara’da gerçekleştirilen Halkların Demokratik Kongresi’nde konuşmuş ve “yere batsın sizin devletiniz” demişti. MHP Başkanı Devlet Bahçeli’nin adından ve zihniyetinden kaynaklı tepkisi gecikmedi ve “yere batsın sizin devletiniz” diyen Önder’i kastederek “alçak simalar, bu devletin parasını maaş olarak almaya, ekmeğini yemeye, suyunu içmeye küstahça devam etmektedir” dedi. Önder’in cevabı ise açık ve netti; “Orada bir devlet tarifi var. Hep zorba, hep zulmeden bir devlet. Böyle bir devlet anlayışı mı olur? Yine diyorum: Yere batsın sizin devletiniz.”

Halkların Demokratik Kongresi Üzerine

İbrahim Özkurt

Gezegenimiz fokur fokur kaynıyor. Dünya’nın en yoksul ve en zengin ulus devletlerinin meydanları, eş zamanlı tüm muhalif güçlerce işgale uğruyor. Ne var ki meydanları işgal edenlerin, kalıcı başarıların altına imza atmaları ve kazanmaları mümkün görünmüyor. Kapitalist-emperyalizme karşı 160 küsur yıldır verilen mücadelelerin sağlıklı bir analizi yapılmadan ve gerçekçi örgütlenmeler yaratılmadan kazanmanın mümkün olmadığı gerçeği ile yüz yüzeyiz diye düşünüyorum. Marksizm ve Anarşizm adı altında süre gelen mücadele pratiklerinden söz ediyorum.

Toptancı Bir Yaklaşım, Toptan Bir Saldırı

Selami Gürel

Yayıncım ve arkadaşım -terörle, silahla ilişkisi olabilecek en son insan olan- Ragıp Zarakolu silahlı terör örgütü üyesi ithamıyla- tutuklandığında süreci yeniden düşündüm.

Bu coğrafyada 30 yıldır süren, elli bin insanın yaşamına mal olmuş bir savaş var. Topraklarından sürülen milyonlar, başka ülkelere sürgüne giden yüz binler, sayıları bilinmeyen sakatlar, on binlerce tutuklu, mahkum var.

Daha öncesinde inkar var, asimilasyon var, Dersim var. Nazi kamplarını aratmayan Diyarbakır Cezaevi gerçeği var.

3 Kasım 2011 Perşembe

VAN: Irkçı ve Muhafazakâr Türklerin “Sodom”u

N.Cemal

“… ibrahim efendi’ye üç soru yöneltti; Suçlularla birlikte masumları da yok edecek misin, varsayalım ki sodom’da elli kadar masum olsun, onları da yok edecek misin, kötülükten muaf bu elli kişiyi göz önüne alarak bütün şehri bağışlayamaz mısın. Ve devam etti, Böyle bir şey yapman mümkün değil, efendi, masumu da suçluyla birlikte ölüme mahkum edemezsin, yoksa, herkesin gözünde masum olmakla suçlu olmak denk olur, oysa sen, bütün dünyanın yargıcısın, hükümlerinde adil olmalısın. Bunun üzerine efendi cevap verdi, Eğer sodom şehrinde masum elli kişi bulursam, onların yüzü suyu hürmetine bütün şehri bağışlarım. Cesaret bulan, umutla dolan ibrahim devam etti, Madem ki efendi’me hitap etmeme izin verildi, ben ki toprağın mütevazı bir tozuyum, bir laf etmeme daha izin ver, varsayalım ki tam olarak elliye varamadık, beş kişi eksik, bu beş kişi yüzünden şehri yıkacak mısın.

1 Kasım 2011 Salı

Kongre Divanı ve Demokrasi – Halkların Demokratik Kongresi Üzerine Notlar (4)

15-16 Ekim’de yapılan Kongre üzerine Demir Küçükaydın’ın değerlendirmesini sürecin çok boyutlu irdelenmesine ihtiyaç olduğu kanaatiyle yayınlıyoruz.



Yalansız



Kongre Divanı ve Demokrasi – Halkların Demokratik Kongresi Üzerine Notlar (4)






Demir Küçükaydın



Kongre’nin ilk günü Kongrenin akışında pek bir aksama görülmedi. Çünkü henüz herşey önceden belirlenmiş plana uygun gidiyordu. Tanıtımlar, vekillerin konuşlmaları, sonra misafirler. Salondan da bir kaç kişiye kısaca söz verilmişti.



Sonra Tüzük ve Program Komisyonları hazırlıklarını anlatmışlar ve değişiklik önerilerinin zaman kaybını önlemek için yazılı olarak yapılması kararlaştırılmıştı.



Artık sadece Programın bütünü üzerine genel olarak konuşmak isteyenlere söz verilecekti. Ondan sonra da, program ve tüzük komisyonlarının gelen önerilere göre yaptığı değişikliklerin oylanıp onaylanması ve ondan sonra da seçimlere geçilmesi, böylece herşeyin tıkır tıkır yürümesi planlanmıştı.



Ne var ki, ikinci gün Kongre, hiç de bu plana uygun yürümedi. Örneğin ikinci gün sabahın en değerli saatleri, dilekler ve temenniler bölümünde yapılabilecek ve yapılması gereken konuşmalarla öldürüldü. Sonra Program üzerinde düzeltme önerileri birdenbire “birleşiyoruz”a nazire adeta bölünüyoruz denebilecek bir gerginlikte tartışmalara dönüştü.

31 Ekim 2011 Pazartesi

NATO’nun Jandarması Olarak ‘’Yeni Osmanlıcılık’’

Ahmet Doğançayır


1970lerin sonlarından itibaren devlet destekli Türk-İslam sentezi ideolojisi, medya ve dini eğitimin genişlemesi ve ekonomik liberalleşme, sosyolojik ve politik muhafazakârlıkla tanımlanan yeni bir burjuva sınıfın oluşumuna yol açtı. Yeni Osmanlıcılık, bölgesel değişiklikler ve bu yeni seçkinlerin doğuşu sonucu oluştu. İslam sola karşı yararlı bir araç ve sosyal uyumu sağlayacak bir vasıta olarak görülmeye başlandı.

27 Ekim 2011 Perşembe

AKP Açılımının Hedefi: Kürdü Ezmek Cemaatle Çözmek

Hakkı Yükselen


“Türk kamuoyu” her ne kadar işi saflığa vurarak “PKK neden yeni bir terör dalgası başlattı?” diye sorsa da gerçekte mesele ile ilgili herkes savaşı “harlatanın” hükümet olduğunu biliyor. PKK’yi savaşa zorlayan hükümettir; “gizli görüşme, protokol, müzakere” vb. adı altında atılmak istenen “madiğin” farkına varan PKK hükümetin restini tereddütsüz görmüştür. Tabii ki, hükümet “çözümden”, “açılımdan” vazgeçmiş değil. Ancak bunu BDP ve PKK ile değil, bölgedeki temeli durumunda olan cemaatler, tarikatlar ve işadamları (yani Kürt kapitalistleri) ile yapmak istiyor; elbette kendi belirlediği şartlar ve sonrasına ilişkin planları dahilinde. Başbakan, “Kürt meselesi yoktur, Kürt kardeşlerimin meseleleri vardır!” derken sözünü ettiği “kardeşler” elbette Kürt emekçileri değil, bu işbirlikçi veya işbirliğine eğilimli unsurlar.

Seni Affetmiyem Ulan ! Sarkis Hatspanıan

“İnsanların haksız yere çektikleri acılara şahitlik edenler, şahit oldukları acıların utançlarını da taşırlar” J.M.COETZEE



1963-1978 yılları arasında

Dikranagert Surp Giragos

Ermeni Kilisesi

papazlığı döneminde

halkının ruhani çobanı

olmayı başarabilmiş

temiz yürekli BÜYÜK insan

DER GİRAGOS’un kutsal anısına !



SENİ AFFETMİYEM ULAN !



Yıl 1980, Garbis aylardan beri polisler tarafından arandığını bildiği halde memleketinden, Khençepek’ten (1) uzaklara düşmeye niyetli değildi. Yoldaşları onu sağ-selamet Suriye’ye ulaştırmayı ona defalarca önermiş olsalar da, usulca reddetmişti. Bir keresinde hatta İstanbul’daki örgüt arkadaşlarının yollamış olduğu önemli bir emaneti almak için dokunsan elinin sınıra değeceği Urfa-Suruç’ta bulunuyorken dahi yapılan ısrarlı teklifleri geri çevirmiş, kalmasının tehlikeli olduğunu bile bile Dikranagert’ine (2) geri dönmeyi yeğlemişti. Dikranagert dersen aslında doğup-büyüdüğü şehrin artık elle tutulur bir Dikranagert’liği de kalmamıştı ya, ne de olsa “Allah vekil-Diyarbekir“ hesabı yine de memleketiydi işte ! Atatoprağında oturan eloğlu da olsa, toprak el toprağı değildi ya, sonuçta üzerinde yaşadığı öz be öz babasının toprağı değil miydi ?

26 Ekim 2011 Çarşamba

Savaş Seviciliğine İnat Barış Hemen Şimdi

Mahmut Balpetek

21 Ekim 2011 tarihinde 43 yıl İspanya’da Bask ülkesinin bağımsızlığı için mücadele veren ETA örgütü silah bırakma kararını açıkladı. ‘‘Silahlı mücadeleyi bırakıyoruz ancak sosyalizm mücadelesini demokratik yollarla sürdüreceğiz” mealindeki açıklamasının, tam da Türkiye’de savaşın tırmandığı bir döneme denk düşmesi, son derece öğretici deneyleri de beraberinde getirmektedir. 1951’de Franko’nun Bask dilini yasaklaması ile birlikte, yasağa karşı mücadele etmek özere Kilise çevresinde oluşan Ekin adlı gurubun 1959 yılında kurduğu ETA, ilk silahlı eylemini 1968 yılında gerçekleştirdi. 1976 yılında İspanya’da başlayan demokratikleşme süreci 1978 de yeni bir anayasa yapmayla sonuçlandı.

Amerika Komünist Olursa

Amerika Komünist Olursa



Lev Troçki



İçinde yaşadığınız kapitalist toplumsal düzenin çözemediği zorluklar ve sorunlar sonucu Amerika komünist olursa şunu fark edecektir ki, komünizm tahammül edilmez bir bürokratik zorbalık ve bireylerin sıkı disiplin altına sokulması olmak ne kelime, daha fazla bireysel özgürlük ve ortaklaşa bolluk demektir.

Şu anda Amerikalıların çoğu komünizmi yalnızca Sovyetler Birliği deneyimi ışığında görüyorlar. Onlar Sovyetizmin, Sovyetler Birliği’nin kültürel olarak geri halkları için doğurduğu maddi sonucun Amerika’da da doğacağından korkuyorlar.

18 Ekim 2011 Salı

15-16 Ekim Kongre Notları

15-16 Ekim Kongre Notları


15-16 Ekimde Ankara’da yapılan ve Halkların Demokratik Kongresi adını alan Kongre Girişiminin 2 günlük toplantısının Devrimci Proletarya internet sitesinde yayınlanan notlarını girişimi izleyenler için aydınlatıcı olacağından yayınlıyoruz.



Kuşkusuz şeffaflık, açıklık ilkesi gereğince ve politik, örgütsel sürecin üyelerin tamamı tarafından anlaşılması bakımından, HDK’nın kongrede yapılan konuşmaları ve tartışmaları içeren tutanağı yayınlaması faydalı olacaktır.



Yalansız



***



Kongre Girişimi toplantısının birinci günkü oturumu Anatolia Kültür Merkezi’nde yapıldı. Konuşmaların ardından tüzük taslağı üzerine tartışmalar yürütüldü ve program taslağı ile ilgili ilk değerlendirmeler yapıldı.

Salonda “Halklara, inançlara eşitlik ve özgürlük”, “Emperyalist saldırılara ve işgallere karşı birleşiyoruz!”, “Homofobiye ve transofobiye karşı birleşiyoruz!”, “Ekolojik yıkıma, doğanın talanına karşı birleşiyoruz!”, “Demokrasiyi kazanmak için birleşiyoruz!”, “Erkek egemenliğine, cinsiyet ayrımcılığına ve eşitsizliğe karşı birleşiyoruz” ve Kongre Girişimi Gençliği imzalı “Barış için yürüyoruz!” pankartları asılıydı. Kürsünün arkasında 12 dilden “Birleşiyoruz!” yazılı pankart asılıydı.

Halkların Demokratik Kongresi Sonuç Bildirgesi

15-16 Ekim’de Ankara’da bölgelerden seçilmiş 800′ü aşkın delegeyle toplanan Kongre Girişimi Halkların Demokratik Kongresi adının kongre tarafından onaylanması ve 2 günlük çalışmaları sonunda aşağıda yayınladığımız sonuç bildirgesiyle kuruluşunu ilan etmiş bulunuyor. Kapitalist Dünya sisteminin ekonomik, sosyal, kültürel krizle sarsıldığı günümüz koşullarında, yaşadığımız coğrafyanın ve bölgenin de çeşitli biçimlerde krizden etkilendiğini izlemekteyiz. Yunanistan’da emekçiler, gençler, kadınlar direniyor, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da halklar üzerlerine serilmiş ölü toprağını kaldırıp atmaktalar.



Halkların Demokratik Kongresi’nin de, kapitalist dünya sisteminin her ülkede yarattığı ekonomik, sosyal, kültürel yıkıma karşı bu topraklarda bir direniş odağı haline erişmesi tüm ezilenlerin mücadelelerinin gücünü çok daha etkili kılacaktır.



Yalansız



HDK’NİN KURULUŞU İLAN EDİLDİ



“Halklarımıza yöneltilmiş tüm baskı ve haksızlıkları ortadan kaldırmak, barış içinde ve insanca yaşayabileceğimiz bir Türkiye’yi kurmak üzere Kongre Girişiminin çağrısıyla bir araya gelen her türden baskı, sömürü ve ayrımcılığa karşı olan bireyler ile kuruluş, örgüt, inisyatif, dernek, parti ve hareketlerin sözcü ve üyeleri, halkın kendi yönetimini kurmasını sağlamak için birlikte mücadelenin koşullarının olgunlaştığı, farklılıklarımızın zenginliğimiz ve gücümüz olduğu bilinciyle Halkların Demokratik Kongresi’ni kuruluşunu ilan ediyoruz.

12 Ekim 2011 Çarşamba

Kongre, Parti ve Tüzük

Ferhan Umruk

Yakın bir tarihte çalışmalarına başlamış olan Kongre Girişimi 15-16 Ekim’de seçilmiş delegelerle Ankara’da yapılacak toplantıyla kuruluşunu gerçekleştirecek.

Girişimcilerin bugüne kadar yaptıkları açıklamalar ve bu girişime katılan siyasi özneler dikkate alındığında Kongre’nin niteliksel siyasi özelliğinin farklı hassasiyetler üzerinden kurulu düzene karşı olan siyasi parti hareket ve bireylerden müteşekkil bir oluşum olduğudur. Kürt siyasi hareketi, sosyalistler, anarşistler, ekolojistler, feminist çevreler örgütsel ve bireysel olarak bu girişim içinde bulunuyorlar.

2 Ekim 2011 Pazar

Artık Konu, Devletin “Hassasiyeti” Değil, Kürtlerin Hassasiyetidir.

Selami Gürel

1918 yılında, savaşa gitmek istemeyen denizciler Kiel şehrinde kendilerini tutuklamak isteyen subaylarını tutuklamasaydı, Almanya savaşı bitirmek zorunda kalmayacak, daha milyonlarca insan ölmeye devam edecekti. Vietnam’dan gelen asker cenazeleri, ABD şehirlerinde milyonlarca savaş karşıtını, savaş sakatlarını sokağa dökmese ABD oradan geri çekilmeyi düşünmeyecekti. Çarlık Rusya’sının yıkılmasıyla onun yerine geçen Kerenski hükümeti, Ekim devrimi olana kadar kendi çocuklarını kırdırmaya devam etmişti.

22 Eylül 2011 Perşembe

Türk’ Sosyalistleri ve BDP

İbrahim Özkurt

‘Türk’ sosyalistleri güya muhalefet yaparcasına ha bire AKP politikalarını eleştiriyor. Eleştiriyor da yaptığı eleştirilerin farkında olan kimse yok. Yani solun potansiyel tabanı olan ne işçi sınıfı, ne işsizler, ne kır emekçileri, ne emekliler… Kısacası ‘Türk’ sosyalistleri kendi söylüyor kendi dinliyor. Bizim köyde kendi başına konuşanlara deli derler. ‘Türk’ sosyalistleri Demokratik Özerklik projesini dahi tartışmıyor. ‘Türk’ sosyalistleri bir şey yapıyor ama…

12 Eylül 2011 Pazartesi

Bardak Hesabıyla Demokrasi Veya Yakın Tarihimizin Üçüncü Sayfası!

Hakkı Yükselen




Bir önceki yazıda “Asker giderse demokrasi gelir mi?” diye sormuştuk, “demokrasi” meselesine devam edelim…

Tam da “barışı” ve “demokrasiyi” konuşuyorduk ki savaş yeniden başladı. Tabii, en liberalleri ve demokratları da dahil vatansever kamuoyumuz, teamüller gereği, savaşın Kürtler tarafından başlatıldığına tereddütsüz karar verdi. “Açılımın” daha erken aşamalarında binlerce kişinin içeri atıldığı KCK tutuklamalarının, BDP adaylarına yönelik vetoların, hapiste tutulan Kürt milletvekillerinin ve nihayet çok sayıda gerillanın ölümüne yol açan operasyonların hiçbir önemi yoktu! Daha en başından, hükümetin Kürt ulusal hareketinin başlıca güçlerini tasfiye ederek veya boyun eğdirerek devre dışı bırakıp cemaatler, tarikatlar ve Kürt işadamları vasıtasıyla bölgede (diğer bölgelerde olduğu gibi) mutlak hâkimiyet kurma hedefinin de bir önemi yoktu!

7 Eylül 2011 Çarşamba

Dolmabahçe Mutabakatından Bugüne Hangi ‘Vesayetin’ Sonu

Ahmet Doğançayır

Yüksek Askeri Şura'nın oturma düzenindeki değişiklik, başbakanı tek başına otururken gösteren fotoğraflar kamuoyuna “bir demokrasi tablosu” olarak sunuldu. Burjuva Basınının neredeyse bütün kalemleri Başbakan'ın toplantıya tek başına başkanlık etmesini “askeri vesayet rejiminin sonu olarak tanımladı. Bütün liberal ve AKP yandaşı teorisyenler Oturma düzenindeki bu değişimin “demokrasinin zaferi’’olduğu ilan ettiler.

6 Eylül 2011 Salı

Sınıfsız Toplum Ulus Devletle Olmaz…

İbrahim Özkurt



İnsanlık, sınıfsız toplum kuruculuğunda eşsiz deneyler yaşadı. Marksist kanat, Lenin tarafından somutlaştırılan öncü parti kanalı ile gezegenimizin neredeyse yarısında iktidar olmuştu. İktidarın ele geçirilemediği ülkelerde ise yine Marksist-Leninist partiler önemli güce ulaşmışlardı. Özellikle Fransa ve İtalya’da iktidarların eşiğinde yıllarca beklediler. Hatta yerel yönetimleri ele geçirerek önemli deney kazandırdılar insanlığa.

2 Eylül 2011 Cuma

FORUM/ Hoşgörüler ve Tahammüller Üzerine

Metin Karabulut
Batı emperyalizminin egemen olduğu ,Osmanlı’nın da gücünü yitirdiği son döneminde dizginleri eline geçiren saldırgan,fırsatçı emperyal ülkeler Osmanlı’yı ekonomik olarak deforme ederek yarı feodal bir biçime getirmeyi başarabilmişlerdir.


Travma üstüne travma geçiren Osmanlı’nın bu bunalımlı döneminde dur durak bilmeyen emperyalist ülkeler İstanbul hükümetini ablukaya almış istedikleri gibi ağır şartlı antlaşmalarla ,yani bağımsızlığın tamamen kaybedilmesi adına çaresizce imza attırabilmişlerdir.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Kürtlere saldırmanın dayanılmaz hafifliği…

Selami Gürel

Seksen yıl inkar ettiniz, “diliniz yok, kart kurt eden dağ Türklerisiniz” dediniz. Toplu imhalardan, sürgünlere kadar her şeyi denediniz. Özellikle 12 Eylül 1980 sonrası, Hitler’in toplama kamplarını aratmayacak vahşeti Diyarbakır Cezaevi’nde uyguladınız. Bence onlara kendilerini kabul ettirmeleri için silahı siz dayattınız. Bugünkü mücadele biçimi sizin eserinizdir yani.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Asker-Polis Devletinden Polis-Asker Devletine!


Hakkı Yükselen

AKP, “eski düzen” güçlerini, her şeye nüfuz eden çözündürücü bir sıvı misali çözmeye ve ardından istediği kalıba dökerek yeniden şekillendirmeye devam ediyor. Adeta kendi suretinde bir dünya yaratıyor. Hegemonyanın el değiştirmesi böyle bir şey olsa gerek…

Son örnek TSK’nın politik anlamdaki çöküşü oldu. TSK, uzun yıllar boyunca burjuva cumhuriyetinin kurucu unsuru olarak, her tür toplumsal gericiliği, hem de “ilericilik” adı altında denetleyerek sürdürdüğü bir çeşit “Bonapartist” karakterli hegemonyayı inanılmaz bir hızla kaybetmiş görünüyor.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Durum ve Sosyalistlere Düşen Görev



Murat Tanakol

Türkiye denilen siyasi coğrafyada genel seçimlerden bu yana yaklaşık iki ay geçti. Bu süre zarfında gerek bu topraklarda, gerek dünya ölçeğinde öyle eşine az rastlanır olaylar gündeme geldi ki, ilgili ilgisiz herkes siyasete dikkat kesildi. Bu olaylar gelişigüzel alt alta dizildiğinde, çoğu birbiriyle ilgisiz görünse de, “yok artık, bu kadar da olmaz” dedirtecek türden yoğun ve derinden etkiler yaratan özellikler taşımaları, tek ortak yönleriydi. Bu da onları, toplumsal koşullarda bir hiper-tansiyon durumunu birçok yönüyle ortaya koyan bir olaylar zinciri olarak değerlendirmeyi olanaklı kılıyor. Aşağıdaki yazıda, olaylar zincirinin birçok halkasını, sınıf savaşımını esas alarak çizmeye çalıştığım resmin detayları olarak yeri geldikçe ele alacağım. Ama önce bir hatırlatma yapmam gerek.

16 Ağustos 2011 Salı

Hoşgörüler ve Tahammüller

Yalansız’ın notu:


Yazarımız Ahmet Doğançayır'ın  bu makalesi 02.08.2011 tarihinde yayınlanmak üzere ‘Yalansız’a gönderildi. Teknik olanaklarımızın sınırlı olması dolayısıyla bütün diğer yazılarda olduğu gibi bu yazıyı da gününde yayınlayamadık. Kuşkusuz, ne teknik imkanlarımız ne de bulunduğumuz mecranın yaygın olarak okura ulaşma imkanları, muktedir sınıfların hakim olduğu yaygın medyanın imkanlarıyla mukayese edilebilecek bir durumda değil. ‘Yalansız’ ve ‘Yalansız’ gibi ezilenlerin ve mağdurların sesi olmaya çalışanlar, onların kakafonik korosu yanında adeta bir su damlası kadar… Bu açıklamaya ihtiyacın nedeni, yazarımızın 02,08.2011 tarihinde gönderdiği ‘Hoşgörüler ve Tahammüller’ başlıklı yazısında, dinlerin, ötekine hoşgörü değil ancak tahammül ettiğini dile getiren ifadeleri çok geçmeden doğrulanmasıdır. 07.08.2011 tarihinde, aşağıda bir bölümünü ek olarak aldığımız AKP’nin kadim destekçisi Yeni Şafak gazetesinin yazarı, siyasal İslamcı ideologlardan Hayrettin Karaman ‘Tahammül mü Hoş Görmek mi?’ makalesinde, Müslüman olmayana hoşgörü değil, ancak tahammül edilebileceği, onların aykırı fiilleri için özel mekanlar ihdas ederek, ötekini izole etmek doğrultusunda görüşlerini serdetti. Konu merkez medyada tartışmaya açıldı.

14 Ağustos 2011 Pazar

Kürtlerin Son Tangosu AKP İle…

Mahmut BALPETEK

Kürt sorunu çözüldü çözülecek beklentisi, 20 Haziran genel seçim öncesi Başbakan’ın yaptığı “ Kürt sorunu yok, Kürt kardeşlerimin sorunları var “ açıklaması ile yeni bir evreye girdiği, bu açıklamanın arkasından gelen uygulamalar ile sarih şekilde tescil oldu.
Önce YSK’nın Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’u adaylarına yönelik vetosu, ardından Başbakanın bir televizyon programında “yeteri kadar oy alan her kimse milletvekili olur diye bir kural yoktur.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Sosyalist Yalana Başvurur mu?

Ferhan Umruk

    Yalanın, siyasetin ikiz kardeşi olduğuna dair yaygın bir kanaatin mevcudiyeti kuşkusuzdur. Parlamenter rejimlerde, siyasi partilerin her seçim döneminde toplumun tüm kesimlerine seslenerek bir dizi vaatlerde bulunmaları bu kanaatin daha da güçlenmesine neden olur. Zira, siyasetin öznesi değil de, nesnesi olan sıradan insanlar sezgileriyle bile olsa, farklı çıkarları ve talepleri olan sosyolojilerin bütününe hitap eden siyasetin, yalanın dünyasına kapıldığının farkındadır. Sistem karşıtı inandırıcı bir siyasi seçeneğin oluşmadığı koşullarda, insanlar bu durumu kavrar, ama bu oyunun bir parçası olmaktan da kendini sıyıramaz.

9 Ağustos 2011 Salı

Ali Dehri’yi Kaybedişimizin 2. Yılında Onu Anıyoruz

10 Ağustos çarşamba günü saat 19.30′da Çengelköy Kabristanında Yaşam Ağacı Derneği tarafından kabri başında anma toplantısı düzenlendi.

Yoldaşları ve dostları orada olacak…
Yalansız sitesinin öncülü olan ‘soldansite’nin yazarlarından olan Ali Dehri’nin anısına 2005 yılında yazdığı makaleyi onun anısına yayınlıyoruz.

Söyleyecek çok söz
Yapılacak çok iş vardı

Değerli yoldaşımız Ali Dehri’yi saygıyla özlemle anıyoruz.

Ferhan Umruk


Bir Rapor, Bir Bildiri ve Milliyetçilik üzerine

Ali Dehri
Baharın gelişiyle birlikte, Kürtlere, devrimcilere ve demokratlara yönelik milliyetçi bir dalganın yükselişine tanık olduk.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Yalanlara Dayanan ‘’Gerçeklik’’

Ahmet Doğançayır

Merkezileşmiş ve yaygın yalana dayalı yönetimler; bunların her ikisi de kendilerini gerçek toplumun hem amacı hem de yalanı olarak gösterdiler. Birincisi diktatör bir kişiliğin etrafında merkezileşmiş bir ideolojiyi ön plana çıkararak hem Stalinist hem de Nazi karşı devrimine eşlik etmiş, İkincisi ise ücretlileri birbirleriyle rekabet halindeki geniş kapsamlı meta çeşitleri arasından ‘’özgürce seçim’’ yapmaya teşvik ederek dünyanın Amerikanlaştırılmasını temsil etmiştir.

31 Temmuz 2011 Pazar

Devrimci Siyaset Yalandan Arındırılabilir mi?

İbrahim Özkurt


70’li yıllarda “Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tarihi “ adlı, birisi Bilim Yayınlarınca, bir diğeri Aydınlık Yayınlarınca yayınlanmış iki kitap çıkmıştı. Her iki kitabı okuyanlar bilir. Birincisi resmi tarih, ikincisi ise Mao’cu alternatif tarih idi. Sovyet yanlıları birinciye, Mao’cular ikincisine inanıyordu. Sovyetler Birliği çökünce her iki tarihin yalanlarla dolu olduğu açığa çıktı. Çin ile ilgili resmi tarihte öyle…

22 Temmuz 2011 Cuma

İYİ ÇOCUKLAR ( VAY BE BİR GENEL KURMAY BAŞKANI ŞIRNAK'TAKİ ASTSUBAYI TANIDI) OLACAK İŞ Mİ DEMEYİN OLDU

Lokman Kaya
Tarihler 9 kasım 2005 i gösterdiginde hakarinin şemdinli ilçesindeki umut kitabevi bombalanmış ve jitem elemanlarından astsubaylar ali kaya ve özcan ildeniz ile 10veysel ateş halktarafından suç üstü yakalandılar araçlarında yapılan aramada infaz edilecek insanların adresleri vetelefon numaraları bulundugu ajanda ev krokileri ve yazılı belgeler bulundu

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Mahşerin Atlıları…Milliyetçilik, Muhafazakarlık ve siyasal İslamcılık

Ahmet Doğançayır



Milliyetçilik, muhafazakârlık ve İslamcılık Türkiye’de taşranın siyasal zemininde on yıllardır görüldüğü ve 1980ler den beri yeni sağ dönemiyle bir gerçeklik haline geldiği gibi, kimi zaman bu üç akım arasındaki sınırların ortadan kalktığı ve hatta iç içe geçtikleri de görülebiliyor. İslam’ı milli birliği güçlendiren bir unsur olarak görenlerden, milliyet unsuru olarak görenlere kadar uzanan alan, 1950’lerde tohumları atılıp 1960’larda serpilerek Türk sağının ideolojik çerçevesini oluşturan milliyetçi-muhafazakâr düşüncenin temeli oldu.

Empati, Kimlik ve Vicdan Üzerine

Oşin Çiringel



Bir insanı anlamak istiyorsan, gökte üç ay

eskiyene kadar onun ayakkabılarıyla dolaşmalısın.

Kızılderili atasözü



Empati gerçekten mümkün mü?

Kavrama kimliğini kazandıran Carl Rogers’a göre bu mümkün; insanlar birbirleriyle empatik ilişki kurabilir!

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Düzen Değiştiren Görülmemiş Bir Şey!

Hakkı Yükselen

Seçimler yapıldı. Beklendiği üzere AKP kazandı. Üstelik beklenenden birkaç puan daha fazla oy alarak ve bugüne kadar aldığı oylardan daha fazlasını kazanarak yüzde 50’ye ulaştı. Oy oranını epeyce bir artırması, ancak seçimleri kaybetmesi beklenen CHP’nin de beklenenden birkaç puan az oy alarak yüzde 26’da kalması en azından ilk anlarda hayret ve dehşet duygusuna yol açtı! Oysa en azından normal şartlarda, üçüncü seçiminde AKP’nin biraz oy kaybetmesi gerekiyordu, 2009 yerel seçimlerinde olduğu gibi.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Çevre’ Fenerbahçe’yi mi Zaptediyor?

Ferhan Umruk




Hani şu, Şerif Mardin’in artık kendisinin de ihtiyatlı kullandığı merkez-çevre kuramının dün ortaya çıkan ispatı vücudu Fenerbahçe odaklı şike operasyonu mu oldu?



Kuramsal çerçeve şıktır ama ‘Futbolun sadece futbol olmadığına’ dair yerleşik düşünce de onun tarihsel süreciyle ilintilendirildiğinde, bu kuramı da aşan bir niteliğe sahiptir.



Futbol siyaset ilişkisi söz konusu olduğunda akla ilk gelen tarihsel örnek, Portekiz’in faşist diktatörü Salazar’dır. Toplumsal desteğe üç F ile ulaşmayı mümkün görmüştür. Futbol, Fiesta ve Fado diktatörün tahtının sacayakları olmuştur.

27 Haziran 2011 Pazartesi

‘İçsel Işık’:Vicdan

Oşin Çiringel

İnsanoğlu henüz ‘vicdan’lı olamadı. Vicdanına ulaşabilseydi eğer ‘tarih öncesi çağ’ı çoktan geride bırakmış olurdu. Çünkü vicdan, insanlık tarihinin temel özelliği olan ‘vahşet’i sonlandırabilecek biricik içsel değerdir.



Bilim ve teknolojideki baş döndürücü ilerlemelere karşın vicdan ‘vahşet’i geriletemedi. 21. yüzyılın eşiğindeyiz ve hâlâ insanlar birbirlerini boğazlıyor ve koşullar elverdiğinde de birer ‘vahşet işçisi’ne dönüşebiliyorlar.

6 Haziran 2011 Pazartesi

Kılıçdaroğlu’nun CHP’si Nereye Değişiyor?

Ahmet Doğançayır


CHP Nedir?

Türkiye burjuva siyasetinde önemli bir rol oynayan CHP’yi tarif etmek pek kolay değil. Partinin üyeleri de, tabanı da bu karışıklığı barındırmaktadır. Kimilerine göre solcu, devrimci, kimilerine göre sosyal demokrat, kimilerine göre Atatürkçü vb. Yaygın eğilim ise sosyal demokrat bir parti olarak kabul etmektir. Sosyal demokrat partilerin üye olduğu sosyalist enternasyonal üyesi olsa da  siyasetteki politik duruş alışı nedeniyle sosyalist enternasyonalce de eleştirilmektedir.

27 Mayıs 2011 Cuma

Korku Duvarını Aşan Kürtler…

Ahmet Doğançayır


Şırnak da 12-13-14 Mayıs gecelerinde sınır hattında yürütülen operasyonlarda 12 PKK’linin öldürülmesinin ardından ilan edilen yas ve 8 cenazenin alınması için sarf edilen çaba Kürt halkı açısından yeni bir döneme girildiğinin habercisi. Bir çağrı üzerine kepenkler iniyor, kontaklar kapanıyor, okullar boykot ediliyor. Seferber olan kitleler her türlü fiziki şiddete rağmen geri adım atmıyor. Gaz yiyor, cop yiyor hatta yaralanıp ölüyor ama ortak hareket etme noktasında rotasını değiştirmiyor. Sınır hattında kan ve barut kokan tepelere tırmanıyor, mevzilenmiş askerlerle karşı karşıya geliyor. ‘’Cenazeleri almadan gitmeyiz’’ diyerek geceyi ateş yakarak, battaniyelere sarılarak geçiriyor. Arazi taraması yaparak Bilican’da üç, Ortaköy’de bir cenazeye ulaşıyor alıp getiriyor.

24 Mayıs 2011 Salı

Suriye’yi Şam’dan … Türkiye’yi Ankara’dan Yönetmek!

Hakkı Yükselen




Arap-Ortadoğu dünyasındaki devrimci ayaklanmalar ilginç bir durumu ortaya çıkardı. Medyadaki kimi köşe yazarlarının ve analizcilerin de kendi meşreplerine uygun bir biçimde vurgulayıp yorumladığı gibi, ayağa kalkan kitleler, emperyalizm ve Siyonizmden ziyade, öncelikli olarak kendi “öz ve milli despotları”, onların yönettiği polis devletleri, yani rejim aleyhindeki slogan ve talepleri dile getirdiler. Bu, geçmişteki “ekmek ayaklanmalarını” ve çoğu zaman biz sosyalistlerden bile habersiz gerçekleşen grevleri saymazsak alışılmışın dışında bir durum.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Sosyalistlerin EDÖ Bloğunun Seçim Beyannamesindeki Konumu

Ferhan Umruk

Hatırlanacağı üzere, Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğu 17 siyasi parti ve grup tarafından oluşturularak 6 Nisan’da Selahattin Demirtaş tarafından kamuoyuna açıklandı. Bloğun seçim bildirgesi olarak okunan metin kısa ve öz olarak emekçilerin ve tüm ezilenlerin taleplerini dile getirmekteydi.

EDÖ’ ye daha sonra katılanlar veya ayrılanlar olmakla birlikte bloğu teşkil eden 17 bileşen dikkate alındığında BDP dışındaki 16 bileşenin hepsinin ‘Türk’ sosyalist hareketinin parti ve grupları olduğu görülmekteydi.

Yüzde 10 barajından ötürü 2007 seçimlerinde olduğu gibi bağımsız adaylarla seçimlere katılma kararı alan bloğun adayları açıklandığında beklentileri aşan olumlu bir etki dalgası yarattığı görüldü.

15 Mayıs 2011 Pazar

Gazeteci yazarların kitaplarındaki “gerçekler”…

Murat Tanakol


Geçen aylarda, basın camiasında saygınlığı olan bazı gazeteciler, örgüt üyeliği suçlamasıyla tutuklandı. Davaları, iktidarın kimi hasımlarıyla hesaplaştığı “Ergenekon davası”na eklendi. Basın hararetle tutuklamaları tartışırken, bunlardan birinin hazırladığı kitabın dijital taslağı, bir yayınevi baskınıyla imha edildi. İzleyen günlerde, elinde dijital taslak bulunduran başka gazetecilere de baskın düzenlenip, başka taslaklar da imha edildi. Bu saldırılar, düşünce özgürlüğü ve basın özgürlüğü tartışmalarının alevine benzin döktü. “Kalemi kılıçtan keskin” olsa da, kalemi kırılan basın, barışçıl protestolar için sokağa döküldü.

13 Mayıs 2011 Cuma

Kapitalist Demokrasi İnsanlık İçin Kader Değil

Ahmet Doğançayır

Bugün parlamenter demokratik rejimlerin, kapitalist dünya sistemi çerçevesinde yer alan gelişmiş sanayileşmiş kapitalist toplumların değişmez hatta tamamlayıcı bir özelliği olarak görülmesi birçok düşüncenin ortak yaklaşımı olarak sunuluyor. Buna bağlı olarak demokratik devlet biçimi veya rejiminin kapitalist devletin geçerli niteliği olduğu demokratik olmayan devlet biçimlerinin ise istisna olduğu belirtiliyor. Aslında bütün bu yaklaşımların ortak noktası devletin ve biçimlerinin sınıfsal içeriğini gizlemesidir. Toplumdaki bütün çelişkilerin doğrudan etkisinden soyutlandığı ölçüde devlet tüm toplumu ve hatta tek, tek her bireyi temsil ediyor görünür. Devletin toplumdan tümüyle ayrılması gerçekte eşit olmayan sömüren ve sömürülen insanları siyasal yaşamda eşitmiş gibi gösterir.

8 Mayıs 2011 Pazar

Bir Ladin Öldürmek…

Murat Tanakol




Mayıs başında, Usame Bin Ladin’in öldürüldüğünün ilanı, dünyayı ayağa kaldıran sansasyonel bir haber oldu. Yarattığı etki bakımından; geçtiğimiz aylarda ABD’nin Mars’ta hayat olduğuna dair “bilimsel” bir çıtlatmayı Wikileaks belgelerinin yayınlanacağı güne denk getirerek işi sulandırma gayretinin fiyaskoyla sonuçlanmasından beri gerçek anlamda bir “rövanş alma” olarak da görebiliriz. ABD “İnanılması gereken bir şey olursa, biz söyleriz!” diyerek masaya yumruğunu vurdu adeta.



Haberin bizzat ABD devlet başkanı tarafından, bazı mesajlar eklenerek verilmesinin; 11 eylülden beri politik islamdan “yüreği yanmışların’’ intikam arzusuna emperyal bir soğutucu desteği olduğu kadar; bundan böyle “yüreği yanacaklar” için de hafif ateşte bir tütsüleme olduğu açıktı.

Libya’da İç Savaşın Perde Arkası

Murat Tanakol




Yaklaşık üç ay önce tunusta kitlelerin ayaklanmasıyla Arap dünyası “devrimler”inin perdesi açıldı. Kitlelerin devrimci kararlılığı, bugün yemen, Bahreyn, Libya ve Suriye’de egemenlerin kan akıtarak örgütledikleri karşı-devrimler önünde direnme kararlılığına dönmüş durumda.



Ayaklanmalar başladığında, karşı-devrimci örgütlenme iki yüzüyle –ya da başka deyişle ikiyüzlülüğü ile- kendini gösterdi: Açık provakasyonlar ve karşı-devrimi perde arkasında örgütleme girişimleri… Hatırlayalım: Mısırda kitlelere atlı, develi provokatörlerin saldırmasının üzerinden çok geçmedi. Mısır ordusu da ikiyüzlü politikasıyla yüzlerce kişinin ölümüne seyirci kalmıştı. Ancak kitlelerin direnişten vazgeçmeme kararlılığı karşısında müdahale ediyormuş gibi yapıp, karşı-devrimi perde arkasında örgütlemeye yöneldi. Aynı günlerde Bahreyn, Yemen, Ürdün egemenleri, sonraki haftalarda da libya ve suriye ezenleri, ayaklanan kitlelerin karşısına silahşörlerini çıkararak mısır örneğini izlediler.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Kürt Sorununun Kürtsüz Çözümü

Hakkı Yükselen



Başbakan sonunda baklayı ağzından çıkardı: “Bu ülkede artık Kürt meselesi yoktur. Kürt kardeşlerimin meseleleri vardır. Kürt kardeşlerimi istismar edenler de vardır!” Evet, öyle İslamcı-ümmetçi falan da değil, son derece liberal bir bakış açısı! Kısacası, olmayan bir Kürt ulusal sorununun Başbakan’ın kafasındaki çözümü artık, tabii ki terörist falan olmamaları şartıyla, tek tek Kürtlerin sorunlarının çözümünün toplamına eşittir. Kürtlerin teker teker yararlarının toplamı ise bütün bir Kürt toplumunun yararına eşittir! Yani sorun toplumsal ve politik değil ekonomik ve bireyseldir; aştır, iştir, yatırımdır, kazançtır. Ekonomi mevzuunu ise BDP falan değil, ancak AKP iktidarı halledebilir; aynı Türkleri hallettiği gibi! Zaten liberal ve de ileri demokrasilerin temeli bireysel girişim özgürlüğüne dayanır; birey de özel girişimciden başkası değildir.

22 Nisan 2011 Cuma

Dört Günlük Sarsıntı…

Ferhan Umruk


18 Nisan’da Yüksek Seçim Kurulu’nun Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku’nun 7 milletvekili adayı dahil 12 bağımsızı veto etmesi toplumsal bir depremin fitilinin ateşlenmesine sebep oldu. Sanırım, bu kararın alınmasını üstlenen 7 YSK üyesi aldıkları bu kararın ne böylesine devasa bir tepkiyle karşılaşacağını hayal ettiler, ne de itibarlarının yerle yeksan olabileceğini düşündüler.

12 Haziran seçimlerini, aldıkları bu kararla şekillendirmenin peşinde olan muktedirler, tabiri caizse saman altından su yürüterek hazırladıkları komplonun altında kaldılar. Peki neden, böylesi pervazısca bir komployu düzenlemek zorunda kalmışlardı? Bu sorunun cevabını seçime katılan partilerin ve bağımsız adayların isimlerinin açıklanmasıyla oluşan kamuoyu tepkisinde aramak gerekiyor. Sistemin yüzde 10 barajıyla yarattığı anti-demokratik seçim sistemini bağımsız adaylarla bir ölçüde aşma hedefiyle hareket eden Blok, açıklanan adaylarıyla, toplumsal muhalefeti Kürt’üyle, Türk’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle, Çevrecisi’yle, Sosyalist’iyle temsili amaçladığını gösterdi.

15 Nisan 2011 Cuma

Kimin Devleti, Kimin Hukuku, Kim İçin Adalet?

Ahmet Doğançayır


AKP’nin devletin sembolik iktidar makamı olan Cumhurbaşkanlığı kalesine bayrağını dikmeye niyetlendiği günden beri sergilenen mücadele bir ak-kara mücadelesi gibi gösteriliyor. Ya laik cephenin İslam cumhuriyeti girişimine karşı öz savunma mücadelesi ya da AKP’nin ülkeyi demokratikleştirmesinin önünde bariyer olarak duran devlet seçkinlerinin derin devletle işbirliği içinde demokrasiye karşı suikastı olarak görülüyor, gösteriliyor. Bu kavga aslında egemen sınıflar arası bir iktidar mücadelesi. Ne AKP demokrat, ne de laik Kemalistler gerçek anlamda laik. Her iki tarafta kolektif yalanlara dayanıyor. Süren kavganın gerçekte neredeyse yüzyıllık geçmişi var. Süregelen kavga kendini hukuk üzerinden meşrulaştırıyor. Taraf olan kesimlerce hukukun evrenselliği ve tarafsızlığı üzerinden nutuklar atılıyor. Süregelenin, siyaset savaşının hukuki araçlarla sürdürülmesidir diyebiliriz. Savaşın tarafları medyayı ve savaşın diğer cephelerini de devreye sokuyor. Yaşanan mücadele iki otoriter yönetim biçiminin egemenlik mücadelesinden başka bir şey değil. Yargının siyasallaşması konusunda görülen kaygılara cevabı yüksek seçim kurulu başkanının sözleri ele veriyordu. Şunu demişti: ‘’yargı siyasallaşmaz. Yargı devletin menfaatlerine bakar.’’ Bu sözlerle kastedilen yargının aslında zaten siyasi olduğudur. Yargı doğası itibariyle siyasidir. Tarafı bellidir.

7 Nisan 2011 Perşembe

Tunus, Mısır... Devrim mi, Değil mi?

Hakkı Yükselen




Önce Tunus, ardından Mısır, sonra da birçok Arap ülkesinde, hatta Irak Kürdistanı’nda kitleler hiç beklenmedik bir biçimde, aniden ve peş peşe ayağa kalktılar. Eğer bir süre önce birisi çıkıp da bir süre sonra meydana gelebilecek bir “zincirleme reaksiyondan” söz etseydi muhtemelen “devrimci hayalperestliğine” yorulurdu.



Yanlış hatırlamıyorsam, “Devrimler artık hiç gelmeyecekleri zannedilen bir zamanda çıkıp gelirler!” diye bir söz vardır. En azından Tunus ve Mısır bağlamında toplumsal –sınıfsal özellikleri ve tepelerindeki yıllanmış despotları devirmeyi başarmalarından dolayı farklı bir yere oturtulması gereken isyan dalgaları hemen herkesi şaşırttı. Bu şaşkınlık, kimileri için (devrimci) bir “umutsuzluktan”, kimileri için de artık gerçekleştiğine inanılan (liberal) bir “umuttan” kaynaklanıyor! Yani bir yanda “bir gün mutlaka!” diyen, ancak en azından Ortadoğu bağlamında, ölçülebilecek kadar yakın bir zamanda, özgürlük isteyen kitlelerin kendi eseri olabilecek devrimci bir başkaldırı umudu olmayanlar; öte yanda devrimler çağının (Aynen emperyalizm çağı gibi!) bir daha gelmemek üzere kapandığına dair liberal hurafeye inanan “sol” liberallerle, onlara yol gösteren ve zaten tarihteki her türlü devrimden (Büyük Fransız Devrimi de dahil!) aynı derecede nefret eden “sek” liberaller.

19 Mart 2011 Cumartesi

Fabrikadan TİP’e, Anılarımdan Çıkardığım Dersler ve Somut Önerim

İbrahim Özkurt

Komünistler baştan bu yana sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız, özgür bir dünya mücadelesinde iki ana akıma bölünmüş durumda. Marksist ve Anarşist olarak kendilerini tanımlayan he iki akım, komünist topluma giden anlayışlarında çok farklı olmalarına karşın, üye kazanma, kitlelerle buluşma, kitleleri yönlendirme,  anlayışları çokta farklı değil. Kendimin de içinden geldiği Marksist akım, neredeyse kadir-i mutlak kuralları olan örgütsel hukuk ve programlarına evet diyenleri, iki üyesinin referansıyla ve 6 aylık deneme süresinden geçenleri, örgüt merkezinin onayıyla örgütüne kabul eden yapılar inşa etti ve adına da öncü örgüt dediler.  Anarşistler de yine, kendilerince oluşturdukları komün anlayışını kabul edenleri, komün üyelerinin referansıyla komünün içine almak gibi ayrıcalıklı kişilerle örgütlenme anlayışı geliştirdiler.

17 Mart 2011 Perşembe

Fabrikadan TİP’e Anılarına Bir Katkı

Aysan Ucta
Ibrahim Özkurt Arkadaşın anılarını ilgiyle okudum. Bu anılara can verdiği için kutlarım. O kavga içinde, hareketin birligine verdigi önemin,  mücadele sürecinde hep belirleyici unsur oldugu izlenimi edindim.
Bunu kim önemsemez ki diye içimizden mırıldanabiliriz. Ancak hem geçmişe hem günümüze bakıldığında öyle olmadığını anlamak pek zor değil. Tabii bu soruna ilişkin farklı yaklaşımlar (kendi mantığı açısından haklılık taşısa da) birlik sorunu, sol hareketin ciddi, çok ciddi bir sorunu oldugu, kolaylıkla da üstesinden gelinemiyen bir sorunu oldugu anlaşılıyor..

15 Mart 2011 Salı

İslami Hareket ve Sosyalizm

 Ahmet Doğançayır           
İslami hareketin atakları, mevcut toplumu oluşturan dinsel ya da başka ideolojik yapılarla sınırlı değil gibi görülüyor. Çoğu zaman mevcut sistemin ekonomik temellerine ve eşitsizliğe yönelttiği eleştirilerine bulduğu dayanaklar, inandırıcılığı  olmasa da, İslam’ın yazılı öncüllerinden kaynaklandığı iddia ediliyor. Bu yanılsamalar,  bütün toplumsal hareketlerin ilk ortaya çıktıkları anda almak zorunda kaldıkları tutumdan kaynaklanıyor.

13 Mart 2011 Pazar

Fabrikadan TİP’e, Dünden Bugüne Siyasi Anılarım (5)

    İbrahim Özkurt

     SBP serüvenimi kısa sürede noktalayınca çevremdeki arkadaşlar, mücadeleden kaçmakla suçlamaya başladılar. Oysaki SBP içinde başaramadığımız birliği nasıl başarabiliriz konusunda ha bire kafa yoruyordum. Bir akşam evde televizyon seyrederken kanalın birinde Dr. Erdal Atabek’in konuşması ilgimi çekti. Atabek, “Bu ülkede herkes bir şeylerin yapılması gerektiğini vazeder ama kimse kalkıp o konuda harekete geçmez” mealinde bir söz söyledi. Bu söz beni kışkırttı. Atabek doğru söylüyordu. Karar verdim yeni bir birlik hareketi başlatacaktım. En azından denemeliydim. Nasrettin Hocanın “ Ya bir tutarsa” sözünü anımsadım. Ne de olsa ben de Konya’lıydım. Hocanın yolundan gidebilirdim. Uzatmayayım. İşçi Kardeşliği Partisi Genel Başkanlığından Has Partiye ‘yumuşak’ geçiş yapan Zeki Kılıçaslan ile ya SBP, ya da Birleşik İşçi Emekçi Partisi Girişimi (BİEP) içinde tanışmıştım.

8 Mart 2011 Salı

Bitaraf Olan Gazeteciler...


   
     Ferhan Umruk

    Ahmet Şık cezaevinden, ailesine, dostlarına, yoldaşlarına gönderdiği mektupla hal ve şeraitini ironik bir uslupla anlatıyor. Hırant’ın oğlu Arat’a şöyle sesleniyor; Kardeşim Arat; ‘Bir daha görüştüğümüzde bana tıpkı baban gibi sarılacak mısın yine? ‘Çünkü babanı katleden ırkçı faşist zihniyetin üyesiymişim?’ Yazdığı mektup, Arat’a olduğu gibi, seslerini duyurmaya çalıştığı tüm mağdurlara hitapla devam ediyor ve itildiği gayya kuyusundan şunu  soruyor hepimize; artık bana inanacak mısınız?

    Onun gazeteci olarak , ‘bok yedirilen Kürt köylüleri’, ’19 Aralık katliamı’, ‘İşkence gören Manisalı gençler’ gibi hakikatleri gözler önüne seren haberlerle oluşturduğu kimliğinin düzmece iddialarla bertaraf edilmesi mümkün olmayacaktır. Hakkındaki iddiaların ve sorgulamanın, henüz basılmamış olan ‘İmamın Ordusu’ isimli kitapla alakalı olduğunu biliyoruz.

7 Mart 2011 Pazartesi

Fabrikadan TİP’e Dünden Bugüne Siyasi Anılarım (4)

İbrahim Özkurt
Bir önceki bölümde, ekip başkanlığından sorgusuz sualsiz alınmamı konu edeceğimi söylemiştim. Söğütlüçeşme’de ki ekibimiz Merter’de ki derneğin yarattığı ortam gibi değil ama çok kısa sürede belki de İstanbul’un en iyi çalışan ve mahallesi ile ilişki kurabilen ekibi olmuştu. İktidarda ki Ecevit hükümeti, ilçelere bağlı belde örgütlerinin kurulabilmesi için yeni bir yasa yürürlüğe koydu. Ekibimiz İlçe merkezimize çok uzaktı. O dönem Bakırköy, Çankaya’dan sonra ülkenin en büyük ilçesiydi. Ekip olarak bir lokal açamaya karar verdik. Hatta yer bile bulmuştuk. Başlangıçta ilçe yönetimi, lokal açmamıza karşı değilken birden ne olduysa, resmi bir yazı ile beni ekip başkanlığından aldıklarını bildirdiler. Bildirimde, hiçbir gerekçe yoktu. Tüm ekip şoktaydık. Hatta ilçe üyelerinin neredeyse tamamına yakını Yönetim kurulunun bu kararına tepkiliydi. Ne ekibimiz ne de üyeler, yönetimin bu kararının gerekçesini öğrenemiyorduk. Yönetim kurulu kimseye doyurucu, ikna edici bir gerekçe sunamıyordu. Bunun üzerine ilçe üyeleri olağanüstü kongre toplamaya kalkıştı, ama ben,” bu konuyu kişiselleştirmeyin” diye engelledim. Engelledim ama haklı bir gerekçe istemimi sürdürdüm.

2 Mart 2011 Çarşamba

Özsavunma ya da Meşru Müdafaa


    Ferhan Umruk
   
    Mısır’da Tahrir meydanında günlerce direniş sürdüren kitlelerin karşı karşıya kaldıkları kritik durumlardan biri de ‘Baltacılar’ diye adlandırılan paramiliter çetenin develerle yaptıkları saldırılardı. Devrimci durumun kilit noktası haline gelen meydanın direnişçiler tarafından terk edilip edilmemesi  Mübarek rejiminin akibetini belirleyecek  dönüm noktası haline geldi. Bu arada halkın ‘Baltacılar’ olarak söz ettiği paramiliter çetenin bu yakıştırmayı Osmanlılardan yadigar olarak devir almış olmasının ironisi de kulaklara küpe olmalı...
   
    Tahrir meydanı direnişçileri ‘Baltacılar’ın bu saldırılarına karşı barikatlar kurarak ellerine geçirdikleri taş ve sopalarla özsavunmalarını gerçekleştirerek, geceleri de meydanda nöbet tutarak kilit öneme sahip meydanın çetelerin eline geçmesini engellediler. Mübarek’in iktidarı terk etmesiyle sonuçlanan sürecin her aşamasında  halkın orduyu nötralize etmeyi başarması, paramiliter çetelerin silahlı şiddete başvurmasını da engelleyerek onların milyonlara ulaşan kitle eylemlerini dağıtmasına imkan tanımadı. Yine ifade edelim kritik eşik olan Tahrir meydanının özsavunma ile korunamaması halinde süreç bambaşka gelişebilir Mübarek zaferini zulümle süsleyebilirdi!

26 Şubat 2011 Cumartesi

Fabrikadan TİP’e, Dünden Bugüne Siyasi Anılarım (3)

  İbrahim Özkurt

  1973’ün başında Türkiye’ye kesin dönüş yaptım.  Aynı yılın sonbaharında Çetin’de döndü. Çetin ile sık sık görüşmeye başladık. 2. TİP’in kurulacağı haberlerini alınca, Çetin 1. TİP’ten tanıdığı Bahçelievler’de oturan Can Açıkgöz’le tanıştırdı ve birkaç kez üçlü görüşmelerimiz oldu. Almanya anılarımızın hemen tamamını Can’a anlattık.

Kağıt’tan devlet


Oşin Çiringel

*Sinan Çetin, devlet aygıtını yüreklice sorguladığı, onunla hesaplaşmayı göze aldığı için övgüye değer bir duruş sergilemiş. Kağıt, bu duruşun filmidir.
*Sinan Çetin, az rastlanır bir ustalıkla devleti kağıt  metaforuyla anlatmış. Ona göre devlet; dosya, klasör, evrak, damga, ıstampa, imza, kafa kağıdı ve asıl önemlisi bunların hepsini simgeleyen kağıt demektir.
*Yönetmen, filmin finalinde her türlü otoriteyi red eden bir felsefeye, ‘anarşizm’e varıyor. Devlet aygıtının yakılarak insanlığın kurtulabileceği mesajını veriyor. Devletin, hem  bireyi ezen hem de tek tek herkesin içinden geçerek örülen bir aygıt olduğunu göremiyor.

Fabrikadan TİP’e, Dünden Bugüne Siyasi Anılarım (2)

İbrahim Özkurt
 Gazetemizin daha 1. Sayısını hazırlarken odamıza Adapazarı’lı Abdullah isimli bir işçi arkadaş daha gelmişti. Dernek başkanı olan arkadaş ise eve taşınmıştı. Bu arkadaşa bizim odanın komünist odası olduğunu, ikameti için uygun olmadığını falan söylemelerine rağmen, pehlivanlığına güvenerek ve ilişkilere fiziki yönden bakarak uyarıları dikkate almamış.

Oşin Çiringel

Arşiv yazılar

Hakkı Yükselen

Arşiv yazılar

Ahmet Doğançayır

Arşiv yazıları

Orhan Koçak

Arşiv yazılar

Ferhan Umruk

Arşiv yazıları

16 Şubat 2011 Çarşamba

Kağıt’tan devlet



Oşin Çiringel

*Sinan Çetin, devlet aygıtını yüreklice sorguladığı, onunla hesaplaşmayı göze aldığı için övgüye değer bir duruş sergilemiş. Kağıt, bu duruşun filmidir.
*Sinan Çetin, az rastlanır bir ustalıkla devleti kağıt  metaforuyla anlatmış. Ona göre devlet; dosya, klasör, evrak, damga, ıstampa, imza, kafa kağıdı ve asıl önemlisi bunların hepsini simgeleyen kağıt demektir.
*Yönetmen, filmin finalinde her türlü otoriteyi red eden bir felsefeye, ‘anarşizm’e varıyor. Devlet aygıtının yakılarak insanlığın kurtulabileceği mesajını veriyor. Devletin, hem  bireyi ezen hem de tek tek herkesin içinden geçerek örülen bir aygıt olduğunu göremiyor.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Fabrikadan TİP’e, Dünden Bugüne Siyasi Anılarım (1)

    İbrahim Özkurt
   
   1968 ekim ayında Almanya’ya (Münih)  göçmen işçi olarak gidenlerdenim. Yani, Fıransa’da başlayıp dünyayı saran gençlik devriminin yaşandığı yıl. BMW’de çalışıyorum ve göçmen işçilere tahsis edilen bir lojmanda kalıyorum. O günlerin atmosferinin de etkisiyle ha bire arkadaşlarla tartışıyoruz.  Kısa sürede Konya’lı komünist İbrahim olarak anılır oldum. Öğle vardiyasına işe başlamak üzereyken bir arkadaş “komünist, bak sizinkiler seni çağırıyor” diye elime bir bildiri uzattı. Bildiri, protesto yürüyüşü çağrısıydı. Çağrıyı yapan dernek Münih Türk Kültür Birliği idi. Avrupa Türk Toplumcular Federasyonu’na (ATTF) bağlı bir dernek. Çağrıya uydum ve yürüyüşe bir arkadaşla birlikte katıldık. Yürüyüşten sonra bizi derneğe davet ettiler. Ben üye oldum. Bir süre sonra diğer arkadaş da üye oldu. Derneğin adı bir süre sonra Münih Türk Toplumcular Ocağı (MTTO) olarak değiştirildi.

Sosyalizmin İslam’la İmtihanı

  Hakkı Yükselen

  Yaygın bir adettir; burnumuzdan kıl aldırmadığımız dönemlerde hiç ilgi göstermediğimiz, hatta yok saydığımız konulara ve alanlara, işlerin artık “yürümediğini” fark ettiğimiz dönemlerde aşırı bir ilgi duymaya başlarız. Hele ki o ilgi duymadığımız, ana hatlarıyla bile olsa, bildiklerimiz dışında, bir şeyler öğrenmek için gayret göstermediğimiz alanda birileri şu veya bu biçimde başarılı ve etkili olmuşsa… Kimi zaman adeta kâinatın sırrına vakıf olmaktan kaynaklanan bir ilgisizlikle bir şeylerin içine düşecek derecede bir ilgi arasında gidip gelinir!

8 Şubat 2011 Salı

Kitle Toplumunda Kişiliğini Kaybeden Birey Olmak

                                                
Ahmet Doğançayır
Bugün toplumda, olduğuna inanılan kamu sayesinde var olan siyasal iktidarın ‘’meşruiyet’’ taşıdığına inanılmaktadır. Halk katlarında basit ve sade yurttaşlar arasında olduğu kadar, devlet hayatında da bu inanç ‘’demokratik iktidarın ‘’ dengeye kavuşmasını sağlayan bir mekanizma olarak kabul ediliyor. Bütün liberal teori taraftarları ve kuramcıları da toplumdaki iktidar sistemini anlatıp yorumlarken bu ‘’kamu’’ denen topluluğun siyasal rolünü dayanak alıyorlar.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Hrant 19 Ocak...









Ermeni halkının, insanlığın yürekli evladı Hrant'ı
unutma, unutturma...
19 Ocak...

16 Ocak 2011 Pazar

Özerklik, Devletsiz Toplum ve Hassasiyetler

Ferhan Umruk
Demokratik Toplum Kongresi’nin Aralık ayında yapılan toplantısında Demokratik Özerklik Projesi olarak sunulan taslak metinde yer alan özsavunma düşüncesine ilişkin satırlar anadil ve bayrak meselesinde olduğu gibi devlet cenahında infial yarattı. Bu infiale özsavunma ve bayrak konusunda eşlik eden liberal demokratlar ve yaygın medyanın köşe yazarlarının çoğunluğu metni zamansız bir çıkış olarak değerlendirip, hassasiyetlerin dikkate alınmadığına ilişkin olarak parmaklarını salladılar. Tabii bu tutumları sürdürenler , kastedilen hassasiyetin Türklükle alakalı karakteristik bir özellik haline dönüşmesi sürecini de beslemiş oluyorlar.

11 Ocak 2011 Salı

Kapitalistler, krizlerini aşmak için Bütün paramızı istiyorlar!

Ahmet Doğançayır
Kapitalist üretim tarzı hem genelleşmiş meta üretimi hem de birbirinden bağımsız olarak işleyen şirketlerin kâr için yaptıkları üretimdir. Biri olmazsa diğeri de olmaz. Kâr kapitalistin kalbidir, ruhudur. Kapitalistler daha çok kâr etmek için iki cephede savaş verir. Emek sürecinden mümkün olduğunca yararlanmak için emek üretkenliğini arttırmak, pazardan istifade edebilmek için birim maliyetleri düşürmek.