22 Nisan 2011 Cuma

Dört Günlük Sarsıntı…

Ferhan Umruk


18 Nisan’da Yüksek Seçim Kurulu’nun Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku’nun 7 milletvekili adayı dahil 12 bağımsızı veto etmesi toplumsal bir depremin fitilinin ateşlenmesine sebep oldu. Sanırım, bu kararın alınmasını üstlenen 7 YSK üyesi aldıkları bu kararın ne böylesine devasa bir tepkiyle karşılaşacağını hayal ettiler, ne de itibarlarının yerle yeksan olabileceğini düşündüler.

12 Haziran seçimlerini, aldıkları bu kararla şekillendirmenin peşinde olan muktedirler, tabiri caizse saman altından su yürüterek hazırladıkları komplonun altında kaldılar. Peki neden, böylesi pervazısca bir komployu düzenlemek zorunda kalmışlardı? Bu sorunun cevabını seçime katılan partilerin ve bağımsız adayların isimlerinin açıklanmasıyla oluşan kamuoyu tepkisinde aramak gerekiyor. Sistemin yüzde 10 barajıyla yarattığı anti-demokratik seçim sistemini bağımsız adaylarla bir ölçüde aşma hedefiyle hareket eden Blok, açıklanan adaylarıyla, toplumsal muhalefeti Kürt’üyle, Türk’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle, Çevrecisi’yle, Sosyalist’iyle temsili amaçladığını gösterdi.

15 Nisan 2011 Cuma

Kimin Devleti, Kimin Hukuku, Kim İçin Adalet?

Ahmet Doğançayır


AKP’nin devletin sembolik iktidar makamı olan Cumhurbaşkanlığı kalesine bayrağını dikmeye niyetlendiği günden beri sergilenen mücadele bir ak-kara mücadelesi gibi gösteriliyor. Ya laik cephenin İslam cumhuriyeti girişimine karşı öz savunma mücadelesi ya da AKP’nin ülkeyi demokratikleştirmesinin önünde bariyer olarak duran devlet seçkinlerinin derin devletle işbirliği içinde demokrasiye karşı suikastı olarak görülüyor, gösteriliyor. Bu kavga aslında egemen sınıflar arası bir iktidar mücadelesi. Ne AKP demokrat, ne de laik Kemalistler gerçek anlamda laik. Her iki tarafta kolektif yalanlara dayanıyor. Süren kavganın gerçekte neredeyse yüzyıllık geçmişi var. Süregelen kavga kendini hukuk üzerinden meşrulaştırıyor. Taraf olan kesimlerce hukukun evrenselliği ve tarafsızlığı üzerinden nutuklar atılıyor. Süregelenin, siyaset savaşının hukuki araçlarla sürdürülmesidir diyebiliriz. Savaşın tarafları medyayı ve savaşın diğer cephelerini de devreye sokuyor. Yaşanan mücadele iki otoriter yönetim biçiminin egemenlik mücadelesinden başka bir şey değil. Yargının siyasallaşması konusunda görülen kaygılara cevabı yüksek seçim kurulu başkanının sözleri ele veriyordu. Şunu demişti: ‘’yargı siyasallaşmaz. Yargı devletin menfaatlerine bakar.’’ Bu sözlerle kastedilen yargının aslında zaten siyasi olduğudur. Yargı doğası itibariyle siyasidir. Tarafı bellidir.

7 Nisan 2011 Perşembe

Tunus, Mısır... Devrim mi, Değil mi?

Hakkı Yükselen




Önce Tunus, ardından Mısır, sonra da birçok Arap ülkesinde, hatta Irak Kürdistanı’nda kitleler hiç beklenmedik bir biçimde, aniden ve peş peşe ayağa kalktılar. Eğer bir süre önce birisi çıkıp da bir süre sonra meydana gelebilecek bir “zincirleme reaksiyondan” söz etseydi muhtemelen “devrimci hayalperestliğine” yorulurdu.



Yanlış hatırlamıyorsam, “Devrimler artık hiç gelmeyecekleri zannedilen bir zamanda çıkıp gelirler!” diye bir söz vardır. En azından Tunus ve Mısır bağlamında toplumsal –sınıfsal özellikleri ve tepelerindeki yıllanmış despotları devirmeyi başarmalarından dolayı farklı bir yere oturtulması gereken isyan dalgaları hemen herkesi şaşırttı. Bu şaşkınlık, kimileri için (devrimci) bir “umutsuzluktan”, kimileri için de artık gerçekleştiğine inanılan (liberal) bir “umuttan” kaynaklanıyor! Yani bir yanda “bir gün mutlaka!” diyen, ancak en azından Ortadoğu bağlamında, ölçülebilecek kadar yakın bir zamanda, özgürlük isteyen kitlelerin kendi eseri olabilecek devrimci bir başkaldırı umudu olmayanlar; öte yanda devrimler çağının (Aynen emperyalizm çağı gibi!) bir daha gelmemek üzere kapandığına dair liberal hurafeye inanan “sol” liberallerle, onlara yol gösteren ve zaten tarihteki her türlü devrimden (Büyük Fransız Devrimi de dahil!) aynı derecede nefret eden “sek” liberaller.