24 Ekim 2012 Çarşamba

Erdoğan/ AKP Egemenliğinde Savaş Politikaları


Ahmet Doğançayır


Otoriterliğini pekiştiren AKP’nin iktidara gelişiyle, devlete yerleşme dönemi kısmi zafer ve geri çekilişlerle gerçekleşti. Ana kadrosunu MNP-RP çizgisinden toparlayıp onun yarı oy gücünden yola çıkan AKP’nin iki yıl bile geçmeden tek başına iktidara gelmesi kısa sürede olağanüstü örgütlenme ve propaganda yeteneği ile değil, rakipleri olan partilerin içlerinden çürüme ve dibe vurma gibi koşulların uygun olması ile açıklanabilir. O bu durumunda güçlü bir eleştiri bile yürütmeye gerek duymadan orta sınıfların hizmetine hazır durumu ile ülke içi koşulların fırsatı avucuna getirmesini beklemiştir.

14 Ekim 2012 Pazar

Yeni Kurulacak İki Parti ve Venezuela Seçimleri Üzerine…


İbrahim Özkurt



Önümüzdeki günlerde solda iki parti kuruluşuna daha tanıklık edeceğiz. Bu demektir ki, solda örgütsel zafiyet sürüyor ve aşılmaya çalışılıyor.
“Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır” diyerek bu günlere geldik. Bence doğru sözcük ‘siyasi partiler temsili demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır’ olmalıydı. Çünkü doğrudan demokrasi de siyasi partilere (klasik partilere) gereksinim olmayacaktır. Üstelik klasik sol, demokrasi denince; Temsili demokrasinin bir uygulanış şekli olan çoğunluğun iktidarına dayalı demokratik merkeziyetçi iç işleyişi amentü halinde içselleştirdiği için, doğrudan demokrasiye kapılarını kapatmış olup “günümüzde de uygulanamaz” sonucuna vardıklarından tartışma gereği dahi duymamaktalar.

Kapitalizmin Krizi Mucizenin İflası


Ahmet Doğançayır



Zengin ile yoksul arasındaki uçurumun derinleştiği ve hem yoksulların sayısının, hem de yoksullukların derecesinin arttığı bir dünyada az gelişmiş ülkelerde ‘’ gelişme’’, ‘’kalkınma’’ ve ‘’modernleşme’’ kuramlarının tamamen yetersiz kaldığı ortaya çıktı. ‘’Ekonomik mucize’’ ve ‘’kalkınmaların’’ birbiri ardına gerçekte daha insafsız sömürü, vahşi baskı ve halkın çoğunluğunun bu sözüm ona gelişmeden yararlandırılmaması üzerine kurulmuş bir tuzak ve kuruntu haline geldiği görüldü.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Tezkere Provokasyonu

Mehmet Özgen

Türkiye sadece bir savaşa değil, Hitler ve Mussolini benzeri tek adam diktatörlüğüne doğru gidiyor. Üstelik bu savaş sadece devletler arasında değil, halklar ve mezhepler arasında bir savaşa dönüşecek


Bu diktatörlüğe ve savaşa karşı sosyalistler, Kürt Özgürlük hareketi, sosyal demokratlar, sol kemalistler birleşmelidir. Devrimci, laik, sosyal ve demokratik bir cumhuriyet, demokratik ulus, ancak Kürt halkının özgürlük ve eşitlik taleplerini de sahiplenen böyle birlik üzerine yükselebilir.

Olay nedir?



Urfa’nın Akçakale ilçesini ince telle ayrılan Suriye bölgesinde Suriye ordusu ile kukla Özgür Suriye Ordusu (OSO) militanları arasında pazartesinden beri şiddeti artan bir mevzi savaşı yaşanıyor.

5 Ekim 2012 Cuma

Yeni Osmanlıcılık, Suriye ve Tarih Bilinci

Hasan Aslan

…Bugün hayatın kurgusu fikirlerden çok olguların hükmü altındadır. … Yağ makine için neyse, fikirler de toplumsal hayatın devasa donanımı için odur; insan makine yağını bir türbinin üzerine boca etmez; önceden bilinmesi gereken, gözden ırak dişli ve eklemlere birkaç damla damlatır.’’ W. Benjamin.



Çekiç Gücün Irak’a yerleşmeye başladığı ( Temmuz 1991) yani Turgut Özal’ın ‘ 1 koyup 3 alacağız! ‘ dediği günlerde ‘ Umarım bu işin sonunda babamızın mezarına pasaportla gitmek zorunda kalmayız !’ dediğimi hatırlattı kardeşim.

3 Ekim 2012 Çarşamba

12 Eylül’ün Ortak Vicdan Arayışında Bir Ermeni Devrimci: Levon Ekmekçiyan


Yalansız’ın Notu: Sarkis Hatspanian aşağıdaki makalesinde Türkiye komünist-sosyalist hareketinin İttihatçı-Kemalist geleneğin mirasçısı bir niteliğe sahip olduğu, dolayısıyla sosyal şoven-milliyetçi ideolojinin hareketin hakim karakteri olduğu ifade ediliyor. Onun bu yazıda ifade ettiği düşüncelerin sosyalist hareket bakımından sarsıcı olduğunun altını çizmek gerekiyor. Kuşkusuz fikirlerin sarsıcı olması bu fikirlerin gözardı edilmesini değil, tartışılmasını gerektirir.



Bu makalenin birinci dereceden muhatabının Devrimci 78′liler Federasyonu olduğu gözüküyor. Dolayısıyla onların Sarkis Hatspanian’ın eleştirilerine karşı verecekleri cevap olursa elbette bu sütunlarda yayınlanacaktır.



Günümüzde Türkiye sosyalist hareketinin takipçilerinin hepsi değil, ama önemli bir bölümü de, sosyalist geleneğin ulusalcı-Kemalist dünya görüşünden etkilendiğini bu bakımdan da hakim ulus dışındaki farklı ulus ve etnisitelerin olduğu gibi azınlık din ve mezheplerin taleplerinin sosyalist harekete hakim olan bu zihniyetten dolayı dikkate alınmadığı hatta bu talepleri dile getirenleri feodal gericilikle, emperyalizm ajanlığıyla suçlandığını tespit ediyor.



Yalnız Türkiye sosyalist hareketiyle ilgili ulusalcı-şoven eleştirilerinin çok önemli bir gediği olduğunu belirtmek durumundayız. O da şudur: 1917 Ekim Devrimiyle birlikte devrimin önderlerinin Rusya’da başlayan bu atılımın ancak ileri kapitalist dünyanın merkezi, Avrupa’da özelinde de Almanya’daki devrimin başarısıyla pekişebileceğini dolayısıyla oradan beklentilerinin gerçekleşmeyip Alman Devriminin yenilgisi karşısında yüzlerini doğuya döndüklerini belirlemek gerekiyor. Üçüncü Enternasyonalin temel paradigmasının ‘Ulusal Kurtuluş Savaşları’ üzerinde şekillenmesi önemli bir dönüşümdür. Bu paradigmanın ulusal kurtuluş hareketlerini destekleyerek kapitalist-emperyalist hegemonyanın yenilgiye uğraması üzerine kurulduğunu biliyoruz. İşte bu dönüşüm, 20. yüzyılda, esasında kapitalist dünya sisteminin siyasi biçimi olan ‘ulus devlet’ yapılanmasına sonuç itibarıyla katkıda bulunmuştur. Dünya devrimi, sınıfsız toplumu yaratma, sınırların ortadan kaldırılması hedefi fiiliyatta birer retorikten ibaret kalmış, sosyalist harekette ulusçuluk, milliyetçilik itibar kazanmıştır.



Sosyalist hareketle ilgili eleştirilerin ülkenin sosyo-politik analiziyle sınırlı ele alınması, kuşkusuz doğruları barındırıyor ama dünya sosyalist hareketinin içine sürüklendiği ‘ulus devlet’ fikriyatının yarattığı ulusalcılık-milliyetçilik savruluşu gözden kaçırılınca işte o gedik olanca haşmetiyle su yüzüne çıkıyor.



Soruna bu bütünlüklü bakış doğrultusunda yaklaşıldığında, elbette Türkiye sosyalist hareketi ülkenin hakim zihniyetinin konformizmine sığındığından vebali büyüktür. Ancak bu savruluşa dünya sosyalist hareketindeki paradigma dönüşümünün imkan sağladığı unutulmamalıdır. 20. yüzyıl sosyalist hareketine projektör tutulduğunda neredeyse bütün ülkelerin devrimci partilerinin milliyetçi politikaları içselleştirdiği görülecektir.



Elbette, farklı ülkelerdeki devrimci partilerin milliyetçi politikalarının yol açtığı veya katkıda bulunduğu sonuçlar farklıdır, kimi Türkiye’de olduğu gibi katliamları, kırımları sükut ile hatta destekleyerek egemen sınıfların politikalarına tabi olmuş, kimi de böylesi ağır sorunlarla karşılaşmamış, ama dünya sosyalist hareketindeki bu eğilimin de yanında yer almıştır.



O zaman söylenmesi gereken ‘İlk taşı günahsız olan atsın’ dır.



***



12 Eylül’ün Ortak Vicdan Arayışında Bir Ermeni Devrimci: Levon Ekmekçiyan



Sarkis Hatspanian



Birkaç yıl önce mahpusanede okuduğum “O Şafağın Atlıları-12 Eylül İdamları” adlı bir kitapta, 12 Eylül faşizmiyle, onun devamındaki süreçte gerçekleşen siyasi idamlar hakkında sunulan bilgilerde, idam edilenler arasında Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu-ASALA üyesi Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan’ın da varolması gerekirken hiçbir yerde hatırlanmayışına duyduğum insani tepkiyle “UNUTULAN” ADAM(1) başlıklı bir makale yazmıştım.

Şiddet, Terörizm ve Sınıf Mücadelesi


Ahmet Doğançayır

Terörist olarak tanımlananların yaptıklarına şiddet deniyor. Bu tersine çevrilebilir tanım, sadece yapılan işin özelliklerine atıfta bulunarak şiddeti tanımlamanın ne kadar zor olduğunu gösterir. İnsanlara aksi halde yapmayacakları ve yapmaktan hoşlanmayacakları şeyleri yaptırmak şiddetin özelliğidir. Şiddet insanları kendi iradelerine karşı eyleme yöneltmek ve böylelikle onları seçme hakkından yoksun bırakmak anlamına gelir. Şiddet aslında tartışmalı bir kavramdır.