14 Kasım 2014 Cuma
Kobani Miladı ve AKP’nin Barış Denklemi
Mahmut Balpetek
Kobani Kürt halkının tarihinde bir kırılma noktası oldu. Daha bugünden başlayarak Kürt sorunu ele alındığında Kobani öncesi ve sonrası diye bir kategorize etme hali zorunlu olmuştur.
Kobani öncesi Kürt sorunu bölgesel boyutu olan bir konuydu. Kürt sorununun iç politika kadar dış politikanın da ilgi alanına girdiğini anlamak istemeyen iktidarın, Kobani ile birlikte topluma hissettirmese de, net biçimde anladığı görülmektedir.
Ko-bahn Ölümden Kaçanların Saklandığı Bir İstasyon
Vahap Işık
Bir damlanın toprağa çarptığında ortaya çıkardığı parçalanmayı fark edemiyoruz, çünkü oldukça meşgulüz, sığ felaketler yaşıyoruz, kış vakti süratle giden bir araba düşünün, onun ön camını kirlettiğimizde ne olur? Ey insanlar; benliklerimiz ve yurtlarımızın parçalanmamak için çok az kurtuluşu olan bir arabadan kaç farkı var ki? Karşılıklı sığ ajitasyonlar ile önümüzü bulanıklaştırıp felaketimize boğuluyoruz.Bazı insanları anlamak için susmalarını sağlayın, onlar sustuktan sonra sessizliklerini dinleyin. Bazı insanları ancak sessizliklerinde anlayabilirsiniz, susmalarını değil de konuşmalarını istedikçe onlardan uzaklaşabileceğinizi unutmayın.
Kobani: Ne Düştü Düşecek, Ne de Siyaseten Düşecek…
Mahmut Balpetek
Kobani’i
direnişi ikinci ayına doğru ilerlerken, yeni bir eşiğe de gelmiş
durumdadır. Buna karşılık Kobani direnişine karşı gerek iktidar,
gerekse muhalefet kesiminde yeni yaklaşım ve değerlendirmeler ortaya
çıkmıştır.
Birincisi, Cumhurbaşkanı ve Hükümetin “ Kobani düştü düşecek”
beklentisi. Gerçi bu beklenti şimdilik karşılıksız kaldı. IŞİD’in
saldırıları ile Kobani’nin düşmediğini gören AKP, ÖSO ve peşmerge
üzerinden Kobani’ye müdahalede bulunmayı hayal etmektedir.
İkincisi, Sosyalistlikleri kendinden menkul bazı çevrelerin , başını
ABD’nin çektiği koalisyon güçlerinin YPG/YPJ güçleri lehine havadan
müdahale ve yardım göndermesine, direnişin fiziki olarak sürüyor
olmasına karşın Kobani “ siyaseten düşmüştür” saptamaları yapmaları.
Böylelikle Kobani direnişine utangaç bir şekilde destek vermek zorunda
kalan bu çevreler, verdikleri yetersiz desteği de geri çekmiş oldular.
Rojava Anayasası “Toplumsal Sözleşmesi” Halkların Devrimine Doğru…
Yalansız’ın notu: Rojava’da kantonal sistem üzerine kurulan ‘Demokratik Özerk Yönetim” 6 Ocak 2014′te yapılan Rojava Demokratik Özerk Yönetimi Yasama Meclisi toplantısında Rojava Anayasası “Toplumsal Sözleşmesi ” ni kabul etti. Rojava Anayasası’nın girişi şöyle ” Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımının olmadığı, eşit ve ekolojik bir toplumda adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisi için. Demokratik toplum bileşenlerinin siyasi-ahlaki yapısıyla birlikte çoğulcu, özgün ve ortak yaşam değerlerine kavuşması için. Kadın haklarına saygı ve çocuk ile kadınların haklarının kökleşmesi için. Savunma, özsavunma, inançlara özgürlük ve saygı için. Bizler demokratik özerk bölgelerin halkları; Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz.”
Her türlü ayrımcılığı ortadan kaldıran bu anayasanın Ortadoğu halkları için ne kadar elzem bir ihtiyaç olduğu çok geçmeden ortaya çıktı.
24 Ekim 2014 Cuma
Özgürlük Sokaktadır
Mahmut Balpetek
Bundan dört yıl önce İzmir’de bir arkadaşımın evine gitmiştim. Orada
üniversiteden okul arkadaşı İran vatandaşı Azeri kökenli Kawa ile
tanıştım. Kawa ile çok merak ettiğim İran’ı konuştuk. Daha doğrusu ben
sordum o anlattı. Kawa’nın babası İran Komünist partisi üyesi, kendisi
de sistem muhalifiydi.
Kawa,
İran’ın kendi sisteminin sürekliliğini iki yasak üzerinden inşa
etiğini anlattı. Birincisi; önce kadınları, devamında ise bütün
insanları sokaktan çıkarıp eve hapis etmiş.
Kobani; İnsanlık İçin Her şey
Mahmut Balpetek
Kobani, Kobani olmadan önce mazlum bir köleydi, adı Kobani değil, Ayn el Arap’tı. (Arap pınarı) Adından kimliğinden yoksun hiç kimsenin bilmediği bir kara parçasından başka bir şey değildi. Kobani’de yaşayanların bir kısmının kimliği yoktu, ecnebi (yabancı) ve mektum (gayri meşru) olarak nitelendirilirlerdi.
Eğitim alamaz, mülk edinemez, kamu ya da özel sektörde resmen çalışamazlardı.
NEREYE..?
Hakkı Yükselen
“Bir Nevi İç Savaşa Doğru” adlı yazıda Gezi’nin Cumhurbaşkanı’nın (o zaman başbakandı) talihinin dönüm noktası olduğunu; “artık her şeyi denetlediğini, belki de sonsuz ve sorunsuz iktidarını müjdeleyen ilahi mesajın geldiğini bile düşündüğü bir noktada yaşadığı büyük hayal kırıklığı ve manevi yıkım nedeniyle siyasi aklını kaybettiğini ve içgüdüleriyle davranmaya başladığını” belirtmiştim.
Bu durum sadece karşısına çıkan muhalefetin çapının ve mücadele potansiyelinin kendisinde yarattığı şaşkınlık ve yıkımla ilgili değildi.
“Bir Nevi İç Savaşa Doğru” adlı yazıda Gezi’nin Cumhurbaşkanı’nın (o zaman başbakandı) talihinin dönüm noktası olduğunu; “artık her şeyi denetlediğini, belki de sonsuz ve sorunsuz iktidarını müjdeleyen ilahi mesajın geldiğini bile düşündüğü bir noktada yaşadığı büyük hayal kırıklığı ve manevi yıkım nedeniyle siyasi aklını kaybettiğini ve içgüdüleriyle davranmaya başladığını” belirtmiştim.
Bu durum sadece karşısına çıkan muhalefetin çapının ve mücadele potansiyelinin kendisinde yarattığı şaşkınlık ve yıkımla ilgili değildi.
Kobani Etkisi: Siyaset Halk İsyanının Gerisine Düşünce
Ferhan Umruk
AKP’nin ‘çözüm süreci’ lafazanlığıyla süreci süründürme taktiğinin maskesi, İŞ(İD)’in Kobane kuşatmasıyla birlikte düşmüş bulunuyor. Su yüzüne çıkan hakikat şu: Kobani İŞ(İD)in ağır silahlarla yaptığı saldırılar ve bombalara karşı muazzam bir direniş sergilerken, diğer yanda Kobane için ayağa kalkan Kürt halkına AKP hükümeti önce polis şimdi de orduyla sınırsız bir şiddetle saldırıyor.
Fotoğraf tüm çıplaklığıyla gözümüzün önünde belirmiş oldu. Barbarlığın günümüzdeki temsilcisi İŞ(İD) ortadoğunun kadim halkları hıristiyan Ezidilere ve Alevilere yaptığı kanlı saldırılardan sonra Kürtleri hedefliyor.
Devlet Barışı, Kobani Önünde Yatan Bir Mevtaya Döndü…
Mahmut Balpetek
AKP Hükümeti’ nin barış için yol haritasını açıklayacağını beyan
ettiği tarih olan 30 Eylül’ü, barıştan yana herkes gibi çok umutlu
olmamakla birlikte, ben de merakla bekledim. Hükümetin girdiği angajman
gereği çok yetersiz olsa da bazı adımlar atması hakim beklentiydi.
Zira başka türlü barışın gündemde kalması ve bu vesile ile de AKP
iktidarının siyasi rant elde etmesi mümkün değildi. Başka bir ifade ile
AKP için barışın anlamı elde edeceği siyasi ranttır.
AKP’nin ‘Çözümü’ Rojava’yı İşgal
Ahmet Doğançayır
Türk
milliyetçiliğinin bütün bildik çeşitleri uzunca bir süre Kürtleri
‘’aslen Türk’türler’’ diyerek inkâr ederken, zımnen onları
‘’Türkleştirilebilir’ ’sayıyordu. Bir kaynaşma mümkün ve istenebilir
görünüyordu. Ama bu eşitleyici gibi algılanabilecek yaklaşım Kürtlerin
alt etnik köken olduğunu varsayan, kökenin unutturulması, reddi veya en
azından gizlenmesi kaydıyla geçerlidir. Bu anlayış Kürt’ün Kürtlüğünü
açıklaması ve hele bir de sahiplenmesiyle derhal ötekileştirmeye,
düşmanlaştırmaya hazır bir tutum üzerinde kuruludur.
AKP
de kurucu kadro ve omurgasının dini-muhafazakâr içeriği nedeniyle Türk
milliyetçiliğini bu süzgeçten geçirerek içselleştirdiği için buna karşı
çıkamaz.
YOM KİPPURİM
Rıza Aydın
Maxime Rodinson’un, İslamiyet konusunu incelediği üç ayrı kitabı dilimize çevrilmiş. Bunlar “Muhammet1”, “İslamiyet ve Kapitalizm2”, “İslam’ın mirası3”.
Maxime Rodinson’un “Muhammed” adlı kitabını, bir tesadüf eseri 1983 sonunda, yurt dışına kaçan, solcu bir doktorun kitaplarını kalorifer kazanında yakmakta olan bir kapıcının elinden kurtarıp okumuştum. Kitabı kurtardığımda ne kitap hakkında, ne de yazarı hakkında bir bilgim yoktu. Kitabı okuyunca, bu kitabın mutlaka okunması gerektiğine inandım, bunu bütün dostlarıma önerdim, bu temel başvuru kitaplarımdan biri oldu. Bana kalırsa bu konulara meyleden herkes, her aydın, bu kitabı mutlaka okumalıydı.
Katliamın Kıyısında ki Kürdistan ve Kürtler
Mahmut Balpetek
AKP; IŞİD ilişkisi ile sözüm ona sürmekte olan barış süreci bana Siverek’li eşkıya Mehmet Zıl’ın hikayesini anımsattı.
1970’li yılarda Doğu ve Güney Doğuda olduğu gibi, Siverek’te iktidar
destekli feodal derebeylikleri hüküm sürmekteydi. Her ağa kendi gücüne
göre eşkıyaya sahipti. Eşkıya, halkı soyarak ağanın malına mal kattığı
gibi aynı zamanda onun silahlı gücünü de oluşturuyordu.
Yani
eşkıya hem ticari hem askeri işlev görmekteydi.Siverek’li Mehmet Zıl,
cezaevinde iken abisi öldürülür. Mehmet cezaevinden çıkınca abisinin
intikamını almak üzere kendine destek olabilecek ağalarla temasa geçer.
Enternasyonalizmi Sürgünden Geri Çağırmak!
Ahmet Doğançayır
Bugün
sermaye hareketlerinin liberalleşmesini savunanlar ve övenlerin anahtar
kavramlarından ‘’Şeffaflık’’ piyasa işlemcilerini hiçbir şeyin
tutmadığı bir dünya anlamına geliyor. Esneklik’’ ise hisse sahiplerinin
gelecek yıl elde edecekleri kârla ilgili endişeler dışında hiçbir
engelin piyasa işlemcilerinin kararlarını sınırlandıramayacak olması
anlamına geliyor.
‘’Şeffaflık’’
ve ‘’esneklik’’ uluslararası kapitalist güçler için daha fazla garanti
anlamına gelirken, diğerleri için daha fazla belirsizlik demektir.
18 Eylül 2014 Perşembe
HDP ve Siyasal Mitomani
Mahmut Balpetek
İmgeler insanların anlaşma aracıdır. Bu genel doğruya karşın, ezop ya da iç dil oluşturmak amacı ile imgelere yüklenen farklı anlamlar, anlaşmayı zorlaştırdığı gibi, kimi zaman da anlaşmayı imkansızlaştırmaktadır. Bu yöntem, kapalı devre anlaşmayı kolaylaştırırken,farklı kesimler ile diyalog yolunu zorlaştırmaktadır. Tercih edilen bu metodoloji ile murat edilen farklı kesimler ile iletişim kurmak, etkileşim yaratmak değil kendi aparatcığını konsolide etmemektir.
Uzun bir zamandır kimi sol sosyalist hareket ve partilerin Kürt özgürlük hareketi ve onun bağlaşıkları olan sol sosyalist kesimlere karşı kullandığı bu yönteme örnek olarak Deniz Hakan’ın İleri portalındaki yazıdır. Deniz Hakan; barış, müzakere ve funta mentalizm konusunda yazdıkları ile dışarıya kapalı, iç dile meseleye yaklaştığının açık bir şekilde görmek mümkündür.
Kemal Pir’in sözlerini, tam da şimdi hatırlamak!
Eylül 10, 2014
Bugün 7 Eylül 2014. Bundan tam 32 yıl önce, 1982’de sadece Kürdistan’ın ve Türkiye’nin değil, dünya tarihinin en enternasyonalist Marksist militanlarından Kemal Pir, Amed (Diyarbakır) zindanında ölüm orucunda hayatını kaybetti.
Kemal Pir Gümüşhaneli Sünni bir Türk olarak, üstelik kendi ulusunun devletinin ezdiği başka bir ulusun kurtuluş mücadelesini (o zaman) sosyalist temellerde hedefleyen bir örgütün kurucusu olmakla, o örgütün (dönemin en ileri siyasi metinlerinden biri “Kürdistan Devriminin Yolu” başlıklı bir manifesto eşliğinde) yükselişinde büyük rol oynamakla ve son nefesine kadar sosyalizme ve Kürt ulusunun “Kendi Kaderini Tayin Hakkı” mücadelesine bağlı kalmakla elbette tarihe geçmeyi çoktan hak etti.
İnsan Politik Bir Hayvandır
Rıza Aydın
Aristo bu meşhur sözünü, içinde yaşadığı köleci toplumda, devlet yönetimine katılma hakkına (statüsüne) sahip olan, insan denilen yaratıklarla, devlet yönetimine katılma hakkına sahip olmayan köle denilen yaratıkları birbirinden ayırmak için söylemişti.
Her soyutlamanın, her sınıflandırmanın bir gereği vardır. Aristo’nun yaşadığı köleci toplumda, artık devlet ortaya çıkmış, soyutlayıp sınıflandırmalarda buna göre yapılmaya başlanmış. İşte bu toplumsal yapı içinde, şekil şemal olarak birbirlerine benzeyen, “köleler” ile “insan” denilen, özgür yurttaşları birbirinden ayırmak için, Aristo böyle bir soyutlama yapıp, “İnsan politik bir hayvandır” demiştir.
6-7 Eylül Dersi: Muktedirlerin Siyasi İki Kampının Müşterek Eylemi
Ferhan Umruk
6-7 Eylül 1955 Türkiye siyasi tarihinin utanç sayfalarından biri olarak yazıldı ve halen de toplumsal olarak yüzleşilmemiş bir vak’a olarak yerinde duruyor.
Kıbrıs’ta süregiden gelişmelere bağlı olarak hükümet güdümlü basın tarafından yapılan kışkırtıcı yayınlarla yaygınlaştırılan şovenist ruh hali 6-7 Eylül’de T.C. vatandaşı Rum halkını hedef aldı.
Bu hazırlığa paralel olarak, daha sonra General Sabri Yirmibeşoğlu ‘Merdi kıpti şecaat arz ederken, sirkatin söyler’ vecizesinde olduğu gibi, Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalanıp, İstanbul ve İzmir’de Rum ve bütün gayrımüslimlerin ibadethanelerinin ev ve işyerlerinin yağma edilip, onları Türkiye’yi terk etmeye zorlayan bu operasyonun Özel Harp Dairesinin mükemmel bir işi olduğunu böbürlenerek söyledi.
Sosyalist Yalana Başvurur mu?
Not: 2011 Ağustos’unda yayınlanmış bu yazıyı güncellikle örtüştüğünden tekrar yayınlamak elzem oldu. Muktedirlerin politik temsilcileri ontolojik olarak siyaseti yalandan arındıramazlar. Zira mülk sahibi azınlıkların çıkarlarını savunmak misyonunu üstlenen siyaset sınıfı, çoğunluğu oluşturan emekçiler ve yoksullara karşı yalanı kullanmak zorundadırlar. Bu böyledir de alt sınıfların, ezilenlerin siyasi mücadelesini sürdürenlerin zihin dünyasında yalan dışlanmış mıdır? Esasında,toplumun çoğunluğunu oluşturan ezilenlerin mücadelesini sürdürenlerin gerçekler dışında bir silahı yoktur, dolayısıyla yalana başvurmaları gerekmez. Ancak bunun böyle olmadığını da biliyoruz. Aşağıdaki metinde bu konu tartışılıyor.
Sosyalist siyasetin yalandan arınmış olması gereğini prensip sorunu olarak gördüm. Uluslararası sosyalist hareketin yozlaşmasına neden olan Stalinizmin yalanlarla yarattığı tahribat ortadadır.Marxizme yaptığı teorik katkılarla, Ekim Devrimi’nde rolüyle sosyalist hareketin tarihinde bir köşe taşı olan ve Stalinizmin yalanlarının hedefi olan Troçki’nin emekçilerin çıkarı için yalanı mübah görmesinin bir paradoks olduğunu söylemeliyim. Yalan devrimci politikada bir kez meşrulaştımı, onun hangi öznenin çıkarlarına hizmet edeceğinin garantisi yoktur.
Şöyle söyleyeyim; devrimci politika hakikatin üzerinde yükselmeli, kendini öyle sürdürmelidir.
İlkesel olarak devrimci politikanın hakikat üzerinden yürümesi gerektiğini düşündüğümden, seçimlerde desteklemiş olduğum HDP’de yakın dönemdeki gelişmeler, bana HDP’nin bu ilkeyle mesafelendiğini düşündürdü. Cemil Bayık bir söz söyledi, E. Kürkçü başka bir şey, S. S. Önder başka bir şey, şimdi de Selahattin Demirtaş başka bir şey söylemekte, dolayısıyla rivayet muhtelif olmakta…
Hakikatin olmadığı yer rivayeti daha da kötüsü yalanı doğurur, şüyuu da vukuundan beterdir. HDP tahribata uğrama tehlikesinden kendisini kurtarmalıdır.
Ferhan Umruk
Sosyalist Yalana Başvurur mu?
Ferhan Umruk
Tarihin Devrimin Öznelerine Son Çağrısı…
İbrahim Özkurt
Cumhur kendisine bir BAŞ daha seçti. Evren’i de sayarsak bu cumhurun kendisine seçtiği ikinci BAŞ. Öncekileri kendisi adına vekilleri seçiyordu. Ne diyeyim, cumhur’a hayırlı uğurlu olsun yeni BAŞ’ı. Başbakanı da yeni baş seçince egemenlerin keyfi yerinde olmalı. Ben en son söyleneceği ilk söyleyenlerdenim.
İnsanlık ne zaman kendisinin bir baş’a ve vekillere ihtiyacının olmayacağının ayırdına varırsa işte o zaman kurtuluşa ilk adımını atar!
Konuşmak İle Görüşmek
Rus devriminden sonra, Rus devrimci hareketinin iki önemli siması olan, Plekhanov ile Lenin’i, çok iyi tanıyan, bütün süreçleri onlarla birlikte geçirmiş bir işçiye, “yahu” demişler, “ sen bu iki yoldaşı da gayet iyi tanıyordun, Plekhanov ile Lenin arasında ne fark vardı söyler misin” demişler.
Bu güngörmüş, tecrübeli işçi önderi düşünmüş, düşünmüş, sonra demiş ki: “Biz ne zaman istesek, gidip Plekhanov’le görüşürdük, bu görüşmelerimizde çok verimli geçerdi ama ne zaman Lenin’e gitsek onunla -senli benli- konuşuyorduk.” Bu anıyı okuduğumdan beri, acaba “görüşmekle konuşmak” arasında ne fark var diye hep düşünür dururdum.
Cemil Bayık HDP ‘Marjinallik’ Tartışması Dosya/ E. Kürkçü, E. Yörük, F. Umruk, M. Paker
Yalansız’ın notu:
Ruşen Çakır’ın Cemil Bayık’la yaptığı röportaj 23 Ağustos’ta Vatan gazetesinde yayınlandığında, Cemil Bayık’ın HDP’nin güçlenmesi için marjinal yaklaşımlardan- Beyoğlu’ndaki gruptan kendini kurtarması gerektiğinden bahsetmesi HDP içindekileri ve HDP’yi desteklemiş olanları beklenmedik bir durumla karşı karşıya bıraktı.
Bayık’ın açıkça isim vermeden işaret ettiklerinin LGBTİ olduğunu anlamak için de fazla bir gayrete gerek yoktu doğrusu.
Üçüncü seçeneği yaratma hedefiyle yol alan HDP’nin programı, bütün ezilen kesimlerin olduğu gibi lezbiyen ve geylerin de haklarını açıkça savunmakta olduğundan bu hamle hem derin bir suskunluk hem de bir ölçüde tartışma yarattı.
Açıkçası sol cenahta her konuda fikir beyan etme alışkanlığına sahip olan çoğu kalem erbabı herhalde konu ‘sıcak patates’ olsa gerek suskunluğu tercih etti.
Hiçbir konunun, olgunun, kişinin eleştiriden muaf olmaması gerektiği bizlerin alfabesindeki ilk harftir ve daima böyle olmalıdır.
Bu bakımdan, Ertuğrul Kürkçü ‘marjinaller’ ‘Beyoğlu’ndaki grup’ konusundaki Ezgi Başaran’a şimdi yaptığı açıklamayı en başından yapıp şeffaflık ve gerçeklik doğrultusunda hareket etseydi, hem kendisi açık davranmış olur, hem de kimilerinin tuhaf tevilci avukatlık pozisyonuna düşmesine yol açmazdı. Şimdi kendisinin Kandil’den LGBTİ konusunda rahatsızlıklar olduğunu daha önceden de duyduğunu ve bildiğini söylüyor. O halde ilk açıklamalarında neden bu ifade edilmedi de ‘Bayık’ın bu açıklamalarından “HDP içinde neyin olduğundan daha çok, neyin olmadığı sonucuna vardığını” söyledi, gerçekle mesafesini açtı. Halbuki ‘Beyoğlu’ndaki grup’tan kastedilenin LGBTİ olduğunu herkes anlamıştı. Alem de algılama yeteneğine sahiptir. HDP artık bu tür durumlardan bir sonuç çıkarmalıdır. O taraflardan gelen söylemi tevil yoluyla değil gerçekliğiyle ele almalı, doğru veya yanlış tutumunu belirlemelidir. Ertuğrul Kürkçü şimdi doğru bir tutumla işaret edilenin LGBTİ olduğu iyice su yüzüne çıkınca ‘Biz ezilenler koalisyonuyuz. Bir tek ‘marjinalin’ bile ezilmesine lakayt kalmak bizde bütünsel zaafa yol açar’ açıklamasını sürecin en başında yapmalıydı. Ama olsun şimdi aldığı tutum doğrudur, desteklenmelidir. Şimdi önemli olan da budur. HDP’nin varmış olduğu özgürlükçü mertebeden daha geriye düşmemesi gerekir. Şunu da ilave edeyim eleştirinin olmadığı yer, şeffaflıktan ve gerçeklikten uzaklaşır.
Bu konu ve bu konu üzerine alınan tutumların, yalnızca HDP için değil sol siyasetin bütünü bakımından önemli olduğunu düşündüğümüzden farklı bakışları içeren bir dosya halinde yayınlıyoruz.
Ferhan Umruk
Marjinallik Adressiz Kalıyor!
Ferhan Umruk
Şu marjinallik halleri nedir? Siyasi literatür bu kavramın kullanılageldiği bir alandır. Siyaset dünyasının sol-sosyalist hareketleri kendi hali pür melallerini tasvir etmek için zaman zaman bu kavramı kullanır, gerçekliğe işaret eder, bu konumu aşmanın çarelerini ararlar.Sosyalist düşüncenin kitlelerle mesafeli oluşundan kaynaklanan sorunu, elbette sosyalist düşünceyi terk ederek değil, sosyalizmin toplumsal desteğe ulaşması için çoğu zaman programatik yenilenme ve örgütsel taktiklerin gözden geçirilmesi gündem maddesi haline gelir.
Havar, Ey Hawar, Hawara Şengal
Mahmut Balpetek
İnsanlık tarihinin en trajik boyutu savaş ve savaşa dayalı göçlerdir.
Geçtiğimiz 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan ”gönüllü”
emek göçü dışında, insanlık tarihi hep zora dayalı göç ve sürgünlerle
doludur. Yeni zengin topraklar bulmak için ilk çağlardan beri tek tek
insanlar, etnik topluluklar ve uluslar o bölgeden bu bölgeye, o ülkeden
hatta o kıtadan bu kıtaya göç ve sürgünler yaşamıştır.
Çoğu zaman kanlı bıçaklı olmuşlar, bu uğurda savaşlar yapmışlar. Galip
gelenler, mağlup olanları topraklarından sürmüş, sürülenler ise
kendilerine yeni topraklar bulmak için dünyanın dört bir yanına
dağılmışlar.
Sanat eksiksiz bir içtenliği gerektirir
Bundan 74 yıl evvel 21 Ağustos 1940’ta 1917 Ekim devriminin önderlerinden Sovyetler Birliği’nin Dış İşleri Halk komiseri, Kızıl Ordu’nun kurucusu Leon Davidoviç Bronstein Stalinist bir katil olan Katalan Ramon Mercader tarafından Meksika’daki evinde buz baltasıyla başından vurularak öldürülmüştür.Stalin’in talimatının geçersiz olduğunu iddia eden hempaları, Mercader’in Meksika’da daha hapisteyken Stalin tarafından Lenin nişanıyla ödüllendirilmesini, 1960’ta afla hapisten çıktıktan sonra Moskova’ya yerleşmesini ve 1978 yılında eceliyle öldüğünde Moskova’daki Kuntsevo mezarlığına defnedildiğinde isminin Lubyanka meydanındaki gizli servis müzesinin şeref listesine konulmasını idrakten yoksun oldukları için algılayamazlar veya yalan karakterleri haline gelmiştir.
Bugün’ün anlamı bakımından Troçki’nin sanat üzerine bir makalesini yayınlıyoruz.
Sanat eksiksiz bir içtenliği gerektirir
Leon Troçki
Benden, çağdaş sanatın durumuna ilişkin düşüncemi belirtmemi incelikle rica etmişsiniz. Hiç tereddüt etmeden bu ricanızı yerine getiriyorum. Edebiyat ve Devrim (1923) adlı yapıtımdan sonra, sanatsal yaratıcılık sorunlarına bir kez olsun dönüp eğilmedim, sadece zaman zaman bu alanda yaşanan yeni olayları izleyebildim. Yanıtımın ayrıntılı bir nitelik taşıdığı iddiasında değilim. Bu mektubun amacı, sorunu doğru koymaktır.
Özetle, insan gereksiniminin sanatta yaşamla, yani tam da sınıflı toplumun onu yoksun bıraktığı yüksek çıkarlarla bir uyum ve bütünlük içinde ifade edildiği söylenir. İşte bu nedenle, sahici sanat her zaman yaşanan gerçekliğe karşı bilinçli veya bilinçsiz, etkin veya edilgin, iyimser veya kötümser bir karşı çıkışı içinde taşır.
Sanatta her yeni akım bir başkaldırıyla başlar.
o heykel” neden yıkıldı?
Foti Benlisoy
“Beklenen” oldu. Lice’de Mahsum Korkmaz heykeli bir operasyonla, üstelik Mehdin Taşkın adlı gencin hayatını yitirmesine sebep olan bir askeri baskınla yıkıldı. Heykelin (90’lı yılların görüntülerini andırırcasına) askerlerce ayaklar altına alınmasını gösteren fotoğraflar da incinmiş milli gururu tamir etmek adına herhalde alelacele kamuoyuna “servis edildi”.
Ne oluyor? Öcalan, “30 yıllık savaş büyük bir demokratik müzakereyle sonuçlanma aşamasındadır” demişken, hükümet cenahından “çözüm sürecinde yeni aşamaya geçildiği” minvalinde açıklamalar yapılırken Mahsum Korkmaz heykeline dönük saldırı nasıl yorumlanmalı?
Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Bir Başarı Öyküsü
Mahmut Balpetek
Türkiye
de ilk kez Cumhurbaşkanı halk tarafından seçildi. Yine bu güne kadar
statükonun fraksiyonları arasında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimine,
ilk defa emekten, özgürlükten, eşitlikten, barıştan yana güçlerin adayı
da eşlik etti.
Yani
bu seçimi geleneksel cumhurbaşkanlığı seçimlerinden farklı kılan sadece
cumhurun halk tarafından seçiliyor olması değildir.Aynı zamanda statüko
güçlerine karşı yeni yaşam bildirgesi altında başka bir dünyanın mümkün
olduğunu ifade eden halkaların ortak adayının olmasıydı.
Duvarlar Utançtır, Yıkılması Gerekir
Ahmet Doğançayır
Küresel
dünya diye adlandırılan bu dünya çeşitli çelişkiler sergiliyor. Bu
çelişkiler bir taraftan sınırların giderek liberalleşmesiyle, bir
taraftan da sınır tahkimatlarıyla görülmemiş düzeyde kaynak, enerji ve
teknoloji yatırımı yapılmasıyla somutlaşmaktadır.
Kapitalist
dünya sistemi birbiriyle bağlantılı birçok çelişkiyi belirleyici
özellik olarak bünyesinde taşıyor. Uluslararası ağlar ile yerel
milliyetçilikler, sanal güçler ile fiziksel güç, özel mülkiyet ile açık
kaynaklar, gizlilik ile şeffaflık, yurt sahibi olma ile yurtsuz kalma
arasındaki çelişkileri.
Kürt Realitesinde Yeni Olanaklar ve Riskler
Mahmut Balpetek
Şengal
ve Maxmur’u anlamak için öncelikle Rojava karşısında KDP ve Barzani’nin
duruşuna bakmak kaçınılmaz bir zorunluluktur. Zira; Rojava’yı
anlamadan IŞİD’in bu gün Başur’da yaptıklarını anlamak bir hayli zor,
hatta imkansız görünmektedir.
IŞİD örgütü yaklaşık bir buçuk yıldır Rojava’ya çetin saldırılarda
bulunmaktadır. Özelikle Kobane’yi hedef alan örgütün Rojava’da sahici
bir mevzi elde etiğini söylemek mümkün değildir. Örgütün Rojava
işgalinde başarısız olmasında bir çok nedeni saymak mümkündür.
Demirtaş’a Destek ,Başkanlık Rejimine Hayır
Ferhan Umruk
Şimdiye kadar, genel ve yerel seçimlerde seçime girme hakkı kazanmış olan sosyalist partilerin, her seçime katıldıklarını, partileşememiş olanların bağımsız adaylarla, bir bölümünün de Kürt siyasi hareketiyle seçim ittifakı veya şimdi olduğu gibi HDP’de örgütsel birlik içerisinde seçimlere katıldıklarını biliyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimi sosyalist hareket içerisinde bugüne kadar vuku bulmadığı ölçüde seçimi boykot tutumunu yaygınlaştırmış bulunuyor.
Sosyalist hareketin toplumsal desteğinin yüzde birlerde dolaştığı dikkate alınırsa ve şu anda da bu durumun değiştiğine dair hiçbir emare mevcut değilse, sosyalistlerin seçimde alacakları tutumların reel karşılığının son derece cüzi olduğu aşikardır.
Cumhurbaşkanlığı Seçimine Doğru
Garbis Altınoğlu
İç ve uluslararası konjonktürü dikkate aldığımızda Türkiye’nin gerçekten de olağanüstü koşullarda gideceği cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde sol ve devrimci çevrelerde de aynı ölçüde olağanüstü bir kafa karışıklığı yaşanıyor.
Doğum tarihini kabaca 1960’ların sonu sayarsak çağdaş Türkiye devrimci hareketinin yaşı neredeyse yarım yüzyıla yaklaşıyor. Ancak ne yazık ki bu hareketin bileşenlerinin neredeyse tümü, 30 Mart yerel seçimlerinde izledikleri anti-Leninist politikayı 10 Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde de izleyeceklerini açıklamış bulunuyorlar.
Aramızda Ne Perde Ne De Uçurum Olsun Diye
Oktay Orhun
Yazının başlığı, Latin Amerika’nın önemli yazarlarından biri olarak tanınan Mario Benedetti’ninTaktik ve Strateji şiirinden. Urugaylı yazar, bu şiirinin dizelerinde, Marksistlerin aşina olduğu bu iki kategoriyi cinsel aşka uyarlar: Ötekine yönelik günlük tüm edimler içtendir içten olmasına ama, olsa olsa stratejiye hizmet eden birer taktik görevi görürler. Çok daha yalın ve derin olan strateji ise, her günün sonunda hangi vesile ile olursa olsun, “sevgili”ni şairi arzulamasıdır.
TKP-ML / TİKKO’NUN EFSANEVİ KOMUTANLARINDAN ERMENİ HALKININ DEVRİMCİ YİĞİDİ ARMENAK BAKIRCIYAN’I DÜNYAYA GETİREN MERYEM ANA EVLADINA KAVUŞTU SONUNDA !
Sarkis HATSPANIAN
Ermenilerde
neredeyse kader anlamını taşıyan gerçekliğe istinaden; bir yerde
doğulur, başka bir yerde yaşanır ve bambaşka bir yerde ölünür. Bu olgu,
acılı tarihimizin şimdiye dek yaşamayı sürdürenlerince “Ne yapalım,
alınyazımız böyle yazılmış işte !” sözleriyle hayatımızın en ayrılmaz
gerçekliği olarak bir ömür boyu omuzumuzda taşınan ağır yükün de en kısa
anlatılışıdır yani !…
Pagan
dönemin ardından Hristiyan dininin yayıldığı kadim Ermenistan
topraklarında halkımızın en fazla rağbet gösterdiği ismin, onulmaz
işkencelere uğratılmasından sonra dünyevi hayatına çarmıha gerilerek son
verilen Hazreti İsa Mesih’i dünyaya getiren anasının taşıdığı Mariam
(Meryem)’in halkımız tarafından kutsal olarak algılanması nedeniyle
kızlarımıza konulan isim olmasıdır.
Kara Delik
Demir Küçükaydın
Herhangi bir gidişin (prosesin, sürecin) sonuçlarının kendini ortaya çıkaran koşullar ve nedenler üzerindeki karşı etkisinin incelenmesi diyalektiğin özüdür. Ama bunun için de öncelikle evrenin bir şeyler toplamı değilbir süreçler karmaşası olduğuna dair bir kavrayış gereklidir.Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ve fiili bir başkanlık sistemine geçişini veya bu seçimlerin olası sonuçlarını da bu yöntemle ele almak gerekir.
Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Boykot
Demir Küçükaydın
Devrimciler ve sosyalistler, tam da seçimlere fazla bir değer
vermedikleri için, seçimlerle değil gerçek kitlesel mücadelelerle önemli
toplumsal değişiklikler sağlanabileceği için; seçimleri gerçek
mesajlarını iletmek için bir imkân olarak gördükleri için, kime oy
verileceği sorununda geniş bir taktik esneklik gösterirler.
Ama “gerçek mücadeleler alanlarda verilir, sokaklarda verilir”; “hiç birine mecbur değiliz” deyip de ondan sonra boykot çağrısı yapmak, aslında seçimlere fiilen çok büyük bir değer atfetmekten başka bir anlama gelmez.
Ama “gerçek mücadeleler alanlarda verilir, sokaklarda verilir”; “hiç birine mecbur değiliz” deyip de ondan sonra boykot çağrısı yapmak, aslında seçimlere fiilen çok büyük bir değer atfetmekten başka bir anlama gelmez.
25 Temmuz 2014 Cuma
Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, Şimdi Politikanın Vasisi Din
Ferhan Umruk
Türkiye yakın tarihinin popüler tartışması politikanın üzerinde kurulmuş olan askeri vesayet meselesi oldu. Kuşkusuz Türkiye’nin siyasi rejiminin niteliksel özellikleri bu tartışmayı gerektirmekteydi. Tartışma post-modern ideolojinin eteklerine sarılarak merkez-çevre ikiliğinin çelişkileri üzerine kuruldu. Siyasi rejimin sınıfsal, burjuva karakterinin üzeri örtülerek ‘Bürokrasi-Halk’ çelişkisi politik çözümün tek anahtarı olarak ilan edildi.
Bu tartışma kelam ve kalemle başladı 2006’da başlayan Ergenekon operasyonu ile karakolda nihayetlenmiş oldu. Askeri vesayet Silivri mahpushanesinin parmaklıklarında nefes tüketip durdu.
Evet, şimdi askeri vesayetin sembol aktörleri cemaat-AKP savaşının yarattığı gedik sonucu dışardalar, ancak artık vasilik rolleri de senaryoda nihayetlenmiş durumda.
Türkiye yakın tarihinin popüler tartışması politikanın üzerinde kurulmuş olan askeri vesayet meselesi oldu. Kuşkusuz Türkiye’nin siyasi rejiminin niteliksel özellikleri bu tartışmayı gerektirmekteydi. Tartışma post-modern ideolojinin eteklerine sarılarak merkez-çevre ikiliğinin çelişkileri üzerine kuruldu. Siyasi rejimin sınıfsal, burjuva karakterinin üzeri örtülerek ‘Bürokrasi-Halk’ çelişkisi politik çözümün tek anahtarı olarak ilan edildi.
Bu tartışma kelam ve kalemle başladı 2006’da başlayan Ergenekon operasyonu ile karakolda nihayetlenmiş oldu. Askeri vesayet Silivri mahpushanesinin parmaklıklarında nefes tüketip durdu.
Evet, şimdi askeri vesayetin sembol aktörleri cemaat-AKP savaşının yarattığı gedik sonucu dışardalar, ancak artık vasilik rolleri de senaryoda nihayetlenmiş durumda.
Kobane, Sınırları Halklar Kaldırır/ İzlenimler
Mahmut Balpetek
Birkaç gündür nefesler tutulmuş, 19 Temmuz günü beklenmekteydi. İŞİD’ın Musul’da ele geçirdiği ağır silahlar ve gelişkin askeri donamın bir kısmını Rojava’ya geçirdiği herkesin malumudur. Bu donanıma sahip bir örgütün Kobane’ye saldıracağını açıklaması hafife alınır bir tehdit değildir. 19 Temmuz günü Suruç’a 15 Km uzaklıktaki Kobane sınırındayız.
Her an büyük bir çatışma çıkacağı endişesi içindeyiz. Gençler sabırsızlanıyor ve bir an önce sınırı geçmek istiyorlar. Ancak olağan üstü güvenlik nedeni ile her geçiş hamlesi sonuçsuz kalıyor. Çadırın olduğu yer ile Kobane’yi ayıran sınırın kıyısında kurulan askeri barikattan güvenlik güçleri pür dikkat bizim bulunduğumuz bölgeyi izliyor. 50 metre uzunluğundaki insansız bölge, adeta bir tampon bölgeyi andırıyor.Çadırlar da yürütülen hummalı tartışmaların ana teması Rojava devrimiydi.
Yıldız Tilbe, Leman Sam ve diğerleri: Sinizmden faşizme
Stefo Benlisoy
Dünya Kupası’nda Brezilya’nın Almanya karşısında hezimete uğramasının ardından sosyal medyada Almanya’nın bu başarısını Hitler’li espriler, Nazi ordularının Polonya ve Sovyetler Birliği’nde yarattığı vahşi yıkım ve kırıma anıştırmalar, gaz odalarına göndermelerle “ti”ye alan çok sayıda paylaşım ve caps’e tanık olduk. Belki bazılarımız bu atıflardan rahatsız oldu ama sanırım büyük çoğunluk bu esprilere gülüp geçti. Belki de “doğru” olan buydu; sözün bir ağırlığının kalmadığı, dizginsiz bir sinizmin geçer akçe haline geldiği sosyal medyada, dilin izansız, özensiz, ötesine berisine bakmadan kullanılması, hepimizin daha fazla kanıksar hale geldiği bir durum ne yazık ki
19 Temmuz 2014 Cumartesi
İsrail Versiyonu “Kürdistan”
Thierry Meyssan
Bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması için her şeyin yerli yerinde olduğu bu dönemde, siyasi analist Thierry Meyssan’a göre ABD, Türkiye ve İsrail lehine olacak şekilde, Kürt halkının Kürdistan hayalinin suiistimal edildiği bir manipülasyon söz konusu. Meyssan, aynı zamanda, Barzaniler eliyle olası bir etnik temizlik konusuna ve PKK’nin bu tarzda bir “Kürdistan’ın” kurulmasına neden karşı çıktığını da değiniyor.
1960’lı yıllarda Molla Mustafa Barzani (Mesud Barzani’nin babası) Washington’a ve İran Şahı’na dayanıyordu.Mossad’ın görevlisi olmuştu. Yukarda, İsrail’de Ebba Eban (dışişleri bakanı) ve General Meir Amit’le [Mossad başkanı) birlikte görülüyor.
Kemalist Paradigmaya Karşı Esirlikten Cumhurbaşkanlığı Adaylığına
Mahmut Balpetek
Türkiye’de ilk kez cumhurbaşkanını halk seçecek. Bunun şekli bir durum olduğu muhakkaktır. Ancak bununla birlikte ilk kez geleneksel devlet ve onun elitleri tarafından esir olarak nitelendirilen kimliklerden birine mensup bir şahsiyet aday olma hakkı elde etmiş ve aday olmuştur.
Zira, seçimi anlamlı kılan da budur. Seçimin yarattığı bu olanaktan beklenen başta emek güçleri olmak üzere, sol sosyalist, farklı kimlikler, inanç grupları, ekolojist hareketler, gençler, kadınlar vb. bütün demokratik dinamiklerin çetin bir mücadele vermek üzere kol kola girerek sistemin burçlarında gedik açması olmalıydı.
“Çözüm Paketi” Barış İçin mi, AKP İçin mi?
Mahmut Balpetek
2013 Newroz’u ile yeniden başlayan diyalog süreci, iktidarın statik duruşu nedeni ile kilitlenme noktasına gelmişti ki, iktidar cephesinde adım atılacağı sinyali, ardından sürecin yasal güvence altına alınacağı deklare edildi.
Hiç kuşkusuz ki, barıştan yana olan herkesin ortak paydası olan sürecin yasal çerçeveye oturtulmasıydı. İktidar çevrelerinin yasal güvence ifadesi karşısında barış güçleri nefeslerini tutarak çıkacak sonucu bekledi.
AKP Hükümeti, durumun ciddiyetine uygun adım atacak mı? Zira iktidarın bugüne kadar ortaya koyduğu pratik, süreci çürümeye terk eder nitelikteydi. Bu pratikten çark etmek konunun ilerlemesinin önünde ki engellerin kaldırılması, rotayı müzakereye doğru eğriltmesi iktidardan beklenen doğal adımlardı.
75 YIL SONRA MEMLEKETİNİN SUYUNU İÇEN ATIK KÖYLÜ MADTEOS ARTİNİAN BİN YAŞASIN !
Sarkis Hatspanian
Mayıs ayı ortalarında İstanbul’dan hemşehrim, soydaşım, dostum Nıvart Bakırcıyan yıllardır öz evladından öğrenmeye çalıştığı Ermenicesini geliştirmek amacıyla birkaç haftalığına Yerevan’a gelmişti. O günlerden birinde davetlisi olduğumuz bir televizyon programında Nıvart, doğup-büyüdüğüm Alexandrette-İskenderun’un 1939’a dek Ermenilerle meskûn Beylan köyünün harabe halindeki Ermeni kilisesinin çan kulesiyle ilgili çocukluğundan beri aklından hiç çıkmayan acı bir anısını anlattı.
Bu TV programından sonra epeyi insan gibi o söyleşiyi yurtdışından izleyen dostlarımdan biri beni Beyrut’tan arayarak, şimdi 90 yaşındaki babasının da Beylan’ın o yıllarda üst mahallesi sayılan ATIK doğumlu olduğunu ve hep “Bizim köyün, tadı şimdi de damağımda olan suyu ölümsüz sudur, tam 75 senedir içemediğim suyumu özlüyorum” dediğini söyledi.
Namı, Gâvur Dağı adlandırılan Amanosların çok ötesine ulaşmış olan ATIK suyunun “iç iç doyulmaz” olduğunu bizim yörenin tüm insanları gibi ben de çocukluğumdan biliyordum,
“Cumhurbaşkanlığı Seçimi” Değil “Plebisiter Bir Diktatörlük İçin Plebisit”
Demir Küçükaydın
Türkiye’de yaşayan insanların önündeki seçimin neyin seçimi olduğunu doğru tanımlamanın doğru bir strateji ve taktikler bakımından hayati önemi bulunmaktadır.
Ezilenler tavırlarını, strateji ve taktiklerini belirlerken, hukuki tanımlar ve anlamlar üzerinden değil; gerçek sosyolojik ve politiktanımlar ve anlamlar üzerinden akıl yürütürler ve de yürütmelidirler.
Örneğin, PKK’nın adı hukuken “Terör Örgütü”; Öcalan’ın adı “Terörist Başı”dır. Bu kavramlara göre politikanızı belirlemeye kalkarsanız, devletin polisinin ordusunun kafasıyla düşünmeye başlayıp; onun bir parçası olursunuz.
Kaldı ki, bu tanımları ortaya atıp bunları kullanmayı zorunlu kılanlar, kendi aralarında, kapı arkalarında, bu kavramlarla iş görmezler. Onlar “Terör Örgütü” dediklerinin, Kürtlerin üzerindeki baskıya karşı kitlesel bir isyan ve direniş olduğunu bilirler; Öcalan’ın bir “Terörist Başı” değil, çok akıllı bir politikacı; bu hareketin ve örgütün kurucusu ve önderi olduğunu bilirler.
Türkiye’de yaşayan insanların önündeki seçimin neyin seçimi olduğunu doğru tanımlamanın doğru bir strateji ve taktikler bakımından hayati önemi bulunmaktadır.
Ezilenler tavırlarını, strateji ve taktiklerini belirlerken, hukuki tanımlar ve anlamlar üzerinden değil; gerçek sosyolojik ve politiktanımlar ve anlamlar üzerinden akıl yürütürler ve de yürütmelidirler.
Örneğin, PKK’nın adı hukuken “Terör Örgütü”; Öcalan’ın adı “Terörist Başı”dır. Bu kavramlara göre politikanızı belirlemeye kalkarsanız, devletin polisinin ordusunun kafasıyla düşünmeye başlayıp; onun bir parçası olursunuz.
Kaldı ki, bu tanımları ortaya atıp bunları kullanmayı zorunlu kılanlar, kendi aralarında, kapı arkalarında, bu kavramlarla iş görmezler. Onlar “Terör Örgütü” dediklerinin, Kürtlerin üzerindeki baskıya karşı kitlesel bir isyan ve direniş olduğunu bilirler; Öcalan’ın bir “Terörist Başı” değil, çok akıllı bir politikacı; bu hareketin ve örgütün kurucusu ve önderi olduğunu bilirler.
1993 Sivas Katliamının Olağan Şüphelisi Devlet
Ferhan Umruk
21 yıl önce Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a giden 33 aydın, sanatçı Madımak otelinde gerici yığınlar tarafından mahsur bırakılarak yakıldılar.
1993 Temmuz’unun 2’si Türkiye’yi Sivas’ta Madımak Oteli ateşiyle orta çağın karanlık zamanlarına sürükledi.
Bu topraklarda tarihsel olarak varlığını sürdüren toplumsal fay hatlarından biri olan Alevi-Sünni gerilimi, muktedirlerin iktidarlarını tehdit eden her toplumsal yükseliş ortamında, Sünni kitleler devlet tarafından kışkırtılarak kırımlar gerçekleştirildi.
21 yıl önce Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a giden 33 aydın, sanatçı Madımak otelinde gerici yığınlar tarafından mahsur bırakılarak yakıldılar.
1993 Temmuz’unun 2’si Türkiye’yi Sivas’ta Madımak Oteli ateşiyle orta çağın karanlık zamanlarına sürükledi.
Bu topraklarda tarihsel olarak varlığını sürdüren toplumsal fay hatlarından biri olan Alevi-Sünni gerilimi, muktedirlerin iktidarlarını tehdit eden her toplumsal yükseliş ortamında, Sünni kitleler devlet tarafından kışkırtılarak kırımlar gerçekleştirildi.
Bir Eşcinsel, Komünist Parti Üyeliğine Değer Birisi Olarak Görülebilir mi? – Harry Whyte’dan J. V. Stalin’e, Mayıs 1934
Harry Whyte, Edinburgh, İskoçya’da doğdu. Sonraları kendi işini kuran işçi sınıfından bir badana ustasının oğluydu. Lise eğitimi. Mesleği gazetecilik. 1932′ye kadar burjuva gazetelerinde çalıştı. Boş zamanlarında SSCB Dostları Derneği’nin dergisi Russia Today için çalıştı (1931′den 1932′ye kadar). 1927′de Bağımsız İşçi Partisine, 1931′de Büyük Britanya Komünist Partisine katıldı. Parti hücrelerinin ve İngiliz basınının merkezi olan Fleet Street’deki bölge örgütünün örgütlenmesine yardımcı oldu. 1932′de Moskovskie Novosti (Moskova Haberleri) gazetesinde işe alındı. 1933′de bu gazetenin yayın ekibinin başı olarak atandı. En iyi yıldırım emekçi (udarniki) olarak öne çıktı. İngiltere Komünist Partisi’nden BKP(b)’ye terfisi parti temizliği tamamlanana kadar ertelendi.
Bu mektup 1917’de Ekim Devrimi’yle suç kapsamından çıkarılan eşcinselliğin 1933-34 yıllarında yeniden suç kapsamına alınması üzerine J.V. Stalin’e yazılmıştır. Mektubun orijinali 1993 yılında Rusya Federasyonu Başkanlık Arşivinden çıkarıldı ve aynı yıl Istochnik adlı dergide yayımlandı. Cevaplanmayan mektubun ilk sayfasında şu talimat bulunmaktadır: “Arşiv. Bir geri zekalı ve dejenere. J. Stalin.”
Bu mektup, yıllar boyunca süren “eşcinselliği izah etme” baskısına boyun eğmekle birlikte, zulme karşı başkaldıran erken dönem politik bir metin olma özelliğini de koruyor. Whyte, sorgulanması akıllardan bile geçmeyen bir baskı mekanizmasına karşı, yanına bilimi, hukuku, siyaseti ve yoldaşlığı da alarak itiraz ediyor.
BİTLİS’TE 15 KİLİSE, BERİ GEL CANAN BERİ GEL !
Sarkis HATSPANIAN
“İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır !” Victor HUGO
Bundan günler önce Avrupa’da politik ilticacı olarak yaşayan bir Kürt dostumdan sosyal medyadaki sayfama yönlendirilen bir ileti sayesinde “Bitlisname”adını taşıyan bir website ile, onun “kendi alanında akademik, bilimsel, kültürel ve toplum çalışması yürüten bazı Bitlisli şahsiyetlerin oluşturmuş oldukları bir Bitlis Düşünce ve Bilimsel Çalışma Platformu” olduğunu bildiren uzun uzadıya bir yazıyla tanışma şerefine nail oldum.
Kurucuları adına, websitenin moderatörlüğünü yaptığı anlaşılan kişinin“Bitlisname, kendi alanında akademik, bilimsel, kültürel ve toplum çalışması yürüten bazı Bitlisli şahsiyetlerin oluşturmuş oldukları bir ‘Bitlis Düşünce ve Bilimsel Çalışma Platformu’dur. Amacımız, Bitlisle ilgili bilimsel ve kültürel çalışmalar için ortak akademik bir alan oluşturmak, bu yöndeki çalışmaların ortaya çıkarılması, tanıtılması, motive ve teşvik edilmesi için düzenli bir çalışma yürütmek, bu yönde özgür ve kaliteli bir platform oluşturmaktır” diye bildirimde bulunduktan sonra“Amacımız, Bitlis’in, “ünlü geçmişi” ile salt (büyük oranda unutulmuş) simgesel bir ilişki içinde olmak değil, Bitlis’i yeni yaşam standartlarına taşıyacak çağdaş, modern bir şehirleşmenin bütün siyasi, kültürel, ekonomik ve sosyal hakikatlerini bilimsel olarak anlamak, yorumlamak ve açıklığa kavuşturmak için de düşünce üretmektir” demeyi de önemsemişti.
IŞİD’ın Musul’u Ele Geçirmesi ve Kürdistan Realitesi
Mahmut Balpetek
Ortadoğu coğrafyasının karakteristik bir özelliği yeniden tecelli etti. Dün Kürt Özgürlük Hareketi’ nin eşitlik ve özgürlük amaçlı mücadelesini yenilgiye uğratması için desteklenen IŞİD, bugün bizzat onu destekleyenlere tehlike haline dönüşmüş gibi görünmektedir. IŞİD’i destekleyen ülke ve gruplar, rüzgar eken fırtına biçer misali, güçlü bir kasırga karşısındadırlar.
Bu kasırga karşısında daha şaşkınlıklarını üstünden atmaya fırsat bulamadan, yeni sürprizlerle karşılaşmaktadırlar. Gelişmeler karşısında ezberi bozulan destekçilerin dilleri kekeme, dış politikaları karanlığa gömülmüş, kör kurşun emsali nereye saplanacağı görünürlükten uzaklaşmıştır.
‘Derin devlet’, ‘Paralel devlet’, Devletin Kendisidir!
Ahmet Doğançayır
Devlet toplumdan ayrılmış görülse bile aslında bağımsız olmayan bir ilişkiler alanı ve aygıtıdır. Sınıflara bölünmüş bir toplumun devleti de toplum karşısında tarafsız olamaz.
HDP, Sorunlar Halının Altına Sığmayınca
Ferhan Umruk
HDP kongreye giderken bugüne kadar halının altına süpürülerek yok farzedilen sorunlar su yüzüne çıkıverdi. HDP’nin en önemli bileşenlerinden EMEP parti yapısının değiştirildiğini ifade ederek HDP’den ayrıldığını açıkladı. SYKP cenahından da parti yapısının değiştirilmesine karşı köklü eleştiriler yapılmaya başlanmış bulunuyor.
Şunu ifade edeyim ki bu yazı esas olarak bir fikri takip ve zamanında dile getirilmiş eleştirilere sekter tepkisellikle cevap verdiğini zannedenlere bir hatırlatmadır.
Sosyalist hareketin geleneğinde eleştiriye tahammülsüzlük olduğunu biliriz. Bu tahammülsüzlüğün bugün de olanca şiddetiyle devam ettiğini HDP’nin kuruluşuyla birlikte sorunlara yönelik politik ve örgütsel eleştirilere verilen cevapların üslubunda gördük.
HDP kongreye giderken bugüne kadar halının altına süpürülerek yok farzedilen sorunlar su yüzüne çıkıverdi. HDP’nin en önemli bileşenlerinden EMEP parti yapısının değiştirildiğini ifade ederek HDP’den ayrıldığını açıkladı. SYKP cenahından da parti yapısının değiştirilmesine karşı köklü eleştiriler yapılmaya başlanmış bulunuyor.
Şunu ifade edeyim ki bu yazı esas olarak bir fikri takip ve zamanında dile getirilmiş eleştirilere sekter tepkisellikle cevap verdiğini zannedenlere bir hatırlatmadır.
Sosyalist hareketin geleneğinde eleştiriye tahammülsüzlük olduğunu biliriz. Bu tahammülsüzlüğün bugün de olanca şiddetiyle devam ettiğini HDP’nin kuruluşuyla birlikte sorunlara yönelik politik ve örgütsel eleştirilere verilen cevapların üslubunda gördük.
Kongreye Giderken HDP Üzerine Düşünmek
Mahmut Balpetek
Türkiye sol hareketi ve partilerinin güç birliği yada birlik arayışı yaklaşık kırk yıl öncesine uzanmaktadır. özellikle 12 Eylül sonrası sol, sosyalist hareketin birliğinde hatırı sayılır bir yoğunlaşma yaşandı ve yoğunlaşmadan bir çok sonuç alındı. Gerek, legal alanda gerek ise, illegal alanda geçekleşen sayısız birlik girişimleri kısa bir zaman periyotunun ardından akamete uğradı.Başarısızlığa zemin hazırlayan salt öznel nedenler değil, nesnel nedenlerinde hatırı sayılır payı vardır.Sosyalist sistemin yıkılışı,teknolojik gelişim ile birlikte değişen üretim biçimi ve ilişkileri , dünyada ne liberalizmin görece başarısı ve yükselen değer olması, sosyalist solun yeni durum karşısında ortak bir kuramda buluşamamaları gibi nedenler i sıralamak mümkündür. İki binli yılların ilk yarısına gelindiğin de yapılmış bütün birlik girişimlerinin sonuçsuz kalmış olması nedeniyle birliğin kendisi konuşulmayacak hale gelmişti.
Tanıklıklarım Lice, Musul ve Bayrak
Mahmut Balpetek
Diyarbakır’da başladığımız yolculuğumuzun ilk durağı olan Van’a gitmek için Silvan, Bitlis, Baykan ve Tatvan’ı arkamızda bıraktıktan sonra, Behrı Van’ı (Van Denizini ) solumuza alarak beş saatlik bir yolculuğun sonunda Van’a girdik. Diyarbakır – Van yolculuğumuz esnasında olağan üstü bir durumla Diyarbakır’da başladığımız yolculuğumuzun ilk durağı olan Van’a gider ken karşılaşmadık.
Güvenlik güçleri kışlalarına dünmüş, çevirme ve kontrol noktaları kaldırılmış, günlük hayat normale dönmüş. İki günlük Van gezisinin ardından, Hakkâri’ye gitmek için harekete geçtik. Başkale’ye doğru dağların ve ırmakların eşliğinde bir müddet ilerledikten sonra dağları aşmak üzere tırmanışa geçtik. Başkale’ye girdiğimizde olağan durumun yerini olağan üstü duruma terk edeceğinin bütün emareleri belirginleşti. Şehir; etrafından başlayarak merkezine doğru adeta kolluk kuvvetinin işgali altında.
EKOLOJİK YIKIMA KARŞI MÜCADELE İLE SOSYALİZM MÜCADELESİ AYNI DAVANIN PARÇALARIDIR!
Ahmet Doğançayır
Yaratılan kapitalist çevresel sömürü düzeni içinde ekoloji sorununun; Zevk sorunu ya da listeye eklenen isteklerden biri olarak ele alınamayacağı yaşanan felaketlerle her defasında ortaya çıkıyor.
‘’Küresel ısınma ‘’ laflarıyla felaket senaryoları üretenler aslında önce ekolojik kriz yaratan, sonrada timsah gözyaşları döken politikacılar, kâr hırsı ile gözleri dönmüş sanayiciler, doğayı ve yaşama alanımızı yağmalayan uluslararası tekellerdir. Bunlar niyetlerini açıkça gösteriyorlar.
4 Haziran 2014 Çarşamba
Erdoğan’ın Esas Müjdesi: Soma Holding Patronuna
Ferhan Umruk
Bugün, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu’nun (TŞOF) Ankara’da düzenlenen Genel Kurulu’nda şunları söyledi. “Sigortalı bir işçi hayatını kaybettiğinde yakınlarına maaş bağlanıyordu. Ancak bunun için belli bir süre çalışması gerekiyordu. Soma’da 67 şehidimizin ailesi maalesef şartları karşılamadığı için maaş hakkından yararlanamıyordu. Şimdi şartları değiştiriyoruz. Bir gün bile çalışsa vefat eden madencilerimizin yakınlarına bu maaş hakkını getiriyoruz. Vefat eden madenci kardeşlerimizin prim borçlarını da siliyoruz.
Şehitlerimizin yakınlarından muhtaçlık şartını kaldırıyoruz. Maden kapalı olduğu süre içinde madencilerimiz tam maaş alacak. Çalışamadıkları dönem boyunca işsizlik sigortası fonundan net maaşları kadar ücret ödeyeceğiz.”
Bu açıklama kuşkusuz Soma katliamında hayatını kaybedip, yeterli süre prim ödenmediği için maaş bağlanamayan yakınlar için olumlu olacaktır. Açıklamanın ikinci bölümünde madenin kapalı olmasından dolayı açıklamadan belli oluyor ki, işveren tarafından ödenmeyen maaşlar işsizlik sigortası fonundan tam maaş kadar ödenecektir.
2 Haziran 2014 Pazartesi
Din, Alevilik ve Sosyalizm
Din, Alevilik ve Sosyalizm
Not: Gezi direnişinin birinci yıl dönümünü yaşadık. Bu bir yıllık zamanda en çok sözü edilense, Lice’de jandarma kurşunuyla katledilen Medeni Yıldırım haricinde “Devlet dersinde” yaşamını yitiren gençlerin, çocukların Alevi olmalarıydı.
Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti tarihini de kapsayan zaman diliminde Alevilerin uğradığı katliamlar bitmek tükenmek bilmiyor. Osmanlı’nın ortodoksisi islam dışındaki dinleri kurallara bağlayarak kapsayabilirken, İslam zemininde heretik (zındık) bir inanç olan Aleviliği imhayı amaçladı. Cumhuriyet de Fransa üniter devlet modelini örnek aldığından, ulus devlet paradigmasını Sünni-Türkleşme temelinde kurdu. Cumhuriyet dönemi de Alevilerin katledilmesi tarihi olarak şekillendi, devam da ediyor.
Ve yazıyoruz hep, aynı şeyler, aynı şeyler. Daniel Bensaid, Blanqui için şöyle demişti: ‘Blanqui de, kendini, Taureau kalesindeki hücresinde “bir masada, bir kalemle, giysiler içinde , tümüyle benzer koşullarda” yazdıklarını tekrar ve tekrar, sonsuza dek yazar halde hayal eder. Bu trajik kader sonsuz kez yeniden gerçekleşebilir’
Bir toplumun değişmeyenini paylaşmak bakımından daha önce yazılmış ‘Din, Alevilik ve Sosyalizm’ makalesi yeniden yayınlanıyor.
Ferhan Umruk
Tekme Tokatın “Fıtratında” Sınıf Savaşı Var
Ahmet Doğançayır
Bugün Türkiye ekonomik, siyasal, sosyal olarak tarihi bir süreçten geçiyor. Ülke gündemi bizzat R. T. Erdoğan tarafından her gün biraz daha geriliyor, toplum bilinçli bir şekilde bir birbirine düşman edilmeye, kutuplaşmaya ve çatışma ortamına çekilmeye, hatta iç savaşa doğru sürüklenmeye çalışılıyor.
Başbakan kitlesel şiddet dalgalarının en büyüğünü sokaklara çağırıyor. Emrindeki polisin kendini protesto edenleri öldürmesini, kör etmesini bir bakıma keyifle izliyor, gezi de kendisine karşı çıktığını düşündüğü gençlerin en sert yöntemlerle bastırılmasını istemesi, gençleri öldürüp kör eden polisleri kahraman ilan etmesi bu yüzden. Kurduğu sistemin devamının sağlanmasının, seçkinlerin birbirine sıkıca kaynaşmasına, muhalefeti güç kullanarak sıkıca ezmesine bağlı olduğunu görüyor. Diktatörlüklerin çöküşünü başlatan ve hızlandıran sürecin, bu elit tabakanın parçalanması ve toplumsal isyanların, böyle bir dönemde ortam hazırlayıcı ve kolaylaştırıcı bir rolü olduğunu görüyor. Bunun için sokakla ilgili her şeyi terör olarak ilan ediyor.
28 Mayıs 2014 Çarşamba
bir seçimin ardından: AB’nin krizi derinleşirken – stefo benlisoy
Stefo Benlisoy
Hafta sonu gerçekleşen AB parlamento seçimleri, kıtadaki siyasal ve sosyal güç dengelerine ilişkin bize neler söyleyebilir? Hiç kuşkusuz seçimler toplumsal-sınıfsal mücadelelerin çarpık da olsa bir yansımasıdır. Dahası, ilk gerçekleştiği 1979 yılından bugüne dek sürekli düşük katılıma sahne olan ve üye ülke kamuoylarının önemli bölümü tarafından dahi önemsenmeyen AB Parlamento seçimleri, bu tür tespitler için riskli bir zemin oluşturabilir. Öte yandan bu seçimlerin, ulusal seçimlere kıyasla hükümet tayini gibi daha yakıcı bir meselenin ortada olmayışı nedeniyle, seçmenlerin “ehven-i şer” seçeneklerden ziyade ideolojik/siyasal tercihlerini, başka bir ifadeyle “gönüllerinden geçeni” daha doğrudan yansıtma özelliğine de sahip olduğu söylenebilir.
ABF Genel Kurulu Hakkında Düşüncelerim-2014
Rıza Aydın
Bu hafta sonu yapılacak olan ABF Genel Kurulunda delege olduğum için, arkadaşlarımla konuşmaya Ankara’ya geldim, günlerdir bu konu üzerinde düşünüp, konuşuyoruz. Bu düşüncelerimi arkadaşlarımla paylaşmak için bunları yazıya dökeyim istedim.
Öncelikle, Demokratik Alevi hareketinde, ABF hangi ihtiyaçtan doğdu, niye kuruldu onu düşündüm.
Bizim, “Demokratik Alevi hareketi” dediğimiz derneklerin, iki büyük bileşeni vardır. Bunlar, -yaklaşık olarak 75 şubesi olan-, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ile -yaklaşık olarak 100 şubesi bulunan-, Alevi Kültür Dernekleridir (AKD); ilk zamanlar AKD’nin adı, “Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Dernekleriydi”, bunların dışında da şubesi olmayan dernekler – kurumlar vardı. Demokratik işlerliği olan, bu Alevi kurumlarının, ortaklaşa hareket etmelerini yani eylem birliğini sağlamak için, bunların ortaklaşa oluşturacağı bir üst yapı kurumunun olması bir ihtiyaç olarak kendini hissettiriyordu.
Bu hafta sonu yapılacak olan ABF Genel Kurulunda delege olduğum için, arkadaşlarımla konuşmaya Ankara’ya geldim, günlerdir bu konu üzerinde düşünüp, konuşuyoruz. Bu düşüncelerimi arkadaşlarımla paylaşmak için bunları yazıya dökeyim istedim.
Öncelikle, Demokratik Alevi hareketinde, ABF hangi ihtiyaçtan doğdu, niye kuruldu onu düşündüm.
Bizim, “Demokratik Alevi hareketi” dediğimiz derneklerin, iki büyük bileşeni vardır. Bunlar, -yaklaşık olarak 75 şubesi olan-, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ile -yaklaşık olarak 100 şubesi bulunan-, Alevi Kültür Dernekleridir (AKD); ilk zamanlar AKD’nin adı, “Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Dernekleriydi”, bunların dışında da şubesi olmayan dernekler – kurumlar vardı. Demokratik işlerliği olan, bu Alevi kurumlarının, ortaklaşa hareket etmelerini yani eylem birliğini sağlamak için, bunların ortaklaşa oluşturacağı bir üst yapı kurumunun olması bir ihtiyaç olarak kendini hissettiriyordu.
Pazar Mitingine Öneri: 301 Kara Tabutla Sessiz, Pankartsız Bir Uğurlama
Demir Küçükaydın
Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamında yitirdiğimiz kardeşlerimiz için, DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin ortaklaşa 25 Mayıs Pazar günü saat 12.00’de Kadıköy’de “Kaza Değil Cinayet, Taşeron Ölüm Demektir Yasaklansın” şiarıyla bir miting yapacaktır.
Bu mitinge ilişkin aşağıda bir önerimiz bulunmaktadır. Bunu ilgililerin, örgütlerin dikkate alarak derhal bu yönde bir hazırlık yapmasını dileriz.
Bu mitingin bu biçimiyle bu işçi katliamının büyüklüğüyle tam bir zıtlık içinde, sırayla sol örgütlerin resmigeçit yaptığı, ya da kendi deyişleriyle “görücüye çıktığı”; küçük katılımlı bir miting olması çok büyük olasılıktır.
Türkiye’nin en büyük şehrinde, en büyük işçi katliamını protesto için yapılacak bir miting ve uğurlamanın, olayın çapına uygun bir büyüklükte geçmesi gerekir.
Ayrıca böyle mitinglerle ülkedeki atmosferi ve politik dengeleri değiştirmek ve etkilemek mümkün değildir.
Soma Cinayeti- İşçi Sınıfı Yok!
Ferhan Umruk
Şu anda Bakan Taner Yıldız’ın açıklamasına göre 205, CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel’e göre ise 350 maden işçisi hayatını kaybetmiş bulunuyor. Acı ve hüznün tam ortasındayız. Sonuçla yetinmeyip nedenlerini algılayanlar yaşanan dramın engellenebilir olduğunun farkında. Ama kendi çıkarı için sonuçla yetinenler halkı tevekküle davet edecek, günümüzün kitle bilinci veri alındığında neden sorusunu soramayan çoğunluğumuz tevekkül davetini kabullenecek.
Sol-sosyalist cenah şimdi yelpazenin bir ucundan bir ucuna hakikati farklı vurgularla telaffuz ediyor. Vurguları AKP hükümetine karşı yoğunlaştıranlardan, kapitalist sistemin kendisine yoğunlaştıranlara kadar uzanıyor tepkiler. Tepkilerin farklı vurgularda olması doğruluklarını zedelemiyor ama esas failin karartılmasına yol açabiliyor. Evet, AKP Hükümeti, burjuvazinin temsilcisi olarak pervasızca maliyetlerin düşürülerek, karların yükselmesi için, emekçilerin hayatına mal olan, iş güvenliği tedbirlerini hiçe sayıyor.
Şu anda Bakan Taner Yıldız’ın açıklamasına göre 205, CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel’e göre ise 350 maden işçisi hayatını kaybetmiş bulunuyor. Acı ve hüznün tam ortasındayız. Sonuçla yetinmeyip nedenlerini algılayanlar yaşanan dramın engellenebilir olduğunun farkında. Ama kendi çıkarı için sonuçla yetinenler halkı tevekküle davet edecek, günümüzün kitle bilinci veri alındığında neden sorusunu soramayan çoğunluğumuz tevekkül davetini kabullenecek.
Sol-sosyalist cenah şimdi yelpazenin bir ucundan bir ucuna hakikati farklı vurgularla telaffuz ediyor. Vurguları AKP hükümetine karşı yoğunlaştıranlardan, kapitalist sistemin kendisine yoğunlaştıranlara kadar uzanıyor tepkiler. Tepkilerin farklı vurgularda olması doğruluklarını zedelemiyor ama esas failin karartılmasına yol açabiliyor. Evet, AKP Hükümeti, burjuvazinin temsilcisi olarak pervasızca maliyetlerin düşürülerek, karların yükselmesi için, emekçilerin hayatına mal olan, iş güvenliği tedbirlerini hiçe sayıyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)