28 Mayıs 2014 Çarşamba

bir seçimin ardından: AB’nin krizi derinleşirken – stefo benlisoy

Stefo Benlisoy
Hafta sonu gerçekleşen AB parlamento seçimleri, kıtadaki siyasal ve sosyal güç dengelerine ilişkin bize neler söyleyebilir? Hiç kuşkusuz seçimler toplumsal-sınıfsal mücadelelerin çarpık da olsa bir yansımasıdır. Dahası, ilk gerçekleştiği 1979 yılından bugüne dek sürekli düşük katılıma sahne olan ve üye ülke kamuoylarının önemli bölümü tarafından dahi önemsenmeyen AB Parlamento seçimleri, bu tür tespitler için riskli bir zemin oluşturabilir. Öte yandan bu seçimlerin, ulusal seçimlere kıyasla hükümet tayini gibi daha yakıcı bir meselenin ortada olmayışı nedeniyle,  seçmenlerin “ehven-i şer” seçeneklerden ziyade ideolojik/siyasal tercihlerini, başka bir ifadeyle “gönüllerinden geçeni” daha doğrudan yansıtma özelliğine de sahip olduğu söylenebilir.

ABF Genel Kurulu Hakkında Düşüncelerim-2014

 


Rıza Aydın
Bu hafta sonu yapılacak olan ABF Genel Kurulunda delege olduğum için, arkadaşlarımla konuşmaya Ankara’ya geldim, günlerdir bu konu üzerinde düşünüp, konuşuyoruz. Bu düşüncelerimi arkadaşlarımla paylaşmak için bunları yazıya dökeyim istedim.
Öncelikle, Demokratik Alevi hareketinde, ABF hangi ihtiyaçtan doğdu, niye kuruldu onu düşündüm.
rıza
Bizim, “Demokratik Alevi hareketi” dediğimiz derneklerin, iki büyük bileşeni vardır. Bunlar, -yaklaşık olarak 75 şubesi olan-, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) ile -yaklaşık olarak 100 şubesi bulunan-, Alevi Kültür Dernekleridir (AKD); ilk zamanlar AKD’nin adı, “Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Dernekleriydi”, bunların dışında da şubesi olmayan dernekler – kurumlar vardı. Demokratik işlerliği olan, bu Alevi kurumlarının, ortaklaşa hareket etmelerini yani eylem birliğini sağlamak için, bunların ortaklaşa oluşturacağı bir üst yapı kurumunun olması bir ihtiyaç olarak kendini hissettiriyordu.

Pazar Mitingine Öneri: 301 Kara Tabutla Sessiz, Pankartsız Bir Uğurlama


Demir Küçükaydın
Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamında yitirdiğimiz kardeşlerimiz için, DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin ortaklaşa 25 Mayıs Pazar günü saat 12.00’de Kadıköy’de “Kaza Değil Cinayet, Taşeron Ölüm Demektir Yasaklansın” şiarıyla bir miting yapacaktır.
Bu mitinge ilişkin aşağıda bir önerimiz bulunmaktadır. Bunu ilgililerin, örgütlerin dikkate alarak derhal bu yönde bir hazırlık yapmasını dileriz.
Bu mitingin bu biçimiyle bu işçi katliamının büyüklüğüyle tam bir zıtlık içinde, sırayla sol örgütlerin resmigeçit yaptığı, ya da kendi deyişleriyle “görücüye çıktığı”; küçük katılımlı bir miting olması çok büyük olasılıktır.
Türkiye’nin en büyük şehrinde, en büyük işçi katliamını protesto için yapılacak bir miting ve uğurlamanın, olayın çapına uygun bir büyüklükte geçmesi gerekir.
Ayrıca böyle mitinglerle ülkedeki atmosferi ve politik dengeleri değiştirmek ve etkilemek mümkün değildir.

Soma Cinayeti- İşçi Sınıfı Yok!


Ferhan Umruk
Şu anda Bakan Taner Yıldız’ın açıklamasına göre 205, CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel’e göre ise 350 maden işçisi hayatını kaybetmiş bulunuyor. Acı ve hüznün tam ortasındayız. Sonuçla yetinmeyip nedenlerini algılayanlar yaşanan dramın engellenebilir olduğunun farkında. Ama kendi çıkarı için sonuçla yetinenler halkı tevekküle davet edecek, günümüzün kitle bilinci veri alındığında neden sorusunu soramayan çoğunluğumuz tevekkül davetini kabullenecek.
soma

Sol-sosyalist cenah şimdi yelpazenin bir ucundan bir ucuna hakikati farklı vurgularla telaffuz ediyor. Vurguları AKP hükümetine karşı yoğunlaştıranlardan, kapitalist sistemin kendisine yoğunlaştıranlara kadar uzanıyor tepkiler. Tepkilerin farklı vurgularda olması doğruluklarını zedelemiyor ama esas failin karartılmasına yol açabiliyor. Evet, AKP Hükümeti, burjuvazinin temsilcisi olarak pervasızca maliyetlerin düşürülerek, karların yükselmesi için, emekçilerin hayatına mal olan, iş güvenliği tedbirlerini hiçe sayıyor.

Bir Nevi İç Savaşa Doğru


Hakkı Yükselen
Zulmünü “ebedi bir mağduriyet” söylemi üzerinden sürdüren Başbakan’ın sık sık 1950-1960 döneminin başbakanı Adnan Menderes’in adını anması boş yere değil. Bir “demokrat” olarak Menderes’e yapılanlar malum, Başbakan’a sorarsanız aynısı kendisine de yapılmak isteniyor.
iç savaş
Ancak yağma yok! Bu defa ne kendisi, ne de “milleti” böyle bir vesayet tertibine asla izin vermeyecek! Zaten rahmetliyi deviren üniformalı güç, politik anlamda kıpırdayamaz hale getirilmiş durumda. Geriye ebedi şeytan CHP (cehâpe) ve uluslararası şeytani güçler (mesela devletler-lobiler cephesi olarak emperyalizm) kalıyor ki, onu da sandıkta her daim tecelli eden milli irade yoluyla püskürtmek o kadar zor değil.

HDP-ÖDP Tartışması Vesilesi ile Bir Kez Daha Radikal Demokrasi Üzerine – Akif Kara


Yalansız’ın notu: Radikal demokrasi kavramının giderek sol içerisinde seslendirildiğini görüyoruz. Ancak bu kavramın sahiplerinin post-Marksizmi omuzlayan Laclau ve Mouffe tarafından formüle edilmiş bir kuram olduğu gözden kaçmış durumda. En son Duran Kalkan’ın ÖDP’yle alakalı bir yazısında yine bu kavram üzerinden görüşler dile getirildi. Bir süredir sosyalist parti ve grupların yer aldığı HDP’nin sözcüleri de radikal demokrasi kavramını kullanmaya başlamışlardı. Doğrusu, bu cenahta böylesi bir yön değişikliği anlamına gelen kuramsal kavramın bütünsel olarak nasıl tartışıldığını bilmiyoruz, çünkü böyle bir tartışmaya tanık olmadık. 
Radikal demokrasi tezinin Türkiye sosyalist hareketi üzerinde zaman zaman etkileri olduğu bilinir. Hatta kurucusu ve bir dönem yöneticiliğini yapmış olduğum ÖDP’de çoğunlukta olan Devrimci Yol grubunun bu kuramdan etkilenerek politikalarını oluşturduğu aşikardır. Bir dönemdir farklı bir noktaya geldikleri görülüyor.
Duran Kalkan’ın yazısının sansasyonel bir tarzda ele alınması olgunun kuramsal yanını gölgede bırakmıştı. Yazının üslubunun ÖDP cenahında tehdit algılamasına yol açmış olması, düzeltme ihtiyacına neden oluyor. Düzeltileceğinin, yanlış anlaşılma olduğunun açıklanacağı umulur.
Konunun kuramsal yanıyla ilgili www.toplumsol.org sitesinde Akif Kara’nın yazısı tam da bu boyutla ilgileniyor. Bu bakımdan yalansız okurlarıyla paylaşmak faydalı olacaktır.

1 Mayıs ve 6 Mayıs Vesilesiyle Ritüeller ve Devrimcilik Üzerine


Demir Küçükaydın

Bir hareket ritüellerle yaşamaya ve bunlara çok önem vermeye başlamışsa, devrimciliğini ve yaratıcılığını yitirmiş demektir.
denizinheykeli
Bu aylar, Türkiye’deki devrimcilerin ve sosyalistlerin “üç aylar”ı. Ritüel ayları. 8 Mart Kadınlar Günü, 16 Mart Katliamının Yıldönümü, 21 Mart Newroz, 24 Nisan Ermeni Katliamı, 1 Mayıs, 15-16 Haziran’ın Yıldönümü. “Kış uykusu”ndan uyanma yaları. Bunalara artık Gezi’nin başlangıcı 31 Mayıs ve sonu 17 Haziran’da eklenecek gibi görünüyor.
Bu ritüeller içinde politik anlamı olanlar, Türkiye’deki demokrasi mücadelesi bakımından somut bir mücadelenin konusu olanlar sadece Newroz (ki o da son yıllarda bir ritküele dönüşme özelliği gösteriyor) ve 24 Nisan’dır. En önemli, aktüel ve acil olanı, henüz bir ritüele dönüşmemiş olanı 24 Nisan’dır ama en cılız anılanı da odur.

1 Mayıslarda Enternasyonalizm


Ferhan Umruk
Herhalde, sosyalistlerin ve işçi sınıfı hareketinin mutasavver topluma ilişkin düşüncelerini en berrak biçimde tasvir eden gün 1 Mayıs olmalıdır. Zira, işçi sınıfının dayanışmasını temsil eden bu günün baskın özelliği, günümüz toplumunun sınırlarla birbirinden yalıtılmışlığının bu yalıtılmışlıktan doğan dostlukların da düşmanlıkların da oluşmasına ihtiyacın kalmayacağı Tevfik Fikret’in dizesiyle ‘ Vatanım yeryüzü, milletim insanlık’ çağrısının şu kaotik dünyada bir kez daha hafızalarda canlanmasına fırsat vermesidir.
Resim
Dostlukların da ihtiyacının kalmayacağına işaret ederken, dostluğun kavram olarak değerini bilerek bunu ifade ediyorum. İnsanların oluşturduğu toplumlar yarattıkları kimlikleri politikleştirdikleri zaman ayrışma bu düzlemde ya dostlukla ya düşmanlıkla sürdürülüyor. Günümüz dünyası ulusların dostluk ve düşmanlıklarıyla yüklü sorunlarla boğuşuyor.

Rojava’da Yeni İttifaklar ve IŞİD


     Mahmut Balpetek
          
    El- Nusra’nın yenilgisi sonrasında  görece zafer kazanan Rojava halklarının ilan ettikleri özerkliğe karşı  bölgenin egemen güçleri tarafından saldırıların gerçekleşmesi beklenen bir durumdu.
rojava
Zira, önce, uluslararası Suriye konferansına  Rojava halkının temsilcilerinin davet edilmemesi, devamında AKP ve KDP liderlerinin Rojava’daki gelişmeler karşısında sessiz kalmayacaklarını ilan etmeleri müdahale beklentisine neden olan gelişmelerin başında gelmekteydi. Kaldı ki, emperyalist dünya ve Ortadoğu devletlerinin bu devrim karşısında sessiz kalmaları beklenemezdi. Bunun tersi bir yaklaşımının  olagelmemesinin nedeni çok basittir.

Dünyamız Devrime Gebe, Düşük Yapmaması İçin Hazırlanmalıyız


İbrahim Özkurt
Taşeron işçileri “taşerondan bıkmışlar, insanca koşullarda yaşamak için kadro istiyorlar”. Bu talep, işçilerin ne hallere düşürüldüğünün kavranması açısından düşündürücü değil mi? Sanki kadroya geçince insanca yaşamaya kavuşacak taşeron işçileri. Oysa kadroya geçince bir üst kölelik durumuna terfi edecekler ve ne hazindir ki buna razılar. Kadrodakilerin ise, sesi soluğu çıkmıyor, işlerini kaybetmemek adına sus pus olmuş durumdalar.
devrim
Devrim ve sosyalizm gibi düşünceler ise işçi sınıfının gündeminden çıkalı çok oldu. Birlik, Mücadele, Dayanışma amaçlı günü olan 1 mayıslarda bile sendika bürokrasisi ve çok az işçi katılımı görüyoruz meydanlarda. Üstelik sendika yöneticileri, üyelerine sormadan farklı meydanlarda görücüye çıkma kararı aldılar. Sınıf kendi bayramını dahi nerede nasıl yapacağına karar veremez konuma yuvarlandı. Soran olmadığı gibi “niye sormuyorsunuz” diye tepki veren de yok.
Hal böyleyken, yani günümüzün İşçi sınıfı sendikal alanda dahi örgütsüzken, geleceğin inşasında yeri var mı? Varsa sendikalar yenilenebilir mi? Parti dahil klasik örgütlenmeler sorgulanarak siyasi, ekonomik ve demokratik alanda başka örgütlenmeler mümkün mü? Mümkünse nasıl olmalı? Sorularına, Devrimci Marksistler cesaretle ve de ivedilikle yanıt bulmakla yükümlüler diye düşünüyorum.

“SENEDE BİR GÜN”


Sarkis HATSPANIAN
“Soykırım artığı” Ermenilerle günlük yaşamda sıradan merhabası olanlardan tutun, en dostça ilişkiler içerisinde olanlara kadar hemen hiç kimsenin Ermenilere karşı işlenen bu korkunç suçun vuku bulduğu zaman boğazlanıp-katledilenleriyle değil, onlardan mucizeyle hayatta kalanlar ve onların ardıllarıyla yüzleşme durumunda olduklarının “farkında değillermiş gibi” yaşayageldiklerinin şahidi olarak, “hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” söylemiyle yetinmek durumunda kalıyoruz.
ERMENİ HALKINA YAPILAN SOYKIRIMIN YÜZYILI 2015’E 1 YIL    KALA “T.C.” CEPHESİNDE YENİ BİRŞEY YOK ! Sarkis Hatspanian (Facebook)
Bir nev-i yani, “insan unutur ve/ya insan hafızası unutkanlık hastasıdır” anlamındaki bu cümleyle ifade edilen, insanın yaşamını devam ettirebilmesi adına heyecan, sevinç, üzüntü gibi kendisine yaradılıştan ekli özellikleri, ‘yaşamak için unutmak’ zorundaymış gibi oluşuna tahammül ediyoruz.