20 Mart 2014 Perşembe

HDP’ye Oy da Verilir “Parlamenter Budala” da Olunmaz


Ferhan Umruk
Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki; daha önce kaleme almış olduğum “Sosyalist Hareket ve HDP Nereye Kadar?” Makalesinde HDP’nin ve bileşenlerinin son dönemde karşılaştığı pratik meselelerde su yüzüne çıkan politik açı farklarının değerlendirilmesi üzerine kurulu eleştiriler elbette geçerliğini korumaktadır. Makalede eleştirinin öznesi olan HDP sözcülerinin onu parti olarak tanımladığı için bir parti olarak değerlendirilmiş ve eleştirilmiştir . Eğer bir eylem birliği, seçim işbirliği, seçim partisi olarak tanımlansaydı bu tür bir eleştiriye ihtiyaç olmazdı.
gezi4
Tabii ki Kürt siyasi hareketi başta olmak üzere sosyalist bileşenlerin bir bölümünün de HDP’yi bir parti olarak gördüğünü ve bu yaklaşımın ağırlıkta olduğunu, kimi sosyalist bileşenlerin ise HDP’yi bir eylem birliği olarak değerlendirdiğini biliyoruz. Ancak bu eleştiriler içerisinde bulunduğumuz siyasi süreç bakımından seçimlerde oy kullanırken HDP’yi tercih etmeye engel teşkil etmemektedir.
Hatırlanacağı üzere makalede HDP bileşenleri arasında politik açı farkını yaratan iki eşikten söz edilmişti. Birincisi Gezi direnişi esnasında bileşenlerin sürece farklı yaklaşımları, ikincisi ise iktidarın yolsuzluklarının ortaya dökülmesi ile yine bileşenlerin farklılaşmalarını yarattığı eşiklerdi. Bu sözü edilen iki eşikte de HDP’nin ve bileşenlerinin durumu siyasi çevrelerde dile getirildi ve tartışıldı.

Emperyalizmin son hamlesi: Ukrayna üzerinden Rusya’yı vurmak.


Fikret Başkaya
Berlin duvarının yıkılması, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Varşova Paktı’nın sahneden çekilmesi, soğuk savaşın sonu ilan edildi. Artık dünyaya barış egemen olacak, refah artacak, çatışmaların ve düşmanlıkların olmadığı “kutupsuz” bir dünyada yaşanacaktı! Aslında böyle bir tespit, soğuk savaş denilene dair yanlış bir algıya veya yanlış anlamaya dayanıyordu. Zira, soğuk savaş denilen sadece ABD’nin başını çektiği emperyalist kampla Sovyetler Birliği arasındaki bir “rekabet ve düşmanlık” hali” değildi. Asıl soğuk savaş, şimdilerde Güney veya Global Southdenilen, Üçüncü Dünya ülkelerine yönelik bir savaştı. Asya, Afrika, Latin Amerika halkları, kendi kaderlerine sahip çıkmak üzere kolonyalist-emperyalist sistemden bağımsızlaşmakta, tarih sahnesinde yerlerini alma niyetini ortaya koymaktaydılar.

AKP’nin Türk’le Kürt’ü Aleviyle Sünniyi Çatıştırma Kışkırtmasına Karşı Birlik Olalım


“Son günlerde, Aksaray’da başlayıp, sonra Karadeniz bölgesine görülen, oradan da Fethiye ye sıçrayan HDP’nin örgütlenmesine tepki bahanesiyle Kürtlere karşı yapılan saldırılara bakınca, ustalık dönemine giren AKP Hükümetinin de, bu politikayı uygulamaya başladığını görüyorum. Ustalık döneminde olan AKP hükümeti, genel olarak topluma, özel olarak da Kürtlere diyor ki, eğer beni iktidardan düşürürseniz, benden sonra tufan olacak, bu Türk milliyetçileri, Batıda Kürtlere saldıracak, bu toplumda iç savaşa dönüşecek. Bunu istemiyorsanız eğer, AKP hükümetine katlanın, benim iktidarıma alışın diyor.”
Rıza Aydın
Kuramsal olarak devletin ne olduğu, nasıl oluştuğu konusu ile ilgilenen biz solcular, nihai olarak devletin yok olmasını da düşlediğimiz için, devlet yönetme sanatının nasıl olduğu ile ilgilenmedik; bu yüzden de bunu bilmeyiz. Yıllar sonra, konuyu merak edip incelediğimde gördüm ki, devlet yönetmek bir başka sanatmış. Devletin oluşum sürecini yani devletin ne olduğunu bilmekle, devlet yönetme sanatını bilmek aynı anlama gelmezmiş.
enternasyonalizm
Devlet yönetme sanatının özünü, Floransa’lı ünlü devlet adamı Niccollo Machiavelli (1469 – 1527) yazmış. Bu devlet yönetme sanatının özü, halkı birbirine düşürerek, halkın elde tutulması anlayışına dayanıyormuş. Tecrübeyle anlaşılmış ki, halk birbirini sever, birbirine güvenir, birlik içinde olursa, kendileri için yeni haklar, daha iyi yaşam koşulları filan istiyorlarmış, bu da devleti sıkıntıya sokuyormuş. Eğer halk sürekli birbiriyle didişir, örneğin mezhepler ya da etnik halk tabakaları birbirine düşerse, bu endişe ortamında canının derdine düşen insanlar, daha iyi bir hayat yaşayalım diye, devletten hak isteme uğraşına giremiyorlarmış.

Özsavunma ya da Meşru Müdafaa

Ferhan Umruk

Not: Tam 3 yıl önce yazılmış bir makaleyi, Kayseri, Aksaray. Ordu, Giresun, Fethiye’de ırkçı-faşist güruhların HDP’ye karşı sistematik pogroma dönüşme eğilimi taşıyan saldırılarıyla, aslında değişimin, değişmeyeni içerisinde barındırdığını hatırlatmak için tekrar yayınlıyoruz. Makalede şu hatırlatılmış “Türkiye’nin tarihsel geçmişi azınlıkta olanın başının beladan kurtulamadığı kanlı olaylarla örülüdür. Mahallemizin bozuk sicilini dökmeye kalksak neredeyse sayfalar kifayetsiz kalacaktır. Bu bakımdan konuyla sınırlayıp daha geçen yıl temmuz ayında İnegöl ve Dörtyol’da Kürt mahallelerine yapılan saldırı ve linç girişimlerini hatırlatmakla yetinelim.”   Alt sınıfların, ezilen tüm mağdurların, Kürtlerin sisteme karşı muhalefetini temsil eden siyasi bir hareketin, faşist güruhlarla hemhal olmaya yatkın olanların mevcut olduğu emniyet kuvvetlerince hangi tür tavırla karşılaşacağı aşikar değil midir?
*       *        *
Özsavunma ya da Meşru Müdafaa
Mısır’da Tahrir meydanında günlerce direniş sürdüren kitlelerin karşı karşıya kaldıkları kritik durumlardan biri de ‘Baltacılar’ diye adlandırılan paramiliter çetenin develerle yaptıkları saldırılardı. Devrimci durumun kilit noktası haline gelen meydanın direnişçiler tarafından terk edilip edilmemesi  Mübarek rejiminin akibetini belirleyecek  dönüm noktası haline geldi. Bu arada halkın ‘Baltacılar’ olarak söz ettiği paramiliter çetenin bu yakıştırmayı Osmanlılardan yadigar olarak devir almış olmasının ironisi de kulaklara küpe olmalı…
fethiye
Tahrir meydanı direnişçileri ‘Baltacılar’ın bu saldırılarına karşı barikatlar kurarak ellerine geçirdikleri taş ve sopalarla özsavunmalarını gerçekleştirerek, geceleri de meydanda nöbet tutarak kilit öneme sahip meydanın çetelerin eline geçmesini engellediler. Mübarek’in iktidarı terk etmesiyle sonuçlanan sürecin her aşamasında  halkın orduyu nötralize etmeyi başarması, paramiliter çetelerin silahlı şiddete başvurmasını da engelleyerek onların milyonlara ulaşan kitle eylemlerini dağıtmasına imkan tanımadı. Yine ifade edelim kritik eşik olan Tahrir meydanının özsavunma ile korunamaması halinde süreç bambaşka gelişebilir Mübarek zaferini zulümle süsleyebilirdi!

Halklar Neden Barışamıyor

Tayfun İşçi

Seçim öncesi Sinop’ta başlatılan ve seçim süresince yayılıp artarak devam eden HDP’ ye yapılan saldırılar HDP’li adayların seçilmesini engellemekten çok halkların barışına olan karşıtlığı ifade etmektedir. Kayseri, Niğde, Aksaray Fethiye, Ordu, Giresun ve daha burada sayamadığımız nice saldırılar, dikkatlice incelendiğinde
fet2
Bu saldırıların devletçe veya hükümetçe düzenlenmediği açıktır. Zira devlet HDP’nin bu illerde örgütlenmesine, çalışmalarına yasal zeminde hiçbir engel çıkarmamış ve kurulmalarını hazmedemese de kabullenmek zorunda kalmıştır.
Kuşkusuz bu saldırıların engellenmesi için devletin veya hükümetin yeterli tedbirler almadığı söylenebilir. Hatta hükümet ve devletin yerel güçlerinin bu saldırılarını zaman zaman teşvik edici ve planlayıcı rol aldığı da iddia edilebilir. Ama bu saldırılar devletin veya hükümetin saldırılarıdır. Diyemeyiz.

Aleviler Tehdit Altındaki Aydınlarla,İşçilerle, Kürtlerle, Ermenilerle, Sosyalistlerle, Demokratlarla Birlikte Olmalıdırlar




“Ayrıca bugün Tayyip Erdoğan hükümeti, Türkiye’de sadece Alevi’yi ezip, Alevi’yi tehdit etmiyor, Tayyip Erdoğan ,Kürtleri,Ermenileri, sosyalistleri, Aydınları, işçileri, gazetecileri, yazarları, laik yurttaşları, kısaca herkesi rahatsız ediyor.”

Rıza Aydın
Alevi kurumların Samandağ mitingi üzerine muhabbet
Yukarıda ulaşım adresini verdiğim, Vedat arkadaşımızın konuşmasını dinleyip paylaştıktan sonra kendisini telefonla arayıp eleştirimi söyledim.
Ona söylediklerimi kısaca buraya da yazmak istiyorum; çok kısa yazacağım.
Bu konuşmayı dinleyen herkes, Türkiye de bir Alevi Sünni savaşı olduğunu sanar ki bu bir yanılgıdır. Hükümet sorunu böyle göstermekle kendince akıllılık edip, ezdiği kitleyi küçük göstermeye çalışıyor. Hâlbuki hal böyle değil.
alevi
AKP hükümetinin yardım ettiği Şeriatçılar Suriye’de sadece Alevileri katletmiyor, Suriye’de sadece Aleviler katledilmedi. AKP hükümetinin yardım ettiği Suriye’deki Şeriatçı guruplar Kürtleri, Hıristiyanları, Ermenileri kısaca herkesi katlediyor, katletti de. Hal böyleyse Vedat arkadaşımız bu tarzla, yani “Muaviye soylular” vs gibi bir söylemle konuşması çok yanlıştır.

AKP-Cemaate Karşı Nasıl Bir Birlik

Çetin Serfidan

AKP anlaşılan esas yapmak istediklerini genel seçim sonrasına bırakmış.
İnternet,MİT vb yasalar HSYK ilişkin düzenlemeler nasıl bir Türkiye arzuladıklarının resmini apaçık çiziyor.
elele
En son bombayı da patlattı sayın başbakan;
Gerekirse You Tube,Face Book’ uda kapatırız.

Sanırım yerel seçimlerde alacakları kendilerince“tatminkar bir sonuç”onlar için moral değer olacak.
Başkanlık umutlarını iyice yitirdiği anlaşılan Recep Tayyip Erdoğan, uygulanan Parlamenter Sistem içinde tüm yetkileri şahsında toplayarak TEK ADAMLIĞI ve “esas programını” uygulamaya koyacaktır.

Ancak tuhaf şeyler de oluyor.

3 Mart 2014 Pazartesi

Otoriterleşen Türkiye’de Kürtler Özgürleşebilir mi?


 ”Sansür, HSYK ve MİT yasaları ile Kürt sorunun                                                çözümü arasında doğru orantılı bağ kurmak,                                                          Kürtlerin taleplerinin demokratik ortamda                                                               verilmeyecek kadar meşruluktan uzak                                                                         olduğunu anlatmaya çalışmaktır.”
Mahmut Balpetek
17 Aralık’ta   ortaya çıkmaya başlayan yolsuzluk zinciri, Türkiye’de yeni bir siyasal dönemin kapısını araladı.
dikta
HSYK düzenlemesi, internet sansürü ve MİT yetkilerini artırmayı amaçlayan yasal düzenleme topyekun otoriterleşme hamlesine dönüştü. AKP, yapılan yolsuzluğu görmezden gelerek, olup biteni paralel yapının  (cemaat) darbe girişimi olarak topluma takdim etme yolunu seçti.
    İktidar ile cemaat arasında  başlayan paylaşım kavgası ne kadar sarih ise büyük yolsuzlukların yaşandığı da o kadar gerçektir.

Sosyalist Hareket ve HDP Nereye Kadar?


Ferhan Umruk
Yaşadığımız topraklarda sosyalist hareket 30 yılı aşkın süredir geçmişin mirası üzerinden varlığını sürdürüyor. Bu geçmişin olumlu olan katkısı öylesine güçlü ki, bütün bu dönem boyunca ideolojik, politik, örgütsel olarak kayda değer hiçbir ilerleme kaydedilememesine rağmen varlık tükenmiyor. Yakın tarihte sosyalist hareketin yükselişine Askeriye iki kez darbe vurdu. Birinci durak, sosyalist hareketin devletten bağımsızlaşmasının yolunu açan, canı pahasına fedakarca mücadeleyi yürüten devrimcileri yok eden 12 Mart 71 Askeri darbesi oldu.
gezi
İkinci durak ise 1970′lerde kitleselleşerek yükselen sosyalist hareketi yaptığı darbeyle vuran 12 Eylül Askeri Cuntası oldu. Birinci durağın ardından sosyalist hareketin muazzam yükselişi gelirken, ikinci durağın ardı yükselişi değil, söz yerindeyse dumura uğrayan sosyalist parti ve grupların ne uzayıp ne kısalan dünyasını yarattı.
1960′lardan 1980′e kadar sosyalist hareketin izlediği seyirde, fedakarlık, devrime inanmışlık, hayatını adamak gibi değerler sosyalistler tarafından içselleştirildi. Sosyalist hareketin bütün grupları 80 Darbesi sonrasında geçmişin bu mirası üzerinden yeni dönem statejilerini oluşturdular.

Hiçbir Gürültü Vicdanımızın Sesinden Daha Güçlü Olamaz!


Sarkis Hatspanian
Politik tutuklu olarak bulunduğum “Vardaşen” mahpusanesinde kaleme aldığım «Dağlık Karabağ Gerçeği» yazı serisininKARABAĞ HER İNSAN İÇİN BİR VİCDAN AYNASIDIR başlıklı olanı o zamanlar Türkçe makaleler yayınlayan epeyi websitede yayınlanmış ve bana ulaşan yorumların çoğunluğundan edindiğim intibaya göre okuyucuların beğenilerine layık bulunmuştu.
O yazımda okuyucuyu en fazla etkileyen şey savaşta bir Ermeni askeriyle, savaş esiri konumundaki Azeri nine arasındaki insani ilişkinin şaşırtan çarpıcılığı olsa da, vurgulamaya çalıştığım önemli olgunun benim açımdan Karabağ’ın, Ermenilerin kolektif hafızasının yeniden canlanmasını sağlayan yer olmasından ötürü, 1915′ten 75 yıl sonra “Ermeniler artık kesilmek istemiyor” mesajının tüm dünyaya sadece buradan ulaştırılabilir olması” gerçeğiydi.

Hocalı katliamı ve ırkçı pankart


Hektor Vartanyan
Hocalı katliamı ve ırkçı pankart
Bu memlekette bir “öteki” iseniz, sistemin dışına itilmiş, hor görülmüş ve yok sayılmışsanız sık sık canınızı burnunuza getiren badireler ile yüzleşmek durumunda kalırsınız. Önceki gün  Şişli Camii önünde toplanan yaklaşık 30 kişilik bir grup Agos’un önüne “Yaşasın Ogün Samastlar (ki zaten yaşıyor), Kahrolsun Hrant Dinkler (sizin bu dinmeyen nefretiniz öldürdü)” “Azerbaycan’a selam, Mücadeleye devam” yazılı bir pankart astılar. Artık kanıksadığımız iğrenç bir taciz daha yaşandı.  Hrant Dink aramızdan koparılalı 7 yıl oldu, kimse hesap vermedi. Yetmedi  suikaste karışan ne kadar kamu görevlisi varsa bir bir terfi ettirildi. Ki bunu artık hepimiz biliyoruz. Katillerin terfi ettirildiği bir hukuk sisteminde kendilerine“Alparslan Türkeş’in Askerleri” diyen kuklaların, Agos’un önünde pankart açabilmelerine mi şaşıralım? Başka acaiplik mi kalmadı cihanda? Mevzu Kürtler, sosyalistler ve diğer ötekiler olduğunda o meşhur TCK md.215′i “Suçu ve suçluyu övme” tabirini bonkörce kullanan devletimiz ne hikmettir ki açıkça bir katili öven pankartı, maktülün katledildiği yere asan grubu bu kapsamda değerlendirmedi. Irkçı pankartı asan grubu, Hrant Dink anmasında, 17 derecede, Agos’un önünde beyaz bere takan polis teşkilatına şikayet etmek. İşte bizTürkiye Ermenilerinin çaresizliği.

Pankartta bir hususa ise ayrıca dikkat çekmek gerek:
“Azerbaycan’a selam, mücadeleye devam. “ (Azerbaycan’a selam, sömürüye devam demek daha doğru. ) Burada ırkçı grup, 22 sene önce Azerbaycan ve Ermenistan arasında vuku bulan Karabağ Savaşı esnasında meydana gelmiş Hocalı Katliamı/Soykırımı/Trajedisi’nin faturasını Türkiye Ermenilerine kesiyor.

Alevi Kurumlarının İzleyeceği “Politika” ve “Siyaset”


Rıza Aydın
İcatların ihtiyaçlardan doğdukları gibi, kavramlarda toplumsal süreç içinde ihtiyaçlardan doğup bir olguyu ifade ederler.
_anket
Ancak toplumsal yapılar değiştikleri halde, o toplumsal yapıların yarattığı kavramlarla ile gelenekselleşen adetler, dönüşümler geçirerek yaşamlarını sürdürürler. Bugün kullanılmakta olan kavramların bir çoğu köleci toplumlardan, o dönemin ihtiyaçlarını karşılamak için çıkmıştır, örneğin politika kavramı ile siyaset kavramı böyledir.
Engels’in toplumsal gelişimini gayet güzel anlattığı gibi devlet, köleci toplumun bağrında kölelerin baskı altında tutulması için doğup, toplum sahnesine çıkmıştır.

12 Eylül’e Doğru Türkiye ve Kıbrıs


Ulus Irkad
Aslında 12 Eylül konusunda 34 yıldır birçok yazar birçok makale yazdı. Bu araştırmamda kendi arşivimde olan yazıları sizinle paylaşıyorum. 12 Eylül’ün sosyal, kültürel, ekonomik,politik ve hukuk alanında yarattığı travmaları buradan sizinle paylaşıyorum.
kıbrıs
12 Eylül konusundaki seri makalelerime devam ederken, dostumuz Demir Küçükaydın’ın “12 Eylül Üzerine Düşünceler” başlıklı makalesini burada konuyla ilintili olduğu için alıntı olarak veriyorum:
“12 Eylül Nedir?
12 Eylül, Türkiye’de solun ve sosyalistlerin her kapıyı açan her sorunu açıklayan sihirli formülüdür.

Güce Tapınmak Bizi Güçsüzleştirir


Tayfun İşçi
 Biz eski sosyalistler her zaman daha büyük birliktelikler halinde sosyalist bir ülke yaratmayı arzular, bunun için de kimi zaman farklı sorunların çözümünü devrim sonrasına bırakırdık. Bizden öncekiler böyle demişti. Biz onları takip ettik.
güç
Kazanılacak en küçük bir parçayı bile karşı tarafa bırakmamalıydık. En büyük devrim bizim devrim, en büyük sosyalist ülke bizim olmalıydı.  Bu nedenle de ne kadınların ayrı örgütlenmesine, ne karşıt olmayan sınıfların ayrı örgütlenmesine ne de farklı inanç ve milliyetlerin farklılıklarını öne çıkarmasına tahammülümüz vardı. Biz bir bütündük Biz işçi sınıfını temsil ediyorduk biz Proletarya diktatörlüğüne koşuyorduk.
 Bu yaklaşımımız bizim çoğu kez içimizdeki farklılıkların, farklı konumlanışlarını, farklılıklar arasındaki eşitsizlikleri ve özgünlükleri görmemizi engelledi. Her şeyi tek bir sınıfa indirgemeye kalktık.           Yaşamın gerçekliğinden uzaklaşıp kendi dünyamızda yarattığımız ütopyamıza sığdırmaya çalıştık.

“BOZUK DÜZENDE DÜZGÜN ÇARK OLMAZ” DİYEN, PİR SULTAN BUNU NİYE DEMİŞ OLABİLİR?


Rıza Aydın
Pir Sultan’ın “Bozuk düzende düzgün çark olmaz” demiş.
Bu konu hakkında bir yazı yazmam istediğinde beri, düşünüp danışıyorum.
pir
Eşe, dosta, kendi kendime, soruyorum, Pir Sultan bu sözü söylemiş ama niye söylemiş acaba? Sözden de anlaşıldığı kadarıyla, bu bir reddiye. Bu söz, bozuk düzende düzgün çark olduğunu söyleyenlere karşı, bir reddiyeye benziyor. Acaba o günlerde, bunu Pir Sultana söyleten ne olmuş olabilir? Uzun yürüyüşler yaparak dalıp bunu düşünüyorum.

Fuat Köprülü, Yunus Emre’yi anlatırken şöyle der: “… her şahsiyet, hattâ Yunus Emre gibi ibtidâi ve işlenmemiş bir lisâna rûhun his inceliklerini samimiyetle yaşatacak ilâhi bir mâhiyet veren dahîler bile, mutlakâ sosyal çevrelerinin mahsûlüdürler.”1

“Kullanışlı Aptallar” Soruyor: Cemaati mi Desteklesek AKP’yi mi Desteklesek!


Ahmet Doğançayır
12 Eylül 2010 referandumundan bu yana Erdoğan liderliğindeki AKP inişli, çıkışlı,  çelişkili ve zikzaklı politikalarıyla sürekli çift söylemli ve çift kutuplu yeni bir siyasal çizgi geliştirdi. Birbirine zıt söylemler arasında hızlı geçişler yapabiliyor. Politik dilini çok çabuk değiştirebiliyor. İçerikler, biçimler anlam ve söylem strateji ve taktik birbirinden uzaklaşıyor ve eklemsizleşiyor.
kullanışlı
Bazen zıt kutuplara savrulan bu politikalar esnaf faydacılığının bir değer yaratabileceği duruma dönüşüyor. Taktiksel görüşmeler ile stratejik düşmanlıklar arasında mekik dokuyor. Söylem düzeyinde kalan ‘’radikalizmi’’,  konjonktüre uygun pazarlıkçılıkla iç içe yürüyor. AKP’nin ‘’Hakikat rejimi’’ tonlarca biber gazı ile af söylemini, kürtaj yasağı ile idam cezasına övgüyü, KCK tutuklamaları ile Oslo-İmralı görüşmelerini bünyesinde bir arada barındırabiliyor çelişki ve tutarsızlıklardan beslenen bir pragmatizm siyaseti benimsiyor.
Türkiye siyaseti Parlamentoda partiler arası müzakere ve pazarlıklar sonucu gerçekleşen ve sembolik yetkilerle donanmış bir Cumhurbaşkanlığı seçiminden, yetkilendirilmiş ve ‘’Türk usulü Başkanlık sistemi’’ doğrultusunda daha da yetkilendirmeyi bekleyen bir sürece doğru gidiyor.

Ceylanpınar’dan Rojava’ya Bakmak, Ya da Karşı Yaka Memleket


“ Kirveyiz, kardeşiz, kanla  bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan içimiz
Pasaporta ısınmamışız
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına… “
                                                   Ahmet Arif
 
  Mahmut Balpetek
     Uzun bir aradan sonra, Nusaybin’den, Ceylanpınar’a uzanan bir yolculuğa çıktım. Önceki gezilerim hüzün yüklü olurdu.
m balpetek
Kendi topraklarında  ecneb (yabancı) olarak görülen bu halk vatandaşlık haklarına sahip değildiler. Bu gidişim de karşılaştığım manzara modern zamanların bu  kölelerinin Spartaküs’leştikleri  biçiminde özetlenebilinir.
     9 Şubat Pazar günü Ceylanpınar’da yani Rojava’ya en yakın yerden karşı yakayı seyire koyuldum. Karşı diye tanımlamak istediğim suni bir şekilde emperyalist güçlerin karşı hale getirdiği yerdir.

“Onursuz yaşamaktansa onurlu ölmeyi tercih ederim” Neco, Selah (Necmedin Büyükkaya)


      Mahmut Balpetek
                             
                       Sınır Tanımayan Özgürlük Savaşçısı, Necmettin Büyükkaya                   
 Necmettin Büyükkaya;  dört parçaya bölünmüş Kürt coğrafyasının kuzeyinde Siverek’e bağlı  Karahan köyünde 1943 yılında doğdu. İlk ve orta  öğrenimini  Siverek’te tamamladı. O dönemde Siverek’te lise olmadığı için Diyarbakır’da Ziya Gökalp lisesinde öğrenimini sürdürdü. Ancak bir yıl sonra maddi imkansızlıklar nedeniyle okulunu bırakmak zorunda kaldı. Diyarbakır’dan  ayrılıp Adana’ya gitti.
necmettin
Burada hem çalıştı hem de liseye devam etti. 1965 yılında liseyi bittirdi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitimini sürdürmek üzere İstanbul’a gitti. Üniversite yıllarında da  çalışarak eğitimini tamamlamaya çalıştı.Ailenin ekonomik koşulları ve dönemin toplumsal koşulları onun dünya ve ülke sorunları ile erken yaşta  tanışmasını sağladı. Bu dolayım ile örgütsel  mücadeleye katıldı.
Necmettin 1966 yılında Siverek Yüksek  Tahsil Talebe Cemiyeti, Urfa Talebe Cemiyeti ve İstanbul Talebe Cemiyeti’ne katıldı. Aynı yıl Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP), bir yıl sonra da Fikir Kulüpleri  Federasyonu’na üye oldu. TİP üyeliği ile başlayan siyasi hayatı Kürt özgürlük hareketine yönelmesi ile devam etti.

Devleti Yok Etmek İçin Devrimleri Çaldırmamak Gerekir


İbrahim Özkurt
İnsanlık tarihi yanlış okunursa, geleceğin komünal inşası da yanlış araçlarla örülmeye çalışılır ve başarısızlığın bedelini de başta emekçiler olmak üzere tüm insanlık ve gezegenimiz deki tüm canlı yaşam çeker.
zapat
Bu yazımla daha gerçekçi olduğuna kani olduğum bir tarih okunmasını ve buna uygun mücadele araçlarının nasıl örülmesi gerektiğini tartışmak istiyorum.
Marksistler yaklaşık 170 yıl önce; “İnsanlık ilkel komünal, köleci, feodal ve şimdi de kapitalist toplumda yaşıyor ve tüm toplumlar sömürücü sınıfların egemenliği ve iktidarı ile süregeldi. O halde kapitalist sistemin en devrimci sınıfı olan işçi sınıfının da,burjuva devletin yerine proletarya devletini inşa ederek  önce sınıf egemenliğini kurup, süreç içinde devletin sönümlenip, sınıfsız toplumun inşası gerçekleştirilmeli,”diye yola koyulmuştuk.