17 Nisan 2010 Cumartesi

İskender'in kılıcı

İskender'in kılıcı


22 Kasım 2009 Pazar
Kördüğüm haline gelmiş sorunların çözümünde hangi yolun tercih edileceği düşünüldüğünde, ilk akla gelen tarihsel çözüm yöntemi İskender'in kılıcı efsanesidir. Efsanenin tarihin her dönemi için öğretici niteliğinden bir şey kaybetmemiş olduğu kanaatindeyim. Bu bakımdan kısaca günümüze de ulaşan anlatıyı paylaşmak istiyorum. Bilindiği gibi İskender'in kılıcının çözdüğü Gordion'un düğümüydü.Ünlü Gordion düğümü aslında Asya'daki toplumsal karmaşayı temsil etmekteydi.Ama efsanede bu olgu başka bir biçimde kıssadan hisse diyeceğimiz biçime bürünüyor. Ölen Frig kralının varisi olmadığından kente ilk giren arabalı kişinin kral olacağı vasiyeti üzerine, kral öldüğünde kente arabasıyla ilk giren Gordion arabasını bağlarken bir düğüm atıyor. Bu düğümü kim çözerse Asya'nın hakimi olacağını da dile getiriyor. Bir çok kişi bu düğümü çözmeye çalışsa da bunu başaramıyor.Düğümü çözmeyi başaran İskender’in yöntemi ise elindeki kılıç oluyor ve İskender'in imparatorluğu veya 'barışı' geniş topraklar üzerinde hakim oluyor.

Kılıcın kördüğümü çözme metaforu, toplumsal kördüğüme bir gönderme olduğuna göre yaşadığımız topraklarda günümüze tevarüs etmiş olan çözülememiş kördüğümlere kılıcını atacak bir İskender'in zuhur ettiğini ima edenler olduğuna tanık oluyoruz.

Kasım ayının ilk günleri Türkiye'nin gordion düğümünün iki bileşenini bir güzel çakıştırıverdi. 8 Kasım'da İstanbul'da yapılan kitlesel Alevi mitingi, eşit yurttaşlık talebini seslendirdi. 10 Kasım ise Kürt açılımı ile başlayıp, demokratik açılıma dönüşen en sonunda ise milli birlik projesi diye adlandırılan açılımlar zincirinin herhalde temel halkası olan Kürt meselesi veya haddi zatında 'Türk ' meselesi haline dönüşen gündemle Meclis'in toplanmasına vesile oldu.

Doğrusu, yıllarını kapana kapana karartmış olan Türkiye'nin açılımı diline dolayabilmiş olması bile, bir nebze olsun yüreklerin ferahlamasına yol açabiliyor. Bu ferahlamanın pespembe iyimserliğe dönüşmesine, inanarak veya sadece inandırmak gayesiyle destek olan profesyonel kanaat oluşturucular yukarıda sözünü ettiğim İskender'in kılıcının Recep Tayyip Erdoğan'ın elinde parladığını ilan ediyorlar.

Gerçekten durum denildiği gibi, Başbakan’ın elinde kılıç kördüğümü çözmek üzere harekete geçmiş olduğuna mı işaret ediyor? Görünüşteki gelişmeler dış ve iç politikada sorunların çözülmesi istikametinde ilerliyor. Dışişleri Bakan’ının stratejik derinlik politikası, Türkiye’nin komşularıyla sorunlarının çözülmesi ve işbirliğinin geliştirilmesi doğrultusunda Ermenistan’la protokollerin imzalanması, Suriye ve İran’la sıcak ilişkiler ve hatta sermayenin dizginlenemeyen yatırım ve kar hırsıyla katliam suçuyla uluslararası ceza mahkemesince aranan El Beşir Sudan’ına müslüman dayanışması imasıyla uzatılan ellerle somutlaşıyor. Ancak tuhaf bir derinleşme olan El Beşir kardeşliği duvara çarparken, Kıbrıs sorununda değişen bir şey olmadığı gibi Ermenistan’la imzalanan protokollerin uygulamaya geçmesi meçhul gözüküyor.

Peki, iç politikada kördüğümün başat halkaları olan Kürt meselesinde ve Alevi yurttaşların meselesiyle alakalı olarak, bu kördüğümü parçalayacak bir kılıç parıltısı göze çarpmakta mıdır? 10-12 Kasım’da yapılan meclis oturumlarında Hükümet kanadı kuşkusuz ilk anda kulaklara hoş gelen ancak sonrasında boş olduğu anlaşılan hamasete dayalı çıkışlarla vakit geçirdi, Hükümet’in açılım planına ilişkin olarak hiçbir somut öneriyi ortaya koymadığı, açılımı destekleyenler veya karşı çıkanların müşterek kanati haline geldi. Uydu yayın çağında Kürtçe televizyonu açılım ilan etmek ne kadar tuhafsa, taş atan Kürt çocuklarını sindirmek için yaptığı yasa değişikliğiyle ağır cezalara tabi tutan hükümet, şimdi bu cezaları hafifletmeyi açılım diye sunuyor. İş adeta fıkra gibi Nasrettin Hoca’nın kaybettiği eşeği bulmasına dönüyor senaryo. Açılımın parçası YÖK başkanı yüzde doksanı Farsça, Arapça, Türkçe olduğunu ileri sürdüğü Kürtçe’nin bir dil olmadığını ifade ediyor.

Öte yandan, 2007 seçimlerinde AKP’den seçilen bir kaç alevi milletvekilinin Erdoğan’dan vize alarak önayak olduğu şaşaalı Alevi açılımı doğrultusunda yapılan toplantılar hiçbir sonuç üretmeden akim kalmış teşebbüsler olarak hafızalara nakşoldu. Cumhuriyetin uluslaşma paradigmasının odağına yerleştirdiği Türk-Sünni kimliği doğrultusundaki asimilasyon politikasının AKP’nin politikasına uyumlu niteliksel özelliğini görmemek ancak saflıkla muzdarip olmakla mümkün olabilir. Bu bakımdan Alevi yurttaşların Diyanet’in ve zorunlu din derslerinin kaldırılması doğrultusundaki haklı ve temel talepleri sadece AKP’nin değil, onun gibi sistem partileri olan CHP, MHP’nin de bağlı olduğu cumhuriyet paradigması duvarı ile karşı karşıya kalıyor.

Bütün bunlar, üst sınıfların siyasi temsilcileri olan partiler, sadece siyasi partiler de değil, şu anda buzdağının üstündekileri ortaya serilen siyasi planlarıyla ordu-partinin de , sosyal, kültürel, etnik, dini alt sınıflar olarak tezahür eden kimliklere karşı uyguladıkları inkar ve imha politikaları çözümsüzlüğün derinleşmesine neden oluyor. Sistemin siyasi aktörleri kendi aralarindaki çıkar çelişmelerinin kavgasını verirken alt sınıf ve sosyolojilerin taleplerini bastırarak sistemin ihya edilmesi için kendilerine verilen rol doğrultusunda yeteneklerini ortaya seriyorlar. Unutmayalım ki milli güvenlik siyaset belgesi yerli yerinde durmakta üst sınıflar koalisyonunun Kürde, Aleviye, sistem dışı sola karşı ortak programı işlevini sürdürmektedir.

AKP’nin demokrasiyi içtenlikle arzulamasına karşın ulusalcı muhalefetin ve devlet bürokrasisinin engellerinden dolayı ileri adımlar atamadığından söz edenler bir mistifikasyon yaratıyorlar. Onlara hatırlatılması gereken bu coğrafyada iç ve dış dinamiklerin tesiriyle yukarıdan yapılan her reform veya hafızaları canlandırmak için şu sözcüğü kullanalım ‘islahat’ın yine aynı siyasi aktörler tarafından kanlı çözüme basamak yapılması ile karşı karşıya kalınmıştır.

Konuyu bir başka yönden ele alırsak parlamenter demokrasilerin üst sınıfların iktidarını sürdürmek bakımından en elverişli hegemonya biçimi olduğuna dair genel yaklaşımın nedenleri sorgulandığında, temel özelliğinin sistemin siyasi aktörlerine sistemi sarsacak toplumsal taleplerin basıncına karşı ellerine kart verebilmesi olduğunu görürüz. Neden AKP’nin görünürde demokrasi söylemi içindeyken hakikatte toplumsal talepleri dizginlemenin yolu olarak muhalefetin ‘şiddetli’ tepkisini gerekçe haline getirdiği düşünülmesin? Veya sistemin aktörlerinden olan muhalefetin bu rolü şevkle yerine getirdiği düşünülmesin?

Aslında senaryonun kötü adamı rolünü üstlenen Onur Öymen’in son söyledikleri anlatmaya çalıştıklarımı çok iyi özetliyor, cumhuriyetin muktedir siyasi aktörlerinin ‘sol’undan sağ’ına bütün hepsinin haddizatında iştirak halinde bir cemiyet olduğunu şu sözlerle ifade ediyor ‘ Benim dediğim, AKP’nin yöntemi, söyledikleri gibi Atatürk’ün yöntemi değildir. Ben mi bastırdım Dersim isyanını? O zaman Atatürk niye böyle davrandı? Celal Bayar Başbakan’dı. Fevzi Çakmak da Genelkurmay Başkanı. Onlar da mı faşistti?'

Şimdi meseleler anlaşılabiliyor olsa gerek diye düşünüyorum. Umalım ki Türkiye’de otoriter vesayet rejiminin tarihsel geleneğinin ittihatçılık ve tek parti CHP damarından ibaret sayıp, Kurucusu Celal Bayar olan Demokrat partiden AKP’ye uzanan sivil siyasi geleneğin demokrasi damarı olduğu analizlerini önümüze sürenler tarihle yüzleşmeye bir daha ihtiyaç duysunlar ve bu analizlerini gözden geçirsinler. Bunu yaparlarsa eğer günümüz dünyasında dönüştürücülüğünü yitirmiş olan sistemin siyasi aktörlerinin ve onların temsil ettikleri sınıfların değil ancak sistemin muhalifi olabilecek mülksüzlerin, ezilenlerin ‘gordion düğümü’nü çözecek ‘İskender’in kılıcı’nı ellerine alabileceklerini görürler.
Yazar:Ferhan Umruk

Hiç yorum yok: