26 Şubat 2011 Cumartesi

Fabrikadan TİP’e, Dünden Bugüne Siyasi Anılarım (2)

İbrahim Özkurt
 Gazetemizin daha 1. Sayısını hazırlarken odamıza Adapazarı’lı Abdullah isimli bir işçi arkadaş daha gelmişti. Dernek başkanı olan arkadaş ise eve taşınmıştı. Bu arkadaşa bizim odanın komünist odası olduğunu, ikameti için uygun olmadığını falan söylemelerine rağmen, pehlivanlığına güvenerek ve ilişkilere fiziki yönden bakarak uyarıları dikkate almamış.
Biz tabi ki Abdullah’a (Apo) karşı son derece doğal davranıyorduk. Apo odada namaz kılıyor v.s. biz her hangi olumsuz bir tepki göstermiyorduk. Gazetemizin hazırlıklarını tümüyle odamızda yapıyorduk.
Bir daktilomuz vardı, çıkma rakam ve harflerle manşetleri ve alt başlıkları hazırlıyorduk. Çeşitli Türkçe yayınlardan kestiğimiz resimleri kullanıyorduk. Yazıların tümünü Çetin’le birlikte hazırlarken çoğu zaman uzun tartışmalar da yaşıyorduk. Çetin ile odada iki kişilik komün de kurmuştuk. Yemek, bulaşık, çamaşır vs. ortaklaşa hallediyorduk. Apo bizi çaktırmadan izlemeye almış.  Sanırım  lojmanda  60 civarında Türkiyeli işçi kalıyordu. Gazetemiz çıkınca fabrikada ve lojmanda da satışını yapıyorduk. Türkiyeli işçiler gazetenin ilk sayısını merakla ve dikkatlice okuyorlarken,  Apo’ya sorarlar. “Bu yazıları bunlar mı yazdı? Yazılar bunlara Moskova’dan gelmiyor mu?  Emin misin?  Moskova’dan gelmese de başka yerlerden geliyor olamaz mı”? gibi, bir sürü soru.  Aponun cevabı net. “VAllahi, billahi takip ettim, bütün yazıları bu ikisi yazıyor”. İşçi arkadaşlar için, böyle bir gazeteyi iki işçinin çıkarabiliyor oluşu müthiş bir olay olarak görülüyor. İkinci sayımız birkaç gün gecikince fabrikadaki ve lojmandaki işçi arkadaşlar merakla “hayrola 2. Sayıyı geciktirdiniz bir şey mi oldu”? Gibi bir dizi sorular sormaya başladılar. Uzatmayayım 2. Sayıda çıktı. Bu sayıda yine merakla okundu. Bunun üzerine daha önceleri adeta tecritte olan bizim oda lojmanın siyasi  lokaline döndü. Giren, çıkan, sohbete gelen, gazete ve okudukları ile ilgili meraklarını giderecek sorular soran, tartışan vs. ile dolup taşmaya başladı odamız. Bunun üzerine biz bir adım daha attık. Lojmandaki ve fabrikadaki arkadaşları derneğin toplantılarına davet ettik. Oldukça yoğun katılımla toplantılarımıza gelmeye başladılar.
 Gazeteyi iki işçinin çıkarıyor olması, dernekte yapılan konuşmalar vs. işçi arkadaşlara yıllardır yapılan propagandaların yalanlardan ibaret olduğunu göstermesi açısından müthiş bir olay oldu. Kısa süre içinde de birçok arkadaş derneğe üye oldu.
Bir hafta sonu fabrika çıkışında Apo koluma girerek “bu gece bir yere gitmeyeceksin, sabaha kadar uykuyu da unut” deyince; Ne o hayrola bir durum mu var? Diye sorduğumda, “yok yok” dedi. “Sadece din konusunda kafama takılanlar var sabaha kadar dini konuları konuşacağız” demez mi. Ben hemen sen hapı yutmuşsun ama madem istiyorsun konuşalım da Allah ile aranızdaki son zayıf birkaç ipliği de ben koparayım  bari diyerek lojmana girdik. Yemekten sonra çaydanlığı ocağa koyduk başladık soru cevap faslına. Gece yarısını biraz geçmişti ki Apo ‘ Tamam hadi yatalım, Allah mallah yok, demez mi. Böylelikle Apo’yu büyük bir külfetten kurtarmanın, Apo’yu rahatlatmanın hazzı ile derin bir uyku çektim. Apo sabaha kadar uyudu mu uyumadı mı bilmiyorum. Artrık Apo derneğimizin sağlam bir üyesi ve militanı olmuştu.
 Çetin ile birlikte düzenli 5 sayı çıkardık ve ben Türkiye’ye kesin dönüş yaparak Almanya’yı terk ettim. Çetin yalnız kalınca gazetenin de ömrü 5 sayıyla noktalanmış. Ben 18 ay sonra Tekrar Almanya’ya yine çalışmaya gittiğimde Apo’nun sağlam bir TKP üyesi olduğunu öğrenince çok da şaşırmadım. Bu kez 6 ay çalıştım ve tekrar kesin dönüş yaparak Almanya göçmenliğimi noktaladım.
 BU ARADA BAŞKA GELİŞMELERDE YAŞADIK
Gazetemizi sosyalist ülkelere de gönderiyorduk. Ne var ki ellerine geçip geçmediğinden habersizdik. Bir izin dönüşü Sofya radyo evine uğradık. Hem tanışmak hem de gazetemizin kendilerine ulaşıp ulaşmadığını sormaktı amacımız. Bizi , Türkçeyi bizim gibi konuşan bir kadın sorumlu karşıladı. Gazetemizin ellerine geçtiğini hatta okunduğunu öğrendik. İzinden önceki sayımızda Çetin, gazetenin orta sayfasına ( tam sayfa ) “Faşizme karşı birleşik cephe” başlıklı bir yazı yazmıştı. Yazıya son şeklini birlikte tartışarak verdiğimizi sanıyorum. O yazıyı nasıl bulduklarını sorduk. (Malum, Dimitrov Faşizme karşı birleşik cephe’nin mimarıydı) İlk soruları, yazıyı kimin yazdığıydı. Biz yazdık deyince, nerede okuduğumuzu sordu. Biz okumuyoruz, göçmen işçiyiz deyince inanmak istemediler, ama sonunda inandılar. (Onlar bile inanmayınca lojmandaki işçilerin inanmamasına hak verdik) Bunun üzerine biz, “Ama, TKP o yazıyı çok eleştirdi” deyince, verdikleri yanıt çok enteresandı. “Siz boş verin TKP’yi, doğru yoldasınız, devam edin”şeklindeydi.
TKP’YE  ÜYELİK TEKLİFİ
TKP, Çetin ve benim başını çektiğimiz muhalefetle baş edememiş olacak ki İkimize de üyelik teklifi yaptı. Her ikimize ayrı kişilerce yapıldı teklif. Öylesine tembihlediler ki, bu tekliften kimsenin haberi olmayacaktı. Çetin ve ben mümkün mü bir birimizden bu gelişmeyi saklamamız. (TKP’liler bunu bile düşünememişlerdi) Hiç olmazsa ayrı zamanlarda yapın. Tekliflerine cevabımızla birlikte özgeçmişimizi de istediler. yazılı olarak sunacaktık. Her neyse; Biz oturup enine boyuna bir değerlendirme yaparak, tekliflerini doğrudan reddetmeyelim ama öyle bir özgeçmiş yazalım ki özgeçmişimizin içine TKP’nin Almanya’da ki görüntüsünü alabildiğine eleştirerek, bizi üyeliğe kabul etmemelerini sağlayalım… Düşündüğümüz gibi oldu. Bizi üyeliğe kabul etmediler. Açıkçası biraz da ürkmüştük. Belki de korktuk. Yaşadığımız ürkeklikle korku arasında bir duyguydu. “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü” kabilinden, en muhalif iki kişiye neden üyelik teklif edilebileceğini hala anlayabilmiş değildik. Ama yıllar sonra (1992) Bakırköy Adımlar lokalinde, o günlerden bizi tanıyan bir arkadaş, (O TKP üyesi olmuş) Yarı şaka yarı ciddi, “Geçmiş olsun siz Sibirya’dan döndünüz” demez mi!...
Türkiye’deki yıllarımla devam edeceğiz.

Hiç yorum yok: