1 Nisan 2013 Pazartesi

Kürtler AKP’nin Emperyal Emellerinin Payandası Olmayacaktır



  Mahmut Balpetek
                                    
         ”Kürtlerle sorununu çözmüş AKP, bölgesel alt emperyal güç olma hevesine Kürtleri ortak etmeye yeltenme gayreti içindedir. Bu türden bir yaklaşım ile  sorunu çözmüş olmayacaktır. Kürt dinamiği, avcının işaret etiği yerde durması halinde avcının menzilindeki avı olması anlamına gelecektir. Bu duruşun adı, Kürt sorunun çözümü olmayacaktır. Zira Kürt sorununun çözümünün adı, eşit adil bir biçimde bütün Ortadoğu halkları ile birlikte yaşamaktır.  Kürt dinamiğinin misyonu demokratik bir Ortadoğu’dan yana olmak durumundadır. Emperyal emellerin payandası olmakta değil ve olmayacaktır.”
images (2)
Elmanın sapı, Üzümün çöpü…
Barış sürecinin yeniden  gündeme gelmesi, Kürt halkı tarafından coşkuyla karşılandı ve karşılanmaya devam etmektedir. Bunun birçok nedeni olabilir ama en önemlisi, bu savaştan en fazla ve dolayımsız etkileniyor olmalarıdır. Savaşın sürdüğü coğrafyanın kendi yerleşkeleri olması toplumsal, sosyal ekonomik hayatlarının doğrudan etkilenmesine yol açmaktadır. Bölgeden göç ederek, batıya yerleşenlerin yaşadığı ise başka bir drama dönüşmüş durumdadır. Her türlü ırkçılığa, ayrımcılığa ve şiddete maruz kalmaktadırlar. Bahar/ yaz aylarında mevsimlik tarım işçiliği yapmak üzere farklı bölgeler gidenlerin ise can güveliği  ırkçı provokasyonların tehdidi altındadır. Bu dolayım  ile Kürt halkı için onurlu bir barış, ekmek kadar, su kadar temel bir gereksinim gibidir. Yani Kürt halkının günlük yaşamı, çatışmaların olmadığı ara dönemlerde ve farklı coğrafyalarda bile  savaşın cenderesine sıkışmış durumdadır.
Newroz’un bütün ülkede milyonlar tarafından coşku içinde barışçıl biçimde kutlanması, Kürtlerin barış konusunda samimiyetlerinin testi olduğu gibi, barışın geliyor olacağına sevinçle, coşkuyla yanıt verilmesiydi. Ancak Habur’da yaşanan barış imkanına coşkuyla karşılık verdikleri için sürecin akametine neden olarak gösterilen Kürt halkı, benzeri bir mesnetsiz itham ile bu kez de 2013 Newroz’un da karşı karşıya kaldı. Newroz’da milyonların barış ve özgürlük talebini görmek yerine “bayrak neden yoktu” takıntısını öne çıkaran ırkçı kesimlerin salvolarına eşlik eden iktidarın, barıştan ne anladığını da tekrar akıllara getirdi. Bugüne kadar hangi Newroz’da bayrak asıldı ki, 2013 Newroz’unda, bayrağın olmaması bir sorun gibi topluma servis edildi. Kaldı ki, yılarca güvenlik güçlerinin bayrağı kullanarak gerçekleştirdikleri saldırılarına maruz kalan bir halkın, bir gün içinde bunu unutmasını beklemek samimiyetten uzak bir davranıştır. Öte yandan her toplantıda bayrak olması şartı, ırkçı anlayışın hakim olduğu devletlere aittir. Demokratik kriterlerin kırıntısının olduğu rejimlerde, bu bir sorun olarak görülmez, örneğin ben, 1 Mayıs işçi sınıfının birlik ve dayanışma gününde ulusal bayrakların taşınmasını lüzumlu görmeyenlerdenim. Çünkü enternasyonal karaktere sahip bir etkinliği ulusal simgelerin gölgesinde gerçekleştirmek, işin doğasına aykırıdır. Yoksa bayrakla ulusal simgelerle bir derdim yoktur. Bu bir nevi gideceğin yere göre giyinmek gibidir. İş giderken giydiğimiz iş elbisesi, denize giderken giyinen şort ya da düğüne giderken giyilen elbise gibidir. ‘Her yere aynı kıyafetle gidilecektir’ demek ne kadar abes ise ‘her eylemde neden bayrak yoktu’ demek o kadar absürddür. Genel olarak simgeleri ifrada vardıracak biçimde gündeme sokmak, onun üzerinden hassasiyetler yaratmak, onunla ilgili reaksiyonu beslemektedir. Dolayısı ile simge üzerinden toplumda gerilim üretilmektedir. Tarihsel bir eşikten geçtiğimiz bugünlerde imgeler üzerinden siyaseti esir etmeden, dolaysız anlatımlarla diyalog kurmak sürecin ruhuna uygun olandır. Zira sürecin nazikliği ve kırılganlığı, yaşanan önceki deneylerle sabittir. Bu dolayım ile bakıldığında simgenin bir sorun gibi topluma servis ediliyor olması, sürecin başarıyla sonuçlanmasına olumlu katkı koymanın ötesinde zarar vermektedir. Bu yaklaşım olsa olsa sürece pamuk ipliği ile bağlı bir duruşun ifadesidir. ‘Elmanın sapı, özümün çöpü’ özdeyişinin tipik bir karşılığı olan yaklaşımın ta kendisidir.
Sürecin ruhu iktidarın diline yansımamıştır
Sürecin ilk adımının atıldığı tarihten bugüne kadar geçen sürede, iktidarın dilinde, köklü bir değişim söz konusu değildir. Bu durum,  niyetlerden bağımsız olarak  iktidarın, süreci kendi hegemonyasını tahkim edecek bir yana evriltme potansiyelini içinde barındırmaktadır. Zira her seferinde “silahları bıraktırıyoruz” biçiminde bu süreci tanımlaması, soruna geleneksel devlet aklı olan “güvenlik sorunu” penceresinden  algıladığını açıkça göstermektedir. Kuşkusuz savaş koşullarının yarattığı bir güvenlik sorunu vardır ancak bu sorunun nedeni değil sorunun doğurduğu, ortaya çıkardığı sonuçtur. Sorunun aslı, Kürt halkının özgürlük ve eşitlik talebidir. Bu taleplerden bağımsız bir barışın ya da silahsızlanmanın, kalıcı olacağını düşlemek veya düşünmek ham hayal peşinde koşmakla eş anlamlıdır. Böylesi bir köklü sorunu çözmeye namzet bir iktidarın, bırakın ”KCK ” sanıklarının” tutukluluklarına son verdirmeyi, Roboski’de yaşanan katliam için suçluların cezalandırılması yerine “her hangi bir kasıt yok” diyerek suçluları aklamayı tercih ettirmiştir. Kürtlere karşı devlet eli ile uygulamaya konulan bu haksızlıkları gidermemek konusundaki  ısrarla Kürt halkının güveni nasıl kazanılabilir?
Başbakanın barış için “seçimler yaklaştı, silahsız bir ortamda seçimlerin yapılması BDP içinde faydalıdır” açıklaması böylesi köklü ve boyutlu bir sorunu anlamaktan uzak bir yaklaşımdır.  İktidarın ülke içindeki gerillaların sınır dışına çekilmesinde  meclisin sorumluluk dışında tutulması, Başbakan kendi sözünün bunu için yeterli olduğu noktasında takılıp kalması, tıpkı kanal 6 (şeş) örneğinde olduğu gibi süreci hukuki bir zeminden uzak tutması, olası her türlü manevrayı kendi tekelinde tutması anlamına gelmektedir. Peki bütün bu sürecin yol almasında sorumluk paylaşmaktan uzak bu tutumun altında yatan ne olabilir? Sanırım bütün meselenin düğüm noktası bu sorunun yanıtında yatmaktadır.
Sorunun Ne Olduğunu Konuşmadan Sorun Çözülemez
 Bir sorunun çözümünün ilk adımı, sorunun varlığını kabul etmek devamında da sorunun ne olduğunu çok iyi anlamaktan geçer. Başbakan ve iktidarın, bu konuda iyi bir sınav verdiklerini söylemek mümkün görünmemektedir. 99 sonrasındaki ateşkes sürecinde, dışarı çıkmakta olan “gerillaların” yüzlercesinin ülkeyi terkederken yollarda öldürülmesi vak’ası hafızalardadır. Bugün yaşanacak çekilme için meclisi devre dışı tutmada ısrar, süreci kilitlemek anlamına gelir. Zira Kürt isyanlarının tarihi, verilmiş ve uygulamaya geçirilmemiş sözler, tarihsel bir olgu iken bu tutumu dayatmak sorunun tarihsel ve aktüel boyutunu kavramaktan uzak bir anlayışın ifadesidir. Aslında detaylı bakıldığında mevcut iktidar, diğer iktidarların söylediği gibi “devlet hiç bir adım atmasın siz önce silahları bırakın sonra biz gerekli adımları atmayı düşünelim” demektedir. Birçok örnek var, ama en çarpıcısı, İran hükümeti ile İran KDP’si arasında olandır. Humeyni iktidarı ile İran  KDP’si  arasındaki görüşmede, Dr. Kasımlo ve iki arkadaşı, 13. 7. 1989’de Avusturya’nın Viyana şehrinde teokratik  İran devleti tarafından barış masasında, kalleşçe katledilmiş olmalarıdır. Bu katliamı yapan şu an İran’ın Cumhurbaşkanı  olan Mahmut Ahmedinecad’ın kendisidir. Tarihinde böylesi birçok vak’ayı yaşamış bir halka, amiyane tabir ile “bana güven, gerisini merak etme sen”  önerisi ile gitmek, Kürt sorununun tarihsel arka planından bihaber  olmak anlamına gelmektedir. Sorunu derinliğine kavramadan yapılan öneriler, bir bakıma ipe un sermek gibidir. İktidarın dersini çalışmadan “iş olsun çuval dolsun” yaklaşımları, Kürt halkının taleplerini görmezden gelerek ve uzak durması gibi örnekler  rencide edici niteliktedir. Kürt halkının talebi, eşit özgür demokratik bir ülkede eşitlenmiş halklardan biri olmaktadır. AKP’nin bir an önce Kürt sorununu siyasetinin  nesnesi olarak görmekten vazgeçmesi gerekir. Bu tutumdan vazgeçmesinin biricik yolu,  öncelikle,  sorunu anlamaktan geçer. Başka türlü, bu tutumda ısrar etmek bu ülke halklarını felakete götürmektir.
Büyük Ortadoğu Projesi ve Emperyal Emeller
Büyük Ortadoğu Projesi  merkezli alt emperyal emeller, AKP’nin dış politikasının ana aksını teşkil etmektedir. Emperyalist güçlerin” BOP projesi” diye tanımladıkları, AKP ve hükümetinin ise bunu, “Yeni Osmancılık” diye tercüme ettikleri ve bölgede alt emperyal güç olma hedefi, herkesin malumudur. İktidar çevrelerinin, ‘yeni Osmanlıcılık’ diye tanımladıkları dış politika konseptinin, önünde ki yegane engelin,  Kürt özgürlük dinamiği olduğu Suriye ilgili kalkışmada çok sarih olarak görüldü. Suriye açmazı, olası bir İran hamlesini de daha baştan kadük hale getirdi. Suriye hamlesi ile bölgede gücünü konsolide etmeyi hedefleyen iktidar, Kürt gerçeğinin yeni bir veçhesi ile karşılaştı. Zira bu karşılaşma önemli oranda AKP’nin hesaplarını bozdu, Bölgede güç toplayarak Kürt meselesini imha yöntemi ile çözmeyi arzularken, Kürt özgürlük dinamiğini güçlendiren yeni bir cephe ile yüzleşmiş oldu. Umduğu ile bulduğu arasında bu derin uçurum bölgedeki prestijini hızla erozyona uğratmış oldu. Yanı sıra olası bir İran kalkışmasında pozisyon üstlenemeyecek  kadar siyasal takatsızlığa uğramış oldu. Dolayısıyla geri çekilerek yeniden güç konsolide etme seçeneğine karar kılmış gibi durmaktadır. Kürt sorununu palyatif bir biçimde çözerek bu gücü kendine aşırma gayreti içinde gibi görünmektedir. “Görünmektedir” dememdeki kasıt, dümeni elinden çıkarmama gayreti adına, aslında aleniyet ve hukuki düzlemden uzak bir barış sürecinin yaşanabilir olduğuna Kürt halkını ikna çabasında olmasındadır. İktidarın süreçte aldığı tutum, duruş gizli bir ajandaya sahip olduğu emarelerini içermektedir. Kürtlerle sorununu çözmüş AKP, bölgesel alt emperyal güç olma hevesine Kürtleri ortak etmeye yeltenme gayreti içindedir. Bu türden bir yaklaşım ile  sorunu çözmüş  olmayacaktır. Kürt dinamiği, avcının işaret ettiği yerde durması halinde, avcının menzilindeki avı olması anlamına gelecektir. Bu duruşun adı, Kürt sorunun çözümü olmayacaktır. Zira Kürt sorununun çözümünün adı, eşit adil bir biçimde bütün Ortadoğu halkları ile birlikte yaşamaktır.  Kürt dinamiğinin misyonu demokratik bir Ortadoğu’dan yana olmak durumundadır. Emperyal emellerin payandası olmakta değil ve olmayacaktır. Olmayacaktır diyorum zira Kürt özgürlük dinamiğinin derin deney ve birikimi bu oyuna gelmeyecek kadar derindir

Hiç yorum yok: