22 Kasım 2013 Cuma

HDK’de Yeniden Yapılanma Nasıl Olmalıdır?

Tayfun İşçi

 1- Türkiye toplumu ideoloji eksenli bir toplumdur. “Halkların Demokratik Kongresi”  imha, inkâr, asimilasyon ve sömürü üzerinden yaratılmış Türk ulus devlet anlayışının yarattığı sorunların bir sonucu olarak ihtiyaç haline gelmiştir. Türk ulus devletinin en temel özelliği toplumsal gerçekliği ret edip “ideolojik” bir toplum yaratma çabasıdır.
gök
Toplumsal bütün farklılıkları yok sayıp Türk- İslam resmi ideolojisi üzerinden toplum inşasıdır.

Bu anlayış; Tüm farklı etnisiteleri, kültürleri, inançları cinsiyetleri, sınıfları kendi gerçekliğinden uzaklaştırmış, katı merkezi bir şekillenmeyle anti demokratik uygulamalarla tekçi bir devlet, tekçi bir millet yaratmıştır. Yüz yıldır uygulana gelen bu yöntem, bireylerin kendi gerçekliklerinden uzaklaştırılmasını getirmiştir. Topluma dayatılan bu sistem ile toplumsal gerçeklik büyük bir çelişki içindedir.
  Topluma dayatılan tek tip insan anlayışı, yasal, legal tüm alanlarda kontrol ve denetimi sağlarken. Toplum kendi farklılığını devlet dışı ve çoğu kez yasadışı yaşamaya zorlanmıştır. Devlet tarafından yaratılan toplumsal kurumlaşmalar ile farklılıkların gerçekliği çatışmalı bir sürecin yaşanmasına neden olmaktadır.
Toplumda yaygın olan örgütlenme anlayışı esas olarak devleti taklit eder durumdadır. Her örgüt önce kendince bir ideoloji yaratmakta ve daha sonrada buna uygun toplum kurgulamaktadır. İdeoloji toplumun çelişkilerinin çözümüne dönük üretilmelidir. Oysa ülkemizde bunun tam tersi işlemektedir. Toplum ideolojiye uydurulmaya çalışılmaktadır.  Gerek sağ da gerekse solda ideoloji adına topluma sunulanlar toplumsal analizden uzak şablonlar olarak topluma dayatılmaktadır. Toplumsal gerçeklikten üretilmeyen ve belirli bir alt yapıya oturmayan bu ideolojik birliktelikler yüzeyseldir. Toplumda kalıcı bir etkisi olmamıştır.
Her bireyin olduğu gibi, her gurubun ve her farklılığın yapısal özellikleri farklıdır. İdeoloji bu farklılıkların yapısallığından doğar. İdeoloji toplumu belirlemez toplum ideolojiyi belirler. İdeolojiye göre toplum değil, topluma göre ideoloji olması gerekendir. Ancak ülkemizde uygulana gelen sistem toplumun ideolojiye göre şekillendirilmesidir.
Toplum, farklılıklardan oluşan heterojen bir yapıdır. Anacak ülkemizdeki ideolojik örgütlülükler homojendir.  Bu anlamda her örgüt kendisini ne kadar çokluk üzerine inşa ettiğini iddia etse de tekçi bir anlayışa sahiptir.
Başta devlet olmak üzere oluşturulmuş kurumlar ve örgütlülükler kendi merkezlerince benimsenmiş ideoloji üzerinden şekillenmiş, üyelerine bu ideolojiler üzerinden siyasal kimlikler giydirmiş,  üyeler kendileri olmaktan çıkarılmışlardır. Bu ideolojik kimlik bireyin ve toplumun hakikatlerini gizleyen, bastıran, asimile eden bir durumdadır. Zira ideoloji belirlenirken toplumdan hareket edilmemiş ideolojiden hareket edilip buna göre toplum yaratılmıştır.
Toplum adına kabullenilmiş bu ideolojik kalıplar, gerçek yaşama uymamaktadır. Bu nedenle de sadece ideoloji olarak kalmaktadır. Gerçeklik farklı, ideolojiler farklıdır. İdeolojide birlik olanlar yaşamda ayrı konumlanmaktadır.  Örgüt ve kurumlar içerisindeki bireylerin konumlanışı oldukça çarpık bir konum arz etmektedir. Birey siyasal yapıda ve alanda bir birinin kopyası gibi davranmakta ama güncel yaşamda apayrı konumlanmaktadır. Çünkü yaşamdaki farklılık bireyin gerçek konumunu ifade etmektedir.  Örgütsel kişilik bireyin gerçekliği ile örtüşmemektedir. Bu nedenle de bu örgütlerden kopma ayrışma veya sahte ilişki sistemi oldukça yaygındır. İdeoloji toplumun farklı gerçeklikleri üzerinden şekillenmeli ve bunu esas almalıdır.
2-Türkiye de birlik teklik olarak algılanmaktadır. Başta devlet olmak üzere oluşmuş bütün oluşumlar tekleşme temelindedir. Farklılıklarıyla birleşme ve demokratik çoğulculuk, Türkiye toplumsallaşmasında ortadan kaldırılmıştır. Herkesi bir potada eritme, farklı olanı tehdit görme ve her şeyi kendinde buluşturma, Kemalist bir anlayış olarak Türkiye toplumunun en küçük hücresine kadar sirayet etmiştir. Her örgüt her şeyin muhatabı, her örgüt herkesin temsilcisidir. Bu açıktan farklılıkların farklı talebi ve özellikleri olduğu gerçeğinin inkârıdır.
Tüm farklılıklar adına irade olma, onlara hükmetme anlayışı sağından soluna kadar tüm kesimlerin farklı oranlarda içselleştirdiği bir anlayıştır.  Farklılıkların kabul edildiği bir toplumda farklılıkların kendi iradeleri üzerinden buluşturulması esas olmalıdır. Bu buluşma herkes adına oluşturulmuş bir merkezden veya belirlenmiş bir ideoloji üzerinden sağlanamaz her farklılığın kendi gerçekliği ve buna uygun geliştirdiği bir ideolojisi vardır. Birlik bu farklılıkların özgürlüğü üzerinden bir buluşma ve ortaklaşmadan başka bir şey değildir. Her farklılığı bir birine benzetmeye çalışan bir ideoloji veya birlik tekçidir ve asimilasyonist bir yaklaşımdadır.  Farklılıkları yaratan olgular ortadan kalkmaksızın, farklılıkları bir birlerine benzemeye zorlamak farklılıkların inkârından başka bir şey değildir. Başta devlet olmak üzere bütün örgütlenmeler farklılıklardan oluşan topluma kendi tek doğrusunu dayatmakta tüm farklılıkları bu doğru zeminde buluşmaya zorlamaktadır.
Doğru göreceli bir kavramdır her farklılığın algılaması ve doğrusu farklıdır. Bütün bu farklılıklara rağmen tüm farklılıkların aynı zihniyette ve aynı programda birleştirilmesi tekçi kafa yapısının dışa vurumudur. Farklılıklar mademki farklıdır. Olaylara yaklaşımı da, algılayışı da buna uygun kararlaşması da farklı olacaktır.  Bütün farklılıklara aynı amaçları aynı programı aynı kararları dayatmak birlik değil tekleştirmedir.  Tüm farklılıklar için hazırlanmış bir program ancak farklılıkların kendi programlarının ortak noktaları üzerinden buluşturulması ve koordine edilmesini kapsamalıdır. Aksi durum tekçidirfarklılıklara dışardan bir müdehaledir.
Birleşme ile tekleşme arasındaki fark,  birleşmede, bileşenlerin farklılıklarının korunuyor olmasıdır. Farklılıkları korumayan bir birleşme, birleşme değil, tekleşmedir. Aynılaşmadır. Türkiye’deki örgütlenme modelleri genel anlamda tekleşme üzerine oluşmuştur. Oysa her farklılık farklı olduğu için farklıdır. Farklılığını diğerlerinden ayırt edip netleşmemiş bir farklılık, farklı değildir.  Farklılığını kabul etmiş bir farklılık, farklı olarak kabul görebilirve isterse başkalarıyla birleşme kararına ulaşabilir.
Kendisinde netleşmemiş bir topluluk bir farklılık değildir. Kendi aidiyetini açığa çıkarmamış topluluklar belirsiz topluluklardır ve birleşme durumlarında kiminle birleşildiğini belirsizleştirirler. Yine her şeyi her farklılığı veya birden çok farklılığı temsil iddiasında bulunanlar Özünde kendini kaybetmiş farklılıklardır. Mademki toplumda farklılıkların bulunduğu bir gerçektir. Tüm farklılıkları temsil ettiğini açıklayanlar, Sen kimsin? Sorusunun karşılığı olmayanlardır.  Çünkü onlar herkes adına kendisini unutmuş olanlardır. Birlik farklılıklardan oluşur ve farklılıklar kendi kimliklerini kabullenenlerdir. Aksi durum birleşme değil, aynılaşma ve tekleşmedir.
3-  Farklılıklar netleşmeden  farklılıkların demokratik birleşmesi olmaz
Türkiye’nin en önemli sorunu, aidiyetlerin korkunç bir asimilasyonla çarpıtılmış veya ortadan kaldırılmış olmasıdır.  Bütün farklılıklar “Türk milleti “ tanımı içinde yok edilmek istenmiştir ve bu durum bütün kimlikleri tartışılır hale getirmiştir. Yüz yıllara varan asimilasyoncu kolonyalist zihniyet farklılıkları ya imha etmiş ve ya tanınmaz hale getirmiştir.  Türk kalıbına sığdırılmaya çalışılan farklılıklar bir yönü ile kendi gerçekliklerinden uzaklaşırken Bu kalıba da sığmamışlardır. Böylece farklılıklar hem kendi gerçekliğini kaybetmiş hem de Türkleşememiştir. Bu uygulamalar sonucunda ucube, arabesk bir toplum meydana gelmiştir.
Gerek uluslar arası gelişmeler gerekse asimilasyonist –kolonyalist politikalara karşı direniş bu farklılıklarda kendi kimliğini aramayı başlatmıştır. Bu gün bütün farklılıklarda bir arayış başlamıştır. Farklılıklar açısından günümüze damgasını vuran gelişme birleşme değil, esas olarak ayrışmadır. Ayrışma derken esas olarak kendi kimliksel farklılığını diğer farklılıklardan arındırarak kendi bütünselliğinde netleşmesidir.Farklılıkların kendi benliklerine ulaşması ve farkını ortaya çıkarması, bu farklılıkların illa da genel bütünden ayrılması anlamında gelişmemektedir. Gerek geçmişin ilişkilenmesi ve gerekse ortak kaderi yüzyıllarca paylaşmış olmanın yarattığı duygu ve sosyal bağlar bu farklılıkların kendi özgürlükleri temelinde birlikte yaşamasını ortadan kaldırmamıştır. Bu gün farklılıkların kendini netleştirip ayrıştırması özü itibariyle özgür ve demokratik bütünlük için eskinin yok edici ve kolonyalist bağımlılık ilişkilerinin yıkılmasını gündemleştirmektedir. Gelişmelerin bu doğrultuda geliştiği başta Kürtler olmak üzere Lazlar, gürcüler, Çerkezler, Aleviler ve benzeri farklılıkların taleplerinden anlaşılmaktadır.
Günümüzde halkların demokratik birliğinin yolu farklılıkların kendi özgünlüğünde netleşmesi diğer farklılıklardan kendi farklılığını ortaya çıkarıp netleşmesi ve bu netlik üzerinden bütünleşmesi ile mümkündür. Farklılıkların kendi öznelliğinde netleşmesi sağlanmadan oluşan birlikler özü itibariyle eski ucube ve dayatmacı birlikteliğin pekiştirilmesine hizmet etmektedir.
Halkların demokratik birliğini esas alan yaklaşım, halkların kendi özgün iradeleri üzerinden buluşmayı esas almalıdır. Demokratik birlik savunucularının öncelikli görevi bu birlik anlayışının sağlam temellere oturtulması için farklılıkların kendi ortak iradelerini yaratmalarına katkı sunma ve bunu geliştirme üzerinden sağlanabilir. Bu yapılmayıp Tüm farklılıklara tek bir kurtuluş reçetesi sunmak ve tüm farklılıklara tek bir ideoloji veya program sunmak farklılıkları bir potada eritmektir ve bu halkların demokratik birlikteliğine hizmet etmemektedir. İdeoloji ve program farklılığın kendi gerçekliği üzerinden oluşturulmalı bu farklı programların ortak noktaları üzerinden programlar hazırlanmalı, ideoloji bu çokluk ve çelişkileri tanımlayan ve çözümleyen bir içerikte oluşturulmalıdır.
 4- Sınıf mücadelesi esas olarak farklılıkların iç meselesidir.
Türk İslam sentezi temelinde oluşan Türk ulus devleti. doğal olarak sınıfsal anlamda da esas olarak Türk- İslam kesimin çıkarlarını korumayı hedeflemiştir.  Bu temelde Bütün farklılıkları korkunç bir sömürüye tabi tutmuş malvarlıklarını talan etmiş ve gelişmelerini engellemiştir. Bu farklılıklar zengini veya yoksulu ile işçisi ve sermayesi ile korkunç bir denetime alınmıştır. Türk ulus devletine aykırı her gelişme denetim altına alınmıştır. Bu farklılıklar ancak kendi gerçekliklerini inkâr temelinde ve Türk ulus devletine bağlılık temelinde sınırlı bir gelişme göstermiştir. Bu farklılıkların sadece emekçileri değil, farklıklılar farklılıkları nedeniyle bir bütün olarak sömürüye tabi tutulmuşlardır. Rumlar Ermeniler, Çerkezler, Kürtler, Aleviler işbirlikçi kesimleri dışında bir bütün olarak baskılanmış ve sömürüye tabi tutulmuşlardır. Farklılıklar üzerindeki sömürünün esası ve belirleyici olanı budur.
Bu durum ,farklılıkların kendi içlerinde de iç sömürünün olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Kuşkusuz farklılıkların kendi içlerinde de iç sömürü vardır. Bu sömürü de ağırlıklı olarak devlet desteğinde işbirlikçilik temelinde sağlanmıştır. İçinde bulunduğumuz bu dönemde farklılıkların kendi içinde de bir sınıf mücadelesi sürmektedir. Bu sınıf mücadelesi esas olarak farklılıkların kendi iç mücadelesidir. Halkların demokratik ve özgür birlikteliğinden yana olanların görevi, farklılıklar içerisindeki bu sınıf mücadelesinin ezilen ve demokratik sınıflardan yana gelişmesi için katkıda bulunmaktır. Bu özü itibariyle enternasyonalist bir dayanışma anlayışı içerisinde olmalıdır. Halkların demokratik birliğini savunanların görevi halkların egemen sınıflarına karşı mücadele veya halkaların sınıflar temelinde ayrıştırılması değil, halkların kendi iradeleriyle kendi geleceklerini belirleyecek düzeye gelmelerine katkı sunmaktır. Farklılıkların kendi iç sınıfsal çelişkileri farklılıkların kendilerinin çözmesi gereken bir sorundur. Aksi durum farklılıkların kendi içinde çatışmalarını geliştirmek, içerden parçalamak ve devletçi baskı karşısında güçten düşürmekten başka bir şeye hizmet etmeyecektir.
Farklılıkların sınıf mücadelesi iç mücadele olduğu kadarıyla aynı zamanda bir dış sınıf mücadelesini de bağrında taşımaktadır. Egemen devletin ve uluslar üstü emperyalizmin farklılıklar üzerindeki sömürüsü açıktır. Bu sömürüye karşı mücadele farklılıklar açısından öncelikli mücadeledir. Öncelik farklılıkların kendi geleceklerini özgürce belirlemelerini engelleyen sömürücü güçlerdir. Bu sömürü iktisadi siyasi ve sosyal alanda devam etmektedir. Farklılıklar açısından öncelikli sınıf mücadelesi bağımlılık ilişkilerinden kaynaklı sömürüdür. Farklılıkların özgür birlikteliğini savunanların önceliği farklılıkların özgür iradelerini ortaya çıkarmalarına yardımcı olmaktır. Buda sömürgeci ve bağımlılık ilişkilerine karşı mücadele etmek demektir.
Farklılıkların özgün konumlarını görmezden gelen ve farklı çelişkilerin farklı yöntemlerle çözümünü anlamak istemeyen yaklaşım, farklılıkların kurtuluşunu egemen devletten kurtuluş olarak değerlendirmiş Ve farklılıkların kurtuluşunu Türkiye devrimine ertelemiştir. Kuşkusuz böyle bir devrim tüm farklılıkların yararınadır. Ancak buna herkes adına karar vermek değil, her farklılığın kendisinin karar hakkına saygılı olmak gerekir.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki sömürge ve bağımlı ulusların kurtuluşu için sömürgeci egemen devletin yıkılması zorunlu değildir. Farklılıklar bu devlet yıkılmadan da kendi kurtuluşlarını sağlayabilirler. Nitekim dünyanın hemen hemen tüm sömürge yarı sömürge ve bağımlı ulusları kendi kurtuluşları için sömürgeci devletin yıkılmasını beklememişlerdir. Kurtuluş hareketleri ile kendi özgürlüklerine kavuşmuşlardır. Bu gün ülkemizde sınıf mücadelesi esas olarak farklılıkların demokratik kurtuluşu ekseninde sürdürülmektedir Kuşkusuz emek sermaye çelişkisi bitmemiştir ve amansız bir biçimde sömürü devam etmektedir. Ancak sınıf mücadelesinin yoğunlaştığı çelişki bağımsızlık ve demokrasi çelişkisidir.  Sınıfın kurtuluşu farklılıkların kurtuluşunda yoğunlaşmıştır. Kuşkusuz farklılıkların özgürleşmesi sınıfın kurtuluşu demek değildir. Ancak farklılıkların özgürleşmesi sınıfın kurtuluşunun önünü açacak en önemli unsurdur. Öz itibariyle Türkiye de sınıfın gelişmesinin önündeki en önemli engel demokrasi sorunudur. Gerçek bir demokrasi sınıfın nihai kurtuluşunun önünü açacaktır.
Türkiye’de egemen sömürü sistemi kapitalist sömürü sistemidir. Bu sistem aynı zamanda farklılıklar üzerindeki her türlü sömürünün de temel dayanağıdır.  Bu nedenle de halkaların özgürlük arayışı antikapitalist bir muhtevada olmalıdır. Halkların demokratik birliğini esas alan bir mücadelenin antikapitalist ve demokratik sosyalist bir zeminde yükseltilmesi gerekir. Demokratik sosyalizm halkın demokratik iradesi üzerinden bir yaşam kurmasıdır. Bunun içinde kapitalist sisteme karşı mücadele zorunludur.
Sınıf mücadelesinin ivme kazanıp şekillenmeye başladığı bir alanda halkların kolektif yaşam alanlarının yaratılmasıdır. Sınıf mücadelesi ekonomik demokratik bir toplum yaratma temelinde hızlandırılmalıdır. Demokratik komünal toplum yaratmanın yolu kapitalist yaşam anlayışına karşı farklılıkların komünal ilişki sisteminin geliştirilmesidir. Komünalite kapitalizmin yok edici en büyük düşmanıdır. Üretimin ve tüketimin toplumsallaşması mülkiyet üzerindeki sömürü sistemine son veren bir sistemdir. Bu nedenle de sınıf mücadelesi iktisadi olarak en yoğun bu temelde sürdürülmelidir. Halkların özgür demokratik birliğini esas alan bir anlayış farklılıkların kendi komünal yaşam alanlarını yaratmasına katkı sunmalıdır.
5- İktidar eksenli hiyerarşik  örgütlenme özgürlük ve eşitlik getirmez
 İktidar, gücün sahibi demektir. Gücün belli ellerde toplanması, toplumda güçlü ve güçsüzlerin olması demektir. Her iktidar aynı zamanda iktidar dışı kesimlerinde varlığını şart koşar eşitliğin ve özgürlüğün yolu iktidarlaşmayı ortadan kaldırmayla başlar. Tüm dünyadaki eşitsizliğin kaynağı üretimin toplumsallığı ile mülkiyetin özelliği arasındaki çelişkidir. Mülkiyet ve güç eşitsizliğin kaynağıdır. Mülkiyetin toplumsallaştırılması aynı zamanda gücün toplumsallaştırılmasıdır.  Mülkiyetin toplumsallaşması iktidarın toplumsallaşması devletin sönmesi ve ortadan kalkmasıdır.  İktidarın olduğu yerde egemenlik ve ezilenler vardır. Egemenliğin olduğu yerde farklılıkların özgürlüğünden söz edilemez. Bu nedenle de insanlık tarihi devlet( İktidar) ile toplum arasındaki mücadelenin tarihidir. Toplum için her kazanım devlet için bir kaybediştir. Demokratik topluma giden yol gücün iktidardan alınıp halka verilmesi ile mümkündür.
İktidar mademki gücün belirli ellerde toplanmasıdır. O halde yetki ve sorumluluğun topluma kazandırılması esastır. Yetki ve erk ne kadar toplumsallaşırsa eşitlik ve özgürlüğün alanı o kadar genişler. Mademki demokrasiden özgürlük ve eşitlik talep ediyoruz o zaman iktidarın Topluma taşınması kaçınılmazdır. Bunun içinde öncelik yetkinin halka devredilmesidir. Bu güne kadar hangi sistem altında olursa olsun uygulana gelen sistemler sınıflar adına yetkinin ve gücün belirli merkezlerde toplanmasıdır.
Yetkinin topluma verilmesinin yolu aracısız doğrudan demokrasidir. Bu da toplumun vekâletsiz kendi kendisini yönetmesidir.  Bu güne kadar oluşan devletsel aygıtlar yetkiyi toplumdan alıp topluma yabancılaşmıştır.   Halka yabancılaşan ve halkın üzerinde seçkin elitist bir tabaka haline gelen devletsel iktidar. Toplum için bir baskı aracına dönüşür. Bu durumda halk herhangi bir temsiliyete izin vermemelidir. Kendi kendisini yönetecek demokratik bir işleyişi esas almalıdır. Bu da hiyerarşik bir örgütlenme değil, halkın yatay olarak kendi kendini yönettiği bir örgütlenme anlayışı ile mümkündür.
 Yetki ve güç hiç kimseye teslim edilmemelidir. Bunun anlamı toplum kendi kararlarını kendisi alabilmeli temsilciler ise bu kararların sadece uygulanmasından sorumlu olmalıdır. Demokratik örgütlenme esas olarak halkın kendi kendisini yönetme esasına dayalıdır. Hiçbir temsiliyet toplum adına karar organı olmamalıdır. Her temsiliyet toplum tarafından alınmış kararları uygulama ve koordine etme temelinde şekillenmelidir. Aksi durum yetkinin ve gücün belirli ellerde toplanmasını ve iktidarlaşıp topluma yabancılaşmasına ve toplumun üstünde yer almasına yol açar.
Farklılıkların birliğini esas alan örgütlülüklerde hiçbir farklılık diğerinin adına kararlar almamalıdır. Mademki farklıdır kararları da farklı olabilir. Bu nedenle de farklılıkların kararlaşması kendi içinde olmalı, toplumun diğer kesimleri ile ilişkilenen kararlar farklılıkların kendi temsilcilerinden oluşan koordinasyon tarafından uygulanmalı ve koordine edilmelidir.  Bu uygulama farklılıkların iç işlerinde özgür dış ilişkilerinde karşılıklı yarar temelinde buluşturulmalıdır. Bu örgütlenme modeli özerklik temelinde bir örgütlenme modelidir.
Kuşkusuz farklılıkların demokratik özerkliği dikkate alınması gereken olmazsa olmaz bir demokratik uygulamadır. Farklılıkların özerkliğinin yanı sıra bölgesel özgünlüklerinde toplumda belirleyici ve önemli bir etkisi vardır. Farklı özgünlüklere sahip bölgelerin toplumsal bütünlük içerisinde kendi iradesi ile yer alması demokrasinin olmazsa olmazıdır.  Bu durumda yerel örgütlenmeler kaçınılmazdır. Bütüne ilişkin kararlar yerellerden alınmalıdır. her farklı bölgenin iradesi ile alınan kararlar toplumsal bütünün kararlarını tamamlayan kararlar olarak kabul edilmelidir. Bu nedenle de toplumun tamamı için alınan kararlarda demokratik özerk bölge kararları esastır. Bütünü temsil eden meclisler bölgelerden ve farklılıklardan gelen kararların genel için uygulana bilir koordinasyonu ile görevli olmalıdır.  Farklılıkların ve farklı özgün bölgelerin bulunduğu bir toplumda bu farklı özgünlükler adına belirli merkezi organların karar alması yanlıştır. Toplumun yetkisine el koymadır. Yetki devridir. Bu toplumsal değil, hiyerarşik iktidarsal bir örgütlenmedir.  Bu gün ülkemizde oluşmuş örgütlenmeler esas olarak yetkinin merkezde toplandığı ve yukardan aşağıya oluşturulmuş örgütlerdir. Demokratik merkeziyetçilik adına işleyiş alt kademenin üst kademeye azınlığın çoğunluğa tabi olması esasına göredir. Bu yaklaşım farklılıkları buluşturmaya aday bir örgütlülükte asla uygulanmaması gereken bir örgütlenme modelidir. Bu model farklılıkları yok eden tek çizgi anlayışını egemen kılan tekçi bir örgütlenme modelidir. Farklılıkların gerek bölgesel gerekse aidiyetleri üzerinden buluşması hem aidiyet hem de bölgesel özerkliği esas almak zorundadır.
 Halkların Demokratik Kongresi yeniden yapılandırılmalıdır.
Yukarıda açıkladığımız gerçekler ışığında HDK geçmişin tekleştirici örgütlenme anlayışlarına karşı çoğulcu, ademi merkeziyetçi, demokratik bir örgütlenme modeline ulaşma gayretine girmiş, farklılıkların temsiliyeti, bağımsızların temsiliyeti, gençlik ve kadın kotaları vb. kabul etmiştir. Ancak bu demokratik yaklaşımlar geçmişin merkezcil ve tekçi yaklaşımları nedeniyle yüzeysel kalmıştır.
Gerek farklılıkların netleşmemiş ve çarpık varlığı ve gerekse kendi eksenlerinde irade olamayışları bu demokratik kuralların uygulamasını engellemiş bu nedenle de siyasal örgütlenmeler bu farklılıklar adına  irade olmuştur.
Siyasal yapıların merkezcil ve iktidarsal örgütlenme anlayışı yerel inisiyatifleri etkisizleştirmiş ve HDK dikey hiyerarşik bir yapı haline dönüşmüştür.  Yapılan program ve planlamalar farklılıkların gerek bölgesel gerekse aidiyetler üzerinden özgünlüklerini dikkate almaksızın bütüne dönük gerçekleştirilmiş farklı parçalar bütüne feda edilmiştir.
HDK tüzüğü kısmi eklentiler çıkarıldığında tipik bir merkezcil dernek tüzüğüdür. Bu tüzük aidiyetlerin ve farklı bölgelerin kararlaşma haklarını ellerinden almış ve merkezde toplamıştır. Merkezi meclisler çoğulculuğu siyasal hareketlerden ibaret hale getirmiş meclis bileşenleri toplumda kendisini darlaştırmış siyasal hareket ve partilerin karar organı haline gelmiştir.
HDK, farklılıkların birleştirilmesi adına aynı amaç ve hedefte olan sosyalist ve sol siyasal partileri buluşturarak farklılıkları buluşturduğu inancına kapılmış kendisini gerçek farklılıklar üzerinden değil, bu siyasal guruplar üzerinden konumlandırmıştır. Bu siyasal hareketler elbette ki kısmi farklılıkları olan yapılar olmakla birlikte temsil ettikleri kitleler açısından farklılıkları olmayan hareketlerdir. Bunların bir araya getirilmesi elbette ki HDK’nin olumluluğudur ve bu tür siyasal partiler HDK dışında da mevcuttur ve onlarda sürece dâhil edilmelidir. Ancak birkaç istisna dışında bu hareketlerin ve siyasal partilerin hepsi bir tek farklılığı oluşturmaktadır bu da sosyalist farklılıktır.
Bu hareketler iç işleyişlerinde farklı olsalar da bunlara farklılık misyonu biçmek gerçekçi değildir. Bu durum farklılıkların netleşmesini ve buna uygun konumlandırmayı belirsiz hale getirmektedir.
Bu yapılara sorulmalıdır. Siz kimsiniz hangi farklılığı temsil ediyorsunuz? Görülecektir ki küçük ayrıntılar dışında hepsi aynı kesimleri işaret edecektir.  Kuşkusuz farklılıkların tamamı adına bu siyasal yapıların tek belirleyici olması HDK’nin farklılıkların kongresi olması özelliğine gölge düşürmektedir.  Bu açıdan HDK bir yönü ile gerçek farklılıklar üzerinden örgütlenirken aynı zamanda farklılıkların kendi gerçeklerinde örgütlenmelerine de yardımcı olmalıdır. Bu özü itibariyle asimile edilip farklılığı unutturulmuş farklılıkların kendisini bulmasına ayrışıp netleşmesine yardımcı olmaktır.
HDK,  farklılıkların özgün talepleri ile sınıf mücadelesini doğru değerlendirememiş bu iki talebin iç içe olduğunu ve sınıf mücadelesinin esas olarak farklılıkların iç sorunu olduğunu bilince çıkarmamış ve buna uygun bir duruşu sağlayamamış ve eklektik bir şekilde kültürel ve sınıfsal mücadeleyi bir birinden kopuk olarak ele almıştır.  Kimi dönemlerde farklılıkların bütünselliğine zarar vermemek adına sınıf mücadelesinden taviz vermiş kimi zamanda farklılıklar da sınıf mücadelesi adına iç çatışmaya yol aça bilecek yaklaşımlarda bulunmuştur.
Halkların Demokratik Kongresi kendi tanımında netleşmemiştir. Bu “Halklar” tanımı ne anlam gelmektedir. Bu halklar vurgusu devrimden yana olan ezilen kesimlerimi yoksa farklı toplulukları mı temsil etmektedir.  Çatı Partisi  Projesini hazırlayanlar açıkça farklı kültür, etnisite ve farklı özgünlükleri ifade etmektedir. Bu farklılıklar sınıfsal bir konumlanışla değil, kendi gerçeklikleri üzerinden vurgulanmaktadır. Devletin ötekileştirdiği dışladığı tüm kesimlerdir. Ancak devletin ötekileştirdiği bu kesimlerin bir araya getirilmesi bile demokratik sınıfsal bir içerik taşımaktadır. Yoksa proje sadece Kürtlerin ezilenlerini veya Alevilerin işçi sınıfını kast etmemektedir. Oysa HDK bileşenleri bu tanımda bile netleşmemiştir ve sınıf mücadelesi açısından da netleşmeye muhtaçtır. Unutulmamalıdır ki oligarşik anti demokratik bir egemenlik sisteminde farklılıkların özgürlüğü başlı başına sınıfsal bir kazanım  içeriği taşımaktadır.
Kuşkusuz HDK yeniden yapılanmalıdır. Bu yeniden yapılanma konusunda açılıma ve düzeltilmeye muhtaç oldukça önemli anlayışlar vardır. Umudumuz ve beklentimiz HDK’nin kendisini aşma becerisini göstermesidir. 29.09.2013

Hiç yorum yok: