17 Temmuz 2010 Cumartesi

ONLAR ERDİ MURADINA!

Ferhan Umruk

Türkiye’de askeri vesayet altındaki rejimin değişmesi ve bu değişimi demokratikleşme doğrultusunda ilerletme misyonuna talip olan ve bu retorikle hareket eden, doğrudan siyasi temsil kuvveti olmamasına karşın fikriyatın gücüyle sesini duyuran liberaller uzun zamandır yürüttükleri kampanyayla muratlarına ermiş gözüküyorlar. Profesyonel orduya bir adım daha atılıyor, özel harekat birliklerinden sonra henüz mahiyetiyle ilgili rivayeti muhtelif olan özel hudut birlikleri kuruluyor.

Muratlarına eren liberal aydınlardan söz ederken onların farklılıklarının olduğunu toptancı yaklaşımın sorunlu olduğunun farkındayım. Ancak dile getirmeyenin itirazda da bulunmadığı şu konu her zaman dikkatimi çekti ve rahatsız edici geldi.

Sözünü ettiğim konu elbette onların ilgi alanlarının dışında olan sosyal eşitsizliklerle ilgili değil. Onların olumlu rollerini gösteren etnik ve kültürel ayrımcılığa uğrayan Kürtlerin, azınlıkların temel hak ve taleplerini dile getirirken diğer yandan da çatışmalarda can kayıpları olduğunda askeri strateji uzmanlarına taş çıkartacak askeri teknik eleştirilere şehvetle sarılmış olmaları.

Doğrusu şu yaşadığımız dünyada öylesine tuhaf olaylarla karşılaşıyoruz ki, şaşma duygusunu hala taşıyabilmek hüner istiyor. Ancak edebi duyarlılıklarla militer duyarlığı! birbiriyle bağdaştırabilme becerisini gösterenler karşısında şaşırmamak mümkün değil.

Söylemini sistemin demokratikleştirilmesi üzerine inşa edenler bu tarzı siyasetlerinin gerekçesini de Askerin siyasete müdahale etmekten kendi görevini yeterli bir yetkinlikte yerine getirmediğinde buluyorlar. Hatırlanırsa, bu tezi AKP cenahından Bülent Arınç’ta ‘ Türkiye iyi ki bu komutanlarla savaşa gitmemiş’ diyerek ifade etmişti.

Öyle gözüküyor ki, günümüzün liberalleri, asırlık muasırlaşma, devletin kurtarılması misyonunu üstlenen muktedirlerin geleneksel damarlarından ittihat terakki geleneğine alternatif Prens Sabahattin geleneğinin nevzuhurudur.

Belki de barış dilini kullanırken onlar devletin kurtarılması amacıyla davranıyorlar ama yine de bu dil onları sosyalistlerle, demokratlarla, Kürtlerle, ezilenlerle birleştiriyor. Ancak yine esas hedefleri olan devlet kurtarıcılığını militer bir dille ifade ettiklerinde de bu defa uzaklaştırıyor.

Peki bu liberal politikaların, esas vazifesi olan savaşı yetkinlikle yürütemeyen orduyu hedeflemesi neye hizmet eder? , Ahmet Altan’ın ‘ O öldürülen çocuklar bu ordunun generallerine emanet edilmişti.’ sözleriyle somutlanan eleştiri, savaşın sürecekse can kayıpları olmadan sürmesini, bunun içinde uzman savaşkan generalleri mi önermektedir? Hiçbir savaşın can kaybı olmadan sürdürülemediğini, yeryüzünün en modern teknolojik silahlara ve en modern ordusuna sahip ABD’nin ortadoğu ve Afganistan’da her gün ölmekte olan Amerikan askerleri ispat ediyor.

Kuşkusuz, siyaseten kimse onlardan sınırların olmadığı, ulus devletlerin ortadan kalktığı ordulara ihtiyaç kalmadığı bir dünya cumhuriyeti umuduna sahip olmalarını bekleyemez. Beklenecek olan savaşın tekniğiyle meşgul olmanın yaratacağı savrulmalardan uzak durmalarıdır.

Savaşın ve ordunun reorganizasyonunun akıl hocalığına soyunmakla, barışı savunmanın birbiriyle çelişen ve dışlayan bir tutum olduğunu iktidarın sorunu ‘özel hudut birlikleri’ çözümüne vardırmasıyla görmüş bulunuyoruz. Bu durumda Liberallerin bir tercihle karşı karşıya kaldıkları açıktır. Eğer yalnızca bir siyasi deha! eseri olarak ordunun siyasetten çekilmesi için ordunun esas görevini yürütmeyi beceremediği doğrultusunda bir kampanya idiyse maksatları, durum tamamen tersine dönmüş bu kampanyanın somut sonucu bu devletin aslına rücu edip Ermeni Kırımını başlatan Abdülhamit’in ‘Hamidiye Alayları’, İttihat Terakki’nin Ermeni kırımını derinleştiren tehciri yaratan Teşkilatı Mahsusa’sı yakın tarihin derin JİTEM ve özel harekat birliklerini çağrıştıran bir birliğin doğmakta olduğudur. Bu yöntemin egemen olması demek de siyasetin değil askeri bürokrasinin etkinliğinin artması demektir. İşte liberaller bu bakımdan izledikleri politikanın yarattığı sonuçları değerlendirerek ya demokrasinin ya da yeni bir otoriterleşmenin yanında yer alacaklarına karar vermek durumundadırlar.

Şimdi MHP’yle AKP özel harekatçıların sarkık bıyıklı, özel hudut birliklerinin badem bıyıklı olduklarını tartışmaktalar. Bu bile tek başına sürecin niteliksel özelliğini ele vermektedir.

Unutulmamalıdır ki ‘savaş politikanın devamıdır’. Bu bakımdan muktedirlerin siyasi partileri ve güç odakları politik olarak sorunun çözümünü ya ezilenlerin demokratik taleplerini kabullenerek barışcı yolun kapısını açacak ya da bugüne kadar olduğu gibi inkar politikasıyla savaşı sürdüreceklerdir.

Herhalde şunu unutmamak gerekiyor. Militarizme giden yol illaki apoletli olmayı gerektirmemektedir. Hatırlanmalıdır ki 1915 kıyımını yaratan Talat Paşa yalnızca bir posta memuruyken paşalığa terfi etmiş bir şahsiyetti. Günümüzde yasalar bir sivilin paşa olmasına elvermiyor. Ama neden olmasın? Bir anayasa referandumuyla Erdoğan Paşa’ya kavuşmayalım. Belki de zaten buna bile ihtiyaç yoktur, zihniyette terfi rütbeye ulaştırır.

Muktedirlerin kendi aralarındaki çatışmalardan yanlış sonuç çıkarmanın en vahim örneklerinden biri değişip değişmemesi ezilenlerin şartlarını değiştirmeyecek olan, şu önümüzdeki anayasa değişiklikleri referandumu için bir bölüm solda ‘yetmez ama evet’ tutumu oldu.
Neden mi? AKP ‘yetmez’den özel ordu gereğini çıkardı da ondan.

Ferhan Umruk
ferhanumruk@yahoo.com
17.07.2010

Hiç yorum yok: