28 Aralık 2012 Cuma

BUGÜN GÜNLERDEN ROBOSKİ: UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ!


Ma tu nizanî ku darên van çiyayan zinar in (+)

N. CEMAL



28 Aralık 2011: Savaş uçakları ardı ardına dalışlar yaparak bombalar yağdırdı. Çoğu çocuk yaşta 34 sivil Kürt genci paramparça edilerek katledildi. Umutları, gelecekleri ve bedenleri parçalandı.

22 Aralık 2012 Cumartesi

S.Hatspanian/1915’ten 1978’e Maraş: Bir Şehir, İki Acı… Acımız Aynı Acı !

Sarkis Hatspanian

Yazım başlığından da anlaşılacağı gibi, farklı tarihlerde ama aynı şehirde ve aynı barbarlar tarafından yapılan birbirinden boyutlarıyla farklı ama içeriğiyle aynı iki katliam paralelinde göze çarpan şaşırtıcı aynılıkların bir derlemesidir.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Demir Küçükaydın’ın Ulusçuluk Tezi Neyi Gizliyor?


Ferhan Umruk

Demir Küçükaydın son dönemde oluşturmuş olduğu ulus/ulusçuluk tezine dayanarak, tezini kabullendiğini açıklamayan fikir sahibi herkesi milliyetçi ilan ediyor. Aslında, bu tez ,kendince bu sonucu çıkarmasına elvermektedir. Diğer yandan teorik tezlerinin ancak, ne de olsa takipçisi olduğu Hikmet Kıvılcımlı’nın mütemadiyen şikayet ettiği gibi ‘susuş kumkumasına’ getirilmemesi için provokatif bir dille tartışılabileceğini düşünmekte ve bu tarzı karakter haline getirmektedir. Epey bir zamandır sürdürdüğü bu tarzın amacı hilafına sonuç verdiği aşikar, zira teziyle alakalı bir iki makale dışında herhangi bir tartışma atmosferi oluşamadı.

11 Aralık 2012 Salı

Enternasyonalizm ve Ulus


Mahmut Balpetek
Ulus, insanlığın belli bir tarihsel evresinde ortaya çıkmış, sonsuza kadar var olması muhtemel olmayan bir olgudur. Ancak ortaya çıktığı günden başlayarak varlığını sürdürdüğü zaman periyodunda toplumsal mücadelelerde kendine has bir ağırlık yaratmıştır.

5 Aralık 2012 Çarşamba

‘Eğitimin Paradigmasını Değiştiriyoruz ‘ demek, Laikliğin Tasfiyesi İlanıdır

Mehmet Özgen
Asıl dert, çocuklara dini eğitim vermek değil, halkın bütün kesimlerini ilköğretimden başlayarak dinle “ehlileştirmek” ve sermayenin hizmetine “ucuz iş gücü” olarak sunmaktır; yani dini “halkın afyonu” olarak kullanmak. Eğer bunlar sermayenin çıkarlarına ve siyasi iktidarlarının güvence altına aldığı egemenliğine değil de inanca değer veriyor olsalardı, inancı ve bilimi aynı kefeye koyan bir uygulamaya gitmezlerdi. AKP-C eğitim sisteminin ideolojik dönüşümünü sürdürüyor. 4+4+4′ün ardından okullara türbanı getiren düzenlemeye imza atan AKP hükümetinin Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, kılık kıyafet değişikliğinin çocukları psikolojik olarak rahatlatacağını öne sürdü.

29 Kasım 2012 Perşembe

Lütfen, Bir Daha Tutsi Olmayacağım!

Mahmut Balpetek

“Otel Raunda” adlı filmin konusu, 1994 yılında Ruanda’da yaşanan ve bir milyon insanın ölümüne yol açan, iç savaştır. Film, Hutular ve Tutsiler diye ayrıştırılan iki etnik kimlik arasında amansız bir savaşı anlatır.

26 Kasım 2012 Pazartesi

Cumartesi… Cumartesi…

Mehmet Özgen

Bu ülkede ne zaman ki, işkencede, gözaltında, faili meçhul cinayetlerde kaybedilenlerin hesabı sorulmaya başlanır, bu hesabı gören “özel yekili” mahkemeler kurulur: ne zaman ki mecliste Kayıpları Araştırma Komisyonu kurulur, bu komisyonun önünde bütün kapılar, “kozmik odalar” açılır, o zaman gerçekten 12 Eylül’le, kontr-gerilla ile hesaplaşmanın yolunun açıldığına inanabiliriz. O zaman “yetmez ama evet” diyebiliriz..

21 Kasım 2012 Çarşamba

Kredi Kuruluşu Türkiye’nin Notunu Neden Yükseltti?


Ahmet Doğançayır

Türkiye ekonomisinin performansı Uluslar arası kredi değerlendirme kuruluşu Fitch tarafından olumlu bulunarak ‘Not’ artışına gidildi. Bu ‘Not’ artışı hükümet, basın ve sermaye çevreleri tarafından sevinçle karşılandı. Açıklamalar bu artış ile Türkiye ye uluslar arası sermayenin girişinin artacağı, istihdamın genişleyeceği, ekonomik büyümenin hızlanacağı yönünde.

17 Kasım 2012 Cumartesi

Paşam Bir Şeyler Yapın! Sefaletinden Gaz Bombası Felaketine Sürükleniş


Hakkı Yükselen

Gerçekten tebrik etmek gerekiyor. Bu memleketin “Atatürkçü-cumhuriyetçi- laik-ulusalcı” güçleri, herhangi bir devlet güvencesi “devletin asıl sahiplerinin” gizli-açık, maddi bir desteği olmadan da meydanlara çıkıp gerektiğinde “terörist” muamelesine uğramak pahasına, devletin katı-sıvı-gaz (cop-tazyikli su-biber gazı) bütün hallerine karşı direnerek 29 Ekim’de “Atasının huzuruna” çıkmayı başardı. Kabul etmek gerekir ki bu, Kürt ulusal hareketinin bütün cephelerde yürütülen tasfiye harekâtına karşı göstermekte olduğu büyük direnişten sonra AKP’ye karşı bugüne kadar kazanılmış önemli başarılardan biridir.

11 Kasım 2012 Pazar

Ölüm Orucuna Karşı İzlenen Hacı Yatmaz Siyaseti


Mahmut Balpetek

Eylem biçimi olarak açlık grevi/ölüm orucunu onaylar ya da reddedersiniz o sizin takdirinizdir. Varlığın yaşamasını önemsemek hiçbir ideayı ondan daha öncül kılmamak felsefesini anlamsız görmek mümkün müdür? Tabi ki değildir. Buna karşın dünyada ve ülkemizde toplum çoğunluğunu duyarsızlığına isyan olarak gerçekleşen bir eylem biçimidir.

Ruhu alçalan toplum


Mehmet Özgen



Bu “manzara” aynı zamanda bu toplumun çıplak bir resmidir, röntgenidir hatta. Bütün insanı değerleri, çare olmak ve bulmak için koşuşturan bir avuç insanda toplasmış ve onların bu toplum bedeninde bir ur’a dönüştüğü bir resimdir bu.İnsanlık denilen şey, cüssesi küçük isyanı büyük bir kümeye irca olmuştur, bu çürüyen bedende.

24 Ekim 2012 Çarşamba

Erdoğan/ AKP Egemenliğinde Savaş Politikaları


Ahmet Doğançayır


Otoriterliğini pekiştiren AKP’nin iktidara gelişiyle, devlete yerleşme dönemi kısmi zafer ve geri çekilişlerle gerçekleşti. Ana kadrosunu MNP-RP çizgisinden toparlayıp onun yarı oy gücünden yola çıkan AKP’nin iki yıl bile geçmeden tek başına iktidara gelmesi kısa sürede olağanüstü örgütlenme ve propaganda yeteneği ile değil, rakipleri olan partilerin içlerinden çürüme ve dibe vurma gibi koşulların uygun olması ile açıklanabilir. O bu durumunda güçlü bir eleştiri bile yürütmeye gerek duymadan orta sınıfların hizmetine hazır durumu ile ülke içi koşulların fırsatı avucuna getirmesini beklemiştir.

14 Ekim 2012 Pazar

Yeni Kurulacak İki Parti ve Venezuela Seçimleri Üzerine…


İbrahim Özkurt



Önümüzdeki günlerde solda iki parti kuruluşuna daha tanıklık edeceğiz. Bu demektir ki, solda örgütsel zafiyet sürüyor ve aşılmaya çalışılıyor.
“Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır” diyerek bu günlere geldik. Bence doğru sözcük ‘siyasi partiler temsili demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır’ olmalıydı. Çünkü doğrudan demokrasi de siyasi partilere (klasik partilere) gereksinim olmayacaktır. Üstelik klasik sol, demokrasi denince; Temsili demokrasinin bir uygulanış şekli olan çoğunluğun iktidarına dayalı demokratik merkeziyetçi iç işleyişi amentü halinde içselleştirdiği için, doğrudan demokrasiye kapılarını kapatmış olup “günümüzde de uygulanamaz” sonucuna vardıklarından tartışma gereği dahi duymamaktalar.

Kapitalizmin Krizi Mucizenin İflası


Ahmet Doğançayır



Zengin ile yoksul arasındaki uçurumun derinleştiği ve hem yoksulların sayısının, hem de yoksullukların derecesinin arttığı bir dünyada az gelişmiş ülkelerde ‘’ gelişme’’, ‘’kalkınma’’ ve ‘’modernleşme’’ kuramlarının tamamen yetersiz kaldığı ortaya çıktı. ‘’Ekonomik mucize’’ ve ‘’kalkınmaların’’ birbiri ardına gerçekte daha insafsız sömürü, vahşi baskı ve halkın çoğunluğunun bu sözüm ona gelişmeden yararlandırılmaması üzerine kurulmuş bir tuzak ve kuruntu haline geldiği görüldü.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Tezkere Provokasyonu

Mehmet Özgen

Türkiye sadece bir savaşa değil, Hitler ve Mussolini benzeri tek adam diktatörlüğüne doğru gidiyor. Üstelik bu savaş sadece devletler arasında değil, halklar ve mezhepler arasında bir savaşa dönüşecek


Bu diktatörlüğe ve savaşa karşı sosyalistler, Kürt Özgürlük hareketi, sosyal demokratlar, sol kemalistler birleşmelidir. Devrimci, laik, sosyal ve demokratik bir cumhuriyet, demokratik ulus, ancak Kürt halkının özgürlük ve eşitlik taleplerini de sahiplenen böyle birlik üzerine yükselebilir.

Olay nedir?



Urfa’nın Akçakale ilçesini ince telle ayrılan Suriye bölgesinde Suriye ordusu ile kukla Özgür Suriye Ordusu (OSO) militanları arasında pazartesinden beri şiddeti artan bir mevzi savaşı yaşanıyor.

5 Ekim 2012 Cuma

Yeni Osmanlıcılık, Suriye ve Tarih Bilinci

Hasan Aslan

…Bugün hayatın kurgusu fikirlerden çok olguların hükmü altındadır. … Yağ makine için neyse, fikirler de toplumsal hayatın devasa donanımı için odur; insan makine yağını bir türbinin üzerine boca etmez; önceden bilinmesi gereken, gözden ırak dişli ve eklemlere birkaç damla damlatır.’’ W. Benjamin.



Çekiç Gücün Irak’a yerleşmeye başladığı ( Temmuz 1991) yani Turgut Özal’ın ‘ 1 koyup 3 alacağız! ‘ dediği günlerde ‘ Umarım bu işin sonunda babamızın mezarına pasaportla gitmek zorunda kalmayız !’ dediğimi hatırlattı kardeşim.

3 Ekim 2012 Çarşamba

12 Eylül’ün Ortak Vicdan Arayışında Bir Ermeni Devrimci: Levon Ekmekçiyan


Yalansız’ın Notu: Sarkis Hatspanian aşağıdaki makalesinde Türkiye komünist-sosyalist hareketinin İttihatçı-Kemalist geleneğin mirasçısı bir niteliğe sahip olduğu, dolayısıyla sosyal şoven-milliyetçi ideolojinin hareketin hakim karakteri olduğu ifade ediliyor. Onun bu yazıda ifade ettiği düşüncelerin sosyalist hareket bakımından sarsıcı olduğunun altını çizmek gerekiyor. Kuşkusuz fikirlerin sarsıcı olması bu fikirlerin gözardı edilmesini değil, tartışılmasını gerektirir.



Bu makalenin birinci dereceden muhatabının Devrimci 78′liler Federasyonu olduğu gözüküyor. Dolayısıyla onların Sarkis Hatspanian’ın eleştirilerine karşı verecekleri cevap olursa elbette bu sütunlarda yayınlanacaktır.



Günümüzde Türkiye sosyalist hareketinin takipçilerinin hepsi değil, ama önemli bir bölümü de, sosyalist geleneğin ulusalcı-Kemalist dünya görüşünden etkilendiğini bu bakımdan da hakim ulus dışındaki farklı ulus ve etnisitelerin olduğu gibi azınlık din ve mezheplerin taleplerinin sosyalist harekete hakim olan bu zihniyetten dolayı dikkate alınmadığı hatta bu talepleri dile getirenleri feodal gericilikle, emperyalizm ajanlığıyla suçlandığını tespit ediyor.



Yalnız Türkiye sosyalist hareketiyle ilgili ulusalcı-şoven eleştirilerinin çok önemli bir gediği olduğunu belirtmek durumundayız. O da şudur: 1917 Ekim Devrimiyle birlikte devrimin önderlerinin Rusya’da başlayan bu atılımın ancak ileri kapitalist dünyanın merkezi, Avrupa’da özelinde de Almanya’daki devrimin başarısıyla pekişebileceğini dolayısıyla oradan beklentilerinin gerçekleşmeyip Alman Devriminin yenilgisi karşısında yüzlerini doğuya döndüklerini belirlemek gerekiyor. Üçüncü Enternasyonalin temel paradigmasının ‘Ulusal Kurtuluş Savaşları’ üzerinde şekillenmesi önemli bir dönüşümdür. Bu paradigmanın ulusal kurtuluş hareketlerini destekleyerek kapitalist-emperyalist hegemonyanın yenilgiye uğraması üzerine kurulduğunu biliyoruz. İşte bu dönüşüm, 20. yüzyılda, esasında kapitalist dünya sisteminin siyasi biçimi olan ‘ulus devlet’ yapılanmasına sonuç itibarıyla katkıda bulunmuştur. Dünya devrimi, sınıfsız toplumu yaratma, sınırların ortadan kaldırılması hedefi fiiliyatta birer retorikten ibaret kalmış, sosyalist harekette ulusçuluk, milliyetçilik itibar kazanmıştır.



Sosyalist hareketle ilgili eleştirilerin ülkenin sosyo-politik analiziyle sınırlı ele alınması, kuşkusuz doğruları barındırıyor ama dünya sosyalist hareketinin içine sürüklendiği ‘ulus devlet’ fikriyatının yarattığı ulusalcılık-milliyetçilik savruluşu gözden kaçırılınca işte o gedik olanca haşmetiyle su yüzüne çıkıyor.



Soruna bu bütünlüklü bakış doğrultusunda yaklaşıldığında, elbette Türkiye sosyalist hareketi ülkenin hakim zihniyetinin konformizmine sığındığından vebali büyüktür. Ancak bu savruluşa dünya sosyalist hareketindeki paradigma dönüşümünün imkan sağladığı unutulmamalıdır. 20. yüzyıl sosyalist hareketine projektör tutulduğunda neredeyse bütün ülkelerin devrimci partilerinin milliyetçi politikaları içselleştirdiği görülecektir.



Elbette, farklı ülkelerdeki devrimci partilerin milliyetçi politikalarının yol açtığı veya katkıda bulunduğu sonuçlar farklıdır, kimi Türkiye’de olduğu gibi katliamları, kırımları sükut ile hatta destekleyerek egemen sınıfların politikalarına tabi olmuş, kimi de böylesi ağır sorunlarla karşılaşmamış, ama dünya sosyalist hareketindeki bu eğilimin de yanında yer almıştır.



O zaman söylenmesi gereken ‘İlk taşı günahsız olan atsın’ dır.



***



12 Eylül’ün Ortak Vicdan Arayışında Bir Ermeni Devrimci: Levon Ekmekçiyan



Sarkis Hatspanian



Birkaç yıl önce mahpusanede okuduğum “O Şafağın Atlıları-12 Eylül İdamları” adlı bir kitapta, 12 Eylül faşizmiyle, onun devamındaki süreçte gerçekleşen siyasi idamlar hakkında sunulan bilgilerde, idam edilenler arasında Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu-ASALA üyesi Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan’ın da varolması gerekirken hiçbir yerde hatırlanmayışına duyduğum insani tepkiyle “UNUTULAN” ADAM(1) başlıklı bir makale yazmıştım.

Şiddet, Terörizm ve Sınıf Mücadelesi


Ahmet Doğançayır

Terörist olarak tanımlananların yaptıklarına şiddet deniyor. Bu tersine çevrilebilir tanım, sadece yapılan işin özelliklerine atıfta bulunarak şiddeti tanımlamanın ne kadar zor olduğunu gösterir. İnsanlara aksi halde yapmayacakları ve yapmaktan hoşlanmayacakları şeyleri yaptırmak şiddetin özelliğidir. Şiddet insanları kendi iradelerine karşı eyleme yöneltmek ve böylelikle onları seçme hakkından yoksun bırakmak anlamına gelir. Şiddet aslında tartışmalı bir kavramdır.

22 Eylül 2012 Cumartesi

El Değiştiren Vesayetin Dış Politikasında Kürt Gerçeğinin Tayin Edici Etkisi

Mahmut Balpetek

Asker, sivil bürokrasisinin vesayet rejimine son veren AKP, bu vesayeti kendi tekeline geçirdiği bu günlerde, aynı paralelde Kürt halkına karşı imha politikasını da yükseltme eğilimine girmiştir.


İktidarın bütününü ele geçirerek hızla devletleşen AKP’nin ajandasında demokratikleşme diye bir maddenin olmadığı bu vesile ile bir kez daha görülmüştür. O zaman değişenin ne olduğu sorusuna yanıt, tereddüt edilmeyecek bir biçimde vesayetin el değiştirdiğidir. Vesinin seçimle iktidara gelmiş olması, vesayetini daha demokratik kılmaz. Zira anımsanacağı gibi, 12 Eylül Anayasasının kendisi de, yüksek katılımlı bir referandum ile kabul edilmiştir. Ancak, onaşma yolu ile kabul edilmiş olması, anti demokratik bir anayasa olduğu gerçeğini değiştirmemiştir. Ya da beylik bir ifade ile Almanya’nın kendi faşizmini seçimle getirmiş olması, onu daha az faşist kılmamıştır. Demek ki, demokratikliğin yegâne kıstası seçimler değildir.

5 Eylül 2012 Çarşamba

Güney Afrika’nın Madenci Katliamı


Bill Van Auken

28 Ağustos 2012

İngilizce’den çeviri (18 Ağustos 2012)



Güney Afrika’da grevdeki platin madencilerinin Salı günü katledilmesi, işçi sınıfı ile bir yandan yönetimdeki Afrika Ulusal Kongresi (ANC) öte yandan da ona bağlı sendikalar arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi açığa çıkardı.



Görevliler barbarca polis saldırısında ölenlerin sayısını 34 olarak belirledi ama diğer kaynaklar gerçek ölü sayısının 50’ye yaklaştığını ileri sürdüler. Palalar ve sopalar taşıyan madencilere otomatik silahlarla açılan yaylım ateşinde, kimileri ağır, çok daha fazla insan yaralandı. Polis 259 madenciyi tutukladı. Aileler hastanelerde, morglarda ve polis karakollarında kayıp babalarını, kardeşlerini ve çocuklarını aramayı sürdürüyor.

Beatles

2 Eylül 2012 Pazar

Kürt Sorunu mu? Türk Sorunu mu? Dünya Sorunu mu? Emek Sorunu mu?

İbrahim Özkurt



İnsanlığın hayvanlarla ilk buluştuğu, toprağa tohum ekmeyi öğrenerek yerleşik düzene ilk geçişin yaşandığı, günümüzün en stratejik maddesi petrolun ve yakın geleceğin yine en stratejik maddesi suyun üzerinde yaşayan bir halkın ve son 30 yıldır da 50 bine yaklaşan canın sömürü mekanizmasına kurban verildiği coğrafyamızda, insanım diyenlerin yaşamı her geçen gün işkenceye dönüşmekte..


Sorunun çözümü için başta kadınlar olmak üzere halk ile bütünleşen Kürt solu ve demokratları insanüstü mücadele vermekte olup, Türk solu ve demokratlarını mücadelenin içine her nedense çekememekteler. Çekebilmek için ise yeni yeni örgütlenme modelleri üretmekteler. Halkların Demokratik Kongresi, yetmedi bir parti daha kurma çalışmaları…

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Bölünme Korkusu mu-Devrim Umudu mu?

Hakkı Yükselen

Birinci Körfez Savaşına ön gelen süreçte, 21 Ağustos 1990 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir haberde, savaşın kaçınılmazlığını gören Ankara’daki Türk diplomatik çevrelerinin “Saddam gitsin, Baas kalsın” şeklinde bir politik çizgiyi benimsedikleri belirtiliyor. Bunun gerekçesi yine habere göre “Bölgedeki Kürt unsurunun kaygı yaratıyor” olması.

Aradan uzun zaman geçti. Bu zaman zarfında Türk dış politikası geleneksel dışişleri bürokrasisinin bölgenin ilahi dengelerini gözetmeye dayalı “monşer” tarzıyla, Özal’ın bu duruma sinir olan “kabadayı” tarzı arasında gidip geldi. Bu aynı zamanda Türkiye’nin iç politikasındaki güç ve denge oyunlarının bir yansımasıydı. Ancak hangi kılığa girilirse girilsin sonunda korkulan oldu, Irak’ta bir federe bölge de dahil olmak üzere Ortadoğu’daki Kürt varlığı bir ulusal mücadele ve ulus (hatta devlet) inşası temelinde, geri döndürülemez bir statü kazandı.

Alçaklığın dayanılmaz irtifası..

Mehmet Özgen

Patlamaya karşı tepkiyi, daha ilk saatlerde kin ve nefret söylemine dönüştürüp halkın bir kesimine, Kürtler’e karşı yönlendirmek, hem en az bu insanlık suçu kadar halk düşmanlığıdır, hem de saldırının gerçek faillerini görünmez kılmaya hizmet ederek tarihi bir alçaklığa imza atmaktır.


Antep’teki olay sivil halkı hedef alan bir katliam. Böylesine vahşi bir yöntemi meşru kılacak hiç bir ahlaki, siyasi, dini amaç olamaz. Hangi amacın zırhına bürünürse bürünsün, o zırh, böyle bir eylemi katliam olmaktan çıkaramaz,

Sosyalizm Mücadelesi, Olimpiyatlar, Engelli Koşu ve Halimiz!


Mahmut Balpetek

Tarih; insanlığın gelişiminin düz ve doğrusal bir çizgi biçiminde ilerlemediğinin örneklerinin anlatısı gibidir. İnsanlığın gelişimi, dönüşümü, engebeli, inişli, çıkışlı ve sarp bir istikametin serüvenidir. İnsanlığın eşitlik ve özgürlük hedefine yürüyüşü ise bütün bu zorlukları mislice katlayarak çetinleşen yolculuk hikâyesidir.


Zira kapitalizme kadar insanlığın yürüyüşü mülkiyet kutsalına karışmadan, üretim biçiminin gelişmesi ve değişimine karşılık gelmiştir.

12 Ağustos 2012 Pazar

Tek Parti Tek Cephe

Mahmut Balpetek

Kapitalizmin “yıkıcı yaratıcılık “ özeliği ile bilim ve teknoloji alanın da gösterdiği baş döndürücü gelişme ile birlikte yeni sorun alanları yaratmıştı. Ulus devlet ile birlikte, ulusal sorun, daha fazla kar daha fazla büyüme zihniyeti ile doğanın aldığı tahribat ile ekoloji sorunu diye tanımlanan problem ile, teknolojinin gelişimi ile ekonomik ve sosyal yaşam da geriye itilen kadınların yaşamın her alanın da eşit ve özgür bireyler olma talebi ile yani, kadın sorunu ile tanışır olduk.

Önceleri sosyalistler bu sorunların hepsini baş çelişki olan emek sermaye çelişkisinin ortadan kaldırılması ile sonlanacağını, hareket noktası olarak öngördüler. Bu öngörü yanlış bir öngörü değil.

Sokak Politik Olanla İlişkiye Geçilme Kanalıdır

Ahmet Doğançayır

Totaliter rejim insanları gereksiz kılma eğilimidir. Bu eğilimle amaçlanan bireylerin düşünmesini durdurmak değil, bu düşünceleri güçsüz ve iktidarın başarısı ve başarısızlığıyla ilgisiz hale getirmektir.



Bu nedenle siyaseti ‘’tasfiye etme’’ amacını güden tutuklamalar, tutuklamalara imkân veren ‘’Terörle mücadele kanunu’’ ve ilgili maddeler temelde baskıcı, otoriter bir siyaset anlayışının yansımalarıdır. ‘Yargısız infazlarla’ oluşturulan ‘’devlet korkusu’’ bugün hapishane korkusuyla bir dönüşüme uğruyor. Devlet hapishaneler aracılığıyla muhalefeti ıslah etmek, hizaya getirmek istiyor. Herhangi bir gerekçeyle, sokağa çıkılması ‘’eşkıyalıkla’’ nitelendiriliyor.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Laiklik Tartışmaları ve Türkiye Gerçeği

Değerli dostumuz, yoldaşımız Ali Dehri’yi ( Aziz Vatan) 3 yıl önce 10 Ağustos 2009′da kaybetmiştik. O ‘yalansız’ öncesinde yayınlanan ’soldan’ sitesinin yazarlarındandı. Onu sevgiyle anarken ‘soldan’da yayınlanmış Laiklik üzerine yazısını bir daha yayınlıyoruz. Yalansız





Laiklik Tartışmaları ve Türkiye Gerçeği



Ali Dehri



Laiklik, bazen doğrudan bu kavram etrafında, bazen de bu kavrama sıkı sıkıya bağlı sorunlar üzerine yürütülen tartışma ve mücadeleler nedeniyle, bütün Cumhuriyet tarihi boyunca gündemde kalmıştır. Zaman zaman, alt sıralarına inse bile, gündemin dışına hemen hiç düşmemiştir. Son günlerde ön saflarının bir yanını hükümetin, diğer yanını Ordu, Cumhurbaşkanı, CHP ve bürokrasinin bir kesiminin oluşturduğu laiklik tartışması, yarattığı siyasal gerilimle ön plana çıktı.Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden itibaren, laiklik yanlılarıyla, laiklik karşıtları arasında yürütülen mücadele, bir çok sorun ve mücadeleye kıyasla öne çıkarılmıştır. Son yıllarda ise, tartışma ve mücadelenin, laiklik kavramının farklı yorumları arasında yürütüldüğü görüşü, dünün laiklik karşıtları cephesinin önemli bir bölümünün savı haline gelmiştir. Bu durumda, yaratılan toz duman bulutuna kapılmadan, laiklik ve özel olarak Türkiye’deki laiklik üzerinde durmak gerekecektir.

29 Temmuz 2012 Pazar

Türkiye’nin En Uzun Sınır Komşusu Özerk Kürdistanlar!

Mahmut Balpetek

Geçen yüzyılın başında Ortadoğu’da çizilen sınırlar, Kürt halkını bölünerek dört ayrı devletin içinde yaşamak zorunda bırakmıştır. Kürtlerin bütün itirazlarına rağmen egemen güçlerin dayattığı statü, bir asırlık tarihi arkasında bırakarak, bu yüz yılın başında değişmeye yüz tutmuştur.


Bu durumun embriyonları uzun zamandır görülmekteydi ancak Suriye’de yaşananlara birlikte daha da belirginleşmeye başladı. Ortadoğu’da kartlar yeniden karılmakta, yeni siyasi aktörler devreye girmektedir. Bu yeni siyasal arenada Kürtler de yerini almak üzere harekete geçmektedirler.

27 Temmuz 2012 Cuma

Esaretin ve Direnişin Başkenti ( Paytextı) Diyarbakır (Amed)

Mahmut Balpetek

Kapitalizm, teknolojik gelişimin olanaklarını kullanarak şehirlerin kimliklerini yok etmektedir. Mimaride egemen olan post-modern trend inşa ettiği siteler, gökdelenler ile bütün şehirleri tekdüzeleştirerek kimliksizleştirmektedir. Artık Diyarbakır, İzmir, İstanbul ya da Frankfurt daha çok bir birine benziyor. Bir başka ifade ile kendine özgü ayırt edilecek yönleri silikleştirerek kimliksizleştiriliyor. Diyarbakır’ın kendi kimliğinin ifadesi olan bazal taşlı duvar ve köçekleri (yoları) yerini Dicle Kent’e, Melik Ahmet Çarşısı yerini AVM’lere bırakıyor. Şehir diğer şehirlerle benzerleştiriliyor, kimliksizleştiriliyor. Amed, mimarideki bu kişiliksizleştirmeye boyun eğmiş olsa da toplumsal direnişte ki kararlı duruşu ile saltanatın saldırılarına karşı kimliğini korumaya devam ediyor.

Savaş Kışkırtıcılığı Suçtur!

Mehmet Özgen


TCK’nun 306. Maddesinde ‘Türkiye’yi savaş tehlikesiyle karşı karşıya bırakacak şekilde yabancı bir devlete karşı hasmane hareketlerde bulunan’ kimselere ‘beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası, “Fiil sonucu savaş meydana gelirse faile müebbet hapis cezası verilir.” deniyor.

SURİYE: “Arap Sosyalizmi’ Son Nefesini Verirken

Hakkı Yükselen



Burjuva demokratik “aşama” bir tür “demokratik diktatörlük” olarak 1917 Rusyası’ndaki devrimci görevlerini olmasa da, siyasi ömrünü sekiz ay gibi kısa bir sürede tamamladı: Önce büyük toprak sahibi ve burjuva-liberal Kadet Partisi üyesi Prens Lvov, ardından Sosyal Devrimci Kerensky başkanlığındaki geçici hükümetler yönetiminde, hızla gericileşen, emperyalizm yanlısı bir “ara rejim” biçiminde… Ve elbette geçici bir “ikili iktidar” dönemi olarak.

24 Temmuz 2012 Salı

Kapitalist Toplum İçinde Sömürülenlerin İktidar Adacıkları Kurması İmkansızdır

Ahmet Doğançayır
‘Sınıf politikası’; ‘’değişimci’’ siyaset erbabı, felaket tellalları ve kötümser yorumcular tarafından şiddetle reddedilen pek çok şeyin şifresi haline geldi. Her şeyin ötesinde sınıf siyaseti ve politikası kapitalist iktidara karşı koymada ve ondan radikal farklılıklar içeren bir toplumsal düzenin kurulması görevinde örgütlü emeğin ‘önceliğinde’ ısrarla durulmasını temsil ediyor. ‘Öncelik’ düşüncesini reddedenler birçok itiraz geliştiriyorlar: İşçi sınıfının bütün kapitalist ülkelerde kendisine atfedilmiş devrimci rolü oynamaya yanaşmamış ve bu rolü oynama istekliliğine ilişkin bir belirti bulunmayışı,

20 Temmuz 2012 Cuma

Ezilenlerin özgürleşmesi, kendi mücadelelerinin eseri olacaktır!

Mahmut Balpetek

Kürt sorunu, her seferinde farklı bir veçhesi ile gündem olma durumunu sürdürmektedir. Buna, bağlamından koparılarak gündemleşmesi de dâhildir. Türkiye son günlerde yeniden bağlamından koparılmış Kürt sorunu tartışmasına mekân olmaktadır. Belli periyotlarla gündeme sokulan bu tartışma “Kürt sorununu kim çözer” gibi kâhinlik edenlerin dışında bir anlam ifade etmeyen, bir an için anlam ifade ettiğini kabul etsek bile AKP’nin toplumsal desteğini sürekli kılmak dışında Kürt sorununun çözümüne bir katkı sağlamayan suni tartışmalardır.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Sivas 93

Diktatörlükler mi Emperyalist 'Barış' mı İkileminden Kurtulmak Gereklidir

Ahmet Doğançayır

İçinde yaşadığımız koşullarda emperyalizmin sinir merkezlerinde sınıf mücadelesi zayıf ve işçi sınıfının politik hareketi bir çöküntü içindeyken bu tür bir devrimci canlanma çok düşük bir olasılık olarak görülecektir. Ancak düşünülmelidir ki 1917 yılında bütün ‘’uygar dünya’’birbirini boğazlarken ve uluslararası işçi hareketi sosyal şoven liderlikler tarafından emperyalist amaçların emrine koşullandırılmışken Rus işçi ve askerleri çarlığı yıktılar. Bu devrim Macaristan'dan İtalya ya ve Almanya ya kadar bir dizi başarılı veya başarısız devrimci kalkışmaya yol açtı.

26 Haziran 2012 Salı

Ahmet Altan ‘Paşa’ Akıl verdi Suriye Sınırına TSK Yığınak Yapıyor

Ferhan Umruk
Sonunda bu da oldu, askeri vesayete karşı mücadele retoriğinin önde geleni Ahmet Altan Suriye tarafından keşif uçağının düşürülmesi karşısında nasıl bir askeri harekat yapılması konusunda bugünkü Taraf gazetesinde önerisini sundu Bu tavır, bir gazeteci, yazar, edebiyatçı kimliğiyle tanıdığımız Ahmet Altan’ın bundan böyle omuzlarına yıldız takmış bir ‘paşa’ kimliğiyle de arzı endam edeceğini gösteriyor.


Ahmet Altan bugünkü yazısında askeri stratejik dehasını konuşturarak planını ortaya koydu, Devletin yapması gereken onun kanaatince şöyleydi:

Suriye sınırındaki birliklerin alarma geçirilmesi, sınır bölgesinde askerî bir manevranın başlatılması mümkün olmayan işler midir?



Bu hamleler, Suriye’nin kaçınılmaz olarak kendi sınır kuvvetlerini alarma geçirmesine, içerideki çatışmalarla uğraşırken bir yandan da sınıra asker kaydırmak zorunda kalmasına neden olmaz mı?
Bu, Suriye için ciddi bir bedel değil mi?
Ahmet Altan ‘paşanın’ sabah saatlerinde Taraf gazetesinde okurla buluşmasından 8-9 saat sonra Türkiye Suriye sınırına askeri yığınak yapmaya başlamış bulunmakta ve bunu aynen onun dediği gibi uzun süreli askeri tatbikat olarak açıklamaktadır.

19 Haziran 2012 Salı

Kılıçdaroğlu ve Erdoğan buluşması ve Leyla Zana’nın Açıklamalarının Politik Anlamı?

Demir Küçükaydın

Dünyadaki gelişmeleri anlamak, olaylar mahşerinde yolunuzu yitirmek istemiyorsanız her şeyden önce uluslara karşı (Dikkat edilsin “milliyetçilere karşı” demiyoruz, uluslara yani milletlere karşı diyoruz. Ve de Enternasyonalist de demiyoruz. Çünkü Enternasyonalizm de bir Milliyetçiliktir.) bir programınız ve duruşunuz olması gerekir.

Böyle bir program ve duruş olmadan ne bugünkü Dünya krizini ne de örneğin son Avrupa krizini anlayamazsınız ve somut bir programınız olamaz. Şu veya bu politikanın peşinde oradan oraya savrulur bel kemiğinizi kırarsınız veya bel kemiğinden yoksun bir politika yaparsınız.

15 Haziran 2012 Cuma

Tecavüz davası bitmedi:Bir “erkek” hukukçudan “erkekliğin avukatı”na açık mektup

Not:Bu yazı Gerçek gazetesi net’te yayınlanmıştır http://www.gercekgazetesi.net

Şiar Rişvanoğlu

Kamuoyunda Fethiye davası olarak bilinen, 2007 yılında yaşanan toplu tecavüz hakkında açılan davanın 27 Nisan’da görülen karar duruşmasında ikisi suça sürüklenen çocuk altısı yetişkin toplam sekiz sanık beraat etti. Dava, Muğla Barosu Başkanı Mustafa İlker Gürkan’ın tecavüz sanıklarının avukatlığını üstlenmesi ile de gündeme geldi. Tecavüz davasını takip eden kadın örgütleri tarafından istifası talep edildi. Bu gerçekleşmediği gibi Türkiye Barolar Birliği, Gürkan’ı savunan açıklamalar yaptı, hatta daha da ileri giderek ne kadar demokrat, özgürlükçü ve entelektüel olduğu yönünde övgüler düzdü. Aşağıda kendisi de avukat olan yoldaşımız Şiar Rişvanoğlu’nun bu davaya müdahil olan Muğla Baro Başkanı’na yazdığı açık mektubu yayınlıyoruz.

“(…) Sen bu kavgada
Bir nokta bile değil,
Bir küçük, eğri virgül
Bir zavallı vesilesin!.. (…)”
– Nâzım Hikmet Ran-

“Ya! Bugün neden sizden nefret ettiğimi bilmek istiyorsunuz demek. Hiç kuşkusuz, sizin anlamanız benim açıklamamdan daha güç olacak.” Böyle başlar 1848 Fransız Devrimi’nin efsanevi şairi Charles Baudelaire, kendisi kadar efsanevi “Yoksulların Gözleri” adlı mensur şiirine. Evet, Bay Mustafa İlker Gürkan, sizden “nefret” ediyorum! Ama bu “nefret” hiç ama hiç kişisel değil. Önce, başından itibaren sistemli ve örgütlü bir tecavüz olduğu sebatkâr ve çalışkan kadın hukukçu dostlarımız sayesinde kamu vicdanında ispatlanmış olan korkunç olayın mağduru (kendisini tanımasam da) kadın arkadaşımın gözleriyle, sonra (biyolojik olarak bir erkek olsam da) bütün kadınların gözleriyle, sonra Deniz’in ve bütün devrimcilerin, sosyalistlerin gözleriyle ve sonra da Nâzım’ın deyişiyle “büyük insanlığın” gözleriyle! Ama emin olun en son kendi gözlerimle!

Bir Eleştiri Serüveni

Ferhan Umruk
Aşağıdaki yazışma Demir Küçükaydın’ın ‘yalansız’da yayınlanan ‘Radikal demokrasinin ”Kürt Sorununa” İlişkin Programı” başlıklı yazısına ‘Devrim Yolundaki Yolcu’ isimli mail grubunda Sefa Kübalı’nın eleştirisi üzerinedir.

Okuyucu yazışmaları takip ettiğinde bu yazışmanın yayınlanma sebebini anlayacaktır. Kuşkusuz sosyalistlerin teorik-politik konularda kendi aralarındaki tartışmalarda zaman zaman sert usluplara başvurması, muradını sarsıcı bir biçimde ifade etmesi mümkündür.

Sefa Kübalı’nın eleştiri üslubu yukarıda ifade edildiği üzere sert ve sarsıcıdır, eleştirisinin bu niteliği yazarın tercihi ile alakalıdır.

10 Haziran 2012 Pazar

Tekinsiz Ortasınıflar Avrupa’da Faşist Partilerin Yükselişinin Müsebbibi

Hakkı Yükselen

(Neo)liberalizmin “küresel” yalan ve hayaller dünyası toplumsal temelini neredeyse mutlak bir “ortasınıflaşma” varsayımına ve onun üzerinden ürettiği kurgulara oturtmak istedi; ama olmadı!


Giderek genişleyen ve eşzamanlı bir karakter kazanan kapitalist dünya krizi, “tarihin sonu”, “proletaryanın ölümü”, “evrensel demokrasi” vb. (neo)liberal safsataların yanı sıra onu da yerle bir etti.



Kapitalizmin krizinin ve kışkırttığı “sınıf karşıtlıklarının liberalizmi öldürdüğüne” ilişkin devrimci Marksist tez bir kere daha kanıtlandı; son otuz küsur yıldır tepemizde “sarsılmaz bir kaya” misali duran (neo)liberal hurafeler tuzla buz oldu.

8 Haziran 2012 Cuma

AKP’nin İnancı Neo-liberalizm, Silahı ‘Kürtaj Yasağı’

Ahmet Doğançayır
Neo- liberal programıyla AKP Türk sağının geleneksel parçalı yapısını yeniden ama farklı bir kompozisyonla kurmuş durumdadır. Siyasal konjonktürün gereklerine uygun olarak bu koalisyonun ayaklarından birine veya diğerine ağırlık vererek iktidarını sürdürüyor.
Sosyal politikayı sosyo-ekonomik bir bakış açısı olarak değerlendiren AKP sosyal-ekonomi kavramını toplumda sosyal haklar alanının genişlemesi anlamında değil ‘’toplumun sosyal yapısını benimsemek’’ ilkesi olarak anlıyor ve böyle sunuyor. ’’Toplumun sosyal yapısını benimsemek’’yaklaşımı gelir dağılımındaki büyük dengesizlikleri, kuşaktan kuşağa artarak devredilen ve aşırı seviyelere varan eşitsizlikleri dikkate alan bunları düzeltici politikalar değil, mevcut sosyal yapının benimsenmesi, mevcut durumun kabul edilip korunmasıdır.

Radikal Demokrasinin “Kürt Sorunu”nun Çözümüne İlişkin Programı

Demir Küçükaydın
Çatışan toplumsal güçlerin mücadelesinde sorunların, güçlerin, şeylerin ve olayların nasıl adlandırılacağı da aynı zamanda bir çatışma konusudur. Çoğu kez bu adlandırmada kullanılan kavramlar aynı zamanda bir programı ima ederler.

Bu nedenle, çatışan güçler bir uzlaşma yolu arıyorlarsa, bu aynı zamanda sorunların, güçlerin, şeylerin ve olayların adlandırılmasında tarafların uzlaşabilecekleri bir dili de gerektirir çoğu kez.
Bu nedenle önce yukarıdaki başlığın böyle bir çabanın somut bir örneği olarak görülmesi gerekmektedir.

Yukarıdaki başlıkta “Kürt Sorunu” tırnak içinde kullanılmaktadır. Bunun anlamı şudur: Radikal Demokrasi sorunu başka bir kavramla tanımlamaktadır ama bir uzlaşma noktası olarak bugünkü yaygın kullanımı kullanmayı kabul etmekte ve kendi adlandırmasında ısrar etmeyi gereksiz görmektedir.

3 Haziran 2012 Pazar

Taraf ‘ın yayınlamadığı yazı/12 Eylül Faşist Darbesinin Müsebbibi Türkiye Soludur!

Hasan Gürkan

not:Taraf Gazetesinin yayınlamadığı yazı

“Rezilce” İddialar

77 1 mayıs katliamının Türkiye solunun “rezilce” iddia ettiği gibi derin devletin değil, kendilerinin eseri olduğunu ispatlamak için günlerdir, haftalardır, büyük bir iştahla, “bilim adamı titizliğiyle” çırpınan Halil Berktay, benim gibi sıradan insanları meftun etmek için olacak, lafının arasına sık sık İngilizce bilimsel terimler sokuşturarak yoluna kararlılıkla devam ediyor.Kanaatime göre bu yol yazının başlığına koyduğum iddiaya çıkacak ve Berktay, :12 Eylül faşist darbesinin asıl suçlusu, darbecilere ortam hazırlayan Türkiye soludur, diyecek. Bu iddianın ardından Maraş, Çorum vb olaylarının kabahatini de gene sola yüklemek gelebilir.

2 Haziran 2012 Cumartesi

Jıneps Y.K üyesi Yaşar Güven’e Hatspanian’dan geciken yanıt !

1864’ten 1878’e: Çerkeslerin Osmanlı’daki ilk 14 yılına dair soru(n)lar dilemması !

Sarkis Hatspanian

Jıneps Y.K. üyesi sayın Yaşar Güven,

İnternet iletişim olanaklarımın Ankara’dan yapıldığını öğrendiğim bir saldırı sonucu geçen hafta bütünüyle bloke edilmesi nedeniyle, 21.mayıs.2012 günü sanal ortamda yayınlanan yazıma verdiğiniz, fakat yaşadığım sorun yüzünden geç edindiğim yanıtınızı geç de cevapladığım için affınıza sığınıyorum.


Geçen yıl ilkbaharında bulunduğum mahpusanenin tecrit hücresinde okumuş olduğum söyleşinize ne kadar kızmış, hatta kudurmuş olduğumu zaten 10 gün önce yayınlanan yazımda oldukça açık bir şekilde ifade etmiş ve sinirlenmemin nedeninin doğrudan ve sadece sizle, sayın F.Uğur’un düşünce ve sözleri yüzünden olduğunu pek doğrudan belirtmiş olmama rağmen, verdiğiniz yanıtta neden bilmem, “tarihiniz dahil hiç birşey bilmeyebilir” olmanızdan başlayıp, beni “sizler üzerinden Çerkesleri toptan ötelemekle (aslında yaptığımın daha ağır sözcüklerle ifade edilmesi gerektiğini de parantez içerisinde belirterek)” suçlamış, hatta daha da ileriye giderek “Çerkeslere üstten baktığımı” da iddia etmişsiniz.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Adı Komünizm de Olsa Tekdüze Bir Dünya Sistemi İnsanlığı Kurtaramaz

İbrahim Özkurt

İnsanlık sanırım hiçbir konuda “komünist bir sistemin” inşası arayışına yönelik yazılanlar kadar yazı yazmamış, düşünce üretmemiştir ve mücadele etmemiştir.

Komünist düşüncelerin çıktığı günlerde Marks, Bakunin ve Lassalle; Komünizmin nasıl inşa edilebileceği konusunda oldukça yoğun tartışmalar yaşamış olmasına karşın, Lenin sonrası Marksistler, Lenin’in düşüncelerinin Marks ile benzerliğini ya da benzersizliğini yeterince araştırmadan (Rusya’da Lenin’in partisinin devrim sonrası iktidar olması sanırım en büyük etkendi) Lenin’i referans alarak yollarına devam edegelmişlerdir.
Okuduklarımdan öğreniyorum ki, Marks önceleri en ileri ülke durumunda olan İngiltere’de bir devrim olabileceğini düşünmüş. Bu mümkün olmayınca, ya da gerçekleşmeyince yeni yöntem arayışlarına yönelmiş. Engels ise, Marks öldükten sonra Almanya’da Sosyal Demokrat Parti kayda değer adımlar attıkça klasik şiddet yoluyla devrim anlayışından vazgeçip parlamenter yollarla devrimin mümkün olabileceğine inanmaya başlamış. Marks esas itibariyle kapitalist ulus devleti aşmak için Kooperatifler birliği önermiş. “İşçilerin kendi kuracakları ve devletin yönlendireceği kooperatif hareketlerinin değil, kooperatifler birliğinin devletin yerine geçmesi gerektiğini (böylece sermaye ve devlet de sönecekti) vurgulamış ve bu türden bir ilke önermek dışında gelecekteki ihtimaller hakkında tek kelime etmemiş. Yani Marks, Lassalle ile Bakunin arasında bir çizgi belirlemiş. Kısacası tartışmalar ve yeni arayışlar komünist düşüncelerin ilk sahiplerince sürekli tartışılmış ve zaman içinde değişik yöntemler ileri sürülmüş. Bunları Kojin Karatani’nin Trans Kritik adlı Metis yayınlarından çıkan kitabından öğrendim. Yanlışsa düzeltilsin.
Arayışların ve yoğun tartışmaların sürdürüldüğü o günlerin Avrupasın da, insanlığın ürettiği şeylerin sayısı günümüze oranla oldukça az ve İki temel sınıf ve köylülük dışında teoriye (probleme) eklenecek veri yok gibiydi. Ayrıca her hangi bir çevre sorunu olmadığı gibi insanlar arsındaki cinsel ayrılıklar su yüzüne çıkmamış, endüstrinin gereği, ara sınıflar (katmanlar) günümüzdeki gibi çok değildi. Kısacası kapitalist/emperyalizmin ürettiği ve açığa çıkardığı günümüzün devasa sorunları yok gibiydi. Bu nedenle problemi çözmek daha kolay görünüyordu. Buna karşın arayışlar ve tartışmalar durmaksızın sürdürülüyordu. Kısacası, Avrupa’nın nesnelliği üzerinden çözüm üretiliyordu. Buna karşın, önermeler zamanla değişiklik arz edebiliyordu. Marks ve Engels, Komünist Manifesto’yu yayınlarken her ne kadar “Avrupa’nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor” tespiti yapsalar da, 1871 Paris ayaklanması ve komün deneyi dışında alt üst oluş yaşanmadı. Ta ki 1917 Sovyet devrimine kadar…

25 Mayıs 2012 Cuma

Jıneps Y.K üyesi Yaşar Güven’den Hatspanian’a yanıt

Sayın Hatspanian,

Geçen yıl yapılmış söyleşi nedeniyle bana çok kızmış olabilirsiniz.

Tarihim dahil hiç birşey bilmeyebilirim. Yani bütün olumsuzluklar

bende toplanmış olabilir. Ama bu durum benim üzerimden Çerkesleri

toptan ötelemenizi (aslında yaptığınız daha ağır sözcüklerle ifade

edilmeli) gerektirmiyor.

Cengiz Çandar Tutuklanmaktan Kurtulabilmişse…

Ferhan Umruk

Ali Bayramoğlu Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde yakın zamanda gerçekleşmiş olan kendi deyişleriyle bir komployu açıkladı. Açıklaması şöyle:
‘Avukat Özcan Kılıç’ın haberlerde ve kimi gazetelerde yer alan şu sözlerini dikkatle okuyunuz:

“Ben Cengiz Çandar’ın KCK soruşturmasına katılacağını emniyette duydum. Meslektaşlarım gözaltındayken, orada biz bir bilgi aldık. Cengiz Çandar, bir gazeteci arkadaşımızın yazdığı ‘Öcalan’ın İmralı Günleri’ kitabının önsözünü yazmıştı. O bile dosyaya konulmak üzereydi…”

Sözünü ettiği Cengiz Çandar……Ersanlı ve Zarakolu’nun tutuklandığı günlerdi. Uzun yıllar birlikte çalıştığım, çok sevdiğim ve son derece değerli bir öğretim üyesi arkadaşım gazeteye geldi.

Endişe içinde, “yeni bir gözaltı listesi varmış, ben dahil 7 öğretim üyesi alınacakmış” diyordu. Bilgiyi emekli bir meslektaşı vermişti. O meslektaş da bunu devlet içinde etkili konumda bir yakınından duymuştu. Bahsettiği listedeki isimler ise son derece önemli, özgürlükçü görüşleriyle tanınan bazı öğretim üyeleriydi’.


Ali Bayramoğlu devamla bu durumun emniyet tarafından teyit edildiğini, bunun üzerine de gazetede arkadaşlarıyla değerlendirme yapıp, enformel yollarla Cengiz Çandar’ın ve isimlerini açıklamadığı 7 öğretim görevlisinin tutuklanmalarının engellendiğini belirtiyor.

Bir süredir gözlendiği gibi süreç emniyet-yargı ikilisinin sömut delil zahmetine katlanmayarak karine yoluyla sürdürdüğü tutuklama kampanyasının liberal- demokrat aydın ve gazetecilerin kapısına gelmiş ve dayanmıştır.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Kızıldere: Solun Geleneğinde Bir Dayanışma

Mahmut Balpetek

Şiddetin toplumsal ve siyasal hayatımızda işgal ettiği yer, tarih boyunca aydınlar ve muhalif dinamikler tarafından sorgulanmış olmasına rağmen azalmamış, aksine artan bir ivme kazanmıştır. Buna kaynaklık eden sınırlı ve sınıflı bir dünyanın hüküm sürüyor olmasıdır. Sınıflara ve sınırlara ayrılmış bir dünya, şiddetin olgulaşmasına ebelik eder olmuştur.

Teknolojik gelişme ile birlikte şiddetin yıkım gücü katlanarak artmıştır. Şiddet artık coğrafi engellere takılmadan kıtaları aşarak uygulanabilir olmuştur. Buna paralel olarak muazzam bir yıkım kapasitesine ulaşmıştır.

22 Mayıs 2012 Salı

Çerkeslerin Ermenilere yapılan soykırıma katılımına dair sorular/ Sarkis Hatspanian

Sarkis Hatspanian

“Kendi milletinin tarihini bilmek mutlu olmak için yeterlidir.”
Çerkes Atasözü

Elen düşünür Epiktetos “Bir insanın bildiğini zannettiği bir şeyi öğrenmesi imkânsızdır” sözünü ne zaman söylemiş bilmesem de, ifade edilenin zaman aşımı olmayan fikirlerden olduğunu yaşam bize göstermektedir. İstanbul’daki dostlarım sağolsunlar, ben mahpusanedeyken sevgili Hrant DİNK’in bizlere yadigârı AGOS‘u birkaç ayda bir olmak üzere bana ulaştırmayı ihmal etmiyorlardı. Mahpuslukta basın-yayın postasının geldiği en çok beklenen o günler, bilgilenme açlığımın giderilmesine ayrılan, geceyle-gündüzümün karışıp da en az bir haftalığına uykusuz geçirdiğim zamanlara dönüşüyordu doğal olarak !

17 Mayıs 2012 Perşembe

Berktay Tarihi Tahrif Ediyor

Mahmut Balpetek

1 Mayıs 2012; yaygınlığı, kitleselliği, yeni katılımcıları dolayısıyla çeşitliği, sol, sosyalist, emekten yana sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya isteyen bütün Türkiye halkları için muazzam moral kaynağı oldu.Mücadele azmini kamçılayıcı işlev gördüğü kanaatimin solun farklı kesimlerince paylaşıldığını gördüm.

 Daha bu coşkunun yaşandığı anlarda nasıl bir tesadüf ise bir televizyon kanalında önceden programa alınmış ve birbirine yakın ideolojik kulvarda bulunan iki konuk ile 77 kanlı 1 Mayıs’ı tartışılmak üzere davet edilmişler. Ömer Laçinler stüdyodaki yerini almış ancak Halil Berktay sağlık sorunları nedeni ile telefonla icabet etmek zorunda kalmış. Bu vesileyle “kendisine geçmiş olsun” diyelim. Konu hepimizin malumu kanlı 1 Mayıs’ta devletin rolü.



Ömer Laçiner’in anlatısına esastan bir itirazım yok. Yazıya konu olacak olan Sayın Halil Berktay’ın bir tarihçi olarak anlatısıdır. Alanda olmam nedeni ile canlı seyredemediğim tartışmayı paylaşım sitelerinde izleme şansım oldu.

15 Mayıs 2012 Salı

«Sınırlı bir yaşamı, sınırsız bir davaya adayan» Ermeni bir devrimci: Armenak Bakırcıyan

Sarkis Hatspanian

«T.C.» solunun 1968 öncesinden-sonrasına faşist ‘devlet’ güçlerince tutuklanarak, işkence edilerek, asılarak, kurulan hain pusularda veya çatışmalarda kurşunlanarak katledilmiş, isimleri A’dan Z’ye alfabede varolan tüm harflerle ve hatta onların değişik kombinasyonlarından da çok fazla olduğunu bildiğim adlarıyla, ilerici, devrimci, demokrat her türden politik hareketin önder kadrolarının ölümsüzleştiği günlerin fetişizme varan söylemlerle anılan etkinlikler ortamının yabancısı olmadığımdan, yitirilen o değerli insanların otobiyografilerinin hemen her anını da neredeyse ezbere bilen bir neslin evladıyım.

11 Mayıs 2012 Cuma

Militarizm Muktedir Apoletsizin Apoletliye Verdiği Görevle Doğar

Ahmet Doğançayır

Militarizm yalnızca ordulara ait bir nitelik değil, tersine bu orduları egemenliğinin temel taşıyıcısı ve devamını sağlama aracı olarak belirlemiş kapitalist bir sistem ve düzenin niteliğidir. Militarizm ve devlet, kapitalist sistemin işleyişine uygun olarak kurumsallaştırılmıştır.

Apoletsiz Halit Narin


Apoletli Kenan Evren
Bu düzen içinde yer alan tüm unsurların yeri ve işlevleri belirlenmiş ve düzenin bir parçası olarak işlemesi sağlanmıştır. Ayrıca bugün militarizm hem emperyalizmin yayılma politikalarında hem de devletlerarası ilişkilerde mevcuttur. Hem emperyalist yayılma politikalarında hem de devletlerarası politik ilişkilerde belirleyici kavramlar korku ve kontroldür. Militarizmi var eden şey korkunun canlı tutulması ve bunun üzerinden üretilen güvenlik talebidir.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Türkiye Solu’nun Geçmişi ile Hesaplaşılmalı

Selami Gürel
Sanırım yoğun bir debdebeden sonra ortalık sakinleşmeye, solun ve emekçilerin mağduru olduğu, iyi organize edilmiş 1 Mayıs 1977 katliamı ve politik tutumları nedeniyle bu katliamın gerçekleşmesine uygun zemin hazırlayan o dönem solcularının tutumlarını iki ayrı başlık altında tartışmak gerektiği daha anlaşılır hale gelmeye başladı. Keşke, bir birimizi bu kadar yorup yıpratmadan, doğrudan, 1980 öncesi “sol içi çatışmaların yarattığı tahribatı ve Türkiye Solu’na bu hastalığın nereden, nasıl bulaştığı” üzerine konuşmaya başlayabilseydik. Neyse olan oldu, bari bundan sonra daha soğukkanlı bir şekilde devam edelim.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Bir Kitap: Tekel’in Elleri Mücadele ve Yordam

Sitemizin yazarlarından Nuri Cemal direnen işçilerle birlikteliğinden edindiği izlenimler sonucunda Tekel direnişini ‘Tekel’in Elleri Mücadele ve Yordam’ adıyla kitaplaştırdı.

Kendi Halinde Sınıf                                                             

Durduk yere, kendiliğinden işçi sınıfını oluşturuyorlardı, diğer milyonlarca işçiyle beraber. Şu ya da bu etnik kökenden, dinden, mezhepten, dilden kadın ya da erkekler olarak diğerleriyle beraber kendi halinde işçi sınıfını oluşturuyordu TEKEL işçileri. Adeta otobüs durağındakilerin “otobüs durağındakileri” oluşturması gibi.
Onlar aynı zamanda aile babası, çocuk annesi, apartman sakini, kiracı, ev sahibi, falanca takım taraftarı vb. statülere de sahiptirler ve bu kimlik ve statüleri kullandıkları sürece sınıf aidiyetlerini kolayca unutabiliyorlardı da.

8 Mayıs 2012 Salı

İnsaf be Yıldıray Oğur !

Not: Selami’yle 1970′li yıllarda aynı okulda muazzam devrimci yükselişin havasını bütün devrimci arkadaşlarla birlikte teneffüs ettik bir nevi kader ortaklığı yaptık. Seneler geçse de, insan hayatı için zaman olarak kısa ama yaşanan sürecin dolu dolu olmasından dolayı dostluklar hep baki kaldı. Selami’nin, Yıldıray Oğur’un Taraf gazetesinde Sadık Canaslan’ın trajik ölümünü araçsallaştırıp sosyalizme karşı sürdürdüğü psikolojik harbin bir unsuru haline getirmesine isyan etmesi kadar doğal bir şey olamaz.

Son dönemde artık sosyalistlere ve Kürtlere karşı adeta ‘Psikolojik Harp Dairesi’ misyonunu büyük bir iştihayla üstlenen Taraf gazetesinden beklenmeyecek bir seviyesizlik değil bu tutum. Eski muktedirler gitii, yeni muktedirler gideni aratmamak üzere aynı metodları mağdura karşı kullanma görevini devralmış bulunuyor. Apoletlilerin andıçlama işlerini şimdi ‘Sivil demokratlar’ bihakkın yerine getirmekle meşguller. Eski muktedirin uyguladığı dezenformasyon işlerini yeni muktedir aynen devam ettiriyor. Yani durum tabiri caizse eski tas eski hamam. Mağdur oldu sana mağrur.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Diyarbekir 5-6 Mayıs 2012 Demokratik Özerklik ve Ekonomi Sempozyumu “Matematik versus Politika” Temasına Demir Küçükaydın’ın Bildirisi Eşitlik, Demokrasi, Özerklik ve Refah

Demir Küçükaydın



Az önce, Moderator arkadaş Denizler’in idamı vesilesiyle onları anmaya davet etti ve kısa bir saygı duruşuyla andık. Bu vesileşle ben de küçük bir anımı sizlerle paylaşarak bu anmaya kadkıda bulunayım. Deniz’le arkadaştık. Devrimci Öğrenci Birliği’den. Son Olarak Taşkışla’da buluşmuştuk. Yollarımız artık ayrıydı ama sevgimiz saygımızda bir eksilme yoktu. Beraberce gelecekte neler yapacaklarımızı şöyle bir konuşmak üzere şöyle bir açıldık, kantinin kalabalığından uzaklaştık. Hiç konuşmadan uzunca bir süre yürüdük. Konuşmadan ayrılacaktık neredeyse, çünkü biliyorduk neler düşündüğümüzü, hissettiğimizi. Sonunda laf nasıl açıldı bilmiyorum ama, ben aşağı yukrı “Bu mücadele çok uzun. Milyonlarca insanın, işçinin eylemi olmadan bir şey değiştirilemez, bir devrimci parti olmadan bunlar örgütlenemez, ben bunun işiçn işçi sınıfı ve parti için mücadele edeceğim, bu uzun bir yol” anlamında bir şeyler söyledim.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Halil Berktay’larla 1 Mayıs 1977 tartışmasına devam (2) Derdiniz ne sizin?

Selami Gürel

Halil Berktay’ın başlattığı ve ardından bazı isimlerin de onun arkasında durduğu “1 Mayıs 1977 katliamı solcuların işiydi” diye özetlenebilecek tartışma devam ediyor. Ve daha da devam edeceğe benziyor.


Tam bu yazıma başlarken sevgili Rıdvan Akar’ın enfes yazısı internete düştü. Yazmaya ara verip okuyunca, kendime “bunca anlaşılır açıklamadan sonra başka şey söylemeye gerek var mı” diye sordum. Yine de var galiba.

Öncelikle bir ahlaki tutum üzerine konuşmak istiyorum.


Halil Berktay ve “yanında duranlar” sanki iki konuyu bir birinin içine geçirip, buradan T.C. tarihindeki en örgütlü bir provokasyonu nasıl sola mal edebileceklerinin çabası içinde gibi görünüyorlar. Eğer, 1980 öncesi Türkiye Solu’nun demokratik olmayan, tahammülsüz, hatta düşmanca tutumlarını eleştirmek, bunun tarihsel köklerine inerek bunu tüm toplum önünde açıkça tartışıp mahkum etmek gibi samimi bir niyetleri olsaydı, bu tartışmaya 1977 dekine yakın yeni 1 Mayıs kutlamasının ardından ve doğrudan solu bir provokatörler yığını gibi göstererek başlamamaları gerekirdi.

3 Mayıs 2012 Perşembe

S. Hatspanian’dan /1 Mayıs, Emekçilerin Birlik ve Mücadele Günü müdür Gerçekten?


SarkisHatspanian on 1. Mayıs 2012

Bugün, «T.C.» adlı leylim ley devletin değişik şehirlerinde ellerinde «Dünyanın Bütün Emekçileri Birleşin», «1 MAYIS, EMEK, BARIŞ, EŞİTLİK, ÖZGÜRLÜK VE ADALET İÇİN BİRLİK, DAYANIŞMA VE MÜCADELE GÜNÜDÜR» türünden yazılı pankartlar ve afişler tutan yığınların büyük alanlara aktığı ve biri birine sıra vermeden günün önemini vurgulayan konuşmalar yapılacağı gündür.

Ancak, bugün düzenlenmesi planlanan açık veya kapalı salon toplantılarından tutun, miting ve yürüyüşlerden hemen hiçbirinde, kendini ilerici, demokrat, devrimci adlandıran örgüt, sendika veya kurumlar adına yapılacak olan konuşmalardan korkarım hiç birinde, bu topraklarda işçi sınıfının İLK partileriyle, sendikaların ve hangi halktan olurlarsa olsunlar, işçilerin, emekçilerin haklarını savunmak, onların insanca bir yaşam için verecekleri mücadeleyi koordine etmek amacıyla kurulan İLK örgütlenmelerin, Elen ve Ermeniler tarafından kurulmuş oldukları hakkında ne yazık ki tek söz dahi edilmeyecek !…
İstanbul, İzmir, Selanik, Adapazarı, Zonguldak, Ankara, Samsun gibi şehirlerdeki fabrikalar, tarlalar ve madenlerde çalışanların ilk amele birliklerini kuran, işverenlerle işçiler arasında yapılan yazılı ilk iş sözleşmelerin Ermeni hukukçular tarafından hazırlandığı, bilahare iş güvencesi, daha ileri zamanlarda daha başka hakların elde edilmesi amacıyla yapılan ilk grevlerin de yine Elen ve Ermeni işçilerin başını çektiği bir grup örgütlü insanlar hakkında da susulacaktır eminim !

1 Mayıs 1977 de ne oldu?

Selami Gürel

Halil Berktay’ın bugünkü TARAF gazetesindeki söyleşisini okuyunca o dönemin ve o anın yakın tanığı olarak bazı şeyler söyleme zorunluluğu hissettim.

Kanlı 1 Mayıs öncesi Türkiye’de nasıl bir ortam vardı?
1976 -1977 yılı, Türkiye sol hareketinin tarihinde en kitlesel güce ulaştığı yıllardı. Sol hareket, dünyadaki “sosyalist” blokların şekillenişine göre şekillenmişti. TKP Sovyetler Birliği çizgisinde, benim de içinde bulunduğum Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu gibi örgütler Çin – Arnavutluk, Dev-Yol gibi diğerleri Castro – Che Guavera çizgisindeydi. Özellikle Çin – Arnavutluk çizgisindeki “bizimkilerle” Sovyetler Birliği çizgisindeki TKP arasındaki gerginlik çok sertti.

1 Mayıs’ın (Yek Gulan) Gösterdikleri

 Mahmut Balpetek


Giderek kitleselleşme yönünde seyir eden 1 Mayıs, 2012’de Taksim’e sığamaz hale gelerek bu geleneği bozmadı. Taksim’in, verilen mücadele sonucu 1 Mayıs’a açılması akabinde gözle görülür bir kitleselleşme yaşamıştır. 2012 1 Mayıs’ı çok farklı ilklere imza atar olmuştur. Geçen yıl kutlamalarından farklı olarak, Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen sendikalarının, Kürt sorunun barışçıl, demokratik çözüm talebinin 1 Mayıs bildirisinde yer almasına itirazları nedeni ile Taksim’e gelmemiş olmalarına karşın niceliksel bir azalma olmadığı gibi, hatırı sayılır bir artış gözlenmiştir.
Hiç kuşku yok ki, Türk-İş içindeki muhalif Petrol-İş, Kristal-İş, Hava-İş, Deri-İş benzeri sendikalar alandaki yerlerini almışlardı.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Anti-Kapitalist Müslümanlar Dost mu Düşman mı?

Ferhan Umruk

Bu yıl 1  Mayıs’ın medyatik aktörü ‘Anti-Kapitalist Müslümanlar’ oldu. Doğrusu tecrübelerle sabittir ki siyaset zemininde sansasyonel çıkışlar çoğu zaman bir saman alevinden ibaret kalırlar. Bu hakikatin altını çizerek, Anti-kapitalist Müslüman hareketin sahih bir siyasi varlık olup olamayacağının zamanın terazisine tabi olacağını belirtelim. Bu oluşumun ansızın gökten zembille inmediği siyasal İslam içindeki tartışmaları izleyenler tarafından bilinmektedir.

Tek parti rejiminden çok partili parlamenter rejime geçilmesi ile Sünni kitleler Demokrat parti ile başlayan geleneksel sağ partilerin oy deposu haline dönüştü. 1960’ların sonunda, sünni kitlelerin Milli Nizam  Partisi’nin kuruluşuyla birlikte Sünni-siyasal İslamla  buluşmaları günümüze ulaşan yolun ilk taşlarının döşenmeye başlandığı eşiği teşkil etti. Sovyetler Birliği’nin varlığını sürdürdüğü iki kutuplu dünyada Sünni siyasal-İslamın Türkiye’de oynadığı siyasal rol Anti-Komünist vurucu güç olarak tezahür etti. Necmettin Erbakan’ın kişiliğinde tezahür eden ve çeşitli parti adlarıyla varlığını sürdüren gelenek bu niteliksel özelliğini korudu. İç pazara dönük muhafazakar Anadolu burjuvazisinin çıkarları temelinde iç pazarı korumak için batı düşmanlığı, özel mülkiyeti korumak için de komünizm düşmanlığı, hareketin siyasi fikriyatının iki temel direğini oluşturdu.

26 Nisan 2012 Perşembe

Resmi Tarih ve Avcı Hikayesi



Mahmut Balpetek


            20 Nisan akşamı arkadaşlarımla Ayvalık dönüşü arabada koyu bir sohbete tutuştuk. Nazar dostumla aynı coğrafyanın insanıyız. Nazar daha tartışmanın başında “ben doğuştan muhalif ve solcuyum. Yaşadığım coğrafya bana başka şans vermedi. Ancak solun teorisini bilmem” diyerek kendi cephesinden tartışmayı kapattı. Fanatik bir Ahmet Kaya hayranı olan Ayvalık doğumlu kardeşim Atınç, ailesinin sağcı olduğunu, kendisinin ise Ahmet Kaya’ya olan hayranlığı nedeni ile sol görüşü tercih ettiğini anlattı. Sohbet; 1915 Ermeni, Dersim benzeri sorunları içeren tarih eksenliydi. Sohbetin bir yerinde Atınç bana dönüp “ağabey, okulda okuduklarımız ile senin anlattıkların arasında benzerlik bile yok, bizim okulda ve sonrasında öğrendiklerimiz yalan mı?” diye sordu. Bende önemli ölçüde yalana dayalı resmi tarihi bize okuttuklarını anlatmaya çalıştım.

23 Nisan 2012 Pazartesi

Sarkis Hatspanian’ın “Hocalı Katliamı” ile İlgili Yazısı, Gazi Katliamı, Ergenekon, Gün Zileli ve Milliyetçilik Üzerine

'yalansız’ın notu; Demir Küçükaydın bu yazısında  Sarkis’in yazısının zaten köxüz’den başka bir sitede yayınlanmayacağını bildiğini belirterek yazının yalnızca köxüz sitesinde yer aldığını yazmaktadır. Ancak Sarkis’in sözü edilen yazısı  'yalansız’da yayınlanmış, hala da sayfalarında durmakta ve okunmaya devam etmektedir. bunu belirtmeyi ihmal etmemesini beklerdik. Bu durum umuyoruz ki unutkanlıktan kaynaklanmıştır. Zira, bilindiği gibi, mümkün olduğu ölçüde sistemin paradigmasını su yüzüne çıkaracak, sosyalistlerin yaşadığımız dünyayı anlamasını ve değiştirmesini engelleyen  ezberleri bozacak yazıları yayınlamak 'yalansız’ın  yayın politikasıdır.




Demir Küçükaydın

23 Nisan çocuk bayramının, kendisinin unutturulması için koyulduğu ve çocukların masumiyetinin de kendisine kurban edildiği 24 Nisan Ermeni Katliamının yıl dönümü yine geliyor.
Sol veya Sosyalist örgütler, artık kendilerinin bile “görücüye çıkmak” diye tanımladıkları, 1 Mayıs gösterileri için toplantılar, kimin nerede nasıl yürüyeceğine, nasıl güçlü ve etkili görüneceklerine ilişkin ince hesaplar ve pazarlıklar yaptıkları toplantıları sürdürüyorlar. Ama 24 Nisan bunların içinde hiçbir yer tutmuyor. Belki bir iki küçük sol örgütün ve birkaç bireyin bir uğraşı olarak kalıyor.
Aslında Türkiyeli sosyalistlerin ve İşçilerin, 1 Mayıs’ın da tıpkı 23 Nisan gibi, 24 Nisan’ı unutturmanın, gizlemenin, gündemden düşürmenin ve bizzat 1 Mayıs’ın kendisini anlamsızlaştırmanın bir aracı haline dönüştüğünü görüp, 1 Mayıs’ı 24 Nisan’da yapmaları ve 1 Mayıs’ı gerçek 1 Mayıs’ın özünde bulunan mesaja tekrar kavuşturmaları beklenirdi. Ama onlar böyle “milliyetçi” dalaşmalarla uğraşmayacak kadar derin “Enternasyonalist”tirler.

22 Nisan 2012 Pazar

24 Nisan: Ermeni Halkının Ölüm Yolculuğu

Hakkı Yükselen

Mevsimi geldi, şimdi bütün gözler yine Amerikan Kongresi’ne getirilecek “soykırım yasa tasarısı”na ve Amerikan Başkanı’nın tavrına çevrilecek. Büyük bir ihtimalle vartayı yine atlatacağız; malûm ortada koskoca bir Ortadoğu ve Suriye meselesi var!
Aslında her tarihsel olay,  bugünü anlaşılır kıldığı, bugüne ilişkin dersler içerdiği veya bugün işe yaradığı kadarıyla tartışılır, bu nedenle bir anlamda ‘araçsallaşır’; Ermeni sorununda olduğu gibi.

1915 olayları ve tehcir konusu da olumlu ve olumsuz yönleriyle artık bugünkü hesaplaşmalarla ilgili politik ve ideolojik bir nitelik kazanmıştır. Tartışmanın bugüne taşınmasının birçok somut nedeni vardır. Konu sadece, geçmişte olanların Türk devleti tarafından inkârı veya itiraf edilmemesi değildir. Tartışmanın içinde yer alan çeşitli güçler farklı amaçlar gütmektedir. Geçmişte yaşananlardan gerçek bir acı duyan, atalarının anılarına sahip çıkan ve kendi varoluşlarını anlamlandırmaya çalışan insanların

20 Nisan 2012 Cuma

Kapitalizm Sadece Krizlerin Değil Savaşların da Nedenidir!

     
       Ahmet Doğançayır

Bugün insanlık geleceği konusunda tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş bir belirsizlik yaşıyor. Çünkü geleceğinin ‘’iyi’’ ya da ‘’kötü’’ olması tümüyle kendi atacağı adımlara bağlıdır. Kapitalizmin 20.yy başında ortak bir olgu olan ‘’son aşaması emperyalizm’’ için aynı zamanda ‘’savaşlar ve devrimler ’’ çağı da denmiştir. Gerçekten de geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısına iki büyük savaş sığmıştır. Milyonlarca insanın hayatına ve yanı sıra maddi yıkıma neden olan bu paylaşım savaşlarının, kapitalist sistemin doğasından kaynaklandığı yazılıp gösterilmiş, anlatılmıştır. Yüzyılın ikinci yarısına ise genel bir savaş sığmamış ama yeni bir olgu olarak nükleer silahlar ortaya çıkmış ve insanlığın toptan yıkımı anlamına gelecek bir nükleer savaş tehdidi ciddi bir tehlike olarak ortaya çıkmıştır.

17 Nisan 2012 Salı

Teori ve Politika (12 Eylülcülerin ve Diğerlerinin Yargılanması karşısındaki Tavırlar Üzerine)


Demir Küçükaydın

Çok uzunca bir süredir, kimi sosyalistlerin geçmişte yaşananlara (12 Mart, 12 Eylül vs.) ilişkin intikamcı bir tonla söylediklerini okudukça bu konuda sosyalist teorinin tüm öncüllerinin ve mantık sonuçlarının; eski güzel geleneklerin unutulduğunu acıyla gördükçe, buna karşı bir şeyler yazmak gerekir, keşke biri yazsa diye aklımdan geçirmeden edemiyordum. Kimseden ses çıkmayınca gene iş başa düştü diye uygun bir zaman bulmaya çalışıyordum.
En son geçen hafta sonu, “Sosyalist Yeniden Kuruluş” isimli girişimin İstanbul’da yaptığı üç toplantıdan birine gitmiştim. Sosyalistler nerede, ne yapıyorlar, neler tartışıyorlar; bakalım buradan bir şeyler çıkar mı diye, radar ekranından yitirmemek için.
Oradaki kimi konuşmaları dinleyince, artık geciktirmemeli sorun çok daha derinde ve metodolojik diye düşünüp hemen yazmaya karar verdim. Dün sabah kalkınca bu yazıyı yazdım. Sonra bir gün demlensin hele diye beklemeye bıraktığımda, Radikal’de İskender Pala ile yapılmış söyleşiyi okuyunca artık daha fazla geciktirmemeli diyerek bu gün son şeklini verip yayınlıyorum.

Bakırköy’ü Kızıla Boyadılar

Mahmut Balpetek
          
          Uzun süredir solun yaptığı eylemlerin genellikle kitlesellikten uzak ve mekan olarak Beyoğlu İstiklal caddesine sıkıştığı tartışılıyordu. Ancak, 15 Nisan Pazar günü Grup Yorum’un Bakırköy’de gerekleştirdiği konser, bu durumun değişebilirliğinin kanıtı oldu.


 Konserden daha fazla siyasi protesto mitingi şeklinde gerçekleşen etkinlik, yüz binlerin ilgisine mazhar oldu. Bir siyasi fraksiyonun etkinliğinin çok ötesinde solun bütün kesimlerinin katılımıyla sosyalist solun ortak eylemine dönüşen miting, dev ekranlardan Ekim Devrimi’in slaytları ile başladı. “Önderin Çağrısı Gelince Ayaklandı Partizan” marşı eşliğinde sahne, ekran ve meydan kızıl bayrakların dalgalanmasına yurtluk etti. Küba Devrimi ve Fidel Castro ve Ernesto Che Guevara’nın kısa filmi yansıdı ekranlara. Ardından; 12 Eylül, Madımak, Gazi olaylarını vb. gibi siyasi tarihimizin kısa bir özeti ile kontrgerillanın faaliyetlerini deşifre eden slaytlar dev ekranlara yansıtıldı. Çoğunluğunu gençlerin oluştuğu kitle çok değişik sosyal kesimleri kapsamaktaydı. Adana Demirspor’un pankartı, Çarşı’nın desteği, Cumartesi Anneleri ve tutuklu aileleri ve kızıl yıldızlı bereleriyle gençler en çok göze çarpanlar arasındaydı.

11 Nisan 2012 Çarşamba

AKP’nin Yeni Kürt Stratejisi ve Newroz


Mahmut Balpetek

Amed Newroz’da yasaklar yasaklandı!
            Uzun bir aradan sonra Newroz, iktidar tarafından yeniden yasaklı ya da en hafif deyimiyle yarı yasaklı hale getirildi. Diyarbakır ve İstanbul illerinde daha kitlesel olması açısından 18 Mart Pazar günü yapılmak istenen Newroz etkinlikleri iktidar tarafından “Newroz’un bağlamı ve amacı dışında kullanılmasına izin vermeyeceğiz” denilerek yasaklandı. Ancak bu yasaklanma özelikle Amed’de milyonlar tarafından yok hükmüne dönüştürüldü. Başka bir ifadeyle Amed halkı yasakları yasakladı. Kolluk güçlerinin bütün abartılı şiddet yöntemleri ve kışkırtıcı davranışlarına karşın milyonu aşkın kalabalığın Newroz’u kutlamasının engellenmesi başarılamadı.

6 Nisan 2012 Cuma

Marksist örgüt mü? Anarşist Örgütsüzlük mü? Yoksa…

İbrahim Özkurt



Marksistler, sınıfsız topluma; Devrimler sonunda bir parti kanalıyla, burjuva devlet aygıtını ele geçirerek ve bir geçiş aşaması olan proletarya diktatörlüğüyle, Anarşistler ise, İktidarın yozlaştırıcılığını iddia ederek; Âdemi-merkeziyetçi, Öz yönetimci, özgürlükçü örgütlenmeler ile ulaşılabileceğini iddia etmiş ve pratiklerine yansıtmışlardır. Her iki akımın başarısızlığının altını çizerek başlamak istiyorum yazıma…

Teorilerin doğruluğu ya da yanlışlığı pratiklerle netleşir ve her pratik yeni teorilere ebelik eder. Marks ve en yakın çalışma arkadaşı Engels’in örgüt teorileri, üyelerin söz ve karar sahibi olmasına dayanıyordu. 1877 de Marks ve Engels gizli Komünist derneğe ilk üye oldukları zaman girişlerini, “otoriteye iman etme biçimindeki boş inanı teşvik edecek her türlü hükmün tüzükten çıkarılması” koşuluna bağlamışlardı.

16 Mart 2012 Cuma

Bu Başbakan Kimin Başbakanı?












Artık katliamın affına "hayırlı olsun" diyen bir Başbakan var Türkiye'nin başında! Ey Başbakan! Bilesiniz ki, yanmakla tükenmez bu ülkenin güzel evlatları. Bir gider bin geliriz! Bu dava "divan"a kalmayacak!
Mehmet Özgen

Erdoğan, Sivas Davasının zaman aşımından düşmesi ile ilgili soruya, "Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Zaten onlar da söylüyorlar... Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı. Bilemiyorum tabii onlar da var..." yanıtını verdi. Bütün söyledikleri bu!"
Yıllar yılı içerde olan vatandaş"! Kim bunlar? "Yak yak" , "şeytan Aziz", "kahrolsun laiklik", "Türkiye islamdır islam kalacak" nidaları, "cehennem ateşi" söylemleri ile, ortaçağ daki cadı yakma ayinlerini bile aşan bir vahşet histerisi ile Madımak otelde 35 aydını yakanların elebaşıları. "Tinerci" ya da "ateist" değildiler. Başbakanin "dindar neslinden"diler.

13 Mart 2012 Salı

Kürt Sorununda Barış Olanakları Ve Dinamikleri

 Mahmut Balpetek
28 yıllık kesintisiz bir savaşı arkasında bırakmış bir toplumuz. Bu kadar uzun süren savaşların toplumlarda bir dizi derin defekt bırakması kaçınılmazdır. Biz de, kısmen de olsa bu defektlerden payımıza düşeni almış ve almaya devam etmekteyiz. Ancak buna karşın Hatay, Bursa, İnegöl’de devreye sokulan ve toplumsal boğazlaşma ile sonuçlanması beklenen,  provokatif kalkışmalar, kalkışanların beklentilerine yanıt vermemiştir. Zira bu hareketlerden beklenen ülke bütününe sıçrayacak derin bir Türk – Kürt çatışmasıydı. Ancak bu muratları gerçekleşmedi ya da gerçekleştiyse de lokal sınırları aşmadı. Peki, neden Sırplarla Boşnaklar arasında geçen tam manasıyla insanlık tradejisi manzaralar bizde hayat bulamadı.

12 Mart 2012 Pazartesi

Sosyalistlerin Temel Politik Hattı Ulusçuluk Değil Enternasyonalizm Olmalıdır


Ahmet Doğançayır


Modern sosyalizmin doğuş çağında ayırt edici sloganı ‘’Bütün dünyanın işçileri birleşin’’ idi. Komünist Manifesto’nun bu ünlü bitiş ve bir anlamda da onu özetleyen cümlesi, sosyalist hareket ve düşünüşün uluslar arası olma karakterini vurguluyordu. Devrimci Marksizm’in bileşenlerinden birisi ve belki de en önemlisidir enternasyonalizm. Genel olarak sosyalizme devrimci Marksizm’in ne derecede egemen olduğunu enternasyonalizme ve enternasyonale verilen önemden çıkarmak olanaklı. Ama bu kökensel önemine rağmen enternasyonalizm, onun en kısır ve yüzeysel yorumlanmış, en kolay bir yana bırakılmış ve ihlal edilmiş’’boyutu’’olagelmiştir. Bu yüzeysel yorum bir süre sonra sosyalist-komünist hareketlerin ‘’millileşmelerini’’yani eylem ve düşünüş çerçevelerini ulus devletlerin egemenlik sınırlarıyla örtüştürmelerini, enternasyonalizmin dayanışma jesti haline getirilmesini, Stalinizmle damgalanan evresinde ulus devlet modeline göre güçlü merkez ve taşra örgütleri ilişkisine benzeyen bir yapının çürütücülüğüne terk edilmesini kolaylaştırmıştır.

8 Mart 2012 Perşembe

Taş Atan Çocuklar (TMY) Yazısına ÇİAÇ’tan Düzeltme

aş Atan Çocuklar (TMY) Yazısına ÇİAÇ’tan Düzeltme
Pozantı’da çocuklara yapılan işkence ve tecavüz medyada meta değeri bulunca TMK Mağduru Çocuklar tekrar gündeme geldi. Talep edilen 7 maddeden 6′sı TBMM’den geçince en baştan belirttiği gibi ÇİAÇ (Çocuklar İçin Adalet Çağırıcıları) kendini feshedince, bu kanunların uygulanması, hükümetin, hatta doğrudan Başbakan ve cumhurbaşkanı’nın basının önünde söz verdiği rehabilitasyon programının (asimile edici olmayan, devlet aygıtı aktörlerinin de rehabilite edilmesini öngören) takibi için ÇİAT (Çocuklar İçin Adalet Takipçileri) kurulmuştu. Ama Rana Arıbaş, Ammar Kılıç ve Arif Akkaya canla başla çalışsa da ÇİAT bu mücadelede büyük ölçüde yalnız bırakıldı, yeterli destek alamadı. Her üç arkadaşımız da Barış İçin Vicdani Red / Kadın ve Vicdani Red iletişim grubu üyesi, buradan iletişime geçip ÇİAT’a destek verebilirsiniz.

ÇİAÇ, bu coğrafya için farklı bir sivil hak arama mücadelesi örgütlenme biçimiydi, baştan bugüne kadarki muhalif örgütlenmelerin maluliyetlerine düşmeyi önleyici önlemler almıştı. Muhalif örgütlenmeler için önemli bir öneriydi ama örgütlenme biçimi olarak üzerine hak ettiği inceleme yapılmadı. Belki de Mehmet Atak’ın çok önemli makalesi “Muhaliflerin iktidarın yöntemleriyle imtihanı”nda söz ettiği gibi muhalif yapılar farkında olarak ya da olmadan statükolarını bu malullükler üzerinden kurduğu içindir. ÇİAÇ’ın örgütlenme biçimi üzerine tek yazıyı yine Mehmet Atak Birikim dergisine yazdı: “Coğrafya İçin Yeni Bir Örgütlenme Modeli Olarak ÇİAÇ”

Pozantı gündeme gelince Can Dündar da TMK Mağduru Çocuklar’dan Mazlum Erenci’yi yazmış. ÇİAÇ dönemi medyanın ısrarla istismar etmeye çalışmasına karşı, TMK Mağduru Çocukların isim ve fotoğraflarının kullanılmaması için mücadele etmiştik. Mazlum’un ismini yazdım çünkü Mehmet Atak’ın Star gazetesindeki “Kürd Çocukları Hedef Tahtası Mı?” yazısında “Çocuk Bayramı’nda (!?) tesadüfen filme çekildiği için bir süre medyada meta değeri kazanan “polisin dipçiklediği çocuk” S.T. (ki devlet tedavisini üstlenmedi ve kalıcı hasarı var) ile aynı operasyonda 14 yaşındaki başka bir çocuk üzerine saldıran özel timciden kaçarken dereye düşmüş ve atılan gaz bombalarının da etkisiyle çıkamayıp orada can vermişti. İsmi Abdulsamet Erip’ti, biz duymadık. Ölü çocuklara artık verebileceğimiz bir zarar kalmadığı için Abdulsamat’in ismin yazmaktan imtina etmiyorum” dediği gibi Mazlum’un hayatının baharında ölümüne göz yumduk, artık ona verebileceğimiz extra bir zarar yok.

Can Dündar, bahsettiği Mazlum’un hikayesinin “Dördüncü çocuk” ismiyle Mehmet Atak’ın notlarından alındığı yazmış. Aynı isimle Atak’ın ÇİAÇ’ta da paylaştığı rapor, Atak’ın özel notları değil, Atak’ın Diyarbakır’da tahliye olmuş ama davaları devam eden 4 TMK Mağduru Çocukla görüşerek BM İşkenceye Karşı Komisyon’a iletmek üzere hazırladığı rapordandır (ÇİAÇ’ta yayınlanan tam rapor altta), bu rapor BM İşkenceye Karşı Komisyon’a iletilimiş ve ÇİAÇ adına komisyonla iletişimi Prof. Esen Aslandoğan ve Hilal Kaplan yürütmüştü.

Bugün Ferhan Umruk’un  Barış İçin Vicdani Red / Kadın ve Vicdani Red iletişim grubuna gönderdiği yazı “TMK Mağduru Çocuklar İçin ‘Evet’ Çağrısı Yaptınız! Şimdi Vicdanen Borçlusunuz!”da da ÇİAÇ hakkında ciddi bir hata var. ÇİAÇ eşit mesafeyi koruyarak TMK Mağduru Çocuklar için yurtiçi ve yurtdışında katkısı olabilecek tüm özel ve yapılarla görüşmüştü. Bu görüşmelerden biri de doğal olarak Lale Mansur, Mehmet Atak ve Mehmet Uçum’dan oluşan ÇİAÇ heyetinin Başbakan görüşmesiydi. Umruk’un gönderdiği yazıda ÇİAÇ görüşmesi gibi gösterilen görüşme, 7 maddeden 6′sı geçip ÇİAÇ feshedildikten sonra, eski ÇİAÇ’ın beş binden fazla üyesinin haberi olmadan Lale Mansur, Mehmet Uçum ve Osman Can’ın Başbakan’dan ÇİAÇ teşekkürü olarak aldıkları randevudur. Ve görüşme bitiminde “ÇİAÇ Referandumda ‘Evet diyecek’ ” haberleri basına yansıyınca, çalışma alanını son derece net sadece “TMK MAğduru Çocuklar” olarak belirlemiş ve açıklamış eski ÇİAÇ’ın üyeleri kendilerini aldatılmış ve kullanılmış hissetmişti. Mehmet Atak, feshedilmiş ÇİAÇ adına bir açıklama yapmış ve bu görüşmenin zaten kapatılmış olan ÇİAÇ’ın bilgisi harici olduğunu, ÇİAÇ’la hiç bir alakasının bulunmadığını sadece açıklamayı yapan üç kişiyi bağladığını, feshedilen ÇİAÇ üyelerinin Referandum’da hür iradeleri doğrultusunda “evet”, “hayır” diyecekleri ya da boykot edeceklerini söylemişti. Bu açıklama üzerine Lale Mansur da görüşmeye giderken böyle bir siyasi çıkar uğruna kullanılacağından haberi olmadığını açıklamıştı.
Selma Yeşilelma Ekin

5 Mart 2012 Pazartesi

Taş Atan Çocuklar İçin ‘Evet’ Çağrısı Yaptınız! Şimdi Vicdanen Borçlusunuz!

 Mahmut Balpetek
         AKP’nin Kemalist vesayetçi rejime karşı giriştiği “demokrasi” mücadelesi serüveninden muzaffer çıkması, söz konusu olan mücadelenin kendisinin, kapitalist ulus devletin küresel sermayenin ihtiyacına göre kendi sistemini yenilemek anlamına geldiği bağlamından koparan sol liberallerin,  “muazzam değişim yaşıyoruz, yaşanan devrim değil ise de devrimsi durumdur. Durum bildiğiniz gibi değil, AKP demokratikleşme konusunda son derece kararlıdır” kabilinden söylem geliştirmiş olmaları, hangi ihtiyacın tezahürü ya da hangi maddi temeller üzerine oturtulacağı kendileri açısından açıklanmaya muhtaç olma durumunu korumaktadır. Zira liberal olmak iddiası, Türkiye’de Özal ile başlayan iktidar/devlet denklemin iç labirentlerinde gezinmek anlamına geliyor gibi algılanıyor olsa da, tarihsel varoluşları gereği, özgürlükçü yaklaşımları nedeni ile sol ideolojiyle genetik akraba olduklarını bir kez daha hatırlatmak gereklidir.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Sarkis Hatspanian’ın «Hocalı Katliamı» Yalanının Anatomisi!

Yalansız’ın notu;
Sarkis Hatspanian’ın Hocalı üzerine yazısı ‘Köxüz’ sitesi tarafından bilgi mahiyetinde sitemize gönderildi. Yazının içeriği konusunda Köxüz’ün açıklamasını ve yayınlama kararını paylaşıyoruz. Bu açıklamaya  eklenmesi gerekli olan husus ‘ulus devlet’ler biçiminde örgütlenmiş dünya sisteminin insanlığı yıkıma ve katliamlara sürüklediğinin bir kez daha belirtilmesidir. İmmanuel Wallerstein’in  kapitalist dünya sisteminin ‘ulus devlet’ler üzerinde inşa edildiğini belirten tezi şu gerçekliği açıkça ortaya koymaktadır: Kapitalizm, ekonomik olarak sömüren sömürülen sınıflar, siyasi sistem olarak da güçlüden güçsüze uluslar ve ‘ulus devlet’ler  hiyerarşisi üzerinden ezen ve ezilen uluslar adaletsizliğini yaratmaktadır. O zaman, sorunsalın, güncel alanın kısıtı içinde tartışılmasının, sorunun bir parçası olmaktan öteye bir sonucu olmayacaktır. Kapitalizmin aşılması, yeni bir dünya, ancak hem mülkiyetin özel biçiminin hem de onun siyasi sistemi olan ‘ulus devlet’ biçiminin ortadan kaldırılarak bir Dünya Cumhuriyetine ulaşmakla mümkün olabilecektir. Bunu bir rüya olarak küçümseyen reel-politikerlere  cevabımız şudur; eğer bir gelecek rüyanız yoksa neden sosyalistsiniz?
Son olarak, milliyetçi görüşün baskın olduğu bir yazının sosyalist bir yayında yer almasından imtina edilir mi? Köxüz’ün açıklamasında değinildiği gibi nefret söylemi yoksa görüşler açıklanabilmelidir. Yine de itirazı olanlara şunu hatırlatalım. Atom Egoyan’ın Türkiye’de milliyetçi hezeyan dalgasına sebep olan ‘Ararat’ filmi o zamanlar ‘Ergenekon’ propagandasının merkezi halinde olan  ‘Kanaltürk’ televizyonunda yayınlanmıştı. Maksatları şu olabilir, bu olabilir ama sonuç itibarıyla yayınlandı. Öyleyse düşünce özgürlüğünü savunan sosyalist’in bu yazıyı yayınlamaktan imtina etmesinin anlamı  kendini inkar etmektir.Bunun  başkaca hiçbir anlamı olamaz.
Sarkis Hatspanian’ın yazısı: 26-27 şubat 1992: «Hocalı Katliamı» Yalanının Anatomisi!

Köxüz’ün notu:
Sayın Sarkis Hatspanian’dan  aşağıdaki yazıyı yayınlanması ricasıyla aldık. Yayınlıyoruz.
Hatspanian bir Ermeni milliyetçisi olmasına rağmen halklara karşı düşmanlık yapmamaktadır. Türklerden, Azerilerden veya başkalarından gelecek yazıları da, aynı şekilde haklara karşı bir düşmanlık yapmadığı; bir nefret söylemi geliştirmediği; bu yazıda olduğu gibi olgular ve çıkarsamalarla iknaya yönelik olduğu takdirde tartışmanın bir parçası olarak yayınlarız.
Böylece umarız Hocalı’da ne olduğu konusu da en azından olgular düzeyinde tartışılır.
Sayın Hatspanian’ın anlattıklarından  çıkacak sonuç Hocalı’da aslında Türk faşistlerinin kaçmak isteyenleri katlettiği, Hocalı’nın Kaybının da faşistlerin Azarbeycan’da darbe palını da  bozduğudur. Bu çok önemli bir bilgi ve sonuçtur.
Ergenekon, Azarbeycan ve Kıbrıs’ta da gerçekte neler olduğu anlaşılmadan, anlaşılamaz.
Biz her türlü görüşün açıkça ifade edilmesinden ve birbirlerini delillerle, mantıki çıkarsamalarla eleştirmesinden ve çürütmesinden yanayız.
Köxüz sitesi


26-27 şubat 1992: «HOCALI KATLİAMI» YALANININ ANATOMİSİ !
Sarkis Hatspanian
    Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi !” Can Yücel 
1918’den beri Azerilerle Ermeniler arasında varolan anlaşmazlığı silahlı mukavemete vardıran ilk adım, 12 şubat.1988’de Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi Sovyet Parlamentosu’nun, Sovyet Sosyalist Ermenistan Cumhuriyeti Parlamentosu’na yaptığı «BİRLEŞME» isteğinin birkaç gün sonra dönemin politik merkezi Sovyet Prezidyumu’na Moskova’da yapılan resmi başvuruyla atıldı denilebilir.