13 Mart 2012 Salı

Kürt Sorununda Barış Olanakları Ve Dinamikleri

 Mahmut Balpetek
28 yıllık kesintisiz bir savaşı arkasında bırakmış bir toplumuz. Bu kadar uzun süren savaşların toplumlarda bir dizi derin defekt bırakması kaçınılmazdır. Biz de, kısmen de olsa bu defektlerden payımıza düşeni almış ve almaya devam etmekteyiz. Ancak buna karşın Hatay, Bursa, İnegöl’de devreye sokulan ve toplumsal boğazlaşma ile sonuçlanması beklenen,  provokatif kalkışmalar, kalkışanların beklentilerine yanıt vermemiştir. Zira bu hareketlerden beklenen ülke bütününe sıçrayacak derin bir Türk – Kürt çatışmasıydı. Ancak bu muratları gerçekleşmedi ya da gerçekleştiyse de lokal sınırları aşmadı. Peki, neden Sırplarla Boşnaklar arasında geçen tam manasıyla insanlık tradejisi manzaralar bizde hayat bulamadı.
 Bir başka şekilde ifade edersek siyasal savaş neden sosyal savaşa evrilmedi ya da bu güne kadar bu yönde bir ivme kazanmadı. Bu kadar uzun savaşa rağmen neden toplumda hezeyan yaşayan topluluklar devletten bağımsız çeteleşerek birbirlerinin mahallelerini, köylerini, evlerini, işyerlerini basarak savaşı bütün topluma yaymadılar? Bunu sadece toplumumuzun itidali ile açıklamak mümkün mü? Kaldı ki, savaş süresince başbakanlık, bakanlık yapmış bir dizi zevattan, Türk Solu vb. siyasi gazeteye kadar bir dizi kışkırtmacı yazı, çizi ve beyana rağmen. O zaman bütün bunların dışında bir dizi yapıştırıcı öğe ve toplumsal psikolojiyi pozitifleştirici etmenden söz etmek mümkündür.
            1- Bu etmenlerden birisi, her iki etnisitenin çoğunluğunun ortak bir dine sahip oluşlarıdır. Söz konusu kimliklerden biri farklı bir dine mensup olsaydı bu savaşın topluma daha fazla nüfuz etmesi, daha çok katliamın, daha çok tehcirin yaşanması kaçınılmaz olurdu. Yakın tarihimiz Ermeni ve Nasturi meselesi ile günümüz ise Boşnak – Sırp boğazlaşması ile buna tanıktır. İnsanların,  ibadet için aynı mekanları kullanmasının, ortak etik değerlere sahip olmasının hatta aynı mezarlıklara gömülmesinin, türdeş yakarılarda bulunmasının toplumsal psikolojiye pozitif katkı koyduğunu söylemek mümkün. Başbakanın “bunlar Zerdüşt’tur” yolu afaki açıklaması, Bakanlığı döneminde Cemil Çiçek’in “bunlar sünnetsizdir” beyanı, sanılanın aksine sıradan söylenmiş mutad yakıştırmalar değildir. Bilinçli biçimde, savaşın topluma nüfuz etmesi için sarf edilmiş ifadelerdir. Yani murat edilen, Kürtleri “gavurlaştırmak” bu gavura karşı Türkleri kışkırtmaktır. Dolayısı ile savaşın zeminini genişletmek, kapsama alanını büyütmektir. Öte yandan ortak bir dine sahip olma halinin kendisi aynı zamanda asimilasyoncu politikalara verimli bir zemin teşkil ettiğinin de altını çizmekte de yarar vardır.
            2- Bu iki etnik kimlik arasında dünyada eşine çok az rastlanır biçimde evlilikler yaşanmış olmasıdır. Bu evlilikler yolu ile melezleşmiş kuşakların ortaya çıkması savaşın sosyal yayılma periyoduna karşı dalga kıran işlevi görmektedir. Sayıları milyonlarla ifade edilen bu toplumsal kesime bir de her iki tarafın hısım akrabası eklenince ön alıcı niteliğe sahip, hatırı sayılır bir nüfustan söz eder oluyoruz. Ayrıca buna zorunlu veya ekonomik nedenlere yapılmış göçler eklenince coğrafik homojenlik de ortada kalmamış durumdadır. Bu sosyal ve coğrafik heterojenlik, iki etnik kimliğin birbirini sosyal yaşamda yalın tanıma olanağı yaratmıştır. Örneğin, eskiden Irakta bir Kürt, Bağdat’a ya tutuklandığı için ya da bürokratik bir iş için giderdi. Türkiye’de ise en fazla Kürt nüfusunun yaşadığı il İstanbul’dur. Sevindirici denilebilecek bir başka durum ise bütün bu savaş sürecinde, savaşın yarattığı atmosfere dayalı kısmi boşanmalar olsa da bunlardan çok fazla yeni evliliklerin yaşanıyor olmasıdır. Hiç kuşkusuz, savaşın yaratığı nefret iklimi ile etnik kimliklerinin farklılığından dolayı evlenemeyenler de hatırı sayılır bir kesime karşılık gelmektedirler.
            3- Mekan heterojenliğinin önemli bir fenomeni, her iki etnik kimliğin emekçilerinin aynı sendikalarda olması aynı derneklerde çalışıyor olması, aynı odalarda aynı listelerlerden aday oluyor olmaları, birlikte demokratik, ekonomik hakları için omuz omuza mücadele ediyor olmalarıdır. KCK operasyonlarında gözaltına alınan Kürt emekçisi ile dayanışmaya, kardeşi Türk emekçisi geçmektedir. Ya da iş adamlarının, esnaflarının bir arada ve çıkar bağı ile bir birine bağlı olmalarıdır. Bir örnekle anlatmak gerekirse günün birinde acente sistemi ile çalışan bir firmanın Genel Müdürü Mardin’deki bayisini aramış işlerin nasıl gittiğini sormuş, bayii “işler iyi ama birde İmralı’daki pencereyle uğraşmasalar dükkanları açık tutabilsek her şey çok daha iyi olacak” diye yanıt vermiş. Bunun üzerine Genel Müdür “yakındır o da olur. Hepimiz rahata çıkarız” diye karşılık vermiş. Farklı sınıflar içinde de olsa etnik kimliği aşan,  bu duygu birliğinin de, savaşın topluma boca edilmesini engelleyici tıkaç işlevi gördüğünü söylemek mümkündür.
            4- Kürt özgürlük hareketini yöneten kesimin sol, sosyalist, devrimci olmaları da ciddi bir olanak olarak işlev görmeye devam etmektedir. Yaşları 50-70 arasında seyreden bu kadrolar, sosyalist hareketin farklı yapılarından, “Sosyalist Kürdistan” şiarı etrafında birleşmek üzere yan yana gelmişlerdir. Dolayısı ile geldikleri siyası disiplinlerin azımsanmayacak etkilerini taşıdıklarını gözden kaçırmamak gerekir. Bu kadroların bir dizi Türk, Çerkez, Laz, Boşnak, Arap… yoldaşı ile ortak mücadele ettiğini dolayısı ile salt Kürtlerle çevrelenmiş bir dünyanın sınırlarına hapis olmadıklarını akılda tutmak gerekir. Bu noktada enternasyonalist kimlikleri; savaşın kör milliyetçilik kabında biçimlenmesine, buna dayalı olarak boğazlaşmayı engellemekte önem kazanmaktadır. Ancak mücadele sürecine yeni giren kadrolar için bu kadar rahat konuşmak söz konusu değildir. Sosyalizmin dünyada yenilgisi, solun itibarsızlaştırıldığı bir dönemde mücadeleye atılan bu kesimin tek bir amacı var, o da Kürtlerin geleceğidir. Türk yoldaşları hiç olmamış ya da, olsa da okuldan mahalleden tanıdığı üç beş kişiyi aşmamış bu gençler hızla kadrolaşmaktadırlar. Duygu dünyaları öncülü kadrolardan farklı olan bu grup, solculuğundan fazla Kürtlüğünün altını çizmekte, baskın hissiyatı solculuktan fazla Kürtlüğü olmaktadır. Bu öbeğin liderliğinde çözümün, bu günkü kadar kolay olmayacağının her türden belirtisi uç vermektedir.
            Son söz yerine, uzun ve yıkıcı bir savaşa karşın, henüz barış için sayısız olumlu olanak varlığını sürdürmektedir. Ancak bu olanaklar ilelebet sürecek değildir. Kaldı ki, azalarak da olsa bir kısmı daha uzun süre varlığından söz ettirse bile, bir bütün olarak toplumun sabrı tükenmektedir. Bu tükeniş geriye olanaklar kalsa bile, toplumun bunu değerlendirmesine engel niteliğe bürünmesine yol açacaktır. Barış sadece naif, kulağa hoş gelen bir söz değildir. Bu ülkenin ve dünyanın arzu ile beklediği günlerin adıdır. Buna karşı durmak insanlık suçudur. İnsanlık suçunda vicdanlarda zaman aşımı yoktur.

Hiç yorum yok: