12 Mart 2012 Pazartesi

Sosyalistlerin Temel Politik Hattı Ulusçuluk Değil Enternasyonalizm Olmalıdır


Ahmet Doğançayır


Modern sosyalizmin doğuş çağında ayırt edici sloganı ‘’Bütün dünyanın işçileri birleşin’’ idi. Komünist Manifesto’nun bu ünlü bitiş ve bir anlamda da onu özetleyen cümlesi, sosyalist hareket ve düşünüşün uluslar arası olma karakterini vurguluyordu. Devrimci Marksizm’in bileşenlerinden birisi ve belki de en önemlisidir enternasyonalizm. Genel olarak sosyalizme devrimci Marksizm’in ne derecede egemen olduğunu enternasyonalizme ve enternasyonale verilen önemden çıkarmak olanaklı. Ama bu kökensel önemine rağmen enternasyonalizm, onun en kısır ve yüzeysel yorumlanmış, en kolay bir yana bırakılmış ve ihlal edilmiş’’boyutu’’olagelmiştir. Bu yüzeysel yorum bir süre sonra sosyalist-komünist hareketlerin ‘’millileşmelerini’’yani eylem ve düşünüş çerçevelerini ulus devletlerin egemenlik sınırlarıyla örtüştürmelerini, enternasyonalizmin dayanışma jesti haline getirilmesini, Stalinizmle damgalanan evresinde ulus devlet modeline göre güçlü merkez ve taşra örgütleri ilişkisine benzeyen bir yapının çürütücülüğüne terk edilmesini kolaylaştırmıştır.
 Kuruluşundan itibaren ilk beş yılında dünya devriminin partisi gibi çalışan Komintern 1920li yılların ortalarından itibaren Sovyetler Birliğinde yükselen bürokrasinin denetimine girdiği ölçüde dünya devrimi için mücadeleden uzaklaşacak, giderek Sovyet bürokrasisinin çıkarlarını korumaya memur edilen bir örgüte dönüşecekti. Sovyetler Birliğindeki ulusal sosyalizm, enternasyonalizm zeminini ortadan kaldırıyor, devrimci partilerin enternasyonal bir örgütte bir dünya partisinde birleşmesini gereksiz kılıyordu. Sonunda Stalinci bürokrasinin uluslararası diplomatik manevralarının önünde bir engel haline gelen Komintern 1943de lağvediliyordu.  Sovyet bürokrasisi kendisine bağladığı komünist partiler aracılığıyla dünya sosyalizmini uzun süre denetledi ve yönlendirdi. Dünya devrimi yerine ‘’tek ülkede sosyalizm’’ kuramını, enternasyonalizm yerine ‘’ana yurdun savunulması’’anlayışını ve enternasyonalin yerine Kremlin bürokrasisini egemen kıldı bunun sonucunda da dünya proletaryası uluslararası bir önderlikten yoksun kaldı. Devrimci Marksizm’in her yükseliş dalgası temel olarak bir enternasyonal ile birlikte yaşanmış, böylesi bir örgütlülükle taçlandırılmıştır. Eğrideki her düşüş kendini enternasyonalde göstermiş ve bunun sonucunda dünya partisi ya sönmeye yüz tutmuş ya da yozlaştırılmış ve tasfiye edilmiştir. Şüphesiz bu düşüşler yalın ve kendiliğinden bir biçimde olmamış bu dönemlerde devrimci Marksistler hep ‘’akıntıya karşı’’mücadele etmiştir. Lenin’in, Rosa Luxemburg’un, Troçki’nin ve diğerlerinin yozlaşan II. Enternasyonal’in Marksizm de giriştiği revizyona ve sınıf mücadelesi karşısında aldıkları oportünist tavra karşı verdikleri mücadeleler bunun örnekleridir. Marksizm’i enternasyonalist özünden soyutlayarak onu ulusalcı bir akım durumuna indirgeyen Stalinizm’in tahribatlarına karşı da Uluslararası sol muhalefet ve IV. Enternasyonal direnmiş, devrimci Marksist geleneği üstlenmiş ve bugüne kadar koruya gelmiştir.    
19.yy.ortasında Komünist hareket ‘’bütün dünyanın işçileri birleşin’’sloganını bayraklaştırarak tarih sahnesine atıldığında, herhalde hiç kimse bu ‘’birleşme’’çağrısının yüzyıl bile geçmeden böyle bir otoriter-bürokratik mekanizma müsveddesi ve enkazına indirgeneceğini aklına bile getirmemişti. Gerçi o yıllarda da bunun en azından orta vade gelecekte, birkaç on yıl sonra fiili geçerliliği olabilecek bir beklenti olduğu biliniyordu. Ama bu ibare pratik karşılığı olmayacaksa bile uğraş konularının, sorunların düşünülme, ele alınma perspektifinin ne denli geniş olması gerektiğini ifade etmesi açısından önemli bir vurguydu.
Bu vurgu Komünizmin, bütün insanlığı birleştirmek olan idealinin gerçekleşmesi için, bunun dolayımı olmak üzere önce dünya ölçeğinde birleşmeleri gereken işçilerin, bu idealle yükümlü olmalarının ilk şartı olarak sorunlarını, mücadele konularını bireysel ve gurupsal, bölgesel ve milli çerçevelerdeki durumlarıyla yetinmeyip, bütün dünya, tarih, kültür ve insanlık halleri içindeki görünümleriyle birlikte düşünmelerini ve kendilerini eylem ve ilişki olarak bu çerçeveye yerleştirebilmelerinin ifadesidir. Bu perspektifle davranabilme niteliği onun doğrudan bir gereği olarak kendini milletiyle bağımlı ve sınırlamış olarak beliren milliyetçi tutumu kategorik olarak dışlar, reddeder. Bunun tek istisnası bir milletin kendini onun düşmanı milletler olarak organize olmuş bir gücün saldırısına uğraması halidir.

Enternasyonalizmin ekonomik nedenleri

Bununla birlikte kapitalizmin dünya çapında genişlemesi eşitsiz ve bileşik gelişim tarafından belirginleşir. Gelişmiş kapitalist merkezlerdeki sanayi, egemen olduğu ülkelerde modern sanayinin gelişmesine yol açmaksızın kapitalizm öncesi üretimini ortadan kaldırdı. Emperyalist çağda sermaye ihracı, dünyanın bütün bölgelerindeki mali pazarı denetleyen çok büyük finans guruplarının uluslararası düzeyde birleşmesi, az gelişmiş ülkelerin doğrudan ya da dolaylı siyasal ve askeri denetimi ilk sanayileşmiş ülkelerce sağlanmış modernizasyona ve ekonomik gelişmeye rağmen genel sanayileşme modelinin izlenmesini engelledi. Modern sanayinin gelişmesi, kapitalizm öncesi sömürü ve üretim şekillerinin yani yarı kölelik koşulları ve tefecilik, yarı feodal çalışma koşulları, toprak sahiplerinin baskın gelen ağırlığı, ticaret politikalarında yabancı banka ve tüccarların egemenliğinin sürmesiyle ve hatta güçlenmesiyle çakışıyor. Kapitalist sanayileşme nerde daha yoğun olduysa bu toplumsal parçalanma ve eşitsizliği hızlandıran dengesizlikler ve oransızlıklar pahasına gerçekleşti. Bu süreçten çıkarılacak sonuç uluslararası kapitalist ekonominin kapitalist merkezler lehine yapılaşmış bir bütün haline geldiğidir. Hammadde çıkarılmasında uzmanlaşan ve ihracat pazarına yönelen emperyalizmin hâkimiyeti altındaki ekonomilerin kaderi dünya pazarındaki hammadde fiyatlarının iniş çıkışlarına bağlıdır. Görece önemli bir sanayi gelişimine ulaşmış ekonomiler bile emperyalist merkezlere olağanüstü borçlanma, teknolojik bağımlılık vb. nedenlerle bağlı kalırlar. En zayıf yarı sömürge ekonomiler ise emekçi ve yoksul köylü kitlelerini sefaletin ve hatta gerçek bir açlığın sınırında yaşamaya mahkûm eden darbelere maruz kalırlar.
Çokuluslu şirketler kendi içlerinde uluslararası bir iş bölümü örgütlüyorlar. Yedek parçaları bir kıtada üretiyorlar ve bir başkasında ekleme zincirini ellerinde bulunduruyorlar. Ürünlerinin imalatını bir ülkeden ötekine olmazsa bir kıtadan ötekine aktarıyorlar. Yalnızca kapitalist özel mülkiyetin değil ama ulusal devletinde üretici güçlerin ulaştığı gelişme düzeyince geride bırakıldığına dair bundan iyi kanıt olamaz. Birçok sanayi dalı bugün öylesine bir teknoloji düzeyine ulaşmış bulunuyor ki aynı anda birçok ülkeyi kapsayan bir pazar için çalışmadıklarında bir tek makineyi bile karlı bir şekilde kullanamıyorlar.
Zaten bugün insanlığın karşı karşıya bulunduğu anahtar sorunlar ancak uluslararası ölçekte çözülebilir. Feodalizmin kalıntılarına ya da emperyalizmin baskı ve sömürüsüne karşı kullanıldığında ilerici olan sınırsız bir ‘’ ulusal egemenlik’’ düşüncesi yalnızca emperyalist devletlerde değil, bir dünya sosyalist cumhuriyetler federasyonuna, birleşik bir sosyalist dünyanın kuruluşuna uygulandığında gerici olur. Enternasyonalizm basit bir ilke değil, eşitsiz bileşik gelişim yasasının siyasi ifadesidir. Enternasyonalizm soyut bir ilke değildir. Enternasyonalizm, ekonominin uluslararası niteliğinin, dünya üretici güçlerinin gelişmesinin ve dünya sınıf mücadelelerinin temposunun teorik ve politik olarak yansımasıdır.

Sınıf mücadelesi uluslar arası olmak zorundadır
Doğası gereği yani özel mülkiyet ve rekabet sömürü ve eşitsizlikle olan bağlarıyla kapitalist sınıf organik olarak insanlığın sorunlarına dünya çapında bir çözüm bulmak durumunda değildir. Bir yandan üretici güçlerin nesnel uluslararalılaşması ile ulusal devletlerin yaşamaya devam etmeleri arasındaki uçurum uluslararası mekanizmalar ve uluslararası kurumların bütün türlerince kısmen doldurulmuştur. Bu kurumların çalışma biçimleri ve mekanizmalarının işleyişi genelde sermaye yararına ve dünyanın bütün sömürülen ve ezilenlerinin aleyhinedir.
Sınıf mücadelesi sürekli olarak yükselmez ve her an bilinçli bir ifadeye ulaşmaz. İnişli çıkışlı anlar yaşar. Özellikle de en keskin görünümlerine büründüğünde. Ama geçici olarak işçi sınıfı tarafından geri çekildiğinde bile kapitalist sınıf tarafından fabrika düzeyinde gündelik olarak sürdürülür. Üretici güçlerin ve sermayenin uluslararalılaşma düzeyi yükseldiği ölçüde sınıf mücadelesinin kendisi de o denli uluslararası olmak zorundadır. Henüz 19. yy. ilk yarısında patronlar ya yabancı ülkelerdeki siparişleri transfer ederek ya da yabancı el emeği ithal ederek grevleri kırmaya çalıştılar. Grevciler tarafından bir milliyetçi tepki ‘’yabancıları’’ düşman ilan etmek, patronlar lehine rol oynuyordu. Grevleri kazanmak için bile etkisizliğini kısa zamanda gösterdi. Uzun vadede bu ancak farklı milliyetten çalışanlar arasında mücadeleye yol açan, işçi sınıfı içinde rekabet yaratan milliyetçilik, işçi sınıfını sürekli bölmeye çalışan kapitalist sınıfa daha çok yardım eder. Bu da sermayenin çıkarına uygun,  emeğin çıkarına aykırıdır. Deneyim emekçilere bu kapitalist manevralara en iyi cevabın sendikal örgütlenmeleri ve grevleri uluslararası düzeye yaymak olduğunu hızla öğretti. Marks ve Engels’in 1864 den beri enternasyonal emekçiler derneğini örgütlemelerindeki başlıca nedenlerden biri bu olmuştur. Kapitalist sınıfın aksine özel mülkiyetin varlığı ile bağlantılı olan rekabetle işçi sınıfının hiçbir çıkarı yoktur. İşletmelerde çalışması ve sınıf düşmanına karşı kendini korumasınca belirlenen temel çıkarları dayanışma ve işbirliği üzerine kurulmuştur. Sermaye gitgide uluslar arası ölçekte işleyip sınıf mücadelesini gitgide uluslararalılaştırıyor. İşçi sınıfını da, eşit olmayan bir oyunda önceden yenik düşmemek için işbirliği ve dayanışmayı uluslararası düzeye yayarak cevap vermeye zorluyor.
Proleter sınıf bilincinin henüz dağınık olduğu ve hala sınıf mücadelesinin nesnel ihtiyaçlarının oldukça uzağında olduğu doğrudur. Hâlâ yine burjuvazi ve ona hizmet eden işçi bürokrasileri emekçileri bölmek için ortak sınıf düşmanlarına karşı birleşmeleri yerine birilerini ötekilerin karşısına dikerek milliyetçiliği, şovenizmi, ırkçılığı, etnik ve dinsel farklılıkları kullanmayı başardılar. Ama bunun böyle olduğu her durumda, işçi sınıfının uluslararası görevlerini başaramadığı her seferde yalnızca kapitalistlerin karlı çıktıkları ve emekçilerin ise büyük kurbanlar verdikleri tecrübeyle sabittir. Bugün çok uluslu şirketler üretimi dünya ölçeğinde örgütlerken, siyaset her şeyden önce dünya siyaseti iken işçi sınıfının acil ekonomik çıkarlarının savunulması ile ilgili sorunları bile ulusal planda çözme girişimleri gitgide çok daha güç hale gelmektedir. Proleter enternasyonalizminin zorunluluğunun nesnel nedeni çok basittir. Sınıf mücadelesi öyledir ki bir sınıfın her bozgunu ötekinin zaferidir. Bu yalnızca ulusal olarak değil, uluslararası olarak da doğrudur.
Burjuvazi bunu tamamı ile anlıyor. Yönetici çevreleri son derece gelişkin bir enternasyonal bilince sahiptir. Onların karşı devrimci örgütleri ve onların hareketleri tamamıyla uluslararası         
bir boyuta sahiptir. Farklı kesimleri arasında var olan anlaşmazlıklar ne olursa olsun en kesin karşı devrimci hareketler için bütünüyle elbirliği ile çalışırlar. Tersine proletarya Stalinist ve sosyal demokrat yönetimleriyle ciddi bir biçimde frenlenmiştir. Enternasyonal yükümlülükle-rini yerine getiremediği her sefer adamakıllı zarar görmüştür.
İşçi sınıfının enternasyonal bir örgüte gereksinimi yalnızca dünyanın ekonomik gerçeklikleri üzerinde temellenmez. Aynı zamanda sınıf mücadelesinin bütün gerçekliği üzerinde temellenir.           

Proleter enternasyonalizmin siyasal temelleri
En azından 20.yy başından itibaren kapitalizmin iç çelişkilerinin artması devresel şiddetli patlamalara yol açtı. Emperyalist çağ devrimler ve karşı devrimler çağı haline geldi ve savaşlar gibi devrimler ve karşı devrimler de gitgide uluslararası devrimler ve karşı devrimler halini aldı. 20 yy. da önemli hiçbir devrim uluslararası gelişmelerce etkilenmeksizin ve başka ülkelere yayılmadan meydana gelmemiştir. Aynı şekilde karşı devrimler de uluslararası ölçekte örgütleniyor. Devrimlerin ve karşı devrimlerin uluslararalılaşması bir devrimci enternasyonalin gerekliliğinin siyasal temelini oluşturur. Ulusal bir devrimin başarısı yalnızca ulusal unsurlara bağlı değildir. Devrimci bir yönetim sırf ulusal durumu değil, uluslararası durumu da hesaba katmak zorundadır. Çağımızda bir enternasyonalin görevleri grev kırıcılarına karşı uluslararası dayanışmaların örgütlenmesiyle sınırlı basitçe bir muhalefete indirgenemez. Görevleri giderek artan siyasal bir yayılmaya sahiptir. Kendi ulusal ve toplumsal kurtuluşlarını elde etmek için ayaklanan işçi sınıfı ve ezilen halkların dünya çapındaki emperyalist ittifakların ve onların yoğunlaşmış şiddetine tamamı ile dağınık bir biçimde ve yalıtılmış olarak karşı koymak zorunda kalmamaları için enternasyonal gerekli koşulları bir araya getirmek zorundadır.
Enternasyonalin zorunluluğunun, insanlığın yaşadığı krizin çözümü için sosyalist dünya devriminin zorunluluğunun altında yatan teorik çözümlemeye yapılan başlıca itiraz kapitalist sistemin kendini yenileme ve uyarlama kapasitesinin küçümsendiği iddiasıdır. Ne pahasına bir uyarlama olduğu görüldü. Bu Dünya savaşlarındaki milyonlarca ölüyü, sömürge savaşlarında ölen milyonlarca insanı, dünya da açlıktan ve tedavisi mümkün hastalıklardan ölen çocukları unutturarak yaşanan bir uyarlamadır. Hiç kuşkusuz kapitalizmin çöküşü ne doğrusal ne de bütünseldir. Lenin’in kapitalizm için çözümsüz bir durumun söz konusu olamayacağı yolunda söylediği ‘’Kapitalizmi yıkmak gerekir. Eğer yıkılmazsa her zaman bir çıkış yolu bulabilir.’’ Sözünü yinelemeye gerek var mı?
Son olarak kapitalizm uygarlığın çöküş krizi ile damgalanan bir dünyaya kendisini iyi kötü uyarlayabildiyse de bu uyarlamanın sonu olan eşik gittikçe yaklaşmaktadır.
Burjuvazinin buna göstereceği tepki iki türlüdür ‘’Güçlü devlet’’ya da faşizm. Refah devletinin şekli olarak uygulandığı, giderlerin tamamının orta halli ailelerin hayat şeklini yükseltmeye ve kamu yararına yöneltecek biçiminden bahsetmiyoruz. Bankerlerin, hafif sanayi fabrikatörlerinin, tüccarların, orta sınıfların gelirlerinin özellikle de ücretlilerin gelirlerinin bir kısmını silah imalatı ve genellikle ağır sanayi lehine yeniden dağıtan faşist devletten bahsediyoruz. Bu politikanın anlamı açıktır. Siyasi ve sendikal haklarını savunma imkânlarından yoksun bırakılmış işçi sınıfının sırtından kâr oranında bir yükselme sağlamak. Bu emeğin askerileştirilmesidir. Ekonomik uygulamanın faşist şekli savaş ekonomisine yani ‘’kapitalistlerin refah devleti ‘’ tipinde hal çarelerinin bulunması ve sosyal gerilimin azaltılmasını sağlayacak piyasaların ve sermaye yatırım alanlarının fethi için gerekli imkânların yaratılmasına doğru ilerlemektedir. Kârların devlet tarafından garanti edilmesi ve tekellerin devletle giderek kaynaşması, devletin artan ekonomik gücü aynı zamanda sosyal ve milletler arası çelişkilerin keskinleştiğini ve arttığını gösterir. Ve aynı zamanda kapitalist ilerlemenin savaşlara ve devrimci patlamalara gidişini hızlandırır.
Kapitalizmin sağlayabileceği yeni bir uyarlamanın yalnızca uygarlığı değil, insan soyunun fiziksel devamını tehdit edeceğinden kuşku duymamak gerekir. Eskiden ‘’ ya sosyalizm, ya barbarlık’’ şeklinde sunulan ikilem bugün ‘’ ya sosyalizm ya ölüm ‘’ dür. Çünkü özel mülkiyetten ve rekabetten kaynaklanan ahlaksızlığa ve dayanışma kurallarının ortadan kaldırılmasına dayanan bencil ve yarışmacı tutuma son vermeden tehdit eden yıkımları uzun vadeli önlemek olanaksızdır. Bu ikilemi dile getirmek bir felaket çığırtkanlığı değil, çağımızın temel eğiliminin anlaşılmasıdır. Çağımızın acil görevi, proletaryayı kapitalizmin içinde bulunduğu çürümenin çelişkilerini çözmeye, ileri ülkelerde olduğu kadar geri ülkelerde de hazırlamaktır.         
Günümüzde daha çok sayıda devrimci insan ve akım sosyalizmin bir dünya sorunu olduğunu ve dünya devriminin uluslararası bir önderliği gerektirdiğini kavrıyor. Ama ne enternasyonalizm, ne de bir Enternasyonal’in inşası kolay bir olay. Çünkü Enternasyonalizm ne yalnızca bir ruh hali, ne de sadece basit bir dayanışma ortamı değil. Dünya devriminin programı, devrimcilerin sınıf mücadelesini görmek istedikleri biçimde değil, nesnel durumun nesnel çözümlemesi temelinde gelişir. Dünya partisi ise, uluslararası sınıf mücadelesinin yetişkin kadrolarının demokratik merkeziyetçi birliği çerçevesinde inşa edilir. Devrimci Marksistler için ulusal devrimler dünya sosyalist devriminin birleşik bir parçasıdır. Her ulusal program dünya devriminin programı üzerinde yükselmek zorundadır ve enternasyonalizm ulusal önderliklerin dünya partisinin bütünlüğü içinde geliştirilmesini gerekli kılar. Kapitalizmin bir dünya sistemi haline geldiği çağımızda, sınıf mücadelesinin nihai zaferi ancak dünya ölçeğinde olanaklıdır. Ama bu hedefe varmak için uygun bir sınıf bilinci düzeyi ve devrimci önderlik zorunludur. Sınıfın güçlü doğrudan eylem biçiminde ortaya çıkan atılımları, aynı zamanda devrimcilerin zamanında etkili ve yeterince geniş ölçekte müdahaleleri koşuluyla devrimci önderlik meselesini çözebilecek koşulları yaratarak devrimi olanaklı kılmaktadır. Bu çaba eşzamanlı olarak devrimci ulusal partilerin ve bir enternasyonalin inşasını hedef almalıdır.  

Hiç yorum yok: