5 Mart 2012 Pazartesi

Taş Atan Çocuklar İçin ‘Evet’ Çağrısı Yaptınız! Şimdi Vicdanen Borçlusunuz!

 Mahmut Balpetek
         AKP’nin Kemalist vesayetçi rejime karşı giriştiği “demokrasi” mücadelesi serüveninden muzaffer çıkması, söz konusu olan mücadelenin kendisinin, kapitalist ulus devletin küresel sermayenin ihtiyacına göre kendi sistemini yenilemek anlamına geldiği bağlamından koparan sol liberallerin,  “muazzam değişim yaşıyoruz, yaşanan devrim değil ise de devrimsi durumdur. Durum bildiğiniz gibi değil, AKP demokratikleşme konusunda son derece kararlıdır” kabilinden söylem geliştirmiş olmaları, hangi ihtiyacın tezahürü ya da hangi maddi temeller üzerine oturtulacağı kendileri açısından açıklanmaya muhtaç olma durumunu korumaktadır. Zira liberal olmak iddiası, Türkiye’de Özal ile başlayan iktidar/devlet denklemin iç labirentlerinde gezinmek anlamına geliyor gibi algılanıyor olsa da, tarihsel varoluşları gereği, özgürlükçü yaklaşımları nedeni ile sol ideolojiyle genetik akraba olduklarını bir kez daha hatırlatmak gereklidir.
 Bu dolayım ile Kola Turka liberalizmi nitelemesi ile ifadelendirmeye çalıştığım tam da bu iktidar ve devlete yakın olma hadisesinin kendisinin, kendine “liberal” diyenleri özgürlükçülükten uzaklaştırdığının ve otoriteye yakınlaştırdığının altını çizmektir. Yoksa özgürlükçülüğü küçümseyen ya da ona sırt dönen bir sol, kendini sol yelpazenin dışına itmiş olur. Tıpkı Türkiye’deki sol liberallerin kendilerini, hem liberallikten, hem de soldan azade etmiş olmaları gibi. Ülkemizde “yaşanan muazzam değişim ile oluşa gelen devrimsi durumun” akabinde geldiğimiz momentte memleketin ahvalini kısmen de olsa gözden geçirmek ve büyük fotoğrafa bakmak gerekirikor.
            Tarih, 4 Ağustos 2010. YAŞ toplantılarının son gününe katılmayan Başbakan Tayyip Erdoğan, taş atan çocukların ağır ceza mahkemelerinde yargılanmasını engellemek için kurulan Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları Platformu (ÇİAÇP) üyeleri ile Başbakanlık  Konutu’nda yaklaşık 1,5 saatlik bir görüşme yaptı. Platform temsilcileri Sanatçı Lale Mansur, Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can ve Avukat Mehmet Uçum, çıkışta basın mensuplarına açıklamada bulundu.
            Lale Mansur, her şeyden önce çocuklar için adalet çağırıcıları olarak Başbakan Erdoğan’a teşekkür ziyaretinde bulunduklarını ifade ederek, “Sayın Başbakan kanunun çıkmasında çok büyük kararlılık gösterdi, onun için teşekkür ettik. Eksik bir maddemiz kalmıştı yüz kapamayla ilgili. Onu da eylül, ekim gibi düzeltecekler inşallah. Bu konuda konuştuk. Çocukların rehabilitasyonu için ileride neler yapılabilir bunları konuştuk. Bunun haricinde referandum için ‘evet’ konusunda destek verdiğimizi kendilerine ilettik” dedi.
            Tarih, 26 Şubat 2012. AKP hükümet, Erdoğan Başbakan, taş atan çocuklar cezaevinde, görevini layıkıyla ile gerçekleştirmiş olmanın vicdan rahatlığı ile (ÇİAÇP) kendi lağvetmiş.
            İşte taş atan ve birçok çocuğun cezaevlerinde yaşadıkları:
            “Çocuklara yönelik cinsel istismar ve tecavüz. Çocuklara ajanlık yapmaları yönünde dayatmalarda bulunuluyor. Adli mahkûmlar, çocukların boğazına ip takıp sıkıyor. Yine adliler çocukları dövüyor, terörist olduklarını söyleyip, öpmeleri için çocukların yüzlerine bayrak uzatıyor, öpmeyenleri ise yine dövüyor. Geceleri, çocukları zorla yataklarına çağırıyor. Diğer çocukların gözleri önünde arkadaşlarının kafasını kırıyor. Tüm bunlara rağmen, cezaevi idaresi, konuyu sürekli örtbas etmeye çalışıyor. Koğuş sorumlusu tarafından çocukların ayakları bağlanıyor ve altına sopa ile vuruluyor. Koğuş ağaları dayak atıyor.
Çocuklar, koğuşta sabah 5-6 gibi erken saatlerde uyandırılarak temizlik yapmak zorunda bırakılıyor. Çocuklar, defalarca cezaevi idaresine söz konusu uygulamalara ilişkin bilgi verseler de, cezaevi idaresi sessizliğini koruyor.  Koğuşlarının değiştirilmesi yönündeki talepleri cevapsız bırakılıyor”
            İnsan sormadan edemiyor. Bu inisiyatif  “Çocuklar İçin Adalet” için mi oluştu? Yoksa AKP’nin referandum kampanyasını evet demek amaçlı çocukları nesneleştirerek, siyaset yapmak için mi? Cezaevlerinde çocukların yaşadıkları muameleden dolayı, cezaevlerindeki çocukların, ailelerinin ve bir cümle toplum olarak bizim de bu inisiyatife bir “teşekkür” borcumuz olduğunu unutacak değiliz. AKP’nin ideolojik hegemonyasının inşasında işlev görmek esastır. Çocuklar ise teferruat. Çocuklar için adalet tesis eden bu liberaller şimdi sivil anayasa yapmakla meşgul durumdadırlar. Nede olsa çocuklar kurtuldu, şimdi bütün toplumu kurtarmak için yola koyulmuşlar. Bize şapka çıkarmak dışında bir şey düşmez.
            Referandumu, genel seçimlerin ön provası olarak kurgulayan AKP’nin bu hamlesini deşifre etmek yerine çelik çomak oynamayı reel siyaset olarak arz ederek, referandum sonrasından Başbakanın teşekkürlerine mazhar olan kimi arkadaşların referandum öncesi açıklamaları ve günümüze manzarası ne haldedir.
            Doğan Tarkan.
            DSİP, 23 Temmuz 2010.
            “Bu anayasa değişikliğinde bana yanlış gelen bir şey yok. İçerdiği her bir madde, değiştirilen eski maddeye göre daha olumlu.”
            İbrahim Güçlü’den referandum yorumu.
            Zaman Gazetesi, 12 Temmuz 2010.
            “Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) anayasa değişikliğiyle ilgili referandumda ‘boykot’ çağrısı yapacağını ilan etmesi, tepkileri de beraberinde getirdi. Kürt siyasetçi İbrahim Güçlü, BDP’yi demokrasi konsepti içinde görmenin yanlış olduğunu söyledi. Kimsenin iradesinin ambargo altına alınamayacağını vurgulayan Güçlü, boykot çağrısının etkili olacağı kanaatinde değil. Ona göre anayasa değişikliğinin amacı, Türkiye’de demokratikleşmeyi sağlamak. Paketin yeterli olmadığını ama yeni açılımlara kaynaklık edebilecek durumda olduğunu dile getiren Güçlü, “12 Eylül’den zarar görenlerin bu pakete destek vermesi gerekiyor. En azından karşı durmaması lazım” görüşünü dile getirdi. Bu noktada BDP’nin tutumunu sorgulayan Güçlü, “BDP’yi PKK’dan soyutlayarak ele almamız olanaklı değildir. Öyle yaparsak yanılırız” değerlendirmesini yaptı.”
            Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) Parti Meclisi üyesi Atilla Aytemur: “Gönül isterdi ki zorunlu din dersleri kaldırılsın, Kürt sorununa çözüm hazırlayacak gerekli yasal düzenlemeler yapılsın. Ama AKP bunu yapmadı. Yanlış tutum aldı. Yarın daha iyi başka bir anayasa için bu anayasaya “evet” .”
            Bu alıntılardan amacım evet, yetmez ama evet veya boykot şıkların kendisini tartışmak değil. Ancak, bu şıklardan birini savunmak için ileri sürülen argümanlarla bu günkü tabloyu karşılaştırmaktır.
            İbrahim Güçlü ne diyor: BDP’nin çağrısı demokrasi ile bağdaşmıyor. İktidarın, siyasal önermesi karşısında aleni olarak tutum açıklamak ve bu doğrultuda mücadele etmenin anti demokratik olmayan yönü nedir? Güçlü’nün demokrasi anlayışı; güçlünün yanında olmak, hiç değilse onun payandalığını yapmak mıdır? Evet, yeni açılımlara kaynaklık etmediğini söylemek ise en basit ifade ile Sayın Güçlü’ye saygısızlık olur. Dindar gençlik açılımı yapan Başbakanın, Milli Eğitim Bakanlığı yapan Dinçer’in MGK toplantısında “din referanslı devlet sistemini bize altın tepside sunsanız bunu kabul etmeyiz. Biz piyasaya uygun uysal gençlik yaratmak gayesindeyiz” ifadesi, “dindar gençlik açılımı” ve “uysal gençlik açılımı” yeni açılımların kendileri değil midir? BDP’nin demokrasi konseptinin içinde görülmemesi gerekliliği ise AKP ve rejimin yaklaşım ile çakışıyor olması da tesadüften öte bir anlamı ifade etmiyor diyeceğiz. Aksi halde Sayın Güçlü devlete “BDP’yi kapatın”  yollu ihbar ediyor demek durumunda kalacağız. Her öngörüsü gibi boykotun etkili olmayacağını vaz etmesi ise ne kadar isabetli bir yerden geleceğe baktığının kanıtıdır.
            AKP yaptığı onca doğru şeylerden sonra Kürt sorunu çözmeyerek, zorunlu din dersini kaldırmayarak Sayın Atilla Aytemur’a karşı yanlış tutum  almış olsa da büyüklük onda kalsın istemiş ve yeni bir anayasa çalışmasında görüşmek dileği ile veda etmiştir. Yeni siyaset tarzı bu olsa gerek. AKP’ye karşı düşmanca olmayan pozitif siyaset.
            Sayın Tarkan’ın iddiası için iki örnek yeter diye düşünüyorum.
            1- 12 Eylül darbesi sonrası Diyarbakır cezaevindeyken SHP’den milletvekili seçilen Ahmet Türk salıverilerek meclise gitti. AKP’nin iktidarında yapılan seçim sonrasında ise cezaevindeki seçilmiş BDP’li vekil Kemal Aktaş’ın vekilliğinin düşürülmesi ve arkasında 8 vekilin daha düşürüleceği beklentisi yaşanmaktadır.
            2- Dicle Üniversitesi Beden Eğitimi üçüncü sınıf öğrencisi atlet Rıdvan Çelik, üç kez Türkiye Birincisi, 2008’de Balkan Üçüncüsü bu genç, yaklaşık bir yıldır tutuklu ve 14 yıl 7 ay cezaya çarptırıldı. Devrimci Sosyalist İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Tarkan suçu nedir biliyor musunuz? İşçi sınıfının birlik ve dayanışma günü 1 Mayıs’a BDP saflarında katılmış olmasıdır. Suç kanıtı nedir? Onu da söyleyeyim; slogan atmak, marş söylemek, şarkılara eşlik etmek, alkış tutmaktır. Bu iki örnek daha da çoğaltılabilir. İyi, kötü/güzel, çirkin çelik çomak oyununu bozmaya yetmez mi. Yoksa sende mi diyeceksin “yargı bağımsızdır”. Ya da bunlar münferit olaylardır.

Hiç yorum yok: