2 Mayıs 2012 Çarşamba

Anti-Kapitalist Müslümanlar Dost mu Düşman mı?

Ferhan Umruk

Bu yıl 1  Mayıs’ın medyatik aktörü ‘Anti-Kapitalist Müslümanlar’ oldu. Doğrusu tecrübelerle sabittir ki siyaset zemininde sansasyonel çıkışlar çoğu zaman bir saman alevinden ibaret kalırlar. Bu hakikatin altını çizerek, Anti-kapitalist Müslüman hareketin sahih bir siyasi varlık olup olamayacağının zamanın terazisine tabi olacağını belirtelim. Bu oluşumun ansızın gökten zembille inmediği siyasal İslam içindeki tartışmaları izleyenler tarafından bilinmektedir.

Tek parti rejiminden çok partili parlamenter rejime geçilmesi ile Sünni kitleler Demokrat parti ile başlayan geleneksel sağ partilerin oy deposu haline dönüştü. 1960’ların sonunda, sünni kitlelerin Milli Nizam  Partisi’nin kuruluşuyla birlikte Sünni-siyasal İslamla  buluşmaları günümüze ulaşan yolun ilk taşlarının döşenmeye başlandığı eşiği teşkil etti. Sovyetler Birliği’nin varlığını sürdürdüğü iki kutuplu dünyada Sünni siyasal-İslamın Türkiye’de oynadığı siyasal rol Anti-Komünist vurucu güç olarak tezahür etti. Necmettin Erbakan’ın kişiliğinde tezahür eden ve çeşitli parti adlarıyla varlığını sürdüren gelenek bu niteliksel özelliğini korudu. İç pazara dönük muhafazakar Anadolu burjuvazisinin çıkarları temelinde iç pazarı korumak için batı düşmanlığı, özel mülkiyeti korumak için de komünizm düşmanlığı, hareketin siyasi fikriyatının iki temel direğini oluşturdu.

Türkiye 2000’li yıllara geldiğinde artık iç pazara dönük üretim ve ticaretin sömürüsünden elde ettiği karların ötesine taşan, dünya pazarına açılan Anadolu burjuvazisi zamanın ruhuna uygun olarak neo-liberal, özelleştirmeci AKP’nin programıyla bütünleşerek, dünya kapitalist sistemiyle ekonomik olarak sağladığı eklemlenmeyi siyaseten de sağlamış oldu.
Artık namaz, başörtüsü, imam hatipler Sünni kitleleri ne kadar birleştiriyorsa, AKP etrafında kümelenmiş olan Anadolu burjuvazisinin devlet rantından da beslenerek elde ettiği zenginlik ekonomik olarak sınıfsal ayrışmayı derinleştirmektedir. Dini taleplerde birleşen farklı sınıfların beraberliği, zenginleşmeyi altın kaplamalı musluklu hacet yerlerini inşa ederek kutlayanlarla, yoksulluk girdabından kurtulamayanlarla ne kadar sürdürülebilir? Kuşkusuz Marx’ın belirttiği gibi nihai olarak belirleyici olan ekonomidir.
Aşağıda ek olarak verdiğim ‘Din Sosyalizm Has Parti’ makalesinde tartışıldığı gibi Sünni siyasi İslam geleneğinde sosyal eşitsizliğin sorunsal hale gelmesinin ilk işaretini Has Parti’nin kuruluşuyla gördük. Has Parti AKP’nin yarattığı sosyal adaletsizliğe vurgu yapan programıyla çıkış yaparken aynı zamanda az sayıda sosyalisti davet ederek onları da kurucu üye yaptı. O dönemlerde de medya bu bileşimi sansasyonel bir tarzda kamuoyuna duyurdu. Hatırlanacağı gibi 2011 seçimlerinde Has Parti tek başına seçime girdi ve başarılı bir sonuç elde edemedi.
Sosyalistlerle, Sünni siyasal İslamın Has Parti’yle başlayan serüveninin bu gelenekteki iki aktöründen biri Mehmet Bekaroğlu diğeri ise İhsan Eliaçık’tır. 2011 seçimlerine böyle bir kompozisyonla giren Has Parti siyasi stratejisini sosyal eşitsizlik üzerine kurdu.  Ne Kürt sorununu, ne Alevilerin taleplerini, ne azınlıkların ne de cinsel, kültürel kimliklerinden dolayı ezilenlerin taleplerini yüksek sesle dile getirdi. Aksine bu toplumsal fay kırıklarını sistem partilerinin dile getirdiği kırmızı çizgilerle sınırlı bir alanda hapsetti.
Bunun böyle olması doğaldı da, zira hem bu geleneğin kuramcısı olan İhsan Eliaçık hem de partiye katılan sosyalistler , siyasetin tek belirleyeninin sosyalist için sınıfsal, diğerleri içinse sosyal eşitsizlik olduğuna dair vülger anlayışa saplanmışlardı. Bu doğrultuda da yürüdüler, hareketin aktivistleri sosyal eşitsizliği teşhir etmek amacıyla, ramazanda otellerde iftar yemeklerini protesto ederek otel önlerinde sokakta iftar sofraları kurdular.  Sosyal eşitsizlikleri protesto ederek bir hakikati teşhir ettiler ama diğer can alıcı toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliklere sessiz kalarak bu yaptıklarını da gölgelediler.
Şimdi 1 Mayıs’ta bu sürecin devamı olan Anti-Kapitalist Müslümanlar, Kürtlerin, Alevilerin haklarını, hele de sistemin sinir ucu olan Ermeni halkının uğradığı katliamı dile getirmeleri ile niteliksel bir dönüşüm sürecinde olduklarını gösteriyorlar. 1 Mayıs çağrıları vülger anlayıştan koptuklarının bir belgesi niteliğinde, şöyle diyorlar:’’
“Kapitalizmle Mücadele Platformu” adı altında örgütlenen antikapitalist Müslüman gençler 1 Mayıs’a katılmak için çağrıda bulundu. İlk defa yapılan çağrıda; “‘Hrantlar, Uludereliler/Roboskililer, Ceylanlar ve daha niceleri hangi suçlarından ötürü öldürüldü’ demek için! (…) Katliamlarla, sürgünlerle, tehcirlerle varlıklarına kastedilen Ermeni ve Alevi yurttaşlarımızın hakkı için’’
Bu hareket dile getirdikleriyle , Sünni siyasal İslamın içinde nesnel olarak oluşmakta olan ayrışmayı, siyasi olarak temsil edecek özne olacaksa sosyalistler bu gelişmeyi elbette olumlu olarak karşılarlar. Her halükarda bu hareketin ezber bozucu bir niteliğe sahip olduğu görülüyor. Misyonunun da yoksul Sünni kitleler olması kaçınılmazdır.
Bu durumda her türlü ezme-ezilme biçimine, kapitalist sömürüye, eşitsizliğe, adaletsizliğe karşı mücadele eden sosyalist, bunları dini referansla dile getiren siyasi oluşumla elbetteki bu doğrultuda eylemini birleştirir.
Sosyalistler, bu hareketi, sola da  İslami  sızma teşebbüsü olarak endişe duyan laik-sol-Kemalistlere dönerek,  kapitalizme karşı mücadele eden dindarla birlikte , herkesin özgürce yaşam tarzını sürdüreceği mutasavver bir toplumun yolunun açılabileceği imkanı yaratacak çabayı ve diyaloğu gerçekleştirmenin gerekli olduğunu ifade eder. Ezberlerin ve önyargıların toplumsal yıkımın hazırlayıcısı olduğuna işaret eder
Latin Amerika’da Hıristiyan kurtuluş teolojisi hareketinin diktatörlüklere karşı sosyalistlerle birlikte verdikleri mücadele bunun mümkün olduğunu gösteriyor.
Kuşkusuz başlangıcından itibaren değişim gösteren bu hareketin olumlu etkisi, ezilenlerin talepleriyle bütünleşmeyi sürdürüp sürdüremeyeceğine ve hareketin zahiri mi hakiki mi olduğuna bağlı olacaktır.
Ek: Anti-Kapitalist Müslümanların 1 Mayıs Çağrı metni;
1 Mayıs Hakkı Müdafaa Günüdür!
Emeği, ekmeği, alın terini ve hakkı müdafaa etmek İçin!
Zincirleri kırmak ve ‘kölelere özgürlük!’ demek için!
Adalet, özgürlük ve eşitlik için!
İşçinin, emekçinin, işsizin, yoksulun ve mahrumun hakkı için,
‘Asgari ücret azami köleliktir’ demek için!
AVM şantiyelerinde yanan, barajlarda boğulan işçilerin ve cezaevlerinde tecavüze uğrayan çocukların feryadı olmak için!
‘Hrantlar, Uludereliler/Roboskililer, Ceylanlar ve daha niceleri hangi suçlarından ötürü öldürüldü’ demek için!
Baskı ve sindirmeyle yok sayılan Kürt Halkının talepleri, taleplerimizdir demek için!
Ölüm değil çözüm demek ve barışa bir ses vermek için!
Erkekçiliğe ve erkek egemenliğine karşı, bedeni metalaştırılan, kişilikleri değil dişilikleri kimlikleştirilen, kapitalizmin ve tarih boyunca tüm sömürü düzenlerinin en etkili silahlarından biri olarak kullanılan, din, örf, töre adına hakları elinden alınan ve yok sayılan kadınların özgürlüğü ve eşitliği için!
Yalın ayaklıların, kimsesizlerin, horlanan göçmenlerin, diri diri gömülen seks kölesi kadınların sessiz çığlıklarını duymak ve duyurmak için!
Tutsaklarla dayanışmak, ‘siyasi-askeri operasyonlara son!’ demek için!
Çocuklarımızı robotlaştıran ve senelerce resmi ideoloji yoluyla uyutan zorunlu eğitimin dayatmacı yüzüyle hesaplaşmak için!
Zorunlu askerliğin zulüm, vicdani reddin ise insani bir hak olduğunu haykırmak için!
Katliamlarla, sürgünlerle, tehcirlerle varlıklarına kastedilen Ermeni ve Alevi yurttaşlarımızın hakkı için!
Yeryüzünde bozgunculuk yapanlara, ekini ve nesli ifsat edenlere karşı ses çıkarmak,‘Güneş, rüzgar bize yeter! Nükleere ve Hes’lere Hayır!’ demek için!
Yaratan’ın bizlere emanet ettiği ancak kapitalizmin yok etmek üzere olduğu dünyamıza sahip çıkmak, bu saldırganlığa karşı doğanın ve tüm canlıların isyanına isyan katmak için!
Dünya halklarının emek, adalet ve özgürlük mücadelelerini selamlamak,
Sömürüye, savaşa, işgale, emperyalist ve faşist saldırganlığa ‘dur’ demek için!
Halkın ve hakkın sesini yükseltmek için!
Firavunlara, Karunlara, Hamanlara, tağutlara, kula kulluğa ve köleliğe geçit vermemek için!
Sınıfsız, sınırsız bir barış yurdu için!
1 Mayıs’ta Taksim Meydanındayız!
1 Mayıs Kapitalizmle Mücadele Korteji
“İnsan için emeğinden başkası yoktur” (Kur’an: Necm 39)


Din, Sosyalizm ve Has Parti

Ferhan Umruk
Yazının başlığı söz konusu olan Has Parti olduğunda din kavramı bakımından herhangi bir yabancılığa yol açmıyor. Zira ne de olsa siyasal islamın rahmi olan Erbakan’ın Saadet partisi’nin ikinci doğumuna şahit olanlar için zihinlerde aykırılık yaratacak bir anomali durumu yok. Nihayetinde ana damar yoksa baba damar mı desek, gelenek, AKP’den sonra bir partiyi daha siyaset dünyasına hediye etmiş bulunuyor.

Ancak, başlıkta yer alan ikinci kavram sosyalizm olunca, bu kavramın Has Parti ile olan alakası konusunda sadece sosyalist çevrelerde değil yaygın medyada da konu sansasyonel bir ilgi ile karşılandı.
Aslına bakılırsa, aşağıda değineceğim Has Parti’nin programına bakıldığı takdirde bu partinin solun düşünce dünyasından ödünç aldığı fikirler ve tezlerin izlerine rastlamak mümkünse de sosyalizm hedefine sahip olmadığı görülüyor. Bu bakımdan sosyalizm ve Has Parti alakası üzerine fikir serdetmenin gerekli olup olmadığı sorgulanabilir.
Partinin programı mutasavver toplum için sosyalizmi işaret etmiyorsa da, siyasal islam geleneği damarından gelenlerin dominant olduğu kurucular kurulunda yer alan sosyalistlerin varlığının  yarattığı  çağrışıma, gazeteci refleksiyle kulak veren basının sansasyonel tavrına sebep olduğunu kabul etmek gerekiyor. Zaten belli ki, sosyalist kimlikli insanları içeren bir parti böylesi bir mesajın tüm kamuoyuna ulaşmasını da özellikle arzuluyor.

Sosyalizmsiz Sosyalist

Şimdi konuya geçerken, şunu da ifade etmem gerekiyor. Birileri kalkıp dese ki; Türkiye de sosyalistlerin kurduğu ve sosyalizm kelimesini içeremeyen parti kurulmadımı ki?  Has Parti’nin sosyalist olmadığının ölçütünü programında olmayan sosyalizm kelimesine yükleyeceğiz. Sosyalist hareket bakımından böylesi bir ironinin mevcudiyeti söz konusudur. Ancak bu ironinin birinci devresi 1960’lı yılların ortalarına kadar otoriter rejimin sosyalizmi yasaklaması karşısında sosyalistlerin bu engeli aşmak için yasal partilerinde,  programın muhtevasını koruma gayreti eşliğinde, sosyalizm kelimesinden feragat ettikleri görülür. Hikmet Kıvılcımlı’nın 1954’te kurduğu Vatan Partisi’nin programı sosyalizm kelimesini içermez ama Paris Komünü bir devlet projesi olarak programın esasını oluşturur. Programından dolayı dava açılan Vatan Partisi’nin kapatılma talebi reddedildiğinde, Hikmet Kıvılcımlı’nın partileşme için sosyalistlere yaptığı çağrının temel dayanaklarından biri ‘muhkem kaziye’ tarafından aklanmış bu programla hareket edilebileceğidir. Aynı şekilde birinci Türkiye İşçi Partisi’de yasal zorunluluklardan dolayı sosyalizm kelimesini programında kullanmamıştır.
İroninin ikinci devresi , artık yasal zorunluluktan değil erozyona uğramışlığın zihinlerde yol açtığı tahribattan dolayıdır. 1996 yılında kurulan Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin programının hazırlanması sürecinde tartışılan temel konu programda sosyalizm hedefinin yer alıp almayacağı olmuştur. Omurgasını Dev-Yol’un teşkil ettiği Geleceği Birlikte Kuralım inisiyatifinin dönemin post-marxist ikliminden etkilenerek sosyalizm kavramından kaçınma eğilimi ÖDP’yi oluşturan diğer odak olan ve omurgasını Kurtuluş ve TKP’ nin kalan kadrolarının oluşturduğu Birleşik Sosyalist Parti’yi de etkilemiş, partiyi oluşturan siyasi grupların GBK’nın sosyalizmsiz parti projesini kabullenmelerine karşın BSP’deki bağımsız sosyalistlerin ve sürpriz bir biçimde Sadun Aren’in kararlı direnişi ile ÖDP’nin sosyalizmi hedefleyen bir parti programıyla kuruluşu sağlanabilmiştir. Belki de geleceğin hüsranlarına yol açan sebep de daha başlangıçta topal ördek sendromuyla malul bir partinin kurulmuş olmasıdır.
ÖDP’nin kuruluş sürecinde sosyalizm kavramını tartışması sosyalistler bakımından beklenen bir çıkış dönemine ilişkin tereddütlerin işaretleriydi. Nitekim sosyalizmsiz bir sosyalist parti 2006 yılında bugün Genel Başkanı’nın Has Parti Kurucusu olduğu İşçi Kardeşliği Partisi’nin kuruluşuyla gerçekleşti. İKP’nin kurucuları başından beri partilerinin sosyalistlerin değil işçilerin partisi olduğunu beyan ettiler. Sosyalist bir parti’yi değil bir kitlesel işçi partisine dönüşmeyi hedeflediler. Ancak parti bu arzuyu taşıyan sosyalistlerin ağırlıkta olduğu bir bünyeyle kuruldu .

Hakikatle Tasavvur

Türkiye Birleşik İşçi Partisi adını alan İKP’de vuku bulan alışılmadık ayrılık konusunda beni düşünmeye sevk eden somut nedenler de var. Sosyalist hareketin 12 Eylül darbesinin etkilerinden henüz sıyrılamadığı ve dağınık düzen bir duruş sergilediği 1993 yılında Zeki Kılıçaslan’ında benim de yer aldığım iki elin parmaklarını geçmeyen sayıda sosyalist’in başlattığı emekçi partisi girişimi 1989 bahar eylemlerinin biriktirdiği işçi hareketinin önderlerinde, İstanbul sendikalar platformunda, Harb-İş, Hava-İş, Selüloz-İş sendikalarında karşılık buldu. 2006’da kurulan İKP’nin programından farklı olarak 1993’te emekçi partisi çağrı metni işçilerin kuracağı partinin hedefinin sosyalist demokrasi olduğunu açıkça deklare ediyordu. 1993 sürecinin başarılı olamaması ayrı bir yazının konusu, benim işaret etmek istediğim Zeki Kılıçaslan’la olan yol arkadaşlığımın ve süre giden dostluğumun onun ve arkadaşlarının adeta ölüm perendesini andırır sıçrayışına bigane kalamayaşımdır.
Bir grup aydın-işçi sosyalistin işçi-kitle partisi için işçilere çağrı yapmasıyla, yine bir grup sosyalist’in sosyalist parti için işçilere çağrı yapması arasında başarı elde etmek bakımından pratik sonuçları itibarıyla fark olmadığını Zeki Kılıçaslan da TBİP’ten ayrılış açıklamasında beyan etti;’
Adı daha sonra Türkiye Birleşik İşçi Partisi (TBİP) olarak değişen İşçi Kardeşliği Partisi’ni (İKP) 2006 yılında çeşitli eğilimlerden sosyalistler ve bir grup işçi arkadaşımız ile birlikte kurduk. Bu girişimin hedefi sınıf içi mücadeleci eğilimlerin birliğini sağlayacak, yapay olarak işçileri “sağ”, “sol” diye ayırmayacak bağımsız, kitlesel olmayı amaçlayan bir işçi partisi oluşturmaktı.
Girişimi başlatalı yedi yıl ve partiyi kuralı 4.5 yıl geçti. Gelinen duruma baktığımızda partimiz çok olumlu bazı işleri başarmış olmasına rağmen, kitlesel bir işçi partisini hedefleyen bir siyasal örgütlenme girişimi olarak tıkanıklık içine girdiği görülmektedir.
Baştan beri yakın olarak gördüğümüz çeşitli sosyalist parti ve eğilimlerle yürütülen demokratik çoğulcu bir işçi emekçi partisinde birlik oluşturma girişimlerimiz de anlamlı bir sonuca ulaşamamıştır.
Görüşüme göre böylesi bir durumda partiyi aynı yönde devam ettirmek,
niyetlerimiz ne olursa olsun, Türkiye sosyalist hareketinde birçok örneği olan “dar sosyalist grup” örgütlenmesi mantığına düşmek anlamına gelecektir.

Zeki Kılıçaslan bu açıklamasının devamında Numan Kurtulmuş’un kurmaya giriştiği parti girişimiyle ilgilendiklerini ve fikirleri uyuştuğunda bu kuruluşa katılacaklarını ifade ediyor.
Zaten kısa bir süre sonra arkadaşlarıyla birlikte Has Parti kurucusu olup 28 Kasım’da yapılan kongrede parti yönetim kadrosuna girmiş bulunuyor.
Bu açıklamanın kendisinin de itiraf ettiği gibi bir kitlesel işçi partisi olmayı hedefleyen bu parti projesinin gerçekleşebilmesinin ön koşulu paradoksal bir biçimde diğer sosyalist parti ve eğilimlerin bu projeye katılmalarına bağlanmıştır. Bu yaklaşımın paradoksal olması bir yana İKP’yi bir proje olarak kuranların çağrıda bulundukları diğer sosyalist parti ve gruplardan bu projeye katılanlar olsa dahi bu partinin kuruluş dönemindeki ve bugün de süre giden işçi hareketindeki gerileme trendi, nesnel olarak namüsait şartları gözler önüne sermekteydi. Bütün bunların gözardı edilerek adeta sihirli bir sözcüğe dönüşmüş olan her kapıyı açacak ‘Kitlesel İşçi Partisi’ projesi fikriyatı sonuçları itibarıyla, hakikatle tasavvur arasındaki açı farkının genişlemesine tipik bir örnektir.
Bu açıklamada yer alan ‘işçileri ‘’sağ’’, ‘’sol’’ diye yapay olarak ayırmayacak … bir işçi partisi kurmak’ varsayımı sosyalistler tarafından İKP’nin başat retoriği olarak bellendi. İKP’nin bu retoriği onu mahallenin farklı kişiliklerinden biri olarak temayüz etmesini sağlayan niteliksel özelliği oldu. Bu varsayım üzerinden bir siyasi hareket geliştirmenin gerekçelerinin muhtelif faktörlere bağlı olduğu düşünülmelidir.

Siyasetin Solu Sağı

Bir insanın üretim ilişkileri içindeki konumu ücretli bir çalışan yani işçi olduğunda onun apriori olarak ekonomik çıkarları bakımından kapitalistin çıkarlarından farklı olması kısaca daha yüksek ücret alma talebinin doğrudan kapitalist sisteme karşı olmayı gerektirdiği varsayımına yol açmaktadır. Doğrusu bunun tartışması Lenin külliyatında fazlasıyla vardır, tarihi tekerrüre girmeden yalnızca ’ekonomizm’ ve ‘uvriyerizm’ kavramlarını hatırlamakla yetinelim. Marx’a ait olan sosyal varlığın insan düşüncesini belirlediği tezinin giriftliğini dikkate almadan özensizce siyasete tercüme edilmesi vulgarize düşüncenin temel özelliğidir. Bir insanın işçi olması onun yalnızca işçi olması demek anlamına gelmez, o bir erkek veya kadındır, bir Türk, Ermeni veya Kürt gibi etnik kimliğe sahiptir, bir müslüman, hıristiyan veya alevi, sünnidir, o siyasi kimliği itibarıyla varolan sistemin sürmesinden yana sağ görüşlere veya değişimden yana sol görüşlere sahip bir kimlik edinebilir. Siyasette sol ve sağ kavramlarının işaret edilen içeriklerine uygun olarak 1789 devriminden sonra oluşturulan meclisteki oturum düzeninden miras kaldığını da hatırlatalım. Dolayısıyla bütün bu kimlikleri yapay olarak ilan edip kurtulmak mümkün olmadığı gibi siyasi ayrımlaşmının muhtevası üzerine kurulu olan sıfatların yapay olduklarını ilan etmekte mugalatadan ibaret retorikten öte bir anlam taşımaz.
Marxist dünya görüşü şarkıda terennüm edilen ‘işçisin sen işçi kal’ sözlerinin değil insanın özgürleşeceği insanın insan olacağı sınıfsız toplum tasavvuru ile tarih sahnesinde yerini almıştır. Ancak böyle bir güzergah insan olma dışındaki kimlikleri siyasi alanın dışına çıkardığında özgürleşmenin yolu açılabilir. Kapitalist sömürü düzenine karşı mücadelede nesne olmaktan kurtularak özne olmaya aday, sosyal sınıf olan işçi sınıfı kendi çıkarlarıyla sınırlı değil tüm toplumun geleceğini kucaklayacak sınıfsız toplum idealiyle bu misyonu üstlenebilir.
Sol kavramını sözlükten silerek siyaset yapmaya yönelen sosyalistin demonik düşünce tarzına sürüklenmesinin arka planını da anlamak gerekiyor. 80’li yıllarda kapitalist yönelimin neo-liberal saldırıya dönüşmesi sosyal refah devleti döneminin sona ermesini getirdi. Kapitalist sosyal refah devleti döneminin siyasi temsilcisi olan sosyal demokrasi üstlendiği misyonun zemininin ayakları altından kaymasıyla birlikte ideolojik politik krize sürüklendi. Bu süreç, sosyal demokrasiyi artık refah devletini karakterize eden sosyal harcamaları sürdüren seçenek olmaktan çıkarttı, sağ partilerin toplumu ikna güçlüğü çektiğinde kemer sıkmanın sosyal demokrat kadife eldivenle gerçekleştirilmesinin itibarsız aleti haline dönüştürdü. Ardından 1991’ de otoriter bir rejime dönüşmüş olan Sovyetlerin çöküşüyle birlikte Fukuyama’nın ‘Tarihin Sonu’ teziyle burjuvazinin ideolojik hegemonyasını ilan edişi bütün bu süreci perçinledi. Kitlelerin zihninde sol kavramının sosyal demokrasiden komünist partilere kadar tümünü kapsayan bir algılama olduğu hesaba katıldığında solun içinde yer alan devrimci marxist akımlardan da bir seçenek yaratılamayınca kavram prestij kaybına uğradı.
Yakın tarihteki bu gelişmeler karşısında sadece Türkiye’de değil dünya sosyalist hareketinde de yaşananların eleştirel görüşle değerlendirilip sosyalizmi bu deneylerin ışığında yaratıcı bir biçimde geliştirmek yerine kavramı, sembolleri terk eden sosyalist hareketin bir bölümü kolaycı çözümle katarsisi gerçekleştirmeye yöneldi.

Sosyalistlerin Dinle Alakaları

Türkiye’de siyasal gelişmeler bütün bunlara ek olarak başka bir faktörü de gündeme taşımış bulunuyor. 1946’da çok partili demokrasiye geçişle birlikte CHP-DP ekseninde süregiden parlamenter rejim darbelerle kesintiye uğramasına rağmen 2002 yılı seçimlerine kadar bu temel karakterini sürdürdü. 90’larda giderek yükselen siyasal islam 28 Şubat müdahalesi ardından AKP’nin yeniden yapılanarak 2002’de iktidar olarak siyasetin merkezi haline gelmesine tanık olduk. Bu durum başlı başına dinin siyasette bir faktör olarak yükselişine işaret ediyor.
Sosyalist hareket üst sınıfların siyasi çatışmasını içeren iktidar değişiminden etkileniyor. Gelişen muhafazakar anadolu burjuvazisinin sistemin hegemon gücü olma doğrultusundaki atılımlarını ‘Otantik Burjuvazi’nin Laik, Kemalist, kentli burjuvazinin askeri vesayet rejimine karşı demokrasi doğrultusunda yönelim olarak değerlendiren Birikim dergisi gibi çevreler bu kampta odaklanırken ‘sol ilahiyat’ üzerinde derinleşerek fikri bağlantı kayışlarını da oluşturma çabası içindeler. Yine Devrimci Sosyalist İşçi Partisi sivil toplumcu liberal tezlere angaje olarak dini cemaatlerle yaptığı eylem birlikleriyle rol üstleniyor. Bu eğilimler sosyalistlerin dini yeniden keşfetmesinin toplumsal dönüşümün gerçekleşmesi için şart olduğu kanaatindeler.
Bu retorik sosyalist hareketin zihninde oluşan başka bir arızaya tekabül ediyor. Bu da şundan; Bu eğilimdeki sosyalistler kendilerini siyasal islamın algılarından hareket ederek tanımlamak hatasına düşüyorlar. Birincisi, sosyalizmle barışık olmayan din veya islamdan kastedilenin sünni mezhepler olmasıdır. Türkiye’de sünni mezhepler çoğunluğu teşkil etmekle beraber, alevi inanca sahip geniş bir toplumsal kesim de mevcuttur. Bu bakımdan ele alındığında 60’lı yıllarda kitleselleşmeye başlayan sosyalist hareketin alevi toplumun desteğini almış olması dinsel sosyolojilerle sosyalistlerin bütünleşebildiğini göstermiştir. Bu da sorunun sosyalistlerin dini inançla yanyana gelememesi değil, örtük olarak din diye ifade edilen sünni mezheplerle yanyana gelememiş olmasıdır.
Türkiye sosyalist hareketinin geçmişten bugüne politikaları bir çok yönden eleştirilebilir. Sosyalistler dinin siyasal alanın dışında olması gerektiği ilkesiyle hareket ettiler, ancak din karşıtlığı temelinde politikalara sahip hiç bir sosyalist parti, grup, hareket örnek gösterilemez. O halde Türkiye’de sosyalizmle dinin barışmasından anlamamız gereken, bunun dinle barışma değil sünni islamla sosyalizm arasında barışma olduğudur.

Milleti Hakime Mistifikasyonu

Cumhuriyete miras kalarak ‘laik devlet’ yanıltmacasıyla süren sünni islamın milleti hakime rolüyle ve geniş toplum kesimlerinde yarattığı mistifikasyon onların muktedir sınıfların etrafında konsolide olmalarına yol açtı. Tarihen de bakıldığında görülür ki , sosyalist hareketin kitleselleşmesi karşısında muktedirler sünni islami kesimleri adete paramiliter bir güç olarak organize ettiler. Cami cemaatlerinin yarattığı ‘Kanlı Pazarlar’, Türkiye İşçi Partisinin toplantılarını basanlar hep buralardan derlendi. Bu tür bir dizi örneğe yer verilebilir, önemli olan hata, tarih bilincini yitirmemesi gereken sosyalist’in sünni islamla buluşamamasının kabahatini bütünüyle kendinde arama gayretkeşliğine sürüklenerek hakikatten uzaklaşmasıdır.
Hakikatten uzaklaşma tuzağına düşen Zeki Kılıçaslan siyasal islamın zihin dünyasından sosyalisti yargılıyor, CHP ile sosyalisti aynı kaba koyuyor, aleviyi beyaz Türk sınıfına dahil edip sünniliğe göz kırpıyor. Demek ki yukarda işaret ettiğim sosyalizm-din ikileminden değil, sosyalizm-sünni mezhebi sorununu doğrulamış oluyor, sözleri de şunlar; ‘Bu kavramların hepsi yüklenmiş kavramlar. Halk katmanlarında solculuk deyince Türkiye’de ne anlaşılıyor? Kötü şeyler anlaşılıyor. CHP’ye kim oy veriyor? Entelektüeller ve Aleviler. Bir noktada “beyaz Türkler” CHP’nin seçmen tabanı. Bu dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir taban. Sol dinsizlik gibi algılanıyor. Sol olarak çok gerideyiz. Brezilya İşçi Partisi Merkez Komitesi’nde iki tane papaz var. Bizde bir solcu cuma namazına gitse tuhaf karşılanır. Halkın gerçekliğinden kopuk sol olabilir mi? Paraguay’da sol cephenin lideri bir kardinal oldu. Türkiye’de genel başkanı namaz kılan bir sosyalist ne hisseder? Herkes kendi kimliğini, inancını yaşamalı. Bu partide de baskın bir görüş olmayacak. Ne solcu, ne muhafazakâr ne de liberal. Biz halkın merkezi olacağız.’
Bu dil toplumdaki çoğunluk olan mezhebi ima ederek, azınlık inançlara özensizliğe delalet ediyor. Doğrusu bunlar tehlikeli sulara yol alınmasına işaret edebilir. Türkiye’de sosyalist hareket marjinal bir limana çekilmişken Latin Amerika solunda olduğu gibi din adamlarını içermediğine ilişkin şikayet ya da eleştiri tek kelimeyle tuhaf kaçıyor. Dini inanç veya inançsızlığı siyasetin toplumsallaşmasının ön koşulu olarak kabullendiğini ifade eden görüşler hem Türkiye sosyalist hareketinin tarihsel deneyimleriyle, Türkiye İşçi Partisi gibi, hem de uzaklara Latin Amerika’ya kadar uzanmasına gerek bırakmayan bir örnek olarak, yanı başındaki Kürt siyasi hareketinin dini inançlı halk kitleleriyle ve din adamlarıyla bütünleştiği gerçekliğiyle çelişiyor.
Şunu hatırlatmak gerekir sünni mezheplere dayanan Türkiye’deki siyasal islam geleneğinin politik pratiği üst sınıfların çıkarlarını temsil etmiş her türlü ayrımcılığı içeren niteliksel bir özelliğe sahiptir. Solla buluşmak değil sola barikat yaratmanın bir aracı olarak işlev görmüştür. Siyasal islam yoksul sünni kitlelerin zihinlerinde yarattığı bulanıklıkla onları muktedirlerin peşinden sürükledi. Has Parti’yi oluşturan kadro bu geleneğin siyasi kadrosudur, dolayısıyla lısanı münasiple zemzem suyuyla yıkanmış değillerdir.

Eleştirinin İstikameti

Has Parti’nin bütün bu geçmişin muhasebesi üzerinden siyasal islamın bir değişimini ifade ettiğini düşünerek bu kervana katılan sosyalist, eleştiri oklarını sosyalistlerden ziyade siyasi islam geleneğininin egemen sınıfların iktidarına sundukları desteğe yöneltmelidir.
Zeki Kılıçaslan’ın Genel Başkan olduğu İKP’nin programında partinin politik hedefi şöyle yer almaktadır ‘ ‘işçi sınıfının bütün sömürülenlere ve ezilenlere önderlik ederek patronların düzeni olan kapitalist sistemi yıkmasından geçmektedir. Patron devletlerinin yerine işçi devletleri kurulmalı, uluslararası dayanışma ve birlikler gerçekleştirilerek dünyada sömürünün olmadığı toplumsal adaletin sağlandığı bir düzen inşa edilmelidir.’
Retorik olarak Zeki Kılıçaslan’ın partiden ayrılırken verdiği açıklamada da belirtildiği üzere İKP sol ve sağ kavramlarını hem programında hem de bütün politik literatüründe kullanmaktan imtina ederken, sınıf indirgemeciliğe savrulan politikalara odaklandı. Kendi ifadesiyle 6-7 yıldır bu politik hattı savunan partinin Genel Başkanlığını yürüten Zeki Kılıçaslan siyasetteki tanımlamayla yatay değil dikey bir geçiş yaptığını bizzat kendisi şöyle ifade ediyor.’Biz özgürlüğü AKP’den daha fazla savunacağız. Alevi sorununu da, Kürt sorununu da, demokratikleşmeyi de çok daha ileride savunacağız. Sömürü politikalarına, hırsızlığa, yoksulluğa, işsizliğe karşı ciddi bir duruş sergileyeceğiz. Bence program ileri bir sosyal demokrat program. Sosyal adaletçi, halkçı bir çizgideyiz.’
Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi sınıf indirgemeci de olsa sınıf mücadelesi temelinde ‘İşçi devleti’ hedefiyle mücehhez ideolojik-politik çizgiden dikey bir geçişle sistem içi reform yönelimli ideolojik-politik çizgiye sıçranmaktadır. Üstelik bugüne kadar yapay olarak addedilen ‘Yafta’lar artık hürriyetine kavuşmuş görünüyor. Bizzat bu açıklama, Has Parti programının hem sosyal demokrat bir ‘Yafta’ ya sahip, hem de bunun övgüye değer olduğunu bize anlatıyor.
Anakronik Sosyal Demokrasi
Sosyal demokrasinin günümüz dünyasında kapitalizmin neo-liberal politikalarının aleti haline gelmiş olmasıyla beraber, Has Parti’nin programında sosyal demokrasinin Keynesyen dönemini çağrıştıran üretim araçlarının mülkiyetini değil paylaşıma dönük ekonomiye ilişkin çözüm maddesi bu partiye katılan sosyalisti tam bu eşikte görüşlerini geçmişe yad etmeye sürüklüyor. Konu programda şöyle ifade ediliyor.’ Servetin, değerin ve ederin temel kaynağı ne üretim, ne piyasa ne marjinal fayda ne de emektir. Servetin, değerin ve ederin kökeni toplumdur. Üretilen üründe bize göre nimet, emek, bilgi asli faktör; sermaye ikincil faktördür. Ürün, bu faktörler arasında katkıları oranında pay edilmelidir.
Bir partinin politik konumunu belirleyen onun programı ile birlikte temsil ettiği sınıflar ve kadrosunun sınıfsal niteliğidir. Siyasal islam geleneğinin esas olarak sınıfsal niteliğini belirleyen çarşı esnafı, sanayici, tüccar sosyolojisi oldu, bu damardan zuhur eden Has Parti’nin bu niteliksel özünden sapmadığı kurucular kuruluna bakıldığında tespit edilebilir. Partinin kurucular kurulunda mesleğini sanayici, ticaret, iş adamı olarak beyan edenlerin sayısı 29 buna karşın işçi sendikacı olduğunu beyan etmiş olan sadece 4 kişidir. Parti kurulduktan sonra diğer partilerden katılımların özelliği gidişata dair fikir vermesi bakımından faydalıdır.(1)
Numan Kurtulmuş’un özgürlükler alanında ilk somut açıklamasında da diğer sistem partilerinin sınır çizgisinin dışına çıkmadığı görülüdü. Anadil sorununa ilişkin AKP’nin, CHP’nin söylemini tekrarlayarak, Kürtçe’nin seçmeli ders olabileceğini şöyle ifade etti ‘Kürtçenin, ana sütü kadar helal olduğunu belirterek, “Türkçe resmi dil olmak şartıyla seçmeli ders olmasını öneriyoruz”
Has Parti esas olarak AKP’ nin bloke ettiği muhafazar seçmen kitlesi zemininde oy deposu olan alt sınıflara yönelik sistem içi ve anakronik bir sosyal demokrasi programıyla zuhur etmiş bulunuyor. Sistemin siyaset sınıflarının muhalefette olduklarında kitlelerin oylarını kazanma motivasyonuyla söylemlerini şekillendirdikleri bilinen bir gerçekliktir. Bu partiye katılan sosyalist eğer ileri sürdüğü gibi partinin emekçilerin, yoksulların tüm ezilenlerin sesi olacağına dair inançla hareket ediyorsa partisinin aynı doğrultuda hareket eden partilerle, sosyalistlerle, Kürt siyasi hareketiyle somut ilişki biçiminin temel ölçüt olduğunu dikkate alması gerekir. Bu ölçüt dikkate alındığında BDP’nin Has Parti’ye de seslenen ittifak çağrısına Numan Kurtuluş’un verdiği olumsuz yanıt onun ezilenlerin mekanına mesafeli olduğunu gösteriyor.
ferhanumruk@yahoo.com
(1) İşte ANAP, Demokrat Parti ve MHP’den Has Parti’ye katılanların tam listesi;
Namık AKAY Anavatan Partisi Teşkilat Başkanı
Yaşar YENİCE Müteahhit Anap Kurucu Üye, İl Başkanı
İlker GEZERŞEN Aso 2. Başkanı Anap Seyhan İlçe başkanı
Adnan GÜLERYÜZ Sanayici Anap Merkez İlçe başk. – Seyhan Bld. Bşk. Adayı
Nurgül ÇÖLKESEN Mimar Çukurova ilçe Bşk. B.Şehir Bld. Bşk. Adayı
Cengiz YILDIZ Tüccar Anap Yüreğir İlçe Bşk.
Hasan SABANCILAR Dershaneci Anap Karataş ilçe bşk.
Bülent KÖKSAL İşletmeci Anap Ceyhan ilçe Bşk.
Özden GÜLMEN İktisatçı Anap Adana Kadın Kolları Başkanı
H. Hazım TÜRKMEN İnşaat Mühendisi DSİ Eski Müdürü
Zeynel AKIN Esnaf
Ali KARAKILÇIK Esnaf Anap İl Yönetim Kurulu Üyesi
Serpil İLOĞLU Eğitimci Anap İl Yönetim Kurulu Üyesi
Can MENGÜÇ Esnaf Anap İl yönetim Kurulu
Sinan KARA Mühendis
Ümmü YALÇIN Eğitimci Anap Seyhan İlçe Yönetim Kurulu Üyesi
Mehmet AYMAN Çiftçi Anap Seyhan İlçe Yönetim Kurulu Üyesi
Ahmet TURAN Sigortacı Anap Seyhan İlçe yönetim kurulu Üyesi
Süleyman DÜNDAR Çiftçi Anap Seyhan İlçe Yönetim Jurulu Üyesi
Mehmet BULUT Esnaf Anap Aladağ İlçe Başkanı
Muhsin AKÇAY Esnaf Anap Seyhan İlçe Yönetim Kurulu Üyesi
Mehmet SAKAR Müteahhit Anap İl 2. Başkanı
Hasan AŞIK Emekli
Yakup ÇÖLKESEN Çiftçi Adana İl Genel Meclis Üyesi
Yusuf SOYLU İşletmeci Anap Seyhan İlçe Yönetim Kurulu Üyesi
Berker ÖZTÜRK Demokrat Parti Gençlik Kolları Genel Başkan Yardımcısı
Şinası ÖZTÜRK Demokrat Parti MKK Üyesi
Davut SEVİNÇ Demokrat Parti Genel Sekreter Yardımcısı

ANTALYA
Mehmet ÇEVRİM Döşeme Altı Anap İlçe Başkan Yard.
Mustafa KAR Finike Anap İlçe Teşkilatı
ANKARA
Elvan ALTINBAY Demokrat Parti Etimesgut İlçe Başkanı, Ankara İl Başk. Yard.
Halit KARABULUT Demokrat Parti Çankaya İlçe Bşk. Yard. Yüksek Haysiyet Div. Üy
Emrullah CİHAN Demokrat Parti Yenimahalle KİT Komisyon Üyesi
KIRIKALE
Mehmet KILIÇ MHP Kırıkale Çelebi İlçe Başkanı
Şükrü GÜÇLÜ Kırıkale Bahşılı İlçe Başkanı

Hiç yorum yok: