25 Mayıs 2012 Cuma

Cengiz Çandar Tutuklanmaktan Kurtulabilmişse…

Ferhan Umruk

Ali Bayramoğlu Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde yakın zamanda gerçekleşmiş olan kendi deyişleriyle bir komployu açıkladı. Açıklaması şöyle:
‘Avukat Özcan Kılıç’ın haberlerde ve kimi gazetelerde yer alan şu sözlerini dikkatle okuyunuz:

“Ben Cengiz Çandar’ın KCK soruşturmasına katılacağını emniyette duydum. Meslektaşlarım gözaltındayken, orada biz bir bilgi aldık. Cengiz Çandar, bir gazeteci arkadaşımızın yazdığı ‘Öcalan’ın İmralı Günleri’ kitabının önsözünü yazmıştı. O bile dosyaya konulmak üzereydi…”

Sözünü ettiği Cengiz Çandar……Ersanlı ve Zarakolu’nun tutuklandığı günlerdi. Uzun yıllar birlikte çalıştığım, çok sevdiğim ve son derece değerli bir öğretim üyesi arkadaşım gazeteye geldi.

Endişe içinde, “yeni bir gözaltı listesi varmış, ben dahil 7 öğretim üyesi alınacakmış” diyordu. Bilgiyi emekli bir meslektaşı vermişti. O meslektaş da bunu devlet içinde etkili konumda bir yakınından duymuştu. Bahsettiği listedeki isimler ise son derece önemli, özgürlükçü görüşleriyle tanınan bazı öğretim üyeleriydi’.


Ali Bayramoğlu devamla bu durumun emniyet tarafından teyit edildiğini, bunun üzerine de gazetede arkadaşlarıyla değerlendirme yapıp, enformel yollarla Cengiz Çandar’ın ve isimlerini açıklamadığı 7 öğretim görevlisinin tutuklanmalarının engellendiğini belirtiyor.

Bir süredir gözlendiği gibi süreç emniyet-yargı ikilisinin sömut delil zahmetine katlanmayarak karine yoluyla sürdürdüğü tutuklama kampanyasının liberal- demokrat aydın ve gazetecilerin kapısına gelmiş ve dayanmıştır.


Peki, Ali Bayramoğlu’nun açıklamasıyla birlikte devletin tehdidiyle karşı karşıya oldukları apaçık su yüzüne çıkmış bulunan liberal-demokratlar bu gelişmeyi nasıl değerlendirmektedirler. Onu da Oral çalışlar’ın Radikal’de ki yazısından anlayalım:’Herşeye hakim olma, bütün alanları egemenlik altına alma, toptancı bir hegemonya kurma arzusu; bu ülkenin devlet geleneğinin genlerinde var. Tekçi zihniyet, gerçekten de dönüp dönüp yeniden karşımıza çıkıyor.’



Oral çalışlar yazısının sonunu da kendi bakımından paradoksal görünen saptama yaparak şöyle bağlıyor: ’28 Şubat’ta Cengiz’i hedef alan zihniyet, aradan 15 sene geçtikten sonra kendisini 28 Şubat mağduru gören anlayışlar tarafından yeniden üretiliyor.’



Liberal-demokratların karşı karşıya kaldıkları tehdit üzerine yaptıkları değerlendirmeler böyle… Bu değerlendirmeler belirli doğruları içerse bile bütünsellik taşımadıkları için yetersiz ve de bugüne kadar izlemiş oldukları politik yönelimlerini masaya yatırmaktan kaçındıkları için zafiyet taşımaktadır.



İlk olarak söylenmesi gereken şudur: Sosyalistler elbette liberal-demokratların politikalarıyla örtüşmeseler bile onların devlet şiddetine maruz kalmalarına karşı çıkacaklardır. Onların yanında yer alarak, uğradıkları baskıyı savuşturmaları için destek olacaklardır. Sosyalistler, Liberallerin farklılıkları içeren bir yelpaze teşkil ettiklerini gözden kaçırmamaktadırlar. Ama buna mukabil, onların Türkiye’de başat zihniyet dünyalarının etnik, dini, kültürel sorunlarda odaklaştığını, dünyada ki muadillerinden farklı olarak sosyal eşitsizliği dile almakta son derece güçlük çektiklerini elbette saptamaktadırlar. Sosyalistler bu saptamayla birlikte, Liberallerin sistemin dayattığı etnik, dini, kültürel ayrımcılığa hangi boyutta olursa olsun muhalefetlerinden dolayı uğradıkları baskılara karşı onların yanında yer alır.



İkinci olarak gelişmeyi bir komplo olarak değerlendirip bu sınırlarda ele almak gayretinin nedenleri üzerinde durulmalıdır. Liberal-demokrat cenah uzunca bir süredir politikasını AKP hükümeti üzerine odaklayıp, pratikte de onun destek gücü olmuştur. Emniyet ve yargının sürdürdüğü tutuklama furyasının hukuk ilkelerini aşan boyutlara ulaştığı ayan beyan ortaya çıkıyor. Yenilgiye uğrayan muktedirlerin Laik-Kemalist odağının iddianameleri ve tutuklanma gerekçeleri Ahmet Şık ve Nedim Şener’ide içine alınca ulaştığı boyutla bizzat liberaller tarafından eleştirilmektedir. KCK davası Kürt haklarını savunan aydınları, demokratları, Devrimci Karargah davası da yine Kürt haklarını savunan sosyalistleri derdest etmenin araçları haline geldi. Evet bu operasyonları icra eden devletin iki organı olan yargı ve yürütmedir. Burada yürütme organının altını çizmek gerekiyor. Fiilen ne olduğu zaten tarışılmaktadır ama yargı hukuken bağımsızdır. Emniyet güçleri ise yürütmenin yani hükümetin bir kurumudur.Dolayısıyla emniyetin hükümetin politikaları dışında inisiyatif geliştirmesi mümkün olmaz, olduğu takdirde MİT olayında olduğu gibi hükümet o kadroları tasfiye eder. Burada, cemaatin emniyet ve yargı üzerinde hegemonya kurup AKP’yle bilek güreşine tutuşmuş olması muhaliflere karşı yapılan baskıdan hükümetin azade olduğu anlamına gelmeyeceğinin altının çizilmesi gerekir. Abant müdavimi olan Liberal-demokratlar ne cemaate ne de hükümete yönelik boyutlu bir eleştiri getirebilmektedir. Bundan dolayı da nevzuhur komplo teorileri devlet geleneğini sürdüren emniyet yargı ikilisi yaratılan sis perdesi arkasında olayın müsebbibi ilan edilmektedir. Ancak bu iki kurumun bilindiği gibi Terörle Mücadele Yasasının bütün bu hukuksuzluklara verdiği imkanla bu işleri yürüttükleri gözardı edilmektedir. Bu yasayı değiştirme imkanına sahip olan AKP’dir, böyle bir niyette olduğuna dair de hiçbir işaret yoktur.



Üçüncü olarak liberaller doğru ama doğruyu yanlışa dönüştüren noksanlıktan kaynaklanan tezleriyle Türkiye siyasetini analiz etmekte ve sonuç çıkarmaktadırlar. Bu tez, sosyal sınıfların varlığını reddeden veya onu siyaseti belirleyen bir faktör olmaktan dışlayarak sorunu toplum ve devlet veya merkez çevre çelişkisi üzerinde analiz eden sivil toplum tezidir. Marksizmin yakın dönemde ki gözden düşüşü aydınlar dünyasında hem post-modern düşüncenin hem de sivil toplum tezinin hegemon olmasının yolunu açtı. Sosyal sınıfların o toplumun siyasetini belirleyen bir faktör olduğunu dışlayan liberallerin devletin topluma tabi olması yoluyla sorunların çözülebileceği doğrultusundaki hatları son gelişmelerle duvara çarpmış bulunuyor.



Liberallerin, Türkiye cumhuriyeti devletinin kuruluşundan itibaren otoriter ve görece bağımsız bir yapıya sahip olduğu doğrultusundaki tezleri doğru ama bu devletin son kertede bir burjuva devleti olduğunu gözardı eden dolayısıyla eksik analizleri tezlerini yanlışa dönüştürmektedir. Yaşanan son gelişmeler bir kez daha marksist yöntemin doğruluğunu ortaya çıkarmıştır. AKP devletin tüm kurumları üzerinde hakimiyetini sağlamış bulunuyor. Anayasa Mahkemesinden, HSYK’ya, YÖK’ten Danıştay’a ve de TSK’ya kadar artık AKP kurumlara hakimdir. Etnik, dini, kültürel hakları, Kürtlerin temel insan haklarını, Alevinin inanç haklarını, ve bir dizi hak mücadelesi verenlerin haklarını vermek için kendisinden başka bir engel kalmış mıdır? Şu anda Türkiye’de demokratikleşme siyasetinin temel engeli AKP haline gelmiş bulunmaktadır. Liberallerin engel olarak gördüğü DEVLET artık yoktur. Ama toplumsal siyaseti belirleyen sınıf faktörü olarak AKP’nin temsil ettiği hangi sıfatla belirlenirse belirlensin, anadolu, taşra, çevre BURJUVA sınıfı, sahip olduğu zihin dünyasıyla demokratikleşmenin önündeki asıl engelin kendisi olduğunu ilan etmektedir. Tabii ki anlayana…



Sosyal sınıflar kuşkusuz ekonomik çıkarlarını temel alırlar bunu yaparken toplumsal hayatın bütün alanları için de ideolojik politik görüşler oluştururlar. Sadece bir örnekle açıklayalım dün nasıl geleneksel burjuvazi Laik-Kemalist kamp içinde Kürt haklarına karşı bölünme paranoyasıyla misakı millici tutum takınmışsa, AKP ile temsil edilen Anadolu burjuvazisi de Osmanlı’nın imparatorluk hayallerinin taşıyıcısı olarak Kürt haklarının karşısına dikilmektedir.



İşte bütün bunlardandır ki Cengiz Çandar hem 28 Şubat’ın hem de 28 Şubat mağdurunun hışmına uğramaktadır.



Durum iyice su yüzüne çıktığına göre tüm mağdurların oluşturacağı siyasal seçenekten başka çare kaldı mı?

Hiç yorum yok: