8 Mayıs 2012 Salı

İnsaf be Yıldıray Oğur !

Not: Selami’yle 1970′li yıllarda aynı okulda muazzam devrimci yükselişin havasını bütün devrimci arkadaşlarla birlikte teneffüs ettik bir nevi kader ortaklığı yaptık. Seneler geçse de, insan hayatı için zaman olarak kısa ama yaşanan sürecin dolu dolu olmasından dolayı dostluklar hep baki kaldı. Selami’nin, Yıldıray Oğur’un Taraf gazetesinde Sadık Canaslan’ın trajik ölümünü araçsallaştırıp sosyalizme karşı sürdürdüğü psikolojik harbin bir unsuru haline getirmesine isyan etmesi kadar doğal bir şey olamaz.

Son dönemde artık sosyalistlere ve Kürtlere karşı adeta ‘Psikolojik Harp Dairesi’ misyonunu büyük bir iştihayla üstlenen Taraf gazetesinden beklenmeyecek bir seviyesizlik değil bu tutum. Eski muktedirler gitii, yeni muktedirler gideni aratmamak üzere aynı metodları mağdura karşı kullanma görevini devralmış bulunuyor. Apoletlilerin andıçlama işlerini şimdi ‘Sivil demokratlar’ bihakkın yerine getirmekle meşguller. Eski muktedirin uyguladığı dezenformasyon işlerini yeni muktedir aynen devam ettiriyor. Yani durum tabiri caizse eski tas eski hamam. Mağdur oldu sana mağrur.




Zaten durum ortada, bu merkezin yaydığı pis kokular, onun gerçeğini farkedemeyenleri de nihayetinde uyandırmaya başlamıştı. Belki de bu zeminde yer aldıklarından ötürü o kokuya ağır ağır bağışıklık kazanmış olan Ümit Kıvanç ve Nabi Yağcı için, gazetenin son 1977 ile ilgili olarak yaptığı dezenformasyon, bardağı taşıran son damla etkisi yarattığı söylenebilir. Darısı demokrat ve sosyalist düşünceyi sürdürdüğü düşünülen Taraf gazetesindeki diğer yazarlara.



Gelelim Yıldıray Oğur’un Sadık’ın öldürülmesini sola karşı psikolojik harp vasıtası yapmasına. Sadık benim de okuldan arkadaşımdı. Sanıyorum 1974 yılındaydı, okulda bütün grupların katılımıyla devrimci öğrencilerin yaptığı toplantıya ilk katıldığında kendisinin CHP’li olduğunu belirtti ve bu kimliğiyle toplantıya katılıp katılamayacağını sormuştu. Bizler tabii ki katılabileceğini söyledik ve böylece aramıza katıldı. Katılmasıyla birlikte devrimci döneminin atmosferi onu hızla devrimcileştirdi ve sonradan öğrendiğime göre Halkın Kurtuluşu saflarına katıldı.



Selami’nin de yazısında belirttiği gibi 19 Nisan 1977′de İGD’lilerle afiş asma meselesinden doğan çatışmada hayatını kaybetti. Bu acı olay Yıldıray Oğur’un kulaktan duyma ve kırık dökük intenet vasıtasıyla edindiği bilgilerle güya bugün ifşa ettiğini sandığı bir vak’a değildir. Zaten onun yoldaşı olan Selami yazmış olduğu Sol’uksuz romanında bu acı olayı bütün açıklığıyla anlatır. Roman aynı zamanda o geçmişte, sol içi şiddete vardıran stalinist tahribatın kendi grubunda da, sosyalist hareketin ekseriyetinde de yarattığı yıkımın değerlendirmesi ve de özeleştirisidir. Evet Yıldıray Oğur’a yol gösterelim bu acı olay gibi dahası da vardır. Hatta bu türden sosyalist hareketin ideolojik politik yıkımına neden olan olaylar Türkiye ile sınırlı da değildir. 1936 İspanya iç savaşında Komünist parti’nin kendi dışındaki Sosyalistlere, Troçkistlere uyguladığı tedhişi de görsün. Şimdilik bunlarla yetinelim. Söyleyeceğimiz, stalinizmden kaynaklanan ve uzun dönem Dünya sosyalist hareketi üzerinde etkisini sürdüren tek partici otoriterizm ve demokrasi karşıtlığı anlayışı bütün bunlara sebep olmuştur. Yıldıray Oğur sanmasın ki sosyalistler bütün bunları hasır altı etmiştir. Onun ilgi alanı dışında olduğu için bilgisiz olduğu konuyla ilgil sosyalist külliyat kütüphane raflarında beklemektedir.



Yalnız son söz olarak şunu söyleyeyim, her siyasi fikrin özneleri içinde doğru ve düzgün tutum gelişrirenler olduğu gibi yanlışa sürüklenenler de vardır. Sözü edilen döneme ilişkin



Sosyalist hareket içinde Sosyalizmin demokrasiyle içselleşen bir dünya görüşü olduğunu anlamayanların baskın olduğu bir süreç yaşanmıştır. Ancak böylesi durumlar her siyasi cenahta tezahür edebilir. Örneğin demokrat bir kimlik temayüz edenlerden bir bölümü gerçekten toplumun tüm ezilenlerinin haklarını ikirciksiz bir biçimde savunup bu kimliği hakkıyla yerine getirirken, bir başka demokratlar da mukteidrlerin çıkarlarını savunmak üzere her türlü andıçlamanın, dezenformasyonun, manipülasyonun aleti haline dönüşebilirler.



Aynen Yıldıray Oğur’lar gibi…



Sadık Canaslan yoldaşımı saygıyla anıyorum.



Ferhan umruk



İnsaf be Yıldıray Oğur !



Selami Gürel



Kanlı 1 Mayıs 1977 üzerine bu andan itibaren “hayır öyle değil böyle oldu, solcular yapmadı devlet yaptı” başlığı ile bir tartışma yürütmek abesle iştigal haline geldi.



Benim bu yazıyı tekrar kaleme almamın nedeni, Yıldıray Oğur’un 06.05.12 tarihli “hiç yanlışsız, hep mağdur” başlıklı yazısının öldürülen ev ve okul arkadaşım, yoldaşım Sadık Canaslan’la ilgili olmasıdır.



Sadık ile ilgili yazdıklarına geçmeden önce birkaç söz söylemek isterim.



Bu satırların yazarı 1980 öncesi solun “yanlışları” üzerine en acımasız eleştirileri yazmış, ama halen solculukta ısrar eden biridir.



Bu arkadaşlar, bu “yanlışları” önümüze “solun geçmişteki hatalarını eleştirmek için” koymadı. Aksine, halen sorumluları açığa çıkarılmamış ve solcuların kurban olarak seçildiği bir derin devlet provokasyonunun solcular tarafından gerçekleştirildiği olarak sundu.



Geniş kitleler nezdinde bugüne kadar “solun hataları üzerine” günlük medya üzerinden böyle bir tartışmanın yürütülmemiş olması, içinde benim de bulunduğum solcuların bir kısmının daha önce böyle bir eleştirel tutum almadıkları anlamına asla gelmiyor. (Hatta kendi adıma, “bana SOL’UKSUZ u yazdıran temel dürtü solun bu hatalarına karşı hissettiklerimdir” diyebilirim.) Bugün bu coğrafyada, darbelere, soykırımlara , 12 Eylülcüler ve tüm darbecilerin yargılanmasına karşı mücadele eden başka bir sol varsa, bu “hataların” eleştirilip, yeni bir anlayışın yaratılmasıyla mümkün oldu. Bu elbette, şimdiye kadar yapılan eleştiri ve tartışmaların yeterli olduğu anlamına gelmiyor. Ama bu arkadaşlar, bir yandan sanki bu eleştiriyi ilk kez kendileri yapıyormuş gibi davranıp, diğer yandan solun doğrudan mağduru olduğu 1 Mayıs 1977’nin kanlı gömleğini solculara giydirmeye çalışarak, sol politik ortamı zehirliyor, her şeyi alt üst ediyorlar.



Yıldıray Oğur bu yazılarındaki bilgileri kimlerden alır bilmiyorum, ama o dönemin farklı tanıklarına ulaşmak ve elden geldiğince objektif şeyler yazmak konusunda çabası da, isteği de yok. En azından ben kendi adıma çeşitli –internet- gazetelerinde de yer alan (1 Mayıs 1977 de ne oldu gibi) yazılarımı kendine gönderiyorum. Anlaşılan o ki, kendi tezlerine arka çıkmayan tüm yazıları dikkate almıyor, çöpe atıyor.



Şimdi –en azından bu yazımı okuyanların o olayı doğru bilmeleri için- Oğur’un o yazısındaki birkaç noktaya temas edip bu yazımı noktalayacağım. “Bu çok mu gerekli?” diye soranlar olabilir ve belki de çok gerekli değildir, ama en azından arkadaşıma karşı küçük bir ahlaki düzeltme yapmış olurum.



1-Sadık Canaslan 18 Nisan 1977 değil, 19 Nisan 1977 tarihinde sabah saatlerinde öldürüldü.



2-Sadık, tek başına “İGD’lilerin afişini yırtıp yerine 1 Mayıs afişlerini asarken” değil, içinde benimde olduğum 30-40 kişilik bir grupla, o sıralar faşistlerin tüm öğrenci yurtlarını ele geçirip silahlı saldırı üssü olarak kullanmalarına karşı bastırılmış “Yurtlarımıza sahip çıkalım” başlıklı afişleri asarken benim yanımda öldürüldü. Öldüren henüz 18’ine basmamış bir çocuktu.



3- Oğur’un yazısında, “Sadık’ın öldürülmesinden sonra, Maocu Halkın Sesi’nin bir karşı bildirisi…” diye geçen Halkın Sesi, Sadık’ın taraftarı olduğu grup ile alakası olmayan –ve bugün de aynı isimle varlığını devam ettiren- Aydınlık grubunun gazetesiydi… vb… vb…



Eğer Yıldıray Oğur, bir gün yazılarının artık kendisi için de inandırıcılığı kalmadığını fark ederse, ona senaryo yazmasını önermek isterim. Eminim bunda daha başarılı olacaktır.

Hiç yorum yok: