27 Temmuz 2012 Cuma

Savaş Kışkırtıcılığı Suçtur!

Mehmet Özgen


TCK’nun 306. Maddesinde ‘Türkiye’yi savaş tehlikesiyle karşı karşıya bırakacak şekilde yabancı bir devlete karşı hasmane hareketlerde bulunan’ kimselere ‘beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası, “Fiil sonucu savaş meydana gelirse faile müebbet hapis cezası verilir.” deniyor.

Türk savaş uçağının düşürüldüğünü öğrendiğimde “bu işte bir tuhaflık var” duygusuna kapılmıştım. Açıkçası bir senaryo ile ya da büyük bir provokasyonla karşı karısıya olduğumuzu düşünmüştüm. Aradan 36 saat gibi uzun bir süre geçtikten sonra yapılan resmi ve gayri resmi açıklamar kuşkumu daha da pekiştirmişti.



Ancak o gün başladığım yazıyı, kuşkularımı doğrulayacak verileri yeterli bulmadığımdan bitirmedim. Genelkurmay başkanlığının uluslararası medyada çıkan heber-yorumlar karşısında yapmak zorunda kaldığı açıklamaları ve son olarak Sedat Ergin’nin analizini okuduktan sonra artık kuşkularımın gerçekliğine tamamen emin oldum. Çünkü Sedat Ergin, sağlam dayanakları olmadan yargıda bulunmayan ve nesnellik konusunda son derece titiz bir gazeteci.



Hatırlanacaktır, Genelkurmay’ın ilk açıklaması uçakla irtibatın kesildiği şeklinde teknik içerikliydi. Ergin, yazısında, resmen kabul edilmiş olan uçağın 5 dakika süreyle Suriye havasahasına girişinin altını çiziyor ve başta Genelkurmay haritaları olmak üzere dayandığı resmi verilerle “ihlalin tasarlanmış bir görev talimatı olduğunu düşünmemiz” gerektiği sonucuna varıyor. Sonra da “hava sahası ihlalinin Hava Kuvvetleri/Genelkurmay’ın kendi içinde aldığı bir kararla mı yapıldığı yoksa bu görevin sivil otoritenin onayı ile mi yerine getirildiği sorusu”nu gündeme getiriyor.



Sorunun gündeme getirilmiş olması önemli olmakla birlikte, tarzı, Roboski katliamında olduğu gibi, “bombalama emrini kim verdi” sorusunu akla getiriyor. Ancak “sivil otorite mi asker mi’ gibi sorular, artık bugünün anlam düzeninde bir yere sahip değil. Bunun önemli göstergesi dikkat çekmek istediğim noktalardan biri olan Genelkurmay’ın açıklamalarındaki zikzaklardır. Bu zikzaklar, belli ki, iktidarın açıklarını kapatma gayretinden kaynaklanıyor.



Genelkurmayın uçağın nasıl düşürüldüğü, füzeyle mi uçaksavarla mı şeklindeki sorulara karşılık gelen açıklamalarının yeni soru işaretlerini gündeme getirdiğini ve bu sorulara yeniden açıklama getirmek durumunda kaldığını hatırlıyalım. En çok kuşku yaratanı da uçağın füze ile vurulduğuna dair bir belirtiye raslanmadığı şeklinde olanıydı. Sonradan bu açıklama da “düzeltildi”, uçağın ana gövdesi denizin dibinden çıkarıldıktan sonra durumun netlik kazanacağı söylendi. Genelkurmayın çabasına karşın mızrak çuvala siğmiyordu.



İkincisi ve en önemli nokta, uçağın Suriye tarafından düşürüldüğü açıklamasının ilk olarak nereden geldiğidir.



Genelkurmayın uçakla irtibat kesildi açıklamasından sonra kim tarafından ve nasıl düşürüldüğüne dair açıklama ilk olarak AKP’den geldi. Genelkurmay daha sonra “Suriye resmi makamlarınca kendileri tarafından düşürüldüğü iddia edilen Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na ait RF-4 uçağı” ifadesini kullanarak bir açıklama yaptı. Bu “iddia” lafını TSK üst yönetiminde bir dil birliği olmadığının işareti saymak gerekir. TSK içinde bazıları bu işin, aşağıda değineceğimiz şekilde yasal faturasını düşünmüş olabilirler.



AKP Dış İlişkilerden Sorumlu ve Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, twitter’da yaptığı açıklamada Türk jetinin Suriye tarafından düşürülmesi olayında Türkiye ‘nin yüzde yüz haklı olduğunu belirterek, “Suriye, Türk uçağını düşürerek, uluslararası topluma, uluslararası hukuka, bölge ülkelerine, uluslararası meşruiyete ve NATO ‘ya saldırmıştır” şeklinde ifadeler kullandı. Bu, olay hakkındaki ilk gayri-resmi açıklamaydı. İlginç olan, iki ülke arasında savaşı gündeme getiren bu kadar önemli bir olaya ilişkin açıklamanın hükümetten değil, iktidar paritisinin bir yönetcisinden gelmesi ve üstelik bunun sosyal medyada yapılmış olmasıydı. Medya ilk kez böylesi bir olayı twitter’dan manşetlere taşıyor ama bunun anlamını sorgulamıyordu.



Bu açıklamaya kadar, hükümetin ve genel kurmayın suskunluğunu bu işe bir senaryo yazılıyor diye yorumlamıştım. Çelik’in twitter mesajı, uluslarasrası basında çıkan haber ve yorumlar, ABD yetkililerinin olaya netlik kazandıran değil, müttefiklerini (Türkiye’yi) zor duruma düşürecek, onun “sorgulanmasına” yol açacak açıklamalardan kaçınmak gibi bir yol izlemesi kuşkuları artırıyor, baştaki sezgimi destekliyordu. Ulusal medya da, Ömer Çelik’in açıklaması çıktığı andan itibaren aynı temayı işlemeye başlamıştı. Hükümetten benzer temalı ilk açıklama ise Bülent Arınç’tan gelmişti..

Ömer Çelik’in açıklamasına dikkat edelim. Suriye “NATO’ya saldırmıştır” diyor. Daha sonra Erdoğan’ın Parti grubunda yaptığı ünlü konuşma da bu “hükmü” güçlendirecek bir içerikte oldu. Başbakan ne demişti?



“Uçağımızın uluslararası sularda vurulduğu kesindir ve tarafımızca belgelenmiştir. Uçağımız Suriye karasularına yanlışlıkla ve kısa bir süre için girmiştir. Vurulduğu yer ve zamanın ihlalle ilgisi yok.” “Türkiye, yerini, zamanını ve yöntemini kendisi tayin ederek, bu haksızlığa karşı uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanacak, gereken adımları kararlılıkla atacaktır.” “TSK’nın angajman kuralları değiştirildi. Suriye’den Türkiye sınırına yaklaşan her askeri unsur tehdit olarak değerlendirelecektir.”

Tam bir savaşa geri sayım (count-down) pozisyonu.



Bu açıklamadan sonra NATO toplantıya çağrılmış ama “uçağımız Suriye karasularına yanlışlıkla ve kısa bir süre için girmiştir.” sözü inandırıcı olamamış, üyeler, olayı müttefiklerine yapılan bir saldırı olarak değerlendirmemişlerdir. Bir çok uluslararası gözlemci ve uzmanın ve Ergin’nin de belirttiği gibi bir askeri keşif uçağı için 5 dakika uzun bir süredir. Füze ile vurulduğu Genelkurmay tarafından bile kesin bir bilgi olarak söylenemiyor. Yapılan açıklamaların mizah konusu haline geldiği de bir olgu.



Tek dayanak uçağın uluslararası sularda vurulmasıdır. Ama uçağın uçuş koordinatlarının niçin Lazkiye üssünün bulunduğu kıyı çizgisi boyunca olduğu, 5 dakikaka boyunca ne yaptığı sorularının yanıtı yok.



Bir iç savaş yasamakta olan Suriye’ye karşı Türkiye, yaklaşık bir yıldır organize bir kışkırtıcılığın başını çekiyor, çoğu Müslüman Kardeşler ve diğer radikal islamcı gruplara mensup isyancıları barındırıyor, onlara silah sağlıyor, açıkça emperyalizmin koçbaşı görevini üstlenerek Suriye rejimine karşı savaş açmış durumda. Böyle bir durumdaki bir ülkenin sivil uçakları dahi süphe konusudur ve hedef alınabilir.



Bu bakımdan uçağın uluslararası sularda vurulmuş olmasının fazla bir önemi yoktur. Türkiye, hazırladığı tuzağa kendisi düşmüştür. Bütün veriler bu sonucu göstermektedir. Gerisi kuru gürültüdür, dünyanın alaya aldığı, kitleleri kandırmaya yönelik aslancık “kükremesi”dir.



Dolayısıyla, Suriye havasahasının “ihlali tasarlanmış bir görev talimatı”dır ve bu talimat sivil otoritenin yanı AKP iktidarının sorumluluğu dahilindedir. Baştan beri Suriye’ye karşı uyguladıkları saldırgan tutum, ABD’yi bir an önce müdahale etmeye ikna etmeye çalışmaları, Annan planının sabote edilmesine, yani Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulunun kararını bypass etmeye yönelik politikaları (Bush-Rumsfeld ikilisinin Irak işgali için kurdukları “uluslararası koalisyon”un minyatür kopyesi “Suriye’nin Dostları”nın oluşmasına öncülük etmesi) bunun kanıtıdır. Uçak manevrasıyla NATO’yu devreye sokmaya çalışmışlar, ama ne kınamanın ötesinde bir sonuç alabilmişler ne de Rusya ikna edilebilmiştir. Bütün bu “stratejik derinlik” dehasından çıkan ataklar fiyaskoyla sonuçlanmış, Türkiye, Cumhurbaşkanının ağzından, Suriye yönetimini hedef alan, başta CIA ve MOSSAD olmak üzere Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanlık servislerinin marifeti olduğu izlenimi bırakan suikastten sevinç duyacak bir düzeye düşürülmüştür. Suikastçilerle aynı amacı taşıdığını beyan etmiştir.



Peki, iktidarın Türkiye’yi komşu ülkeyle savaşa sokma politikalarının hukuki anlamını sorgulamamız gerekmiyor mu? Savaş kışkırtıcılığının yasal bir müeyyidesi yok mudur? Gül, Erdoğan, Davutoğlu ve Özel savaş kışkırtıcılığı suçu işlemiş olmuyorlar mı?



2005 yılında AKP iktidarının bizzat kendisinin yaptğı Türk Caza Kanunu’nun 304. Maddesi aynen şöyle diyor:

Madde 304 – (1) Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı savaş açması veya hasmane hareketlerde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden veya bu amaca yönelik olarak yabancı devlet yetkilileri ile işbirliği yapan kişi, on yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”



306 .Maddesi ise ‘Türkiye’yi savaş tehlikesiyle karşı karşıya bırakacak şekilde yabancı bir devlete karşı hasmane hareketlerde bulunan’ kimselere ‘beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası, “Fiil sonucu savaş meydana gelirse faile müebbet hapis cezası verilir.” deniyor.



Bu suçlar bugün açıkça işlenmektedir. Yasalar “savaşa tahrik etme”yi ya da “savaş tehlikesiyle karşı karşıya bırakma”yı yeterli delil sayıyor ki, bu deliller fazlasıyla mevcuttur. Hal böyleyken neden ülkenin muhalefeti, CHP ve BDP harkete geçmez? Savaşa karşı çıkmak, yasaları açıkça çiğneyerek savaş suçu işleyen iktidar sorumlularını hesap vermeye çağırmayı içermiyor mu?

Hiç yorum yok: