29 Temmuz 2012 Pazar

Türkiye’nin En Uzun Sınır Komşusu Özerk Kürdistanlar!

Mahmut Balpetek

Geçen yüzyılın başında Ortadoğu’da çizilen sınırlar, Kürt halkını bölünerek dört ayrı devletin içinde yaşamak zorunda bırakmıştır. Kürtlerin bütün itirazlarına rağmen egemen güçlerin dayattığı statü, bir asırlık tarihi arkasında bırakarak, bu yüz yılın başında değişmeye yüz tutmuştur.


Bu durumun embriyonları uzun zamandır görülmekteydi ancak Suriye’de yaşananlara birlikte daha da belirginleşmeye başladı. Ortadoğu’da kartlar yeniden karılmakta, yeni siyasi aktörler devreye girmektedir. Bu yeni siyasal arenada Kürtler de yerini almak üzere harekete geçmektedirler.

Ortadoğu’da “Arap Baharı” diye anılan ve Baas rejimlerinin yıkılması ile sonuçlanan süreç bitmiş değildir. Suriye bu açıdan önemli bir kilometre taşı olarak ucunda henüz ışık belirmeyen tünelden geçiyor. Arap Baharı’nın karakteristik özelliği diktatörlük ile emperyalist barış arasına sıkışmış olmasıydı. Bir bölgesel savaşa doğru adım adım ilerleyen Suriye sorunu nerede duracak? Suriye bir Arap Baharı’nın karakteristiğinden koparak, istisna olabilecek mi? Olmasında Kürtler rol üstlenebilirler mi? Bütün bu sorular cevaplanmayı beklemektedir. Öyle görünüyor ki bir süre daha bu cevap bekleyen sorularla yaşayacağız.



Türkiye uçağının düşürülmesi ardından, Suriye’nin başkenti Şam’da 18 Temmuz’da düzenlenen, Savunma Bakanı Davud Raciha, yardımcısı Asıf Şevket, Kriz Masası Başkanı General Hasan Türkmani ve Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Hişam Bahtiyar’ın ölümüyle sonuçlanan saldırının ardından Suriye krizinde yeni bir sürece girildi. Saldırılardan sonra gerçekleşen en önemli gelişme ise ülkenin kuzeyindeki Kürt güçlerinin, Kürt nüfusun yoğun olduğu yerlerdeki kentlerin kontrolünü ele geçirip, kendi yönetimlerini kurmaya başlaması oldu.



Demokratik Birlik Partisi’nin de (PYD) içinde olduğu Halk Meclisi ile çeşitli Kürt örgütlerinden oluşan Kürt Ulusal Konseyi, Mesud Barzani’nin ev sahipliğinde 9-10 Temmuz tarihlerinde Erbil’de yapılan görüşmelerin ardından güçlerini ortaklaştırma kararı almıştı.



Bu kararın ardından yeni bir politik süreç hazırlığı içine giren Kürtler, bombalı saldırı ile dengelerin sarsılmasının ardından kendi öz yönetimlerini kurmaya başladı. Kobani, Afrin, Cinderês ve Derika Hemko ile devam eden yönetime el koyma önümüzdeki günlerde genişleyerek devam edecek gibi görünüyor. Bu yeni durum ile birlikte Türkiye’nin en uzun sınır komşusu kimdir sorusu yanıtını bulmaya başladı. Yanıt, Kürtler ve özerk Kürdistanlardır.



Bugüne kadar hem içinde İhvan (Müslüman Kardeşler) hareketinin belirleyici olduğu ve temel şiarları “ Aleviler tabuta, Hıristiyanlar Beyrut’a” olan Suriye muhalefeti ile hem de Şam yönetimi ile mesafeli davranan Kürtler, bu yeni süreçte önemli siyasal aktör olmaya namzet olduklarını ilan ettiler. Zira Suriye’de artık üçüncü bir cephe var. Suriye Kürtleri bu güne kadar vatandaşlık hakkına bile sahip değilken, bugün kendi kendini yönetmeye kalkışmasını alkışlamakla birlikte bunu geliştirerek kalıcı kılabilmesi için ciddi bir dayanışmaya ihtiyaçlarının olacağını öngörmek zor olmasa gerek.



Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eş Başkanı Salih Müslim bu konuda sorulan bir soruya verdiği yanıttan ciddi bir hazırlık evresinin neticesinde yönetime el koyulduğu anlaşılıyor: “Daha baştan beri tedbirlerimizi aldık. Halkımızı örgütledik, yerel komiteler oluşturduk. Bu da daha önceki çabamızın bir devamıydı. Bu süreçleri karşılamak içindi. Örgütlü halk, örgütlü insanlar hangi durumlarla karşılaşırsa daha etkili olabilir. Çatışmalar yayılıyor, bütün Suriye’ye yayılıyor, neredeyse Kürt bölgelerine de ulaştı, çatışmalar kapıya dayandı. Bu çatışmaların bizim bölgelere sıçramaması için bu yerel komiteler devreye girdi. Halk kalktı, oradaki rejimin kurum ve kuruluşlarını dışarıya çıkardı. ‘Biz kendi kendimizi yönetebiliriz, o güçteyiz’ diyerek dışarıya çıkardı.” Bütün bu sevindirici ve kendilerine özgüven içeren açıklamalara karşın uzun bir örgütlenme ve mücadele geleneğine sahip olmayan Batı Kürdistan halkının işinin kolay olmadığını altını tekrar çizmekte yarar var. Kaldı ki, Suriye’de savaşan bütün tarafların dışarıdan ciddi destekler gördükleri gerçeğini göz önünde bulundurmak bile nasıl bir eşitsizliğin olduğunu anlatmaya yeter. Kürtlerin dışarıdan dayanışma almadan güçler dengesini lehlerine değiştirebilmeleri dolayısı ile özyönetimlerini kalıcılaştırmaları imkânsız değil ama bir hayli zor olacağa benziyor.



Eş Başkan Salih Müslim Kürt halkının talep ve hedefini de şöyle özetlemektedir: “Öncelikle düzelteyim, bizim isteklerimiz önceden belliydi. Biz demokratik çerçeve içinde, yani Suriye’nin bütünlüğü içinde, Kürt halkının anayasal olarak tanınması ve oradaki ulusal hakların (okuma, yazma, anadil gibi) verilmesini kapsayacak bir proje üzerinde dört yıldır çalışıyoruz. Buna da demokratik özerklik diyoruz. Bu demokratik özerklik otonomi manasına gelmiyor. Bunun broşürünü dağıttık, herkese verdik. Bu sadece Kürtler için değil eğer onlar isterse diğer bölgeler için de geçerli olabilir tabii.”



Suriye Kürtlerinin talebi ile Türkiye Kürtlerinin talepleri örtüşmektedir. Söz konusu broşür Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) Türkiye için önerdiği siyasal statü olan demokratik özerkliğin aynısının, bir bütün olarak Suriye için öngörmektedir. Bu tutum ile Kürtlerin anlatmak istediği kendileri için özgürlük demek, yaşadıkları ülkeler için demokratiklikle eş değerdir. Zira Kürtler şunun ayrımındalar, kendilerin özgürlüklerinin garantörü her ne kadar kendi örgütlü güçleri ile alakalı ise bir o kadarı da devletin demokratikleşmesi ile ilintilidir. Devlet demokratikleşmedikçe ya özgürlüklerinden ya birlikte yaşamaktan vazgeçmek durumunda kalacaklarını bilincindedirler. Yani kurtuluşun tek başına olmayacağını ya hep beraber kurtulunacağı ya da hiç kimse kurtulamayacağını bilmektedir. Dolayısı ile birlikte yaşamanın da teminatı demokratikleşmenin ta kendisidir. Bu dolayım ile Suriye Kürtleri de sadece kendi ulusal sorunları ile sınırlı taleplerle yetinmeyip, demokratik bir Suriye talebi ile bütün kardeş halklarla birlikte demokratik bir devlet içinde yaşamayı talep etmektedirler.



AKP’nin, Suriye İhvanının etkin olduğu muhalefete destek şartını Kürtlerin statüsünün değişmemesi koşuluna bağlamış olduğunu daha önce yazmıştım. Bu gün AKP ve Suriye muhalefetine rağmen, Suriye’de Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hamlelerinin gerçekleştiği bir tarih yapılışına tanıklık ediyoruz.



Yine “AKP Kürt sorunun çözer” diye bir ifadeye katılmadığımı yazmıştım. Daha baştan “Kürt sorunun bölgesel bir sorun olduğunu, AKP’nin emperyalist vesayete dayalı alt emperyalist emelleri ile Kürt halkının talepleri çakışmadığı gibi çatışır” diye ifadelendirmiştim. Şimdi bu ifadelerim öngörüden çıkıp hayatın kendisi tarafından doğrulandığını söylemek için daha fazla veri söz konusudur.



Bölgede alt emperyalist bir güç olmanın yolu, ülkede despotik bir rejim inşa etmek, bölgede ise mazlum halkları daha fazla köleleştirmekten geçer. AKP girdiği bu yönelimin her iki etabında da Kürtlerle çatışır pozisyonda konumlanmıştır. Dolayısı ile Kürt sorunu çözümü için oluşacak masayı daha baştan terk etmiş durumdadır. Şimdi yapılması gereken, AKP ya da rejimin başka bir fraksiyonu olsun fark etmez onu barış masasına hapsetmek olmalıdır. Yani sözün kısası “an azadi an azadi” (ya özgürlük ya özgürlük) ama bütün ezilenler için.



Son söz yerine, birçok iktidar Kürtlerin öldürerek, kafasını, kulağını bedeninin farklı uzuvlarını keserek o uzuvla oynadı. Ancak hiçbir iktidar AKP kadar Kürtlerin onuruyla oynamak ateşi ile yanıp tutuşmadı.

Hiç yorum yok: