20 Temmuz 2012 Cuma

Ezilenlerin özgürleşmesi, kendi mücadelelerinin eseri olacaktır!

Mahmut Balpetek

Kürt sorunu, her seferinde farklı bir veçhesi ile gündem olma durumunu sürdürmektedir. Buna, bağlamından koparılarak gündemleşmesi de dâhildir. Türkiye son günlerde yeniden bağlamından koparılmış Kürt sorunu tartışmasına mekân olmaktadır. Belli periyotlarla gündeme sokulan bu tartışma “Kürt sorununu kim çözer” gibi kâhinlik edenlerin dışında bir anlam ifade etmeyen, bir an için anlam ifade ettiğini kabul etsek bile AKP’nin toplumsal desteğini sürekli kılmak dışında Kürt sorununun çözümüne bir katkı sağlamayan suni tartışmalardır.


Leyla Zana’nın “Kürt sorununu Erdoğan iktidarı çözer” yollu açıklaması ile başlayan ve halen devam etmekte olan tartışma süreci buna tipik bir örnek teşkil etmektedir. Leyla Zana’nın mücadeleci kişiliğini ve siyasal birikimini dikkate alacak olursak bu safça sarf edilmiş bir ifadenin ötesinde kendine özgüven ve eşitler arasındaki bir ilişki gibi görünmektedir. Leyla Zana’nın kendi toplumunun mücadelesine halel getirecek bir çaba içinde olmasını kimse aklına bile getirmemeli.



Ancak bu ilişki tarzı, toplumda farklı algılara yol açmış, aynı zamanda riskleri içinde taşımaktadır. Risklerden biri, bu söylem aslında AKP’nin görece demokrat olduğuna inanmanın örtük bir ifadesidir gibi algılanmasıdır. Kemal Burkay’ın Türkiye’ye dönüşün de benzer düşünme biçiminin tezahürü olarak gerçekleştiğini hatırlamakta yarar var. Liberal cenahın buradan bir çözüm çıkacağı umudunu yaymaya çalışmasının nedeni tamamen Tayyip Erdoğan’ın dolayısıyla AKP’nin demokratlığına kendini inandırmasından kaynaklanıyor. Özgürleşme dinamiğinin mücadeleden değil, bireylerin demokratlığından kaynaklandığı hayalini yaymak zihniyetinin doğal sonucudur. Onların ve AKP çevresinin eşit bir ilişki yerine Leyla Zana’nın Kürt hareketinden kopması rüyası görmek daha çok memnun edecek gibi.



“Kim çözer” tartışmasının kendisinin, Kürt halkının özgürleşme mücadelesine bir katkısı olmadığı görüşündeyim. Emekçilerin kazanılmış haklarını bir bir gasp eden, kadınların bedenine el uzatmakta tereddüt göstermeyen, doğayı pervazsızca tahrip eden, her alanda egemen olmak isteyen bir iktidarın Kürt sorunu çözecek demokrat karakterde olduğunu var saymak en hafif ifade ile safdilliliktir. Zira özgürleşme diyalektiği gereği bir bütündür. Toplumun farklı kesimlerinde, hayatın çeşitli uğraklarında eşitlikçi ve demokratik bir karşılık bulmak durumundadır. Bundan kastettiğim, bu iktidar hiçbir koşulda Kürt sorununu çözmez iddiası değildir. Birinci itirazım gelenekçi, muhafazakâr zihniyet dünyası ve egemen olma refleksiyle bu sorunun çözülemeyeceğidir. Tayyip Erdoğan’ın dolayısıyla AKP’nin en belirgin karakteri, nobran, üsttenci ve biat ettirme siyasetinin yeni temsilcisi olmasıdır. İkinci itirazım soruna kimin açısından bakıldığınadır. Bu bakış açısı ezilenlerin çıkarları doğrultusundan değil, ezenlerin çıkarları doğrultusundan soruna yaklaşmanın kendisidir. Bu aynı zamanda AKP’yi tarihin sonu olarak ilan etmektir.



Kürt coğrafyasında aldığı oy neden ile birinci parti durumundaki AKP’ye vehmedilen demokratlık yaftası, bu partinin coğrafyadaki pozisyonunu korumasına yardımcı olmasına katkı koymaktadır. Eğer tek çözücü irade AKP ise Kürt coğrafyasında ona yeniden bir şans vermek gayet doğal bir sonuç olur. Yani farkında olmadan AKP’nin değirmenine, siyasetine su taşmak riskini içinde taşımaktadır.



Bu yazıyı yazdığım 14 Temmuz günü haberler şu ifadeler dillendirilmekteydi; “Diyarbakır savaş alanına dündü. Polisin sert müdahalesi sonucu Ayla Akat Ata, Mülkiye Birtane, Pervin Buldan ve Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir hastaneye kaldırıldı”. Bu pervasız şiddetin mimarlarından özgürlük beklemek Kaf Dağı’nın ardına yolculuk etmek demektir.



Tarih, özgürlüğün verilmediğinin, bütün ezilenlerin dayanışma ve mücadelesinin eseri olarak elde edildiğinin örneklerine tanıklık etmektedir. Bu açıdan bakıldığında sorunun devletin hangi kliğinin iktidarında çözüleceğini tartışmak soruna içkin değildir. Esas olan Kürt özgürlük dinamiğinin başta emekçiler olmak üzere kadın hareketi ve ekoloji hareketleri ile dayanışma içinde birleşik bir özgürleşme sürecini derinleştirerek yürütmesinin olanaklarını yaratmaktır.



Kürt halkının özgürleşmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi ile sıkı sıkıya bağlıdır. Demokratikleşmeyen bir Türkiye’nin Kürtlerinin özgürleşeceğinin beklentisine girmek özgürleşme felsefesini bilmemek demektir. Açık bir cezaevine dönüştürülmüş Türkiye’de Kürtler nasıl özgür olabilir ki? Merkezi devletin, yerel yönetimleri oyuncağa çeviren, kadınların kendi bedeni üzerindeki tasarruflarına sınırlamaların getiren, hakları için direnen işçilerin açlığa mahkûm eden, doğayı kapitalist hırslarına kurban etmekte bir an tereddüt etmeyen zihniyet dünyasına sahip AKP’nin, Kürtlerin özgürleşmesine ne tür pozitif katkısı olabilir ki? Kürtler böylesi bir kuşatmışlık içinde kendilerini ne kadar özgür hissedebilirler ki?



Soruna ezenlerin/egemenlerin ufkundan yaklaşmak, aynı zamanda 150 yılı aşan Kürtlerin özgürleşme mücadelesini küçümsemek ya da yok saymaktır. Bu uzun ve acılı mücadele sürecinin tarih yapıcılığını görmezden gelmektir. Marx “işçi sınıfı kendi konumunun değişimi için birleşip mücadele etmedikçe kendiliğinden bir emekçi iktidarının söz konusu olmayacağını” ifade ederek egemen tarih anlayışından farklı bir tarih anlayışını bir asrı aşkın süre önce ortaya koymuştur. Ezilenlerin kurtuluşunun kendi mücadelelerinin eseri olacağı anlamına gelen bu anlayış hiç kuşku yok ki, Kürtler ve diğer ezilenler için de bütün yalınlığı ile geçerliliğini korumaktadır. Köle, efendisine âşık olmayı sürdürdükçe kölelikten, özgürleşmeye doğru yürüyüşüne geçemez. Tarihte Spartaküs’ün özgürlük için efendilerine karşı verdiği destansı direnişini örnekleri ile doluyken, efendinin kölelerine özgürlük verdiğinin örneği yoktur. Bundan sonra da olmayacaktır.



Bugün Amed’de yaşananlar gösteriyor ki Tayyip Erdoğan dolayısıyla AKP, Leyla Zana’nın iyi niyetli girişimini de boşa düşürmüştür

Hiç yorum yok: