11 Kasım 2012 Pazar

Ölüm Orucuna Karşı İzlenen Hacı Yatmaz Siyaseti


Mahmut Balpetek

Eylem biçimi olarak açlık grevi/ölüm orucunu onaylar ya da reddedersiniz o sizin takdirinizdir. Varlığın yaşamasını önemsemek hiçbir ideayı ondan daha öncül kılmamak felsefesini anlamsız görmek mümkün müdür? Tabi ki değildir. Buna karşın dünyada ve ülkemizde toplum çoğunluğunu duyarsızlığına isyan olarak gerçekleşen bir eylem biçimidir.
 Yani toplum çoğunluğunun duyarsızlığının bedeli olarak canlarını feda ederek gerçekleşen eylemin yegâne amacı vicdanları harekete geçirmektir. Ölüm oruçlarının geldiği kaygı verici boyutu her türlü anlayışın, vicdanın es geçmesi en başta ahlaki değildir. Ölüm oruçları binlerce katılımcıadayı ile bir olgu olarak orta yerde duruyorken, “bu tür eylemleri siyaseten doğru bulmuyorum” yollu görüşe dayanarak kayıtsız kalmak kabul edilir gibi değildir. Zira gelinen periyotta öncelikli görev, ölüm orucundaki insanlarımızın haklı taleplerini talebimiz olarak görmek, eylemin başarısı için katkı koymak bu dolayım ile ölümleri durdurmaktır. Bunu gerçekleştiremediğimiz durumda kanayan yaranın daha da derinleşerek etrafını kan gölüne çevireceğini görmek için kâhin olmaya gerek yok. Bu gün ölümleri durdurmak demek akmakta olan kanı durdurmaya giden yolun kilit taşlarından birini başarı ile döşemek demektir.

Açlık grevleri/ölüm oruçları tarihine sahip olduğumuz bu coğrafyada, yine açlık grevlerinin olduğu bir dönemde, dayanışma amaçlı görüşüne başvurulan, Aziz Nesin eylemler hakkında “eğer bir yazar yazma boykotu yaptığında, toplum neden yazmıyor diye hareketleniyorsa yazarın boykotu başarılı olmuştur demektir. Hakeza bir gurup insan açlık grevi yapıyor toplum buna seyirci kalmıyorsa, tepkisini dile getiriyorsa, bu eylem amacına ulaşmış demektir. Aksi durumlarda eylemin bir anlamı yoktur” şeklinde açıklamıştı. Ölüm oruçlarının yaşandığı bu günlerde Aziz Nesin’in saptamasını temel alarak baktığımızda, ölüm oruçlarının amacına ulaştığını söylemek abartı olmaz. Eylemin yaratığı etki azımsanmayacak bir toplumsal reflekse yol açmıştır. Eylemin etki alanı dışında kalmış hiçbir toplumsal kesim olmadığı gibi, coğrafyanın doğusu ya da batısında etkilenmemiş bir kent ya da köy yok denecek gibidir. Bu etki hiç kuşkusuz tek yönlü değil, karşıtı ile varlığını sürdüre gelmektedir. “Bırakın ölsünler” ile “ölüm değil çözüm” diyen iki görüş arasında toplumda yarılmaya yol açarak, siyasetin birinci gündemine oturmuş durumdadır. Bir taraftan ölümler olmadan hükümet diyalog kursun diye yapılan eylemler, diğer taraftan bırakın ölsünler diyerek, eylemci gruplara polis eşliğinde saldıran ırkçı paramiliter güçler. Öte yandan ise, ölüm haberlerinin her an duyulması muhtemel bir eşikten geçerken hükümetin sorumluluk almak yerine takındığı tutum ise kelimenin gerçek anlamıyla tam bir paradoksudur.

Hacı Yatmaz Siyaseti

İktidar diğer toplumsal sorunlarda olduğu gibi bu olay karşında da tam bir hacı yatmaz siyaseti izlemektedir. Her olay karşısında aldığı pozisyon içinden geçtiği konjüktüre göre belirlemekteısrarını yenilemektedir. Tıpkı Başbakanın idam meselesine karşı altığı tutum gibi. Yıl 2002 yeni kurulan partisinin Silivri ilçe teşkilatının açılışında yaptığı konuşmada şöyle diyor: “ İdam cezası tamamen kalkmalı. Bunun için hükümete destek vermeye hazırız.

Yıl 2011 ne diyor Erdoğan“ Ben iktidar ortağı olsaydım, Abdullah Öcalan’a idam cezası verilmeseydi koalisyondan çekilirdim” peki idam gibi esaslı konuda bu görüş değişikliğine yol açan nedir?

Ya 12 Eylül referandumda evet kampanyasıesnasında idam edilmiş Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivanoğlu’ndan bahsedip kürsüde ağlamasına ne demeli? Sanırım denilecek yegâne cümle, AKP’nin neoliberalizm ile şark kurnazlığının sentezlenmiş anlayışının mimarı olduğudur.

Ölüm oruçlarında iktidarın tutumu, idam cezası konusunda aldığı tutumdan farklı değildir. Adalet Bakanı eylemin vahim bir sürece doğru yol aldığını ifade ederken, Başbakan ölüm oruçlarının olmadığını söylüyor. Ana akım medya ise Başbakanın ifadesine eşlik ediyor. Peki, bir an Başbakanın doğru söylediğini, açlık grevlerinin olmadığını kabul edelim, o zaman ne oldu da 9 Kasım’da gerçekleşen bakanlar kurulu toplantısında açlık grevcilerinin, tecridin kaldırılması, mahkemelerde ana dille savunma yapılması gibi talepleri gündeme sokmak ve bu doğrultuda adım atılacağı beklentisi yaratmak neyin nesidir? Egemenlerin ve onların politik temsilcilerinin yalan söylemesi yaratıcısı oldukları sömürü dünyasının devamıgereği bir zorunluluktur. Ancak geleneksel olandan farklı olarak bu kadar banalce yalan söylemek ise günümüz iktidarı patentlidir.İktidar bölgede ve ülkede savaş yanlısı pozisyon tutarak genç bedenlerin ölümüne ve toplumu açlığa mahkum etmesini yeterli bulmamış olacak ki, binlerce tutsağında ölüm yolculuğuna tepkisini demagoji yaparak dile getirmektedir. kişisel ikbali için, namzet olduğu ırkçı oylarıalabilmek adına dün izlediği siyaseti bugün de tekrarlayarak, kanlı ellerini yenileri ölümler ile yıkamaya hazırlanmaktadır. Bu durum karşısında sesiz kalmamak, birlikte yaşamak şiarının teminatı, barışı olanaklı kılmanın doğrultusudur. Bu aynı zamanda ülkemizin hacı yatmaz oyununun sirki olmayacağının ifadesi olacaktır.

Hiç yorum yok: