26 Kasım 2012 Pazartesi

Cumartesi… Cumartesi…

Mehmet Özgen

Bu ülkede ne zaman ki, işkencede, gözaltında, faili meçhul cinayetlerde kaybedilenlerin hesabı sorulmaya başlanır, bu hesabı gören “özel yekili” mahkemeler kurulur: ne zaman ki mecliste Kayıpları Araştırma Komisyonu kurulur, bu komisyonun önünde bütün kapılar, “kozmik odalar” açılır, o zaman gerçekten 12 Eylül’le, kontr-gerilla ile hesaplaşmanın yolunun açıldığına inanabiliriz. O zaman “yetmez ama evet” diyebiliriz..

 


Tam 17 yıl oldu. Analar her Cumartesi oradalar. Bu zaman zarfında bir çok hükümet geçti. Evlatlarının, eşlerinin, kardeşlerinin cansız bedenlerine, mezarlarına dahi ulaşıp sarılamadılar. Karanfillerini koyacakları, toprağını avuçlayıp özlem giderecekleri mezarlarını arıyorlar! Acıları ‘o gün’kü gibi hep taze.



Kimse onların bu acısını dindirmedi. Hiç bir hükümet.. Zaman zaman gelip orada medyaya resim verenleri oldu. Ama hiçbir politikacı casaretle çıkıp bu karanlık perdeyi yıkmaya kalkmadı.



Ve şimdi “analar ağlamasın” diyorlar. Ve de, -biri darbe lideri olsa bile- bir ayağı çukurda olan iki kişiyi çıkartıp “12 Eylül’ü yargılıyoruz” diyorlar!

Kimler? Dün onların önünde eğilenler!



Nerede görülmüş başını eğenlerin hesap sorduğu! Nerede görülmüştür, 12 Eylül hükümetinin başbakan yardımıcısı safatıyla, idam kararlarına imza atan, işkence ve gözaltında kayıp dosyalarının hasıraltı edilmesi için emir vermiş ya da göz yummuş, Başbakanlığı döneminde bizzat iki devrimcinin idamı için karar vermiş, iktidarı döneminde üç milyon Kürt köylüsünü yurtlarından koparıp büyük şehirlerin varoşlarına savuran bir adama anıt-mezar yaptıranlardan medet umulduğu?



Bu toplum en yiğit, en namuslu, en bilinçli evlatlarının işkencecileriyle, katilleriyle, cellatlarıyla birlikte yaşamaya alıştırılmış ne yazık ki. İyi ve kötü olan karşısında ilgisiz ve tepkisiz. Kendisine sunulan sessiz çoğunluk rolünü başarıyla oynuyor. Adalet duygusunu, insanlık erdemlerini, demokratik değerleri zedeleyenlerin kendi adına konuşmasına izin veriyor. Adalet algısını köreltip önyargılarını öne çıkardılar . Tüm kültürlerde adalete aykırı davranış, dine, ahlaka, hukuka, geleneklere aykırı davranış demektir; dolayısıyla günahtır, ayıptır, yanlıştır ve suçtur. Ama bu toplum dindarlaştıkça ahlaktan ve adaletten uzaklaşıyor. Her cumartesi, 17 yıldır önlerinden geçtiği Kayıp Anneleri’ni görmüyor!

Bu belleğini yitirmiş, vicdanı nasırlaşmış, erdemleri alçalan ve çürüyen bir toplumun davranışıdır.



Tek bir cümle özetliyor bunu. Onlardan biri, “400 haftadır elimizde olan bu resimler bizim onurumuz, gururumuz olurken bu ülkenin de karanlık yüzü oldu” diyor. Cumartesi anneleri 400 haftadir buna ‘itirazı yükseltiyor. Saçlarından sürüklendiler, biber gazı yediler, coplandılar. Gözaltına alındılar. Oğlunu arıyor, onu haykırıyor diye işkence gördüler. Tıpkı Arjantin askeri faşist diktatörlüğüne karşı mücadelenin yolunu açan Plaza de Mayo Anneleri gibi, yılmadılar.



Ne var ki, tam 400 hafta, 17 yıl bu itiraz yüksek mercilere ulaşamıyor. O mercilerdeki yetkililerin vicdanında küçük bir kımıltı bile uyanmıyor. Ama o anlı şanlı yetkililer, kürsüden idam edilen gençlerin mektuplarını okuyarak, tek kişilik tiyatronun usta oyuncularına taş çıkartırcasına sahte gözyaşlarını zübükçe dökebildiler. Utanmadan insanların acılarını kendi siyasi emelleri için kullandılar.



Ve bu ülkenin başbakanı, iki yıl önce, ne dedi? O vicdanlı, o ‘yaradandan ötürü yaradılanı seven’ başbakan. O kürsüden gözyaşları dökülmeden bir süre önce ya da sonra.. Kendisi mürüvvet görmüş bir baba olarak, evlatlarının cansız bedenlerini, kemiklerini bile görememiş binlerce kayıp yakınlarına..



“Ne iş yaptıklarını bilmiyorum. Cumartesi anneleri birilerince kullanılıyor”!



15 yıl önce alınıp işkence gören, bir daha canlı görülemeyen 13 yaşındaki oğlu Seyhan’ın kemiklerini aramaya devam ederken yorgun kalbinin durmasına tam 24 gün kala, Ramazan Doğan da ona şöyle seslenmişti:



“Ben Ramazan Doğan. Gözaltında kaybedilen Seyhan’ın babasıyım. Galatasaray Lisesi önüne eskiden karım Asiye gelirdi. Gözaltında işkence gördü, sağlığı bozuldu, Seyhan diye diye öldü. Yerine ben geliyorum. Başbakan ne yaptığımı bilmiyorsa, söyleyeyim: Oğlumun kemiklerini arıyorum.”

*

Bu ülkede ne zaman ki, işkencede, gözaltında, faili meçhul cinayetlerde kaybedilenlerin hesabı sorulmaya başlanır, bu hesabı gören “özel yekili” mahkemeler kurulur: ne zaman ki mecliste Kayıpları Araştırma Komisyonu kurulur, bu komisyonun önünde bütün kapılar, “kozmik odalar” açılır, o zaman gerçekten 12 Eylül’le, kontr-gerilla ile hesaplaşmanın yolunun açıldığına inanabiliriz. O zaman “yetmez ama evet” diyebiliriz..



Hiç yorum yok: