11 Kasım 2012 Pazar

Ruhu alçalan toplum


Mehmet Özgen



Bu “manzara” aynı zamanda bu toplumun çıplak bir resmidir, röntgenidir hatta. Bütün insanı değerleri, çare olmak ve bulmak için koşuşturan bir avuç insanda toplasmış ve onların bu toplum bedeninde bir ur’a dönüştüğü bir resimdir bu.İnsanlık denilen şey, cüssesi küçük isyanı büyük bir kümeye irca olmuştur, bu çürüyen bedende.


Savaşları, şiddeti, sokak ortasında şiddet gören, öldürülen kadınları, insanın dostu sokak hayvanlarının itlafını, doğanın tahribini, çocuklara tecavüzü, nice talanı, rantı dizi film seyreder gibi, edilgen bir şekilde izlemeye alıştırılmış bir varlığa dönüştü bu toplum. Acıma duygusu köreldi, vicdanı karardı. Bu nedenle, onun bağrından çıkan Yaşar Kemal, “Bir insanın açlıktan ölümünü izlemek acıların en büyüğüdür” dese de farketmez. Ruhunda yankı bulmaz bu esbiçimli, iki-ayaklı varlıkların. Sesini duymaz Yaşar Kemallerin, “çözüm olacaksa beni asın, kurşuna dizin.. yeter ki yüz yıldır var olma mücadelesi veren bu halk özgürleşsin” diyen Osman Baydemir’lerin özverisini anlamaz. Sağırlaşmıştır, yüreklerinin kulakları..



Artık onlar seyircidirler. İsyanları sadece, o içi-boş yüksek manevi değerleri eleştiriye maruz kaldığında, sorgulandığında linç olarak tecelli edenlerdir.



Nietzsche’nin nihilistik toplumu gibi, çoğunlukturlar ve sürü psikolojisi ile hareket ederler. Aykırıya, asiye düşmandırlar. Güzel olan, anlam üreten, özgün olan her sanatsal eser, mekan onlara göre “içine tükürülesi” birer “ucube”dir. Tiyatro, İnsanlık Anıtı, cemevi ucubedir. Kendi malum hayata bakış açıları dışında hiçbir görüşü kabullenmezler ve cezalandırmak isterler. Kendi düşünceleri ve yorumları yoktur. Bilim-kurgu filmlerindeki gibi, tek bir gaye için programlanmış, tek-tip robatlar gibidirler. Baş-çobanları onlar için zamanın peygamberidir, zavallı, sefil ve yoksul olsalar da, ne derse kabul eder ve uygularlar.



Yalnızca kendi canları yandığında feryad-ı figan edenlerdir. Okumuş, yazmış, frenkistan görmüşleri de bu linci, ya içkilerini yudumlarken ya da tesbih çekerken yaşatır zihinlerinde. Bilirler ki, linçin, katliamın müeyyidesi yoktur efendilerinin gözünde. Gazetelerde, tv.lerde sürü-çobanı rolündekiler ise, alçaklığı, linci, katliamı, baskıyı, zulmü, tecavüzü, nefret söylemlerini, ırkçı-asimilasyoncu politikaları bin dereden su getirip kılıf bularak haklılaştıranlardır. Bütün zihinsel üretimleri baş-çobanın eğrisini doğru göstermek, onu kutsallaştırmak içindir. Onlar plazaların yüksek tepelerinde ruhlarını kiralayan “modern” dalkavuklardır. Ruhun alçaltıcıları, barbarlığın öğreticileridirler.



Kardeşlik mi dediniz?



Yeni-Osmanlıcılık da kardeşlik mi olurmuş. “Şanlı tarihimiz” diye, “ecdadımız” diye; iktidar için, çıkar için, ihtiras için kardeşlerini boğduran bir saltanat geleneğini bugüne uyarlayan bir zihiniyetten kardeşlik mi beklenir? Her yıl onlarca ilin kurtuluşu diye, bu toprakların özbeöz halkları olan Ermenileri, Rumları hala düşman olarak temsil eden bir toplumda kardeşlik duyguları çoğalır mı? 600 yıl önce Osmanlı topraklarına katılan İstanbul’un fethini 1910′dan beri kutlayan bir toplumda “hey şanlı ordu-hey şanlı asker” mehteran temposuyla coşan bu toplum kurabilir mi barışın dilini? Dünyada kaç örneği vardır böyle bir zihniyetin?



Bir araştırma ne diyor? Toplumun yüzde 85′İ kendisini dindar olarak tanımlıyormuş! Aslında bunu barbarlaşma oranı olarak düşünün siz. Çünkü bu şekle esaretttir ki, şekil zaten eski devirlerde totemdi, “put”tu. Şimdi bu putları, şu Kabe’de Muhammed’in yıktığı putları bu kez tabu olarak içselleştirdi bu toplum. “Dinde baskı ve zorlama yoktur” diye özgür iradeye, tercihe kapı aralayan bir ayete (Bakara) karşın, baskıya ve zorbalığa ya destek verdi ya da boyun eğdi. Kişileri tabulaştırdı, kendine çoban yaptı. İnanç ibadete indirgenip ibadet de bir çeşit putperestlik halini alınca, akıl, bilim ve sanat, insanlığın ortak değerleri hor görülünce, insanın ruhu da çölleşir; binlerce yıllık mücadelelerin içinde filizlenip yücelen insanı değerler: sevgi, erdem, onur, adalet, dayanışma, kardeşlik, eşitlik ve özgürlük tutkusu, kendini ve dünyayı dönüştürme aşkı yerini ilkel insanın barbar eğilimlerine bırakır. Ancak bu barbarlık yalnızca belirli bir çoğunluğa da özgü değildir ne yazık ki. Sağdan sola, duyarsız, edilgen, bencil, korkak; yaşam tarzını, düşüncesini eğip bükerek düzenle uyumlulaştırmış, yalnızca bugünü düşünen kendi dar gettolarına gömülü her bireyi, sözde aydını da kendine eklemleyerek, ruhlarını ezerek, vicdanlarını körelterek yayılıyor.



Dindar olmayabilir veya ateist olabilirsiniz. Ancak insanlık tarihinde söylenen her sözün inanç kökenli olsa da kaynağından bağımsız olarak toplumsal ve tarihsel bir değeri vardır. Sonuçta peygamberler bu tarihi ve insanlık toplumunu derinden etkilemiş ve biçimlendirmişlerdir. Bu nedenle, Muhammed’in “Komşusu aç iken kendi tok olan bizden değildir.” sözü önemlidir. Buradan baktığımızda bu toplumun gerçekten bir riya içinde olduğunu söylemek her dürüst ve samimi insanın görevi olmalıdır. Kendi tanrısını da, -yerine bir baş-çobanı geçirerek- peygamberini de kandırıyor bu toplum.



Binlerce insan aç. Yüzlerce insan ölüme yatmış. Yüzlerce insan talepleri uğruna hayattan vazgeçmeye karar vermiş. Bir yandan, “biz yaradılanı severiz yaradandan ötürü” palavrası, “analar ağlamasın” riyası, öte yanda polisin itip kaktığı, biber gazı sıktığı, içerden gelecek habere kilitlenmiş hapisane önlerindeki analar.

Atılmaları için fezlekeleri Meclise verilen vekiller. On bin üyesi, yöneticisi, hapse atılan partinin can kurtarmak için can havliyle koşuşturan yeni üyeleri..



Bir halk kendi dilini istiyor! Özgürlük istiyor!



Hem de nasıl istiyor. Braveheart fillminde Mel Gibson’un bir an sonra boynuna şiddetle inecek giyotine rağmen, ölüme meydan okuyarak, yeri göğü inleten bir sesle “Özgürlüüük!” diye bağırması misali..



Hapisanelerden yükselen, bu sestir.. Doğu’dan Batıya, Diyarbakırdan İstanabul’a, Dersim’den İzmir’e yankılanan bu ses..



Ortak vatan diyor. Demokratik özerklik, demokratik ulus, Demokratik cumhuriyet diyor bu ses.



Bu sese kulak verin. Bu talep herkesin özgürleşmesinin önkoşuludur. Koparın kendinizi o “çoğunluk”tan. Özgürleştirin ruhunuzu..



Hiç yorum yok: