14 Ekim 2012 Pazar

Yeni Kurulacak İki Parti ve Venezuela Seçimleri Üzerine…


İbrahim Özkurt



Önümüzdeki günlerde solda iki parti kuruluşuna daha tanıklık edeceğiz. Bu demektir ki, solda örgütsel zafiyet sürüyor ve aşılmaya çalışılıyor.
“Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır” diyerek bu günlere geldik. Bence doğru sözcük ‘siyasi partiler temsili demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır’ olmalıydı. Çünkü doğrudan demokrasi de siyasi partilere (klasik partilere) gereksinim olmayacaktır. Üstelik klasik sol, demokrasi denince; Temsili demokrasinin bir uygulanış şekli olan çoğunluğun iktidarına dayalı demokratik merkeziyetçi iç işleyişi amentü halinde içselleştirdiği için, doğrudan demokrasiye kapılarını kapatmış olup “günümüzde de uygulanamaz” sonucuna vardıklarından tartışma gereği dahi duymamaktalar.


Hal bu ki, ulus devlet ve temsili demokrasi, burjuvaların iktidarları için olmazsa olmazlarıdır. Ne ulus devletsiz ne de temsili demokrasi olmaksızın uzun vade iktidarının sürdüremez burjuvalar. Bu nedenle tekelci burjuvazi, burjuva iktidarı tehlike arz ettiği zaman açık teröre dayalı, adına faşizm dediğimiz iktidar şekline dahi ancak kısa dönemler için başvuruyor. Yani siyasi partilerin ve temsili demokrasinin askıya alınmasına… Temsili demokrasi ile yani klasik yapısıyla kalıcı başarı kazanmış bir Marksist-Leninist parti ne tarihimizde ne de günümüzde mevcut değil. Aşağıya temsili demokrasi ile yönetilen, 21. Yüzyıl sosyalizmi olarak alkışlanan Venezüella ile ilgili realiteyi de aktarmaya çalışacağım.



Konumuza dönersek… Son günlerde, EDP ile Yeşillerin, bir de Halkların Demokratik Kongresi bileşenlerinin kuracakları iki yeni parti kuruluş çalışmaları yürütülüyor. Her ikisinin de mevcut partilerden belki de %10 diyebileceğimiz program atik farkları olduğunu sanırım hepimiz biliyoruz. İç hukukları ise bilindiği gibi cümlelerin yer değiştirdiği, tepe yöneticilerin rotasyona tabi tutulduğu ve eş başkanlık ve kota gibi, sistemi çok ta etkilemeyen eklemlerle süslenen, bildik temsili demokrasi. Söz konusu girişimlerin her ikisinin de Sosyalist Birlik Partisi ve ÖDP kuruluş dönemleri kadar heyecan vermediği ise hepimizin malumu.. HDK bileşenlerinin kuracakları partinin Türkiye partisi olmak adına Türk sosyalistleri ile birlikte olmak için bir partiye ihtiyaç duyabilir. Ama EDP ve Yeşillerin kuracakları partinin bence haklı gerekçeleri olamaz. Yukarıda da değindiğim gibi mevcutlardan %10 farkları yok. %10 farklılık yaratmak ise zaten çok kolay. Üstelik her konuda (programda) anlaşan insanların kuracağı ve yeni üye kaydederlerken de programı benimseme koşulu konulacağından, bir arpa boyu yol almanın artık mümkün olamayacağını bu arkadaşlar neden bilmiyorlar anlayamıyorum. Her iki partinin, yaşadığım yöredeki toplantılarına davetli olarak katıldım. Toplantıyı düzenleyen ve tabi ki yönetenler, nasıl bir parti? ( Tüzük ) Nasıl bir sosyalizm? ( Program ) tartışması yapmıyorlar. Sadece kendilerince belirledikleri ilkelerinin duyurusunu yaparak, insanlara, sürece dahil olmalarını beklediklerini söylüyorlar. Toplantılarda aykırı seslere pek prim vermiyorlar, fikir birliğine varmalarını büyük bir başarı ve övünç olarak görüyorlar. Bu insanlara “Herkesin fikir birliğine vardığı bir akşam, kayıp bir akşamdır” diyen Einstein’in sözünü anımsatırken, ortak programda anlaşan insanların kuracağı parti için, marijinal kalmaya ve giderek sönümlenmeye mahkumdur demek sanırım yanlış olmaz.



Toplantı sonrası görüştüğüm Kürt kökenli arkadaşlara “ Neden parti kurmak yerine tüm Türkiye’de Demokratik Toplum Kongresi (DTK) tarz örgütlenmeyi hedeflemiyorsunuz? Dediğim zaman aldığım yanıt, “Henüz erken, adım adım yol almaktan başka çaremiz yok” mealinde yanıtlar alıyorum ve hak vermiyor değilim. Henüz Türk sosyalistleri DTK’nın köy komünleri, belde, ilçe ve il meclisleri, kadın ve gençlik meclisleri tarzındaki örgütlenmesini algılamaktan uzak olduklarını bildiğim halde sanki farklı bir yanıt alacakmışım gibi soruveriyorum işte.. Marksist-Leninist Türk sosyalistleri olarak, bildikleri tek şey güçlü bir önderlik altında, ulus devlette iktidar olmak adına, önce partilerinde iktidarı hedeflemeleridir. İktidarlık ve önderlik iliklerine kadar işlediği için de kimseyle ne önderliği ne de iktidarı paylaşmak istemiyorlar. Bu nedenledir ki ha bire parti kurup duruyorlar.



Günümüz Marksist solu, partiler kanalı ile iktidar olunsa dahi eninde sonunda çöküş yaşanacağını nedense kabullenemiyor. Reel sosyalizmin çöküşü çok tartışıldı. Ama her iktidarın eninde sonunda çökmekten öte sonlanmayacağı, zire hiçbir parti iktidarının insanlığı özgürleştiremeyeceği anlaşılamadı . Her iktidarın giderek bürokratlaşacağı ve her bürokrasinin yozlaşarak diktatörleşeceği, bu nedenle de bürokrasi kanalı ile insanlığın asla özgürleşemeyeceği anlaşılamadı. Zira iktidara gelen parti, üretim araçlarını halk adına kamulaştırırken, yönetimi çalışanlara (işçi sınıfına) değil de kendi kontrollerindeki bürokratlara veriyor. Yukarıda da değindiğim gibi yöneticiler ve bürokrasi yozlaşıp kitleden koparak kendisine ayrı bir dünya kurmakta, çalışanlar üzerinde her tür baskıyı istemese de kurmakla yüz yüze kalmaktadır.



Venezüela’da Chavez üçüncü kez seçimleri kazanırken oy oranını düşürdü. Chavez, son yıllarda önemli kamulaştırmaların altına imza atmakla kalmadı, ülkesinde binlerce komün ve kooperatif örgütlenmesini sağladı ve bu komün ve kooperatiflere önemli devlet desteği sundu. Elde etiğimiz bilgilerden, Chavez’e halkın bağımlılığın had safhaya ulaştığını öğreniyoruz. Ne var ki Chavez’e olan bağımlılık uygulamalardaki eleştirileri zorlaştırmakta olup, iç tartışmalar yürütülememekteymiş. Eleştiriye cesaret edenler ise ihanet etmekle suçlanmakta, yaşanan kırılganlık birçok cesur görevlinin görevini bırakmasına neden olmaktaymış. Her geri kalmış halk gibi Venezüela halkında da bağımlı kabile kültürü hakim olduğu için, görevinden ayrılanların çevrelerindeki insanların da sisteme ve partiye olan desteği giderek kaybolmaktaymış. Bununla birlikte temsili demokrasinin doğası gereği, kamu yönetiminin yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir yapıda seyretmesi özellikle Chavez’in kendisine yakın çevrelerde ve kamuda, hiyerarşik bir kültürün yerleşmesine, ayrıca komünler, kooperatifler ve işçilerin yönetiminde olan diğer kamu sektörleri, talimatları Chavez’den alan bakanların direktifleri ile yürütülmekteymiş. Bu yapı giderek bürokratik diktatörlüğe doğru gitmekte olup halkın desteği giderek azalmaktaymış. Öyle ki, reel sosyalizmin çöküşüne neden olan bürokratik diktatörlük maalesef Venezüela’da da içselleşmektedir. Yukarıya sıralamaya çalıştığım sorunları çözemediği takdirde Venezüela’da burjuvalar iktidarı geri almakla kalmaz müthiş bir yıkım yaşar Venezüela halkı diye düşünüyorum. Sistem söz konusu sorunları çözemezse Chavez öldüğü gün (ki bir gün ölecek) Venezüela’da başlayan “21. Yüzyıl sosyalizmi” reel sosyalizmin akıbetini mi, yoksa Nikaragua’nın akıbetine mi uğrar bilemiyorum. Venezüela’da ve diğer Latin ülkelerinde çöküşün yaşanmaması için ne yapıp edip, kişiye olan bağımlılığın ve bürokrasinin minimum seviyeye indirileceği, adem-i merkeziyetçi, özerk yapıların oluşturulması katılımcı ve doğrudan demokrasinin işletileceği kurumların ve yönetim yapılarının oluşturulması kaçınılmaz diye düşünüyorum. Tabii ki kıta çapında konfederal yapılar inşa etmeksizin tek ülkede kalıcı başarı elde etmekte mümkün değil. Ne var ki siyasi partilerin yönetici zümreleri, kıta çapındaki yönetimde de en etkin olmak isteyeceğinden partiler kanalı ile konfederal yapılar inşa etmekte pek olası değil.



Konumuza dönersek; Tartıştığım Türk sosyalistlerinin çoğunun Kürtlerin Demokratik Özerklik projesini incelemediği gibi DTK örgütlenmesi hakkında kulaktan duyma bilgilerden öte, her iki konunun yeterince ilgi alanlarına dahi girememiş olduğunu üzüntü ve bir o kadar ibretle karşılıyorum.



Her iki parti girişimcilerine ‘lütfen parti kurmadan önce bu iki konuyu (konu da değil realite) incelemelerini rica ediyorum’ demek isterdim ama geri dönülmez yola girdikleri ve seçimlere kadar örgütlülüklerini tamamlamak istedikleri için ricam havada kalmaya mahkum.



Üstelik temsili demokrasinin dahi işletilmediği bu ülkede, burjuva partileriyle, onların kurallarına uyarak, onlarla yarışa girmek, emekçi kitleleri oyalamaktan ve olası halk devrimini ötelemekten öte hiçbir anlam ifade etmediğini de iddia edebilirim.



Hiç yorum yok: