3 Ekim 2012 Çarşamba

Şiddet, Terörizm ve Sınıf Mücadelesi


Ahmet Doğançayır

Terörist olarak tanımlananların yaptıklarına şiddet deniyor. Bu tersine çevrilebilir tanım, sadece yapılan işin özelliklerine atıfta bulunarak şiddeti tanımlamanın ne kadar zor olduğunu gösterir. İnsanlara aksi halde yapmayacakları ve yapmaktan hoşlanmayacakları şeyleri yaptırmak şiddetin özelliğidir. Şiddet insanları kendi iradelerine karşı eyleme yöneltmek ve böylelikle onları seçme hakkından yoksun bırakmak anlamına gelir. Şiddet aslında tartışmalı bir kavramdır.
 Zamanında ‘’uygar dünyanın bir zaferi’’ olarak kaydedilen şey bir süre sonra bir şiddet tarihi olarak yeniden yazılma eğilimi göstermektedir. Kapitalist dünya düzeninin muhafızlarının görevi gayri meşru olarak tanımlanan muhalefetin şiddetini tasfiye etmek, kendileri için ‘yararlı ve zorunlu baskıyı, terörü ve şiddeti’ meşrulaştırmaktır. Baskı güvenli bir biçimde kurumsallaştırıldığı zaman gündelik hayatın geri planında erir. Bu durumda o görünmezdir ve baskı rutin, tekrarlamalı ve monoton hale geldikçe dikkati çekme şansı azalır. Ama rutin kırıldığında ve baskı altına girdiği zaman onu ayakta tutmak için kullanılan ‘zor’ görünür hale gelir.



Yaşadığımız toplum eski yapılar parçalanıp ya da sökülüp dağıtılırken onların yerine kurumsal sağlamlığa sahip hiçbir alternatif yapının konulamadığı savaş hali giderek artan bir toplumdur. Şiddetin, şiddet suçlamalarının ve şiddet beklentilerinin birey ve gurupların kendini kanıtlaması için başlıca araçlara dönüştüğü bir toplum. Barış istiyorsanız savaşa hazır olun ilkesi ister uluslar arası, ister yerel ya da aile içi düzeyde olsun toplumsal sistemin tepesinden dibine kadar, daha önce hiç olmadığı kadar gündemde görünmektedir. Meşruluk sorunu sürekli olarak çözülmemiş ve tartışmalı kaldıkça, paylaşılan amaç, ev ya da hayat koşullarından kaynaklanması muhtemel bir talep açık ve gizli şiddet suçlamasından muaf değildir. Kurumsallaşmış yapılar toplumsal örgütlenmenin bütün düzeylerinde ufalanmakta ve dağılmakta, şiddet uygulamaları iktidar hiyerarşilerinin daimi bir özelliği haline gelmektedir.



Modern ulus devletlerin inşası egemen ulusçuluğun ezilen uluslar ve etnik azınlıklar üzerinde sürdürdüğü terör ve şiddetin öyküsüdür. Asla kendi tarihlerini yazma şansı verilmeyen yenilgiye uğramış azınlıkların ve ulusların ezilmesi ve fiziksel ya da kültürel olarak yok edilmesi, bir ilerleme ve uygarlaşma sürecinin şiddetten arındırılmasına yönelik bir hikâye olarak tanımlandı ve yeniden anlatıldı. Ulus devletlerin tartışmalı kuruluşlarının unutturulmasıyla birlikte ‘’yasa ve düzenin savunulması’’ kılığına sokulmuş baskı ile dağılmış, yerelleşmiş ve tecrit edilmesi kolay baskı arasında bir çizgi çekilebildi. Ancak bugün ezilen ulusların ve etnik azınlıkların iktidarlar yardımıyla asimile edilmesi, farklı kimliklerinin ortadan kaldırılması artık sağlanamaz olmuştur. Bunu sağlamak için aralıklı olarak yapılan girişimler artık etkisiz olma eğilimindedir. Zorlayıcı bir asimilasyon ve yerel ulusal geleneklerin, anıların, adetlerin bastırılmasına yönelik siyaset artık sonuç verici bir seçenek olmaktan çıkmıştır.



Kendi ulus devletlerini kurma bilincini kazanmış veya oluşum halindeki uluslara resmi olarak varsayılmış kimliklerini desteklemek için daha önce dayatılmış otoriter kurumların hiçbir faydası yoktur. Onlar içinde erimiş oldukları kültürler, diller ve inançlar karışımından kendilerini ayrıştırmak, kristalize etmek zorundadırlar. Karışmış parçalarını ayırarak kendi ayrı kimliklerini korumaları gerekir. ‘‘Meşru, tanımlanmış baskıya’’ başvuramadıkları için, bu hedefe ulaşmak için yapacakları her neyse ancak şiddet olarak sınıflandırılabilir.



Asıl terörizm, şirketlerin ve devletlerin insanlara ve yeryüzüne karşı işlediği suçlardır. Onlar proletaryanın, sınıf düşmanlarının çıkarlarına karşı yöneltilmiş olan tüm etkinliklerini terörizm olarak yaftalamak istiyorlar. Eğer terörizm, düşmanda korku uyandıran veya ona zarar veren her türlü eylem olarak anlaşılırsa, doğal olarak tüm sınıf mücadelesi terörizmden başka bir şey değildir. Yasalarıyla, polisiyle ve ordusuyla burjuvazinin tüm devlet aygıtının kapitalist terör aygıtından başka bir şey olmadığı ortadayken, burjuva politikacıların ezilen ulusların ve proletaryanın ‘’terörizmine’’ yönelik öfkelerini kusma hakları yoktur.



Terörizme karşı verilen savaş devletlerin, hükümetlerin başlıca uğraşı ve ulusal gelirden büyük payların polis ve silahlı kuvvetler bütçelerine ayrılmasının sebebi olmuştur. Terörizm her defasında silahlı kuvvetlerin ya da bombardıman uçağı pilotlarının yeni bir görev için gönderilmelerini ve kentlerde yaşayan insanlara daha katı kısıtlamalar getirmesini sağlayan bir araç olarak kullanılmıştır. Birileri bir yerlerde elde silah direnmeye karar verdiklerinde terörizm kavramı kullanılmaya elverişli hale gelir. Terörizmin vahşi ve kanlı bir yönü olduğu kuşku götürmez. Ne var ki sorun diğer insanları vuran, bombalayan insanların mı ‘’terörist’’olarak tanımlandığı, yoksa bu tanımlama işinin onların yaptıkları işlerin doğasından çok bu etiketleri basan ve onları yapıştıranların değerlendirmesine mi bağlı olduğudur. Bu etiketler olmasaydı, teröristler ve onun kurbanlarının sık, sık birbirine karışması söz konusu olabilirdi.



Alternatif nedir?



Kapitalist diktatörlüklerin tek doğru alternatifi ve inkârı, emekçi sınıfların baskıcı gerekliliklerden kurtulmuş insanlar olarak dayanışma içinde kendi hayatlarını kendi başlarına belirleyen bireyler haline geldiği bir toplumdur. Yalnız özgürce bir araya gelmiş üreticiler sistemi yeni teknolojiler potansiyelinin büyük bir bölümünü kullanım dışı bırakmadan ve savurganlığa neden olmadan kontrol ve yaratıcılığı, bireysel ve kolektif sorumluluk bilincini geliştirebilir. Ve insanı neyin doğru, neyin yanlış olduğunu çıkaracak duruma getirmek için bu anlamın kurulu evrenini kırmak gereklidir. Bunun için önce bu aldatıcı ‘’ayrım gözetmezlik’’ ortadan kaldırılmalıdır. Elbette bu tür bir değişiklik düzen değişikliğine kadar varan bir direnme hakkının yerleşmesi ile eş anlamlıdır.



Kanun ve düzen, kurulu hiyerarşinin koruyucularının kanun ve düzenidir. Toplumdaki özgürlük ve haklar ezenlere kanuna uygun şiddet uygulamalarını sağlamaktadır. Baskı yapan toplum bu temele dayanarak kendisini ve hayati savunma noktalarını yeniler. Bunların ortadan kaldırılması ise bu toplumsal sistemin şiddetli bir şekilde boğmaya çalıştığı devrimden başka bir şey değildir. Sözünü ettiğimiz şey şekillendirilmiş kamuoyunun tiranlığını, sınıflı toplumda bu kamuoyunu yaratanları kırıp geçmektir. Dinin, ‘’demokrasinin’’, ahlakın kurgularından, yani düşmanın evcilleştirmek, tutsak etmek için öne sürdüğü bu manevi zincirlerden tamamen kurtulmaktır.



Burada küçük bir gurubun değil, çoğunluğun eylemlerinden ve uygulayacağı siyasal şiddetten bahsediyoruz. ‘’Devrim, sadece sınıf mücadelesinin keskinleşmesinden doğar ve sadece proletaryanın toplumsal işlevlerinde bir zafer garantisi bulabilir. Politik kitle grevi, silahlı ayaklanma, devlet iktidarının ele geçirilmesi; bütün bunlar, üretimin gelişmişlik derecesi, sınıfsal güçlerin mevzilenişi, proletaryanın toplumsal ağırlığı ve nihayet, devrim anında devlet iktidarının kaderini belirleyen etken silahlı kuvvetler olduğu için, ordunun toplumsal bileşimi tarafından belirlenir.’’ İşçi hareketleri ancak zorlayıcı durumlarda ve barışçı taktikler yenilgiye uğradığında şiddete başvurmuştur. Sosyalist devrimlerde şiddet olmuşsa bunun nedeni egemen mülk sahibi sınıfların mücadele etmeksizin ayrıcalıklarını bırakmak istememeleridir. Marksizm proletaryanın yetersiz devrimci gücünün yerine hazır ‘’kimyasal formülleri’’ geçirmeyi amaçlayan tüm yöntem ve araçları reddeder. Bir terörist eylemin“başarılı” olanı, egemen sınıfı bütünüyle karışıklığa sürüklese bile etkisi kısa ömürlü olacaktır. Kapitalist devlet kendisini sadece hükümet bakanlarına ve görevlilerine dayandırmaz ve onların ortadan kaldırılmasıyla da yıkılmaz. Egemen sınıflar her zaman kendilerine hizmet edecek yeni insanlar bulacaktır; mekanizma hiçbir zarar görmeden kalır ve işlevini sürdürür. ‘’Bir politik mücadele düzeyine yükseltilmeden önce terörizm, kendisini bireysel intikam eylemleri biçiminde ortaya koyar Terörizmin en önemli psikolojik kaynağı, daima bir çıkış arayışı içindeki intikam hissi olmuştur eğer biz terörist eylemlere karşıysak, bu sadece bireysel intikam bizi tatmin etmediği içindir. Bizim kapitalist sistemle görülecek hesabımız, bazı devlet görevlileriyle görülecek olandan çok daha büyüktür. Tüm enerjimizi bu sisteme karşı kolektif bir mücadeleye yöneltmek için, insanlığa karşı işlenen tüm suçları, insan bedeni ve ruhunun maruz kaldığı tüm hakaretleri mevcut toplumsal sistemin zorunlu



sonuçları ve ifadeleri olarak görmeyi öğrenmek; tutuşan intikam arzusunun en yüksek manevi tatmin bulabileceği yön budur. ‘’ (L.Trotsky -Marksistler bireysel terörizme neden karşıdırlar.)



‘’Ahlâkın haremağaları ve ikiyüzlüleri ne söylerse söylesin, intikam duygusunun kendine özgü doğruları vardır. Bu duygu işçi sınıfına, dünyaların bu en iyisinde olup bitenlere boş bir kayıtsızlıkla bakmamak gibi büyük bir ahlâki erdem kazandırır. Proletaryanın taşıdığı intikam duygusunu söndürmek değil, tam aksine onu tekrar, tekrar kışkırtmak, derinleştirmek ve bu öfkeyi tüm adaletsizlik ve insani alçaklığın gerçek kaynaklarına karşı yöneltmek; Devrimci Marksizm’in görevi budur. ‘’ (A.g. e)

Hiç yorum yok: