22 Eylül 2012 Cumartesi

El Değiştiren Vesayetin Dış Politikasında Kürt Gerçeğinin Tayin Edici Etkisi

Mahmut Balpetek

Asker, sivil bürokrasisinin vesayet rejimine son veren AKP, bu vesayeti kendi tekeline geçirdiği bu günlerde, aynı paralelde Kürt halkına karşı imha politikasını da yükseltme eğilimine girmiştir.


İktidarın bütününü ele geçirerek hızla devletleşen AKP’nin ajandasında demokratikleşme diye bir maddenin olmadığı bu vesile ile bir kez daha görülmüştür. O zaman değişenin ne olduğu sorusuna yanıt, tereddüt edilmeyecek bir biçimde vesayetin el değiştirdiğidir. Vesinin seçimle iktidara gelmiş olması, vesayetini daha demokratik kılmaz. Zira anımsanacağı gibi, 12 Eylül Anayasasının kendisi de, yüksek katılımlı bir referandum ile kabul edilmiştir. Ancak, onaşma yolu ile kabul edilmiş olması, anti demokratik bir anayasa olduğu gerçeğini değiştirmemiştir. Ya da beylik bir ifade ile Almanya’nın kendi faşizmini seçimle getirmiş olması, onu daha az faşist kılmamıştır. Demek ki, demokratikliğin yegâne kıstası seçimler değildir.


Devletleşen AKP’nin izlediği politikalar sonucu olarak ortaya çıkan siyasal manzaraya bakıldığında görünen odur ki, devletin Kürt sorununda hızlı bir şekilde 90’lı yıllara doğru çark ettigidir. Başbakan’ın, 4 Eylülde partisinin il başkanları toplantısında dile getirdiği BDP ile ilgili “yargıyla görüştüm, harekete geçecekler, bizde mecliste gerekeni yapacağız” veciz ifadesi ile sarih bir şekilde bu dönüşü deklere etmiş oldu. Başbakan bu deklarasyon ile bağımsız yargı komedisinin son perdesini de sahnelemiş oldu. Zira Başbakan bir taraftan AKP’nin toplumsal desteğinde ortaya çıkan güç kaybını örtmek ve topluma güçlerinden bir şey kayıp etmediklerine ikna etmek maksadıyla yaptığı açıklamanın, aynı zamanda yargının iktidarının vesayetine geçtiğini de yoruma yer bırakmayacak bir şekilde kabul etmiş oldu. Öte yandan 90’lı yıllarda olduğu gibi Kürt sorununu güvenlik sorunu olarak gören iktidar 12 Eylül zihniyetinin de takipçisi olduğunu net bir ifade ile dile getirmiş oldu. BDP’li vekilleri yaka paça meclisten atarak özel yetkili mahkemelerde (İstiklal ya da Devlet Güvenlik Mahkemeleri) göstermelik bir şekilde yargılayarak cezaevlerine koymayı hedeflemek, savaşı tırmandırmak ile eş anlamlıdır. Başbakanın devreye sokmaya çalıştığı anlayış siyaset yolunu tıkaçlamak, savaşın önünü açmaktır. Bu doğrultuda toplumu top yekûn savaşa hazırlamaya çalışan iktidar Kürtlere karşı gelişen linç girişimlerini destekleyerek, Başbakanın dilinden düşürmediği kardeşliğin kendisini dinamitlemektedir. Halkların boğazlaşmasından medet uman iktidar, medya ya koyduğu sansürle savaşın geldiği boyutu toplumdan gizlemeye çalışarak, ülkeyi barut fıçısının üzerine oturtmaktadır. Kirli savaşın yaratığı kin ve nefret atmosferinde halkları karşılıklı bir birilerine kırdırmaya çalışmaktadır. Bunda dönemsel başarılar elde etse de kendi akıbeti, kendinden önceki iktidarlardan farksız olacaktır. Buradan uzun vadeli bir başarı elde etmesi mümkün değildir.

Geliştirilen siyaset daha doğrusu geliştirilemeyen siyaset, yüz elli yıldır devlete egemen olan militarist akıl/anlayışla elde edilmeyen sonucu, bir kez daha devreye sokarak ulaşma amacından başka bir şey değildir. Yani Osmanlıdan Cumhuriyetin bugününe kadar devlete egemen akılla Kürt sorununu çözme iddiasından başka bir şey değildir. Bu gün Kürt sorununda çözümsüzlükte ayak direten iktidarın, 90’lı yıllara öykünüp geri çark edebilir ancak Kürt sorunu artık 90’lardaki gibi bir sorun değildir. Kendileri muhafazakâr olabilirler ve değişmemeyi kutsayabilirler. Ancak Kürt sorunu kendini muhafaza ederek değişmez kılmamıştır. Tam aksine dinamik, değişken, akışkan ve yenilikçi bir seyir izleyerek yol almaktadır. AKP 2012 dünyasında ki, Kürt sorunun, 90’lı yıllarda arayarak beyhude bir muhafazalık içine girerek, akan kanın sorumluluğunu omuzlamaktadır.

Kürt Sorununun Türkiye Dış Politikasındaki Etkisi



AKP’nin görmek istemediği gerçek, Kürt sorununun Türkiye sorunu olduğu kadar, bölgesel bir sorun olması durumudur. Dolayısı ile barışçıl yöntemlerle çözüme ulaşmanın yolu bölge devletleri ile kurulacak pozitif diyalogdan geçer. Kürt sorunu hem Türkiye hem Ortadoğu sorunu olması dolayımı ile dış politika üzerinde de tayin edici etkiye sahiptir.

AKP’nin iki binli yıllarının ilk yarısında dış politikada geliştirmeye çalıştığı, komşu ülke ilişkilerinde sorunları sıfıra indirme politikası, bugün sırf soruna dönüşmesinde Kürt meselesinin derin etkisi vardır. İkinci körfez savaşında meclisten geçmeyen teskere, Irak’a asker göndermeyen Türkiye’nin Irak’ın yeniden inşasında söz sahibi olamamasına yol açmıştır. Türkiye’nin Irak’a asker göndermemiş olması nedeni ile nüfussuz pozisyona düşmesi dışarıdan Kürtlerin yeni statülerine itirazının karşılık bulmamasına neden olmuştur. Türkiye’nin müdahil olmadığı Irak manzarası, Özerk Kürdistan’ın doğumunu kolaylaştırmıştır. Bugün AKP, Özerk Kürdistan’ın kuruluşunu kendi hesap hatasının sonucu olarak değerlendiriyor. Çünkü AKP Irak masasında oturmuş olaydı, Irak’ın geleceğinin belirlemesinde etki etme gücü olacaktı, bu gücü Özerk Kürdistan’ın kurulmasını engelleme yönünde kullanacaktı. Bu da Kürtlerin bölgede hızlı biçimde güçlü siyasal aktör olmasını geciktiremeye neden yol açabilirdi.

Suriye karşısında geliştirdiği savaş yanlısı stratejiyi Körfezin savaşa taraf olmamanın özeleştirisi olarak değerlendirmek mümkündür. Bu stratejinin hedefinde Esad rejiminden ötesinde inşa halindeki Özerk Batı Kürdistan’ı yatmaktadır. Çünkü Suriye’ye olası bir emperyalist müdahalede AKP, Kürdistan topraklarının hâkimiyetini talep edecektir. Türkiye esasında masada bulunarak, Suriye Kürtlerinin kaderini tayin etmeyi istemektedir. Bu dış politika paradigması Suriye ile sınırlı olmayan Rusya, İran ve Ermenistan gibi komşu ülkeler ve dünyanın öteki ucundaki Çin’le de sorun yaşamaya neden olmaktadır.

İran ile olan ilişkilerin de benzer minvalde seyrettiğini söylemek mümkündür. Emperyalist güçlerin planladığı şekilde Suriye başarılı bir operasyonla işgal edilir ve akabinde yeni Suriye’nin konsolidasyonunun gerçekleşmesi sonrasında, okun ucunun çevrileceği ülke İran olacaktır. Yani Türkiye olası bir İran operasyonunda da aktif görev almaya hazır durumdadır. Neden? Burada da olası bir müdahale ile birlikte Kürtlerin lehine değişimlere neden olabilme ihtimaline karşı pozisyon tutmak içindir. İran ile ilişkileri her an gerilimli tutmak kamuoyunu bu yönde hazırlamaya dönük olduğu gerçeğinin de altını çizmek gerekir. Zira Suriye işgaline itiraz edenlerin en önemli argümanlarının başında“Esad ile düne kadar kardeştin de şimdi ne oldu da düşmanına dönüştürdün” yönündeydi. İran’ın işgal planı fiiliyata geçerse, bu türden eleştirilere maruz kalmamak için İran’ı ezeli düşman haline getirmeyi amaçlıyor. Bu kadar uzun vadeli plan yapılır mı derseniz, yanıtım alt emperyalist ülke olma çabası bu türden uzun vadeli planları gerekli kılmaktadır. Tıpkı AKP’nin 12 Haziran 2011 seçimlerde 2023 yılına kadar ki, hedeflerini açıklamaya çalışması gibi, uzun vadeli planlar yapması buna örnektir.

Irak ile sorun küllenmeden devam ediyor. Çünkü Irak’ta Özerk Kürdistan’ın varlığını sürdürüyor olması sorunun sürmesi için yeter nedendir. Zaten bütün komşularla ilişkilerin saf sorun haline gelmesine neden Kürt sorunu değil midir? Yıllarca “Kürdistan” sözcüğünü kullanmamaları, oluşan statüyü yok saymaları gerilimli ve sorunlu bir ilişki tanımlaması yapmamız için yetmez mi?

Kürt sorununu çözerek, Ortadoğu’yu barış içinde bir arada yaşamın coğrafyasına dönüştürmek mümkündür. Zira sayılan devletlerde Kürtlerin olmasını dezavantajdan, avantaja çevirmenin tek yolu Kürt sorununun sözü geçen devletlerle birlikte çözmekten geçer. Barışın egemen olması halinde sınırları ortadan kaldırmak ya da en azından silikleştirerek komşularla sıfır sorun hedefine ulaşmak mümkündür. Ancak AKP tercihini bölgesel bir savaşa dönüşme potansiyeli taşıyan gerilimi tırmandırmak doğrultusunda kullanmaktadır. Türkiye’yi nerede demirleneceği belirsiz bir yolculuğa zorlamaktadır. Tarihin doğal akışını yoksul halkın kanı pahasına değiştirmeye hevesli bu anlayışa dur demek, insanım diyen herkesin ortak görevidir. Buna dur diyemezsek ne olur? En hafif ifade ile söylemek gerekirse, CHP’li vekillerin giremediği Türkiye’deki kamplara Angelina Jolie girer.

Hiç yorum yok: