2 Eylül 2012 Pazar

Kürt Sorunu mu? Türk Sorunu mu? Dünya Sorunu mu? Emek Sorunu mu?

İbrahim Özkurt



İnsanlığın hayvanlarla ilk buluştuğu, toprağa tohum ekmeyi öğrenerek yerleşik düzene ilk geçişin yaşandığı, günümüzün en stratejik maddesi petrolun ve yakın geleceğin yine en stratejik maddesi suyun üzerinde yaşayan bir halkın ve son 30 yıldır da 50 bine yaklaşan canın sömürü mekanizmasına kurban verildiği coğrafyamızda, insanım diyenlerin yaşamı her geçen gün işkenceye dönüşmekte..


Sorunun çözümü için başta kadınlar olmak üzere halk ile bütünleşen Kürt solu ve demokratları insanüstü mücadele vermekte olup, Türk solu ve demokratlarını mücadelenin içine her nedense çekememekteler. Çekebilmek için ise yeni yeni örgütlenme modelleri üretmekteler. Halkların Demokratik Kongresi, yetmedi bir parti daha kurma çalışmaları…




Türk solu ise “Kürt sorunu çözülmeden bu topraklarda sınıf mücadelesi yükseltilemez” tespitine karşın, Kürtleri dışlarcasına bağımsız örgütlenmelerin peşinde koşuyor ha bire. Bir yandan da bıkıp usanmadan haklı-haksız eleştiri oklarını eksik etmiyor Kürtlerin üzerinden. Reel sosyalizmin çöküşü ile sınıf mücadelesinin yol ve yöntemlerinin alabildiğine tartışıldığı günümüz dünyasında Kürt özgürlük mücadelesinin hata yapmaması mümkün değilken, eleştirileri yapanlar dönüp kendilerine nedense bakmıyorlar bile. Üstelik eleştirileri yapanların çoğu örgütlü dahi değil.



Sayılarını tam olarak bilmediğim, yaklaşık bir düzine partiye bölünen Türk solu, kitlelerle bağları olmaksızın, klasik örgütlenme modelinden ödün vermemekte direnerek güya sosyalizm kuruculuğunda önderlik yapacaklarını sanıyorlar. Söz konusu örgütler, emekçi halk ile ve onların güncel sorunlarının içinde olamadıkları için dağılma süreci yaşamaktalar ve süreci devam ettirebilmek için de ha bire birlik arayışı içindeler. Birlik çabaları, bir artı bir eşittir yine BİR ediyor. Zira yeni BİR, kısa sürede kitlelerle buluşamadığı için likidasyona da uğrayarak eski bir’ in seviyesine inmekte ve onca emek kısa sürede heba olmakta. Yaşanan likidasyon ise kimsenin umurunda değil. Ve hiç kimse yaşadıkları sürecin radikal değerlendirmesini yapmaksızın eski yanlışlarının tekrarını, yeniymiş gibi piyasaya sürmekte bir beis görmüyor.



Halkların Demokratik Kongresine gelirsek; HDK’nın bilfiil içinde olan birkaç parti var. Bu partiler kurulurken ve sonraları, kendi özgün faaliyetleri için bir dizi para ve emek harcadılar. HDK için yine para ve emek harcandı, harcanmakta. Siz kalkın bir parti daha kurarak bir dizi para ve emek daha harcayın. Olacak şey değil. Bu partiler, can yakan Kürt sorununda ve güncel politikaların çoğunda anlaşıyorlarsa ki, anlaşıyorlar; sormak istiyorum, ne amaçla ayrı ayrı partileri var? Bu partiler kitleleri örgütlerken, önce kendilerine taraftar ve üye kazanmak durumundalar. Söz konusu ikili hatta üçlü tabloyu kitlelere nasıl izah ediyorlar merak ediyorum. Çünkü bana izah edemiyorlar. Bu partiler zamanı gelince birbirlerine çalım atmak için mi ayrıca partilerini muhafaza ediyorlar? Ya da iktidara tek başlarına gelmek için mi? Yoksa devrim yapmak için mi? Oysa benim bildiğim devrimi halk yapar. Parti iktidarlarının ise nasıl sonuçlandığına hepimiz tanığız.



Uzatmak istemiyorum bu toprakların solu, yaşattıkları komik durumun farkında değil mi? Ben ağlanacak bu hallerine sadece acı acı gülüyorum. Gelecek kuşaklar bu manzaraya ne diyecekler merak ediyorum.



Üstelik HDK bileşenleri basın açıklaması, salon toplantıları vb gibi faaliyetlerin haricinde bir araya gelmemekteler. Sadece çalışma alanlarında emekçilerin güncel sorunlarına destek için ( Grev, işçi direnişleri gibi ) nadiren birlikte olabiliyorlar. Sosyal ve kültürel alanlarda ise ayrı duruş sergiliyorlar. Bir düğünde, bir gezide, bir kahvaltıda vb. bir araya gelemiyorlar. Yan yana ikamet edenler dahi ailecek görüşmüyorlar. Dayanışma, yardımlaşma, paylaşma gibi olmazsa olmazlar ise sözcüklerle dahi telaffuz edilmez oldu. Gelir sağlamak adına bazen bir konser yemek ya da kahvaltı düzenlemek yeterli değil. Bir araya nadiren gelişlerde emekçi kitleler zaten yok. Sanki ayrı dünyalarda yaşıyorlar. Bilmiyorlar mı ki ayrı dünyada yaşayanlar bu dünyanın sorunlarına asla müdahil olamazlar, önce kendilerini sonra da kitleleri kandırırlar. Gerçi kitleler kanmadığı için uzak duruyorlar ya, her neyse; “Bu halkla bir şey olmaz” benzeri tespitlerle kimi kandırdıklarını dahi bilmiyorlar.



Aslında, Kürt hareketinin ayağa kalkmasında kaldıraç görevi gören geçmiş sola karşın günümüz solu, Kürt halk hareketinin çok gerisinde kalmış olup, takip etmekte dahi zorlanıyor diye düşünüyorum. İKTİDAR hırsı, solu sol olmaktan çıkarmış durumda. İKTİDAR adına 150 yılı aşkın verilen mücadelelerden hiç mi ders çıkaramıyorsunuz? “Doğrudan Demokrasi ile örgütlenmeliyiz” dediğim zaman, ilginç yanıtlar alıyorum. Deniyor ki; “Eski Yunan’da doğrudan demokrasi eşitler arasında uygulanmıştı. Günümüzde bir partide uygulanamaz.” A be kardeşim, Komünist bir parti de üyeler eşit değil mi? Eski Yunan’da kadınlar sürecin dışında tutulmuştu. Komünist bir partide kadınlar sürece dâhil olduğu için mi eşitlik bozuluyor? Yine deniyor ki; “ Eski Yunan’da doğrudan demokrasi özgür yurttaşlar arasında uygulanıyordu.” Bu insanlar bir komünist partide üyelerin özgür olup olmadığını, ya da olup olmaması gerektiğini sanırım algılayamıyorlar. Zira geleneklerinde hep kast var. Yönetme-yönetilme, gütme güdülme var. Ne var ki farkında değiller.



Diyorum ki; Eğer Eşitlikçi Komünal bir toplumdan yana isek, tüm kurumlarıyla devletin ve paranın ortadan kalktığı özgür bir dünyaya inanıyorsak ki, ben inanıyorum. O halde bu günden emekçi halk ile birlikte halkın güncel sorunlarının içinde olunabilecek komünal bir yapılaşmayı ön görmeliyiz. Emekçi halk adına öncü parti anlayışıyla ancak kendi kendimizi örgütleyebiliriz. Emekçi halka bir program dayatarak, toplum mühendisliği anlayışı ile emekçi halkı örgütleyemeyiz. Sadece doğrudan demokrasi ile kurgulayacağımız bir hukuk emekçi halk ile sosyalistleri buluşturabilir diye düşünüyorum. Başka her yol denendi. Tekrar tekrar denenmişte ısrar etmenin sanırım aptallıktan da öte bir anlamı olmalı, ama ben bulamıyorum.



Önümüzdeki aylarda iki parti kuruluşuna tanıklık edeceğiz. Birincisi HDK bileşenlerinin kuracağı seçim partisi, ikincisi yine bu bileşenlerden yeşiller ve EDP’nin kuracağı bir parti. HDK’nın tüzük taslağı elime geçti. Bildik, klasik bir taslak. Üzerinde değerlendirme gereği bile duyamıyorum. EDP ve Yeşillerin kuracağı partinin iyi niyetli hazırlandığını söyleyebilirim. Bildirgelerinde “Doğrudan demokrasiye ve katılımcı demokrasiye inanıyoruz” diyorlar. Ama inanmak başka şey, gereğini yapmak ise bambaşka bir şey… Doğrudan demokrasi ile kurgulamaya çalıştığım tüzük çalışmamı kendilerine ilettim. Dilerim dikkate alırlar. Şayet alırlarsa dünya soluna önderlik etmiş olurlar. Zira otoriter, baskıcı bir anlayış demek olan temsili demokrasi aşılmadan dünyada solun bir geleceği olamaz diye bir kez daha vurgulamak istiyorum.



Başta bölgemiz olmak üzere tüm yerküre fokur fokur kaynıyor. Klasik sol, enternasyonalizm sözcüğünü günümüzde de sıkça telaffuz etmekte ise de, mevcut örgütlenme mantığı ile gereğini yerine getirme şansı dahi bulunmamakta. Kendi ulus devleti içinde onlarca parçaya bölünen, işçi ve emekçi sınıflarla tüm bağlarını koparmış mevcut sol, can yakan Kürt sorunu için dahi şartlı ve koşullu birlikteliklerle gününü gün ederken, bölge bazında enternasyonal örgütlenmeleri örmesi söz konusu bile olamaz. Velev ki bölgenin sol güçlerine çağrı yapsınlar, sanırım herkesi güldürmekten öte işlevli olamazlar. Tunus’ta başlayan halk ayaklanmaları yeterli örgütlenmelerden yoksun olduğu için söz konusu ülkelerin ayaklanmacıları mevcut yönetimleri devirmesine karşın emperyalist kampın kontrolüne girmekten kurtulamadılar. Öte yandan, kapitalist-emperyalizm, krizini atlatabilmek adına büyük bir savaşa gün be gün yelken açıyor. Savaşın bölgemizden ateşlenmesi büyük olasılık. Emperyalist savaşa hayır demek yetmez. Gereğini yerine getirmek gerekir. Bunun için de önce ortak örgütlenmeyi sağlamak ve bölgenin tüm antiemperyalist güçlerine çağrı yaparak savaşa karşı barışın mücadelesini örmek ve yükseltmek gerekir. HDK meclis üyesi Yıldız İmrek Uzunkol Burhaniye de ki bir etkinlikte, “solun toksinlerini atması gerektiğini” söyledi. Solun en yoğun toksini temsili demokrasi ile olan örgütlülüğü diye düşünüyorum. Ve bir kez daha çağrı yapıyorum. Buyurun atın toksinlerinizi ve doğrudan demokrasiyle geleceği adım adım inşaa edelim.



Hiç yorum yok: