2 Haziran 2012 Cumartesi

Jıneps Y.K üyesi Yaşar Güven’e Hatspanian’dan geciken yanıt !

1864’ten 1878’e: Çerkeslerin Osmanlı’daki ilk 14 yılına dair soru(n)lar dilemması !

Sarkis Hatspanian

Jıneps Y.K. üyesi sayın Yaşar Güven,

İnternet iletişim olanaklarımın Ankara’dan yapıldığını öğrendiğim bir saldırı sonucu geçen hafta bütünüyle bloke edilmesi nedeniyle, 21.mayıs.2012 günü sanal ortamda yayınlanan yazıma verdiğiniz, fakat yaşadığım sorun yüzünden geç edindiğim yanıtınızı geç de cevapladığım için affınıza sığınıyorum.


Geçen yıl ilkbaharında bulunduğum mahpusanenin tecrit hücresinde okumuş olduğum söyleşinize ne kadar kızmış, hatta kudurmuş olduğumu zaten 10 gün önce yayınlanan yazımda oldukça açık bir şekilde ifade etmiş ve sinirlenmemin nedeninin doğrudan ve sadece sizle, sayın F.Uğur’un düşünce ve sözleri yüzünden olduğunu pek doğrudan belirtmiş olmama rağmen, verdiğiniz yanıtta neden bilmem, “tarihiniz dahil hiç birşey bilmeyebilir” olmanızdan başlayıp, beni “sizler üzerinden Çerkesleri toptan ötelemekle (aslında yaptığımın daha ağır sözcüklerle ifade edilmesi gerektiğini de parantez içerisinde belirterek)” suçlamış, hatta daha da ileriye giderek “Çerkeslere üstten baktığımı” da iddia etmişsiniz.


Eh… ne diyeyim, anlayışınıza teşekkür ediyorum !
 Yazınızı, kendimi yerinize koyarak birkaç kez okuduğum halde, pervasızca bulunduğunuz suçlamaları büyüteçle bakmayı denediğim halde bulamadığımı söylemek durumunda olsam da, eğer tarihinizi hakikaten bilmiyorsanız, bugünden itibaren hiç vakit kaybetmeden öğrenmeye çalışmanızı ve bu çabanızda yardımım olursa, hiç çekinmeden başvurmanızı ve bu girişiminize çok sevineceğimi de bilmenizi isterim.
 O zaman kadar fakat, benim Çerkeslere ne ‘alttan’, ne de ‘üstten’, varsa da, yoksa da sadece tarihsel gerçekler merceğinden bakmaya çalıştığımı anlamanız için gereken iyiniyeti göstermenizi size önermek dışında başka birşey yapamayacağımı bildirmek zorunda kalmam nedeniyle de tekrar affınıza sığınıyorum.
“Jıneps Y.K. üyesi Yaşar Güven’den Hatspanian’a yanıt” yazınızın neden “Jıneps Y.K. üyesi” olma vasfıyla yayınlanmış olduğunu anlamasam da, sayenizde JINEPS adlı gazetenin hamurunun “Candan önce onur” değerli Çerkes atasözüyle yoğrulmasına yönelik, “bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve birlik” gibi her insan tarafından savunulması gerektiğini düşündüğüm üniversel değerlere gönül verdiğini öğrenmek benim için büyük bir kazanım oldu, inanın. Bir türlü anlayamadığım ama, halkınızın bu çok değerli atasözünü gazetenizin başlığı olarak kullanmayı pek iyi bildiğiniz halde, 10 gün önce yayınlanan yazının girişine çok layık bulduğum bir başka çok değerli Çerkes atasözünü kendi elinizle itip ‘öteleyerek’, onun “Çerkeslere ait olmayan bir atasözü” olduğunu iddia etme ihtiyacını hissetmenizdi yine de ! Benim bir Çerkes atasözleri uzmanı olduğumu sanmadığınızı varsaydığınıza emin olsam bile, çok samimi olarak söylüyorum, ilettiğim bir bilgiye [http://www.circassiandiaspora.com/kultur/atasozleri/1463-cerkes-atasozleri.html (1)] sağlam bir kaynak göstermeksizin başvurabilecek kadar ‘görgüsüzün biri’ olduğuma ihtimal vermenize hiç gerek olmadığını hiç olmazsa şimdi anlayabilmenizi de çok isterdim sizden.

Yazımda, özellikle özen göstererek tırnak içerisine alarak sunmaya dikkat ettiğim ve Ermeniler değil, Ruslar tarafından söylenen sözlere dair yorumlarınız da, korkarım varlığını hiç kontrol etmeden, neredeyse kafadan atarak “olmadığını iddia edip” sonuçta çok yanıldığınız Çerkes atasözü örneğiyle aynı kaderi paylaşmaya mahkûmdur, emin olun ! Öyleki, düşman olarak gördüğünüz Ruslara ait olup da, belki de ilk kez duyduğunuz ve doğal (!) olarak hoşunuza gitmeyen o söylemler hakkında, bana kalırsa hislerinizi öne çıkarma yerine eğer rasyonel bir tutum sergilemeyi deneyecek olsaydınız, yazımdaki verilerin “Dost acı söyler, ama gerçeği söyler” çerçevesinde kabul görmesinin çok daha sağduyulu bir davranış olabileceği sonucuna varırdınız belki de ! Ancak, çok daha vicdani ve akılcı böyle bir deneyi tercih edeceğinize, beni işlemediğim bir suçla isnat ederek, kelime dağarcığımda hiç bir zaman varolmamış ve yaralayıcı bulduğum «yabanıl Çerkeslerin Ermeniler tarafından nasıl ehlileştirildiği» yorumu size ait anlatımlara başvurarak, söylemediğim bir şeyi bana yüklemek gibi hiç de etik olmayan bir metoda başvurmayı denemişsiniz ne yazık ki !…

Gördüğüm kadarıyla, kendi kendinize kuruntu ettiğiniz tüm diğer “Gerçekler böyle imiş. Tarihimi bilemediğim kısım da burası imiş meğer” türünden serzenişleriniz de yukarıda örneklediğim ve bana Don Kişot’un olmayan yeldeğirmenleriyle savaşını hatırlatan teranelerden pek farklı değiller zaten ve asıl üzücü olan da ne yazık ki bunun böyle olması işte ! Bilinçaltınızdaki suçluluk sendromuna yenik düşmek yerine, beğeninize layık bulunmayan yazımda belirtilen olgulara karşı diyecek sözünüz olsaydı da, lütfedip bildirseydiniz eğer, bundan son derece memnun olur ve fikirleriniz hakkında ben de kendi görüşlerimi sunmaya çalışır ve sağır dialogunu andıran bu durumdan kurtulmamızı becererek, bizleri aydınlatıp, ileri götürebilecek bir adıma başvururdum mutlaka (2)… Oysa, yazdıklarınızdan küçük çocuk misali kızıp-küstüğünüzü anlıyor, fakat buna rağmen “size elimi uzatıyorum, arkanızı dönseniz de o el havada beklemeye devam edecek” gibi, siz ve kendim adına sevinmemi gerektiren böylesi insani bir davranışta bulunma olgunluğunuzu çok takdir ediyorum.

Gerekli bulsam, inanın bana, her bir cümlenizin karşılığında fazlasıyla zengin argüman ve verilerle isteyip-istemediğinize pek de emin olmadığım bir polemiğe girerdim ama, ben, ilk yazımda da sorgulamak istediğim ‘ortak’ tarihimizin karanlıkta kalmış sayfalarına tarihsel kaynaklar temelinde yanaşmamızın çok daha sağlıklı olacağına inandığım bir metodu tercih ettiğimi size bir kez daha göstermeye çalışarak, sizin de aynı şeyi arzuladığınızı gördüğüm “Birbirimizi tanımaya, anlamaya, gerçeklerimizden beslenmeye -reddetmeye, inkâra değil-, ezberlerimizi bozmaya çalışıyoruz” sözlerinizin salt sözle değil, gerçekten hayat bulmasına çabalayalım istiyorum.

Ve bunun için de, aynı İncil’de varolan «İLK BAŞTA SÖZ VARDI» doğrusu temelinde 1864 yılında Tsarlık Rusyası tarafından zoraki göç, yani biz Ermenilerden de tam 51 sene önce TEHCİR denen felaketin mağduriyetini yaşayarak Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde iskâna tabi tutulan Çerkeslerin günümüz neslinin, bence hatta her insanına sorulması gereken İLK soruyu sormak isterim. Ermeni sorununun uluslararası arenaya ilk çıkışına, yani daha başlangıç noktasının dahi ilk adımı sayılan 1878 yılı 3 mart günü Ayastefanos (şimdi Yeşilköy) Antlaşmasının 16. ve ondan sadece üç ay sonra yapılan Berlin Konferansı diye bilinen Antlaşmanın 61.inci: “Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan vilayetlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkes ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir” maddesinde açıkça ifadesini bulan durumu bana izah etmeye hazır Çerkes ve Kürtler aradığımı bildiriyorum.

1878’den 1864’e geri gidecek olursak Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğunun «halkı Ermeni olan “Vilayet-i Sıtte”, yani ALTI VİLAYETLER adı verilen Erzurum, Van, Mamüret’ül Aziz, Diyarbakır, Sivas ve Bitlis vilayetlerinde» oluş yılları sadece 14 seneye tekabül eder. Peki toprağa yeni dikilen bir meyve ağacının bile ancak ürün verdiği bu 14 senede, ne oldu da, binlerce yıldan bu yana kesintisiz olarak kendi anavatanında yaşamış olan Ermeni halkının huzur ve güvenliğini bozacak kadar önemli bir Çerkes olgusu ortaya çıktı ve çıktığıyla da, bu sorun taa uluslararası (buna devletlerarası demek çok daha doğru olur) toplantılara ulaşıp, görüşülüp, tartışılarak varlığı kabul gördü ve bu sorun hakkında altına herkesin imzasını koyduğu özel bir madde yaratıldı, hatta daha da ilerisine gidilerek, Osmanlı tarihinde bir İLK olarak, diğer devletlerin yapılması istenen reformları kontrol edebilme hakkına kadar bile varıldı vesselam ! Ermeni topraklarına sadece 14 yıl önce gelen Çerkeslerin Osmanlı otoritesinde ne askeri, ne de subayı yoktu, memuru, muhtarı, kaymakamı, valisi falan hiç yoktu… o zamanlar daha ne Kızıl Sultan Abdül Hamid katliamları planlanıp-yapılmış, ne de İttihad ve Terakki ile onun bol Çerkesli Teşkilat-ı Mahsusa’sı vardı. Uluslaşma aşamalarından fersah fersah uzak, ortak adı Çerkes diye bilinen kuzey Kafkasyalı değişik soy ve boyların, feodal aile ve nüfuzlu sülaleler erki temelinde, yerleşik toplumlara ait olmayan yaşam biçimlerinin enva-i türüyle ‘saldırı, talan, yağma, vur-kır-korkut-tehdit et ve sahip ol’ vb. gibi çeşit ve şekillerini kendilerine kılavuz edinerek, “At binenin, kılıç kuşananın” misali, kendilerine ait olmayan, başkalarının kutsal emekleriyle güç bela yaratılmış, her ama her türlü değeri kaba güç kullanarak, zorbalıkla ele geçirmeyi ‘yiğitlik ve kahramanlık’ sanarak hoyratça-korkusuz-kaygısızca-cezasızca yaşanan bu 14 yıl hakkında konuşmak gerekiyor işte !

Bunu yapmak, o ilk 14 yıl sonrasının da, muhasebe edilmesi zaruri bir ihtiyaç olan tüm diğer yılların da aslında verilmesi gereken pek gecikmiş envanteri, bilançosu ve hesabının maddi temellerini yaratmak açısından atılması gereken ilk, evet İLK adımıdır. Bunun bilincinde olan insanlar, sayın Yaşar Güven, hem sizin AGOS söyleşisinde -benzetmem için peşinen özür diliyorum- takınmış olduğunuz devekuşu tavrından uzak olurlar, hem de bana verdiğiniz yanıtta belirttiğiniz «Emperyal politikaların planlı ve sistematik uygulamalarını bir halka yıktığımı, “Çerkesler yaptı” ile “Çerkesler de vardı” farkının olmasını istemediğimi, sistematik ve planlı kırımı Çerkeslere yıkma çabalarım olduğu» vs. türünde ayakları yere hiç basmayan daha birçok argümanlarla sulandırılarak, işlenmiş olan suç ve yapılan vahşetle hiç ilgisi olmayan örneklemeler ardına saklanmaya çalışmak gibi zor bir zana’atla uğraşmaktan da !…

Farzedelim ki ben hiç olmadım, yoktum-yokum ve hiç kimse de size yaptığınız söyleşideki leylimleyleri okuduktan sonra ne soru sormuş, ne de sorularına cevap beklemiş olsun, e mi ? Peki, bu Osmanlı’ya 1864’de gelip de, henüz ayağının tozuyla geldiği Osmanlı’nın «…”Vilayet-i Sıtte” adı verilen Erzurum, Van, Mamüret’ül Aziz, Diyarbakır, Sivas ve Bitlis’inde…», o toprakların öz yerlisi olan Ermenilere, hatta adı geçen bölgelerin de dışında, Kilikia, Kapadokia, Ege veya Trakia’da yaşayan, kendi alın teriyle üretip-yarattığı değerlerden başka hiç bir değer ve yaşam biçimi tanımayan bu mazlum halkın masum esnaf, köylü ve emekçilerine karşı işlenen akılalmaz vahşet ve barbarlıkta, sizin deyiminizle “Çerkesler yaptı” ile “Çerkesler de vardı” farkı olsa ne olur, olmasa ne olur dilemasıyla yapılmaya yeltenilen edebiyatla, insanlığa karşı işlenen suça iştiraktaki reddedilmez sorumluluk mu YOK sayılır, yoksa suçluluğun derecesi mi hafifler ? Bilmek isterim !

“Candan önce onur” değerli Çerkes atasözünü kendisine şiar edinen bir JINEPS Y.K. üyesi olarak, milyonlarca insanın canını da onurunu da mahvedip, olası her türlü değeri yerle bir eden bir soykırımla inkâra kalkışma yerine yüzleş(ebil)mek, zor bile olsa, bu yüzleşmeyi onurla yapabilmek insanlığın bir gereği, olmazsa olmaz bir görev değil midir sizce ? Kendi insanlarınıza yönelik çabalarınızda, “bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve birlik” gibi mutlak olarak inanılması, savunulması, içselleştirilmesi, yaygınlaştırılması gereken değerler olabiliyor da, Ermeni halkı için de aynı değerler bazında, hem de 2015’e sadece 3 kala hem kendi tarihiniz, hem de bizimle, 148 yıldır haksızlığa uğramış Çerkes halkının taa 1878’lerin devletlerarası çift antlaşmalarında 16 veya onun tam tersinden okunuşu 61.inci maddeleriyle [http://tr.wikipedia.org/wiki/Berlin_Antlaşması (3)] alnına sürülen kara lekeyi temizleme gibi, işlendiği günlerden beri günümüze kadar da muamma olmayı sürdüren bu 134 senedir varolan sorunla yüzleşme ihtiyacı insani bir değer olamıyor mu ? Emin olmanızı isterim ki, bu sorun Ermeni Sarkis’lerden çok daha fazla Çerkes Yaşar’ların sorunudur, çünkü soru(n)ların nedenleriyle, onların cevaplarını arayıp da bulması, bulup da vermesi, cevap verirken de bizden özür dilemeyi becermesi gerekenler, siz bu gerçeği kabul edip, isteseniz de, istemeseniz de, bilin ki sizlersiniz !…

Bakın, benim ”ÇERKESLERİN ERMENİLERE YAPILAN SOYKIRIMA KATILIMINA DAİR SORULAR” yazımdan [http://yalansz.wordpress.com/2012/05/22/cerkeslerin-ermenilere-yapilan-soykirima-katilimina-dair-sorular-sarkis-hatspanian/ (4)] bir ay önce, kendisi de bir Çerkes olan sayın Erhan Hapae’nin ”24 Nisan/29 Nisan Kayseri Mitingi (Ermeniler/Çerkesler)” başlıklı yazısı [http://www.ozgurcerkes.com/?Syf=22&Mkl=331224 (5)] veya benim yazımla aynı gün RADİKAL gazetesinden Fehim Taştekin’in Xabze.net adlı bir Çerkes kültür ve haber sitesinde ”Olimpiyatların parlattığı Çerkes kaması” başlıklı yazısı [http://www.xabze.net/blog/?p=1163 (6)] ve sadece büyük bir tesadüfle 21 mayısa pek yakın günlerden birinde Selçuk Uzun’un “Çerkes Ethem, 1915/16 ve Çerkesler” başlıklı yazısı [http://www.kuyerel.com/modules/AMS/print.php?storyid=7639 (7)] Çerkeslerle ilgili makaleler imzalayan Ermeni olmayan tüm bu insanların makalelerinde de değinilen ve vardıkları sonuçların da neredeyse biribirlerine çok benzemeleri bence, ortaya çıkan sonuçlar her kimi rahatsız ediyorsa, onların da bu sorunla muhatap olmalarını gerektiriyor anlamını taşır…



Öyleki, bu işin yolu da, yordamı da pek iyi görülüyor işte… “kıssadan hisse” !



Aydınlar, ait oldukları toplumlarının vicdanı ve büyük Fransız düşünür Jean Paul Sartre örneğiyle de “Çağlarından sorumlu” sayıldıklarından olsa gerek, siz her ne kadar da “Türkiye’deki Çerkeslerin önde gelen isimlerinden değilim. Aydın olduğumu da söylemedim hiçbir zaman” demeyi tercih etseniz de, benim kullanmış olduğum bir tanımlamaya istinaden değil, herşeyden önce sizinle yapılan söyleşiyi yayınlayan AGOS’ta “Türkiye’deki Çerkeslerin önde gelen isimlerinden, Çerkes tarihi üstüne araştırmalarıyla tanınan araştırmacı-yazar Fuat Uğur ve Yaşar Güven adlı kişilerle yapılan bir söyleşi” diye takdim edilme şerefine nail olmanızda da, bu onurlu tabirlerle geniş okuyucu kitlesine sunulmuş olmanızda da masum olduğum, biline !



Ancak, benim sorgulamaya çalıştığım bu çok ciddi konuyla ilgili bana hiç de etik gelmeyen bir yönteme başvuran sayın Fuat Uğur’un tercih etmeyi yeltenediği redd-i miras gibi sırf kendisini gülünç duruma düşüreceği bir bayağılık ve kolaycılığa başvuramayacağınızı bildirmede sahip olduğum kararlılık gibi, herhalde hayatınızda bir ilk olarak benim gibi deli-dolu ve biraz da karşısındakine belasını sürtmekten kaçınmayan bir Ermeni’ye ilk defa rastladığınızdan olsa gerek, inanın bana içinizden “çattık belaya yahu” diye geçirseniz bile, sonuç olarak bu onurlu yükü taşıma sorumluluğu yine de sizin omuzlarınızda kalıyor gibime geliyor benim ! Çünkü, halklar arası dostluğun sağlanmasında siz ve sizin gibi insanların vicdanlı, dürüst, namuslu emek ve çabalarına olan ihtiyaç hastaya ilaç maiyetindedir. Ben geleceğe olumlu baktığımdan, tüm bu değerlerden vazgeçilmez diye hem iyiniyetimi korumak ve neden olmasın, hem de her halükârda “Candan önce onur” diyen insanların samimiyetine ve cesaretine inanmayı da istiyorum.

Kime ait olduğunu ne yazık ki bilmediğim «Bazıları düşüncenin “gürültüsünü” çekemez» sözünün benim özürlülüğümü olabildiğince iyi anlattığında mutabık kalmamızı sizden rica ederek yazımı noktalarken, gelin size sonsöz yerine ya gazeteci Neşe Düzel’in bir-iki ay kadar önce araştırmacı yazar Taner Akçam’la yaptığı bir söyleşiyi [http://www.taraf.com.tr/nese-duzel/makale-taner-akcam-ermeni-olayinda-ataturk-u-izleyelim.htm(8)] ya da değerli yazar Yaşar Kemal’in “Yağmurcuk Kuşu” (9) adlı eserini okumanızı önereyim en iyisi… Orada, sizi de, bizi de oldukça iyi anlatan, sizin de, bizim de halet-i ruhiyemizi olduğu gibi sergileyip yalan-dolana hiç başvurmadan sunulan, seç-beğen-al türünden insanca dolu anlatımlar var. Bence bu romanı okumak, aşağıdaki dipnotlarda sadece tek cümlesini alıntıladığım uzunca bir söyleşiyi okumaktan biraz fazla zaman alır ama çok daha iyidir, fakat yine de seçim sizindir tabii. Hangisini seçerseniz seçin, ben,… özgürlük sınırımın bittiği yerde karşımdakinin özgürlük sınırının başladığının bilinciyle yaşayan demokrat bir insanım, öyleki bana uzattığınız elin öyle havada kalacağını sanıp da, boş yere heyecanlanmayın sakın, dostluk için uzatılan el sıkılır elbet, yeter ki karşısındaki insanın samimi dostluğunu hissedip, ona güven duyabilsin insan !…

Eh dost dediğin de, zaten yukarıda bir kez demiş olduğum gibi, evet «Acı söyler, ama gerçeği söyler», dostlukla kalasınız sayın Güven, soyadınızı, samimi olarak söylüyorum, bana daha ilkokul sıralarındayken çocuk aklımıza çakılı nefret ettiğim o Mustafa Kemal’e atfedilen «Türk, Öğün, Çalış, Güven» söyleminin dört bileşenlerini noktalayan leylimley deyişi anımsattığından can-ı gönülden söylemeyi beceremeyeceğimi itiraf etsem de, kelimenin içeriğine fazlasıyla ihtiyacı olan bir halkın evladı olarak tüm bunları size en içten duygularımla yazdığımı bilmenizi istiyor, saygılarımı sunuyorum.

Sarkis HATSPANIAN

1.haziran.2012

Yerevan – Doğu Ermenistan (10)



DİPNOTLAR:



(1): Bu sitede yazımda kullandığım ”Kendi milletinin tarihini bilmek mutlu olmak için yeterlidir” söyleminin bir Çerkes Atasözü olduğunu görebilirsiniz.

(2): Bu makalemin, bizleri aydınlatıp, ileri götürebilecek bir adım olarak algılanmasını öneriyorum.

(3): «Ancak Osmanlı Devleti, Berlin Anlaşması’nın Ermenilerle ilgili hükümlerini hiçbir zaman uygulamadı. Aksine, özellikle Balkan topraklarını kaybetmenin verdiği ruh haliyle “İslam birliği” politikaları gütmeye başladı. Ermenilere ve Anadolu’nun diğer Hıristiyan halklarına ağır baskılar uygulanılmaya başlandı, 1895′ten başlayarak Ermenilere karşı ağır pogromlar gerçekleştirildi, binlerce insan öldürüldü. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidara gelmesinden sonra başlatılan ulus-devlet projesiyle Anadolu’nun Hıristiyanlardan arındırılmasına Ermenilerden başlandı, 1915 yılında gerçekleştirilen soykırımla Anadolu binlerce yıllık sakinleri Ermenilerden neredeyse tümüyle arındırıldı.»

(4): “ÇERKESLERİN ERMENİLERE YAPILAN SOYKIRIMA KATILIMINA DAİR SORULAR” yazım: http://yalansz.wordpress.com/2012/05/22/cerkeslerin-ermenilere-yapilan-soykirima-katilimina-dair-sorular-sarkis-hatspanian/

(5): Erhan Hapae´nin “24 Nisan/29 Mayıs Kayseri Mitingi (Ermeniler/Çerkesler)” başlıklı yazısında şunlar yazılı: «Çerkeslerin bahtsızlığı, bir zalimden kaçınca özgürlüğe kavuşacağız sanmaları belki. Kavuşmadılar. O zamanın ruhu özgürlüklerle ilgili değildi elbet, esas olan can kurtarmaktı, anlıyoruz ama bir şans olup bir özgürlüğe uçabilirlerdi. Olmadı. Geldikleri ülke kendi halklarına da pek öyle özgürlükler tanıyan bir yer değildi. O kadar değildi ki, Çerkesler Osmanlıya geldikten tam 50 yıl sonra Ermenileri soykırıma uğrattılar. (…) Türkiyeli Çerkeslerin 1915 yılında ne düşündüklerini merak ederim. Kendi başlarına elli yıl önce gelmiş olan ‘Büyük Felaket’, yeni komşularının başına geliyorken yani.»

(6): Fehim Taştekin’in Xabze.net adlı bir Çerkes kültür ve haber sitesinde “Olimpiyatların parlattığı Çerkes kaması” başlıklı yazısında şunlar yazılı: «Çerkesler neden suskun? Tabii henüz her 24 Nisan’da Erivan’da Soykırım Anıtı’na 1-2 milyon Ermeni’nin yürüdüğü gibi bir kitlesel Çerkes akını yok. ‘Soykırım’ çağdaş Ermeni kimliğini şekillendiren en önemli retorik iken Çerkesler, varlık mücadelesinin merkezine şimdiye dek 21 Mayıs 1864 trajedisini oturtmadı. ‘Savaşçı’ ve ‘kahraman’ olarak anılmayı yeğlediler. Bu yüzden ‘Sürüldük’ diyemediler. Sürgün sonrası uğruna savaş verdikleri diyaspora ülkelerinde dillerini ve kültürlerini kaybetmeye başladıklarında söylem de değişti. İnsanlar yokoluş sürecinin başladığı yere döndüğünde ‘muhaceret’ ve ‘göç’ söyleminin yerini yavaş yavaş ‘sürgün’ ve ‘soykırım’ almaya başladı. Yine de diyasporik bir refleks olarak barındıkları devlete ‘sadakatleri’ ve ‘üstün hizmetleri’ Çerkeslerin taleplerini sokaklara taşımalarına hâlâ ciddi bir engel. Bu ‘yokoluş’ ile ‘sadakat’ arasında bir iç çatışma. ‘Devlet karşıtı’ gibi algılanma ve ötekileştirilme endişesi Çerkeslerin önemli kısmını kendi trajedilerini açıkça anmaktan, anadilde eğitim ve yayın gibi temel hakları dillendirmekten men ediyor. Artık özellikle gençler “Sen de mi Brutus” gibi yersiz efelenmelere aldırmadan kendi renkleriyle meydanlardalar. Kuşkusuz bu dönüşümde güncel tartışmaların da etkisi büyük.»

(7): Selçuk Uzun’un “Çerkes Ethem, 1915/16 ve Çerkesler” başlıklı yazısında şunlar yazılı: «Çerkeslerin… kendi benliklerine ihtiyaçları var kanısındayım. Bu kuşkusuz zor bir mesele. Çerkesler daha yolun başındalar. Çerkesler Birinci Dünya Savaşı, özellikle Ermeni tehciri ve “Milli Mücadele” ile yüzleşirken Türkiye´nin gerçek tarihine de katkıda bulunabilirler.»

(8): Neşe Düzel’in sorularına Taner Akçam’ın verdiği yanıtlarda şunlar yazılı: «Ama Ermeni katliamına, devletin dışında toplum da katıldı. Ermenileri sadece Teşkilat-ı Mahsusa katletmedi. O sırada fetvalar yayımlandı. İnsanlar cihat ilan edip Hıristiyan öldürmenin helal olduğunu yazdılar. İttihatçı elemanlar köy köy gezerek gâvur öldürmenin helal olduğunu söylediler, Buna inanan ve Ermenilerin malına el koymak isteyen insanları da buldular. Katliama katılanlar… Ya Kürt aşiretiydi, ya Çerkes aşiretiydi ya da sıradan Türk Müslümanlarıydı. Türkiye’de “nüfusun yüzde 90’ı Müslüman” diye bir söylem var ya… Daha evvel yüzde 25’i Hıristiyan olan bir toplumdu bu. Yüzde 25 imha edildi, sürüldü. Şimdi bu yüzde 90’lık kesim, eğer tarihte Hıristiyanlarla olan ilişkileri üzerine açık ve net konuşabilirse, işte o zaman biz Türkiye’yi demokratikleşmede ileriye götürebiliriz. İslami kesim bu konuyla yüzleşmedi ! Müslümanlar arasında, hâlâ Tayyip Erdoğan’ın “Müslümanlar soykırım yapmaz” söylemi egemen. Peki, Ermeni katliamını kim yaptı? Devletle birlikte toplum yaptı.»



(9): Yaşar Kemal’in “Yağmurcuk Kuşu” adlı eserinin 95.inci sayfasında şunlar yazılı: “Annesi İsmail Ağa’ya şöyle öğütler: ‘Bir de senden dileğim, oğlum, o kasabaya gidersen, o Ermenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öteki kuş barınamaz. Yuva bozanın yuvası olmaz. Zulüm tarlasında zulüm biter.”

(10): Çerkeslerin çok büyük ve yığınsal bir destek vermesiyle asıl yerlilerinden arındırılarak, Elen, Ermeni ve Asuri-Süryani halklarına karşı tarih sayfalarında eşi görülmemiş bir etnik temizliğin gerçekleştirilmesi sonucu kan ve ateşle, zorbalıkla varedilen «T.C» adlı gayr-ı meşru devlet tarafından tam 89 senedir işgal altında bulunan Batı Ermenistan’ın doğusundadır.

Hiç yorum yok: