20 Nisan 2012 Cuma

Kapitalizm Sadece Krizlerin Değil Savaşların da Nedenidir!

     
       Ahmet Doğançayır

Bugün insanlık geleceği konusunda tarihinin hiçbir döneminde görülmemiş bir belirsizlik yaşıyor. Çünkü geleceğinin ‘’iyi’’ ya da ‘’kötü’’ olması tümüyle kendi atacağı adımlara bağlıdır. Kapitalizmin 20.yy başında ortak bir olgu olan ‘’son aşaması emperyalizm’’ için aynı zamanda ‘’savaşlar ve devrimler ’’ çağı da denmiştir. Gerçekten de geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısına iki büyük savaş sığmıştır. Milyonlarca insanın hayatına ve yanı sıra maddi yıkıma neden olan bu paylaşım savaşlarının, kapitalist sistemin doğasından kaynaklandığı yazılıp gösterilmiş, anlatılmıştır. Yüzyılın ikinci yarısına ise genel bir savaş sığmamış ama yeni bir olgu olarak nükleer silahlar ortaya çıkmış ve insanlığın toptan yıkımı anlamına gelecek bir nükleer savaş tehdidi ciddi bir tehlike olarak ortaya çıkmıştır.

İçinde yaşadığımız küresel ekonomik kriz karşısında yüz milyarlarca dolarlık finansal çözüm paketlerine rağmen piyasalara güven gelmiyor. Bu keşmekeşin içinden nasıl çıkacağız, ekonomik nasyonalizmin dönüşü lafları ve küresel kriz savaş getirir düşünceleri sık, sık duyulmaya başladı. Artan savunma harcamalarının yaratacağı ek talebin üretim fazlasını emmesi, yeni teknolojiler sayesinde verimliliğin artmasıyla krizin aşılması kriz, savaş ilişkisinin teorik çerçevesini oluşturuyor. Ayrıca bu büyük bir savaş olmak zorunda değil, bölgesel savaşlarda aynı teorik çerçeveye giriyor. Savaş ekonomisi bundan fazlasını içeriyor. 1944 den sonra ABD de Askeri Endüstriyel Kompleks (AEK) adıyla bir ekonomik şekle dönüşen savaş ekonomisi artan askeri harcamalarla kısa vadede ekonomiyi canlandırırken, uzun dönemde de günlük hayatta kullanılan teknolojilere yatırım anlamına geldi. ABD’nin ekonomik hegemonyasının çok önemli bir ayağını oluşturan AEK hâlâ uygulanıyor ve son krizle birlikte çok ciddi olarak uygulanıyor. Bilgisayarlardan internete, uydu teknolojilerinden uzay endüstrisi harcamalarına kadar pek çok teknoloji askeri amaçlı girişimlerle başladı. Bundan önceki bütün krizlerde sermayenin yeniden yapılanması, daha ileri teknoloji ve sermaye gerektiren büyük maliyetli sektörlerin daha ulaşılabilir hale gelmesini sağlayan savaşın getirdiği yeni yüksek talep unsurlarıydı. Çoğu insan savunma sanayinin silah üreticilerinden oluştuğunu düşünür. Gerçekte ise çoğu savunma sanayi üstlenicisi firmalar bilgisayar, gıda ve meşrubat üreticileri ve petrol şirketleri gibi sivil şirketlerdir. Mobil den, IBM e General motordan Sony e ABD genelkurmay başkanlığı pentagonla iş yapmayan şirket yok gibi. Ekonominin öncü sektörlerinin yürüttükleri lobi faaliyetleri güçler savaşının görülmesini sağlıyor. Silah tekellerinin temsil ettiği eski yapıyla bilişim sektörünün temsil ettiği yeni yapı arasında bir çatışmadan ve bilişim sektörünün topluma kapalı güvenlik cephesi ile iletişime odaklı sivil cephesi arasının ikincinin aleyhine açılmasından bahsediliyor. Kriz ve büyük bir savaş ilişkisi hâlâ bir tehlike olarak ortada dururken, bölgesel krizler de bir yandan sürüyor. Bu durum mevcut krizin ardından dünyanın egemen gücünde bir kaymanın olması, mevcut dengelerin değişmesine karşın tüketilmeyen üretim artığının dünya savaşları gibi kitlesel değil ama bölgesel savaş ya da savaşlar zinciriyle tüketileceğini gösteriyor.
1991de ki 1.körfez savaşı ABD’nin Orta doğuya silah satışları konusunda katalizör işlevi gördü. Irak’ın Kuveyt’i işgali 1990da ABD silah endüstrisi için bir pazar potansiyeli oluşturdu. ABD firmaları İran’ın güncel durumunu da benzer bir şekilde değerlendiriyor ve meydana gelen potansiyeli kullanıyor. ABD’nin 2010 yılında Irak’tan çekilmesi öncesinde devreye soktuğu Irak ordusunun yeniden yapılandırılması süreci Irak’ı da komşu ülkeler gibi ABD’nin silah ithalatçısı konumuna getirdi. 
İran’la yaşanan krizle beraber yeni bir Suriye krizi de kapıda. Ne kadar çok kriz olursa o kadar çok gerilim olur, ülkeler arasında siyasi kriz veya güvenlik krizi olursa krizler sürerse, uzarsa risk büyür. Büyüyen riskleri aşmak için askeri üstünlük gerekir. Bunun anlamı şudur: ‘’Kriz için silah ticareti yapılması ve silah ticareti için kriz olması gerekir.’’Emperyalizmin mantığı budur. Kriz olmalı ki ‘’sipariş’’ olsun, ‘’sipariş’’ olmalı ki kârlar artsın ve bu sayede ‘’herkes faturasını ödesin’’kuşkusuz bu faturalara ‘’siyasi faturalar’’da dâhil.
Bölge ülkelerinin bölgesel çatışmalar başlayana kadar geçen süreçlerde askeri harcamalarını arttırdığı kabul edilen bir gerçek. Suudi Arabistan savaşta olmamasına rağmen ABD ile milyarlarca dolar değerinde askeri anlaşma imzalıyor. ABD den önemli miktarda silah satın alan ülkelerden birinin de Kuzey Kore ile anlaşmazlık içinde olan Güney Kore olduğu düşünüldüğünde bölgesel krizlerin diğer değişkenler saklı kalmak kaydıyla bölge ülkelerinin savunma harcamalarını arttırmalarında etken olduğu, süreçlerin uzamasının da silah üreticisi firmaların güçlü ve etkili olduğu ülkelerin kârlarını arttırdığı görülüyor.          
Kapitalizm krizi çözemez! 
Kapitalizmin kendini yenileme yeteneksizliğinin giderek artması, üretici güçlerin yıkıcı güçlere dönüştüğü, ölümcül felaketlerin sadece uygarlığın yaşamasını değil, fiziksel düzeyde insanlığı tehdit ettiği görülüyor. Bugün savaş ile tehdit eden yok olma tehlikesi, insan yaşamını tehdit eden doğal çevrenin yıkımı, açlık tehlikesi, emperyalist merkezlerde yoksulluğun tekrar ortaya çıkması ve demokratik özgürlüklerin kısıtlanması, Avrupa’nın birçok ülkesinde hiçbir sosyal güvence olmadan bekleyen, bir feshedilebilir iş ile yetinmek zorunda olan yabancı işçilerin durumu bu gerçeğin göstergeleridir.
Bu gelişmelerin bizi yok edeceğini, bundan kaçış olmadığını belirtenler çalışan insanlığın uçuruma gidişi durdurma yeteneğinin var olduğunu göremiyorlar. İnsanlık da bu yetenek mevcut önemli olan uygulamaya geçmek, eylem bilincini ve planını gerçekleştirmek ve gerçek politik ve ekonomik iktidarı almaktır. Olası gelişmeleri belirtmeyi felaket tellallığı olarak niteleyenler tehlikeleri reddetmiyorlar ama bunların çok önemli olmadığını, hükümet ve uzmanların yetenekleri ile aşılabilecek şeyler olduğunu, artmayacaklarını aksine azalacaklarını ve her şeyin düzeleceğini iddia ediyorlar. Bu bir yüzyıldan bu yana işçi hareketi ile süren ‘’reformcu’’ ve  ‘’ devrimciler’’ tartışmasının temelini oluşturur. Günümüz gelişmelerinin değerlendirilmesinde devrimlerin gerçek, uzlaşıcı reformcuların düşüncelerinin ise hayalci olarak kaldıkları görülür. Çünkü hiçbir işaret son dönem kapitalizmin iç çelişkilerinin şiddetlenmesinde bu eğilimin ani değişimini göstermiyor.
Bu düşüncelere benzer bir şekilde bazıları da şu iddiada bulunuyorlar: Tehdit eden ölümcül felaketler nedeniyle kendi ölümünü istemeyen egemen sınıflar sonuçta aklın yolunu seçecek ve çok büyük çelişki ve krizlerin çözümünü kabul edecektir. Kuşkusuz emperyalist sermaye bir dünya savaşının kendisi içinde bir intihar olacağını çok iyi biliyor. Kapitalistler mevcut mallarını nükleer silah ölüsü müşterilere satamayacaklarını ve bu şekilde ekonomik krizi aşamayacaklarını biliyorlar. Bunun için emperyalizm nükleer intiharı engelleme ve hatta silah yarışını biraz sınırlandırmaya ilgi gösteriyor. Fakat bunun silahlanma yarışını tamamen ya da geniş boyutta durdurmayla ilgisi yok. Bunu Askeri Endüstriyel Kompleksin çıkarları engelliyor. Öncelikle uzun dönemde ekonomik kriz ikame piyasasının silahlanmaya yönelik üretimini sağlıyor.
Ya Sosyalizm, ya Nükleer kıyamet
Düşüncelerde ki diğer bir yanlış ayrıca ‘’ bölgesel’’ düzeyde sınırlı askeri çelişkiler ve nükleer silahların yaygın varlığından gelişecek ve yanlış bilgilendirme ya da hata neticesinde gerçekleşecek bir nükleer savaş tehlikesini küçümsemekte görülüyor. Nükleer silahların ve nükleer santrallerin dünyanın herhangi bir yerinde var olduğu sürece bu tehlike sürecektir. İnsanlığın bu şartlarda, bugün için fiziksel anlamda yaşamasını şans olarak görmek ve bu sınırın asla aşılamayacağını düşünmek doğru değildir.
Bir başka yanlış da nükleer silahlara sahip kapitalist güçlerin politikacılarının daima akılcı düşünen devlet adamı olacakları düşüncesinden yola çıkmaktadır. Fakat kapitalist ülkelerin politikacılarının seçiminde ciddi ekonomik, sosyal ve politik krizlere onların etkileri dikkate alınmayınca gerçek üzerinde duyarlılık eksik kalır. İnsanlık Almanya örneğinde hâkim sınıfın göz yumduğu veya olanak sağladığı her şeyi tehlikeye sokma, ülkesini halkını yönetimi yok etme ve kendini öldürme riskine girmeye hazır birinin iktidarını yaşadı. O hiç kuşkusuz nükleer silahlarını ülkesinin üzerinde veya başka bir ülke de ateşleyebilirdi. Bugün nükleer silahlara sahip herhangi bir ülkede böyle bir durumun tekrarlanmayacağının garantisi yoktur. Bu aynı şekilde insanlığın fiziksel varlığını kolayca tehlikeye atmak anlamına gelir. Aslında bu ‘’iyimser’’ düşüncelerin temelinde yatan neden yakınlaşan felaketlerin kapitalist sistem ile yapısal bağlantısını görememektir. İnsanlığın yaşadığı kriz üzerine tüm uzlaşmacı, reformcu ve yeni reformcu çözümlerin ortak özellikleri kapitalist sistemin korumasından yola çıkmalarıdır.
Emperyalizm, kapitalizm ve ulus devlet var oldukça felaketleri ortadan kaldırabilmenin mümkün olduğuna inanmak hayalciliktir. Yerel savaşlar ve nükleer savaş tehdidinden ilelebet kurtulmak için sosyalizm uğruna mücadele etmek, iş yerlerinde ve mahallelerde öz örgütlenme ve burjuva yönetim cihazına doğrudan meydan okuma süreci içinde iktidara adım attıracak bir geçiş programı için mücadele etmek ön koşuldur. Bu amacın görünüşte dayatan görevlerin yanında ikincil konuma getirilmesi nükleer savaş tehlikesini azaltmayacak, çoğaltacaktır. Egemen sınıfların insan soyunun devamı üzerine kumar oynamalarının engellenmesi kapitalizmin dünya ölçeğinde yıkılışını, dünya sosyalist federasyonunun oluşturulmasını, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasını, gizlilikten uzak en geniş kamu denetimi altında kullanılmasını gerektirir.
Devrimci Marksistler için iki kamp vardır. Ama bunlar devlet kampları değil sınıf kamplarıdır. ‘’Devlet kampçılığı’’stratejilerinin altında bir ülkede işçi sınıfının ve devrimin çıkarlarını devletlerin savunma çıkarlarının yanında ikincil duruma düşürme tehlikesi yatmaktadır. Dünyanın neresinde olursa olsun işçi sınıfı davasını ileriye götüren her şeyi destekleriz. İşçi sınıfının çıkarlarına aykırı olan her şeyin karşısında sömürülenlerin, ezilenlerin yanındayız. Kitlesel imha silahlarını ellerinde bulunduran ya da ileride bulundurması muhtemel olan ülkelerde, sermayenin iktidarı ve egemen ulus devlet yıkılmaksızın, dünyada barışın sağlanabileceğine savaşların ve nükleer kıyametin önlenebileceğine inanmak yanıltıcı olacaktır. Uzun bunalımın tehdidi altında silahlanma yarışı ve savaş tehdidi sürdüğü ölçüde Toptan silahsızlanma artık insan soyunun varlığının bir koşulu gibi görülüyor. Bu toptan silahsızlanmanın kapitalizmin bir toplumsal devrim yoluyla tasfiyesi olmaksızın gerçekleşeceğini düşünmek kadar aldatıcı bir düşünce olamaz.  İnsanlık neyi üretip üretmeyeceği kararını eline almadığı sürece yaşamını tehdit eden kâbuslardan kurtulamayacaktır. Bu da özel mülkiyetin, kişiler ve devletlerarası rekabetin ve piyasa ekonomisinin ortadan kaldırılmasını getirir. Bunu reddetmek insanlığı toplu intihara sürükleyen sistemi değiştirmek yerine insan soyunun yok olma riskini göze almayı tercih etmek demektir.
Emperyalizm, dünyadaki her devrimci ilerlemeye karşı karşıdevrimci şiddetini kullanmaya her zamandan daha çok kararlıdır. Bu kimi zaman bir iç savaşta taraflardan birini destekleme biçiminde kendini gizlerken, kimi zamanda açık ve güçlü bir yabancı müdahale şeklinde olan sistematik silahlı mücadele biçimini almaktadır. 
Savaşa karşı mücadele ile sosyalizm mücadelesi aynı davanın parçalarıdır. Biz emperyalizmin silahlanma yarışını sürdürmesine ve saldırganlığına karşı her mücadeleyi, her somut acil seferberliği destekleriz. Ancak biz nükleer silahlanmaya, savaş tehlikesine, çevrenin yıkımına, işsizliğe ve ırkçılığa karşı mücadelenin şirket merkezlerinde veya diplomatik konferans masalarında değil; Sokaklarda, fabrikalarda çözüleceğine inanıyoruz.

Sermayenin saldırılarına ve savaş tehdidine karşı antikapitalist-antiemperyalist, anti militarist sınıfsal bir hareket yaratmak için

Sermaye hali hazır da ki krizden çıkabilmek için dünya çapında emekçi kitlelerin direnişini kırmak, yaşam ve örgütlenme düzeylerini önemli ölçüde geriletmek ve onların aşırı sömürülmesini gerçekleştirmek gerektiğini biliyor. Türkiye de bunun için rekabetin yarattığı maliyeti işçi sınıfına ve emekçi kitlelere yıkmanın yolları yaratılıyor.   ABD Türkiye ye İslam dünyasının hassas bölgelerinde Amerikan hegemonyasını güçlendirebilecek önemli bir ülke olarak bakıyor. Stratejik konumu, Arap ve İslam dünyasıyla bağları, enerji hatlarına ev sahipliği yapması Türkiye’yi emperyalist güçlerin politikalarını uygulamada etkin rol oynayacak bir güç haline getiriyor. Suriye de yaşanan gelişmeler ve ABD’nin Irak ve Afganistan krizinin gölgesinde Türkiye’yi Ortadoğu’da daha etkin rol oynamaya sevk ediyor. Yaşanan gelişmeler bir eksen kaymasını değil emperyalist hegemonyanın hangi araçlarla yürütüleceği meselesinin gündemde olduğunu gösteriyor.   AKP bu nedenle militarist, şoven politik refleksleri öne çıkarıyor. AKP ülkeyi Ortadoğu’da ki tüm halkların ve emekçilerin birbirlerini boğazlayacağı bir savaş cehenneminin içine çekiyor. Bu konuda perspektifin en belirgin olduğu kurumun TSK olduğu da bir gerçektir. TC ordusu uluslararası kapitalist sistemin neo-liberal yaklaşımla yenilenmeye tabi tuttuğu ulus-devletin merkezi bir kurumu işlevine çekilmeye hazır durumdadır. TC ordusunu bir güvenlik ihraç eden kurum olarak bölge ve dünya pazarında ‘’görev’’yapacak hale getirilmesine ilişkin çabalar uzunca bir süre devam ediyordu. Bu çerçevede son YAŞ kararlarındaki düzenlemelerin, geçmişte yaşanan ve bugün yaşanacak süreci engellemeye yönelik sürprizleri ortadan kaldırmak için yapıldığı söylenebilir.  TC ordusu bu rotaya girmekle kaybettiği siyasal, toplumsal ağırlık ve imtiyazları profesyonelleşmenin getireceği nakdi avantajlarla telafi edilebileceğini hesaba katabilir. Yaşanacak böyle bir durum bütün ‘’demokratik hakların’’askıya alınması, ezilenler üzerinde baskının artması, şimdi ‘’çatışan’’ askeri ve sivil egemen kesimlerin militarizm şemsiyesi altında yeniden toplanması anlamına gelecektir. Artık gölge oyununa bir son vermek, uzun vadeli bir mücadelenin odak noktasını oluşturmak gerekir. Hedef liberalizme ve savaş tehdidine karşı soyut anti-emperyalist odak yaratmak veya taraflardan birinin yanında saf tutmak yerine, emekçilerin ezilenlerin somut çıkarları etrafında antikapitalist-antiemperyalist, anti militarist yönelişli bir hareket yaratmak olmalıdır.

Hiç yorum yok: