12 Ağustos 2012 Pazar

Tek Parti Tek Cephe

Mahmut Balpetek

Kapitalizmin “yıkıcı yaratıcılık “ özeliği ile bilim ve teknoloji alanın da gösterdiği baş döndürücü gelişme ile birlikte yeni sorun alanları yaratmıştı. Ulus devlet ile birlikte, ulusal sorun, daha fazla kar daha fazla büyüme zihniyeti ile doğanın aldığı tahribat ile ekoloji sorunu diye tanımlanan problem ile, teknolojinin gelişimi ile ekonomik ve sosyal yaşam da geriye itilen kadınların yaşamın her alanın da eşit ve özgür bireyler olma talebi ile yani, kadın sorunu ile tanışır olduk.

Önceleri sosyalistler bu sorunların hepsini baş çelişki olan emek sermaye çelişkisinin ortadan kaldırılması ile sonlanacağını, hareket noktası olarak öngördüler. Bu öngörü yanlış bir öngörü değil.
 Zira sorunların kaynağı olan kapitalizm ortadan kaldırıldığın da sorunlarda çözümleşecekti. Ancak sorunlar ağırlaşmış halde kendini üreterek hayatı onlar açısından çekilmez kıldıkça, sorun merkezli toplumsal hareketler reel politikleşti. Bu yeni algıda bir kaç noktanın rol oynadığını söylemek mümkün. 1- Dünya da yaşanan reel sosyalizm deneyimi, Emperyalizme karşı güçlü olabilmek için doğayla kurmak durumunda kaldığı ilişkinin sosyalist tasavvurdan sapma zorunda bıraktığını bize gösterdi. 2- Kuramdaki bütün anlatıma karşın kadınların eşit yurttaş statüsüne kavuşturulamamış olması. 3- Bütün başarıların yanı sıra ulusal sorunu kökten çözememiş olması. 4- Kapitalizmin tahmin edilenden daha uzun yaşıyor olduğu gerçeği. Buna bir de reel sosyalizmin yıkılması, yani yenilgide eklenince sorun merkezli örgütlenmeler daha sorun çözücü addedilir oldu.

Kapitalizmin aratan yıkım gücü, doğanın önemi dünden daha öncelmiş dolayısı ile acilleştirmiştir. Ulus devletin farklı etnik kimlik ve inançlar için bir esaret düzlemine dönüşmesi yaşanırlıktan uzaklaşmıştır. Kadınlar daha bugünden erkek egemen dünyaya karşı örgütlü bir mücadele saf tutarak feminist hareketleri inşa etmişlerdir. Savaş kavramı kapitalizme içkin olduğundan dolayı savaş ve kapitalizm birlikte anılır durumdadır. Dolayısı ile savaşmak istemeyenler vicdanı ret ve barış hareketleri etrafın da örgütlenerek kapitalizm ile mücadele etme pozisyonuna girmiştir. Bir bakıma anti-kapitalist mücadele alanları genişlerken, yanı sıra muhalefetin parçaladığını da görmek gerekir. Yani hem avantaj hem dezavantaj aynı mecra için de devinmektedir. Bu aşmada ufukta tutulması gereken nokta ise eşitlik ve özgürlük ideli için gösterilen hiç bir çabanın kayıp olmayacağı toplumsal ve insani dinamikte birikeceği gerçeğidir.

Feodal toplumdan kapitalist topluma geçiş ile birlikte, mevcut olan ezilme biçimlerine yenileri eklendi. Başka bir ifadeyle var olan ezilmişlik durumları daha belirginleşti, yenileri eklendi. Kapitalizm ile birlikte gelişen ulusal bilinç, İmparatorlukların dağılmasında katalizör işlev görürken, Burjuvazi ihtiyaç duyduğu Pazar için ulus devleti yapılandırdı. Bu aynı zaman da yönetici karaktere sahip olan ulusların diğer etnik kimlikleri asimle etmeye bu dolayım ile tek ulus yaratmaya dönük bir kulvardı. İmparatorluklar döneminde pek öne çıkmamış, kapitalizm ile birlikte belirginleşen bu eşitsiz gelişme ulusal sorun diye tanımlanandı. Bu bağlam kapitalist dünyada, ulusal bağımsızlık ve ya özgürlük hareketleri her dönem siyasal aktör olmuş ve şimdide olmaya devam etmektedirler. Kapitalizmin çocuğu ulus devletin kendileri için esaret olduğunu gördüler ve bu statü kavgaya girdiler.

Eşitlik ve özgürlük kavramlarının toplumsal bilinçle izdivacı ile birlikte erkek egemen ideoloji karşısın da kadınlar konumunu sorgular olmuştur. Kapitalizm daha belirgin biçim de ucuz emek gücü gördüğü kadını ekonomik alana çekerek katmerli sömürüye tabi tutarken, kadınlar emeklerini savunmak için girdikleri toplumsal örgütlenme ile toplumsal bir statü elde etiler. Erkek emekçilerle birlikte kavga verdikleri esnada, ev işçiliği denen pazarı olmayan, hiçbir sosyal güvenceye kapsamına dahil edilmeyen çağdaş köleliği yakaladılar. Kökeni kapitalizm olan bu durumun egemen erkek dünya tarafından onlara dayatıldığını bilincine eriştiler. Dolayısı ile erkek egemen ideolojinin biçimlendirdiği erkek dünyasına karşı eşitlik mücadelesi giriştiler. Bu çerçevede örgütlenerek eşitlik ve özgürlük mücadelesine girdiler. Kapitalizmin cinsiyetçi bir sistem olduğunu, dolayısı ile cinsiyetçi iş bölümü neden olduğunu bununla savaşmayı karine kabul etiler. Sosyalizmin, cinsiyetsiz doğması adına bu günden mücadeleye başladılar. Feminist hareket böylesi bir akıl yürütmenin sonucu ortaya çıkmıştı.

Kapitalizmin teknolojik alandaki olağan üstü gelişimi doğanın daha fazla tahribini gebelik etmektedir. Nükleer denemeler mekan edilen denizler kirlenmekte. Yapılaşmaya açılarak orman alanları yok edilmekte. Şehirler ve bütün yerleşkeler nefes alınamayacak denli ranta kurban edilmekte. Nehirler, akarsular ticari amaçlı özeleştirilmektedir. Delinen ozan, eriyen buzular dünyanın hızla çölleşmeye doğru vira dediği gün gibi berrak. Yani artık hava bedava su bedava, sadece bir şarkıdan ibaret kaldı. Kapitalist dünyada ne su ne hava bedava değil. Kapitalizm varlıkların doğal ihtiyaçlarını, olan her şeyi para meta para denklemine uygun hale getirerek paraya yani kazanca dönüştürüyor. Kapitalizmin kısa vadeli çıkarlarına küreyi feda edebileceği algısı biçimlendi ki bu doğru kavrayış üzerinden ekolojik hareket güç topluyor toplamaya devam ediyor. Burjuvazi sadece emekçilere değil aynı zamanda insanlığa doğaya bu dolayım ile kendine düşmandırlar. Kapitalizmden çıkış onların da kurtuluşu anlamına gelen insanlaşmaları olasılığın adıdır.

Silahlanma, savaş bu dolayım ile şiddet kapitalist sisteme içkindir. Zira, eşitsizliğin devamının teminatı şiddettir. Çağımızda şiddetin tek etkili aracı teknolojik silahlardır. Ulus ötesi silah tekelerin ürettiği silahlar gezegeni birkaç kez yok edebilecek denli çok ve çeşitli olmasına karşın, silah üretimi yavaşlatmak ya da durdurmak yerine silahlanma bütün dünya ulus devletlerinin en fazla harcama kalemlerinin başında gelmeye devam ediyor. Bu gün dünyada açlık nedeni ile ölümleri ortadan kaldırmak için gerekli olan para 30 milyar dolardır. Söz konusu para miktarı dünyada sekiz günlük silahlanma harcamasına karşılık gelmektedir. Emperyalist sistem bölüşüm kavgasında yani sınırlı anlarda bu silahları bir birine karşı kullanmış olsa da, asıl hedefte olan ezilenlerin kalkışma hamlesinin kendisinedir. Yani, şiddet ulus devlete için emekçiler ve bütün ezilenlere karşı kullanılmak üzere modern dünya tanırlar tarafından ulus devlete bağış edilmiş bir hikmetin adıdır. Bundandır devletin hikmetinden sual olmazlık, bundandır emekçinin ve ezilenin kaderine teslim olması. Bu paradigmayı, hedef alman almayı kalkış noktası kabul eden anlayış ile barış ve vicdani ret hareketi gelişti. Oklarını kapitalist ulus devlete çeviren bu hareket savaşa ve savaşın neden olduğu sisteme karşı konumlandı. Yani sizin için savaşmayacağız, insanın insanla savaşmasının insanca değil kapitalistçe bir şey olduğunun dolayası ile kapitalizmin insani bir sitem olmadığının ifşa ederek barış ve vicdani ret hareketlerini geliştirdiler.

Bu bağlamda toplumsal hareketler, Kapitalist, sitemin ürettiği sorun alanların biri veya bir kaçı üzerinden kendini örgütleyerek sitemle mücadele etme yolunu seçtiler. Ancak kah bilinçli bir tercih ile sistemin, Almanya Yeşiller Partisi buna iyi bir örnektir, Kah sistemin manipülesi sonucu yedeğine düşme riskini de kendileri içinde var ederler.

Ülkemiz de bütün bu sorunların varlığı ile birlikte sorunu kapitalizmin bütün kurum ve kuruluşları ile yok edilmeden bu sorunların tekil çözülmeyeceğini düşünen sosyalist sol kendisinin de dağınıklığı sorunları çözücü güç olmamama sonucunu doğurmaktadır. Bir çekim merkezi olmaktan uzak var olan parti ve hareketlerin tarihi bir bakıma sisteme karşı birlik söylemi tarihidir. Faşizme Karşı Birlik, Direniş Cepheleri, Tek Parti Tek Cephe, Ulusal Demokratik Cephe vb. gibi. Ancak bütün bu kavramlar söylemden kuvveye geçmemiş, veciz sözler olarak tarihimizde yerlerini almıştırlar. Hiç mi denenmedi mi? Diye sorulacak olursa çok denendi ancak yaşatılamadı. Gelişip, toplumla bağ kurulmasına serpilmesine, toplumsal bir özne olunması aşamasına geçilmesi becerilemedi. Buna karşın, bunun tekrarlanması, yani başarılıncaya kadar yenilenmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Geçmişte neden başaramadığımız sorusuna yanıt arayarak başlanması gereken bir süreç, geçmiş deneyimlerin ışığında, edinilen tecrübeler ile başarılı kılmak mümkündür. Dünya soluna baktığımızda Almanya, Fransa, Yunanistan, İtalya veya Brezilya örnekleri, başarmanın yegane yolunun birlik ve cepheden geçtiğini göstermiştir. Kaldı ki, Bulgaristan’da 1940’lı yıllarda Dimitro önderliğin de gerçekleştirilen Faşizme karşı birleşik cephe ve bu cephenin devrimle sonuçlanan başarısı, solun devrim tarihinin de önemli bir yeri vardır. Bu bağlamda sosyalist solun, ideolojik politik açıdan görece bir birlerine yakın olanların tek parti içinde daha uzak olanlar ve toplumsal muhalefet hareket ve dinamikleri ile tek cephede yer alması koşuları tarafından dayatılmış bir gerçekliktir. Sol bugün bir yol kavşağının başında durmaktadır. Ya mevcut yoluna devam ederek sanallaşmayı tercih edecek, Yada tek parti ve cepheyi örerek toplumsal özne olmayı başarmış olacaktır

Hiç yorum yok: