12 Ağustos 2012 Pazar

Sokak Politik Olanla İlişkiye Geçilme Kanalıdır

Ahmet Doğançayır

Totaliter rejim insanları gereksiz kılma eğilimidir. Bu eğilimle amaçlanan bireylerin düşünmesini durdurmak değil, bu düşünceleri güçsüz ve iktidarın başarısı ve başarısızlığıyla ilgisiz hale getirmektir.



Bu nedenle siyaseti ‘’tasfiye etme’’ amacını güden tutuklamalar, tutuklamalara imkân veren ‘’Terörle mücadele kanunu’’ ve ilgili maddeler temelde baskıcı, otoriter bir siyaset anlayışının yansımalarıdır. ‘Yargısız infazlarla’ oluşturulan ‘’devlet korkusu’’ bugün hapishane korkusuyla bir dönüşüme uğruyor. Devlet hapishaneler aracılığıyla muhalefeti ıslah etmek, hizaya getirmek istiyor. Herhangi bir gerekçeyle, sokağa çıkılması ‘’eşkıyalıkla’’ nitelendiriliyor.




Sokak ve alanlar ‘’terör’’ ve başıboşluğun, taşkınlık ve akıl dışı şiddetin mekânları olarak yeniden tanımlanıyor. Haklar ve özgürlükler ‘’terör’’ söyleminin toz dumanı arasında unutturulmaya çalışılıyor. Türkiye de ‘’terör’’ kavramı toplumsal muhalefeti ama daha çok ‘ifade etme özgürlüğünü’ yok etmenin en etkili aracı olmuştur. Tahakkümün devamlılığında ‘’terör’’kavramının merkezi bir işlevi var. Öyle ki mevcut hukuk sistemi bu söyleme yaslanıp kendisini askıya çıkarabiliyor. Kavram makbul olmayan muhalefetin susturulması, bastırılması, yıldırılması rolünü görüyor. Oysa sokak, emekçi sınıfların ve ezilenlerin politik olanla doğrudan ilişkiye geçtiği yegâne kanallardandır. Ne var ki kamusal alana her çıkış tutuklanma ve yargısal şiddete maruz kalmadan önce doğrudan polis şiddeti ile karşılaşmaktadır.



Kitlelerin siyasal alana çıkışları, sokağı içinde itiraz ve şikâyetlerin dile getirildiği bir alana dönüştürmeleriyle gerçekleşir. Siyasi faaliyette eylem, siyaset, özgürlük ve mekân birbirine bağımlıdır. Eylem ve siyasetin birlikteliği için özgürlüğün yanı sıra belli bir alana, görünme-varlık kazanma bölgesine ihtiyaç vardır. Hiç kimsenin görmediği bir eylem herhangi bir etkide bulunamayacağı için etkin bir siyasi faaliyet olarak değerlendirilemez. Bu çerçevede sokak görünürlük kazanmanın mekânı olarak anlamlıdır. Sokağın faillerine görünürlük kazandırma özelliği ve onların siyasi eylemde bulunmaları özne olmaya karşılık gelir. Siyasallaşan özneler yer kapladıkları mekânlarda görünecek, eylemleri aracılığıyla var olduklarını kendi dışlarında ki dünyalara beyan edecek, kim olduklarını göstereceklerdir.



Bir topluluğun, bir halkın iç yaşamının en çarpıcı özelliklerinden biri zulme uğramış olma duygusudur. Topluluklar büyüdüğünü hissettiği sürece bu büyümeye karşı duran her şeyi kısıtlayıcı bir şey olarak görür. Kitle polis tarafından dağıtılabilir. Ancak bunun tıpkı bir sivrisinek sürüsünü elle uzaklaştırmak gibi geçici bir etkisi olur.



Ezilen sınıflar açısından siyasi eylemde görülmenin yanı sıra işitilme amacı da vardır. Lakin konuşma ve ifade araçlarından yoksun olanların siyasi özne olmaları siyasal iktidarların tepkisine neden olur. Siyasal iktidarların öncelikli tepkisi ‘’özneyi’’ geldiği yere, yani ‘’eve’’, ‘’özel alana’’ geri göndermek, siyasal özne olma sürecini kesintiye uğratmaktır. Özel alana tecrit edilmiş yakınmaların dile kavuşması, söze dönüşmesi kısacası politikleşmesi mümkün değildir.’’ Kamusal alana’’ çıkışın altında yatan neden de bu ‘’çığlıkları’’ dile getirmektir.



Sokağı göstericilerden, aktörlerden ‘’temizleyen-arındıran’’ devletin baskı aygıtları dile getirilen sözü bastırmak için iş görür. Bu şekilde kamusallaşma potansiyeli taşıyan söz parçalanmakta, özneleşme süreci sabote edilmektedir. Polis sokağı ‘toplanma alanı’ değil, ‘dolaşma alanı’ olarak değerlendirme eğilimindedir. ‘’Dağılın’’ derken hem eylemcilere, hem de onları seyreden vatandaşlara hitap eder. Eylem ve kalabalık arasında perde işlevi gören polis eylemi bağlı bulunduğu iktidarın fiili varlığına yönelik olarak kabul eder. Meşrulaştırılmış şiddet devreye girdiğinde bireyler sokaktan ‘’eve’’, kamusaldan ‘’özel alana’’ gönderilir. Egemen sınıfların veya başka bir deyişle kamusal alan idarecilerinin istedikleri topluluk korku, şüphe ve nefretle kurulacak bir topluluktur. Günümüzde yaşanan güçlükler ve ıstıraplar parçalı ve dağınık olduğu gibi meydana getirdikleri muhalefet de öyledir. Muhalefetin dağınıklığı, onu yoğunlaştırıp ortak bir davaya bağlamanın ve ‘’ortak bir suçluya’’ karşı yönlendirmenin güçlüğü, sadece çekilen acıları daha da buruklaştırıyor.



Buna rağmen sokak terk edilmediği koşullarda politik sözü her daim olanaklı kılmanın yolları aranmıştır. Dünya da olduğu gibi Türkiye ve Kürdistan da ‘’ev’’ terk edilerek sokağa, kamusal alana çıkılmıştır. ‘’Eve dönüşle’’ birlikte örgütsel ve kitlesel mağlubiyetler yaşayan dünya ve Türkiye solunda ideolojik sarsıntılar oluşmuş, geçmiş özlemiyle yaşanılır olmuştur. Bugün Kürtlerin ve Arap halklarının ve işçilerinin sokak eylemleri solun bir zamanlar sahip olduğu lakin unutmasına ramak kaldığı toplumsal muhalefet reflekslerini hatırlatmasıyla da ayrıca bir önem teşkil etmektedir. Kitlelerin önce, korkuyu yenerek hareket etmeye başlayınca ne kadar etkili olabildikleri, birden bire tüm dünyanın ilgi odağı haline geldikleri, sorgulanamayacak kadar güçlü olduğunu düşündükleri rejimlerin kısa sürede dağıldığı görüldü.



Sokağın siyasallaşması; özel alanlara sıkışmış sızlanmaları rasyonel karşı çıkışlara, homurtu ve uğultuya dönüşen sesleri anlamlı bir dil ve söz düzeyine çekecektir. Hülasa sokak hiçlikten varlığa, inkârdan ‘’fark edilmeye’’ geçişin gerçekleştiği alanlardan biridir. Sokak eylemlerinin iktidarların anti demokratik uygulamalarına geri adım attırma, yaptırımlarını düzenlemeye zorlama özellikleri de vardır. Ama elbette esas varlık düzlemi özgür eyleme imkân yaratacak olan politikadır. Siyasete başvurmaksızın, siyasi eylemlilik aracını kullanmaksızın ve bu aracın gideceği yönü çizmeksizin ‘’özgürlük merheminden güvensizlik sineğini çıkaramayız’’. İnsanların kulluktan kendilerini kurtarmaları doğru olduğu gibi, her şeyden önce kendilerini yaşadıkları toplumun onları soktuğu halden kurtarmaları gerektiği de doğrudur. Böylesi bir devrim kendiliğinden olamaz. Çünkü böylesi bir kendiliğindenlik yalnızca yerleşik sistemden türeyen değer ve hedefleri ifade edecektir. Sınıflı bir toplumda radikal muhalefetin kuram ve pratiğinde eğitilmiş ve denenmiş, kabul edilmiş liderliğin işlevi, kendiliğinden protestoyu, dolaysız ihtiyaç ve özlemleri geliştirme ve toplumun radikal yeniden yapılanması için aşma şansı olan örgütlü eyleme çevirmektir.



‘’Özel dertlerin’’ toplumsal meselelere dönüştürülmesi sanatı kullanılmaz olma ve unutulma tehlikesiyle karşı karşıya. Özel dertler bir araya toplanmaları ve yoğunlaşıp siyasi bir güç haline gelmeyi güçleştiren bir biçimde tanımlanıyor genellikle. Söz konusu tercüme işlemini yeniden mümkün kılacak bir mücadelenin savunulması ve örülmesi gerekmektedir. Toplumun çelişkileri her birimize zarar veriyor, aptallaştırıyor, tıkıyor, çarpıtıyor. Bu çelişkilerin çözümü devrimin kendisinin eseri olacağı için, hareket de bunlardan etkilenecektir. Fakat bu çelişkiler kavranmalı, strateji geliştirmek için kullanılmalıdır. Hiçbir birey ya da gurubun kurtuluş deneyi, savaştığı sistemin bu buluşmasından kaçamaz. Zarar getirecek unsurlar bir kenara bırakılamaz bunlarla kendi zeminlerinde savaşılmalıdır. Bu da içinde bulunulan durum tarafından tanımlanmış siyasi çerçeve içinde yürütülmesi gerektiği, düzenin içinde düzenin radikal eleştirisinin sürdürülmesi gerektiği anlamına gelir. Topluluk inşa etmenin ana malzemesi olan, ancak bir yerlerde bu amaca artık hizmet edemeyecek kadar dayanıksızlaşmış, çarpıklaşmış, sulanmış olarak duran dostluk ve dayanışmayı tekrar hatırlamak gerekiyor.



Günümüzün egemen güçleri özünde mekânlara bağımlı olmadıkları halde siyasi eylem yerleri yerel kalmıştır. Dolayısıyla eylem egemenliğinin sınırlarının çizildiği ve siyasal girişimin temel esaslarına karar verildiği çerçevelere ulaşmayı başaramaz. Hayat koşullarının artan ‘’esnekliği’’ üzerinde ve dolayısıyla insan hayatlarının bütün akışına daha fazla nüfuz ederek hüküm süren güç uluslararası hale geldikçe ortada olan güvensizlik ve belirsizlik düzeyini azaltmayı amaçlayan etkili bir siyasal eylemin önkoşulu siyaseti günümüz güçlerinin iş gördüğü düzey kadar uluslar arası bir düzeye çıkarmaktır. ‘’Milli’’ savaş baltalarını çıkartıp, kaleleri tahkim ederek uluslar arası güç kaynaklarına siyasi kontrol dayatacak dünya çapında bir dayanışma oluşturulabileceği umudu yaygın olsa da boş bir umuttur. Dikkatlerin milletlerin veya ‘’cemaatlerin’’ savunulması üzerine odaklanılması uluslar arası egemen iktidar akışını her zamankinden daha fazla serbestleştirir.



Uluslar arası kapitalist sistemin eğilimlerinin sonucu olduğu açık olan kamusal meseleler bu ekonomik güçlerin ulaştığı kurumsallaşma ve uluslar arası eylem düzeyine ulaşma ile çözülebilir. Bu tür bir uluslar arası örgütlülük egemen ya da yarı egemen devletlerin sınırları ötesine ulaşacak bir cumhuriyetin olmazsa olmaz ön koşuludur uluslar arası kapitalizmin denetimsiz, bölücü ve kutuplaştırıcı güçlerinin tek alternatifi tam da bunu yapacak bir cumhuriyettir. Bu aynı zamanda kısa ve orta vadeli hesapların ve yararların, kısmi ve dağılmış çıkarların ardından gitmenin, ulusal devletlerin hâkimiyeti ve birbirleriyle yarışların aşılması demektir. Bu özel mülkiyet, rekabet ve özel çıkarlar sağlamaya susamışlığın yer aldığı bir sistem ile bağdaşamaz. Üretici ve tüketiciler özel servet peşinde koşmayı bırakıp dayanışma ve yardımlaşma içinde hareket etmeye başladıklarında sosyalizm devletin koyduğu sınırlardan uzak bir şekilde kendini yeniden üreten bir sosyal sistem olarak var olacaktır.

Hiç yorum yok: