11 Aralık 2012 Salı

Enternasyonalizm ve Ulus


Mahmut Balpetek
Ulus, insanlığın belli bir tarihsel evresinde ortaya çıkmış, sonsuza kadar var olması muhtemel olmayan bir olgudur. Ancak ortaya çıktığı günden başlayarak varlığını sürdürdüğü zaman periyodunda toplumsal mücadelelerde kendine has bir ağırlık yaratmıştır.
 Siyasetin ilgi merkezine oturmuş, dolayısı ile farklı duruşların kendi meşreplerince değerlendirmelerine tabi tutulmuştur. 90’lı yıllarda Balkan ve Kafkaslarda başlayan ulus eksenli savaşlar; 70 yıllık reel sosyalizm deneyinin bütün çabalarına karşın ulusal sorunu çözmekte başarısız kaldığının göstergesi olduğu gibi aynı zamanda, insanlık tarihinin sınırlı bir dönemine karşılık geliyor olmasına karşın, özgürce yaşanmadan aşılmayacak bir aidiyet duygusu olduğunun da altını bir kez daha çizmiş oldu.

İşçi sınıfının devrimci mücadele tarihi, bu mücadelenin ulusal değil enternasyonal bir nitelik taşıdığını ve enternasyonal düzeyde çabaları gerektirdiğini defalarca kanıtladı. Açık ki, işçi ve emekçi kitlelerin kapitalizm ve sınıflı toplum belâsından kurtuluşu, ulusalcı anlayışa hapsolmayan bir enternasyonal mücadele ve örgütlenme perspektifine sahip olmayı zorunlu kılmaktadır. Ancak bu ezilen ulusların eşitlik ve özgürlük mücadelesini yok saymak ya da dışlamak anlamına gelmez. Kaldı ki sosyalistlerin enternasyonalizm ilkesi ile kurdukları ilişki, her zaman onların enternasyonalist davrandığı anlamına gelmiyor. Sosyalistlerin kimi zaman ulusçu davranışlar içinde oldukları hem geçmişte hem günümüzde görmek mümkün. Reel sosyalizmin varlığının dünyadaki sınıf hareketlerinin kazanımlarına koyduğu katkıyı küçümsemek ya da yok saymak mümkün değildir. Ancak, reel sosyalizmin “anavatan savunması” siyaseti, Sovyetler Birliği’nin bütün komünistlerin anavatanı olduğu algısına neden olmuştur. Zira, Sovyetler Birliği’nin dünya komünist parti ve hareketleri üzerindeki belirleyiciliği, bir nevi Rus ulusalcılığı ya da onun yandaşı olma durumu gibi hayat bulmasına yol açmıştır. Yani zaman zaman Sovyetler Birliği’nin devlet çıkarı, dünya proletaryasının çıkarına ikame edilmiştir. İspanya ve Yunanistan devrimlerinin, karşı devrime teslim edilmesinde bu ikameci anlayış başat rol oynamıştır. Birçok emsal sıralamak mümkün ancak İspanya örneğine baktığımızda 1936 yılı ağustos ayında ülkenin en büyük iki işçi örgütünün, anarko-sendikalist CNT ile sosyalist UGT temsilcileri buluşarak sol sosyalist Largo Caballero başkanlığında bir yönetim oluşturması planında anlaşırlar. Komünist ve sosyalist partiler anarşist grup FAI’nin temsilcilerini içerecek, burjuva cumhuriyetçiler dışarıda bırakılacaklardı.

Tasarı Sovyet Elçisi Rosenberg’e sunulur. O ise tasarının içeriğindeki yaklaşımlardan hiçbirini kabul etmeyerek, burjuva cumhuriyetçi partilerin dâhil edilmesini önerir ve dediği yapılır. Largo Caballero başkan olur ama işçi cumhuriyeti ölmüş olur. Bu durum faşizmin zaferi ile sonuçlanmıştır. İspanya’nın faşizme teslim edilmesinde dünya işçi sınıfının ne tür bir çıkarı olabilirdi. İspanya’da enternasyonalist ilkenin Rus ulusalcığına bürünerek işçi cumhuriyetinin daha doğmadan ölümüne yol açmıştır. Kuşkusuz sosyalist ülkeler her zaman böyle davranmamışlardır.

Vietnam örneği tam tersiydi. Hem Sovyetler Birliği hem de Çin, Vietnam Kurtuluş Savaşı’nı desteklediler. Dolayısı ile Vietnam halkının ulusal kurtuluş savaşı sosyalizme giden yola evirildi. Vietnam’ın ulusal kurtuluş mücadelesinin sosyalizme doğru yol almasında bu dayanışmanın küçümsenmeyecek bir katkısı olmuştur. Küba devrimi yine böylesi bir dayanışmanın sonucu başarı elde edebilmiştir. Bu tarihsel olgular bize ulusal kurtuluş mücadelelerinin toplumsal kurtuluş mücadelesine evirilebildiğini göstermektedir. İki örnek ikisi de enternasyonalizm adına tercih edilen siyaset, biri işçi cumhuriyetinin yıkılması ve faşizmin zaferine neden olurken diğeri ulusal kurtuluş hareketinin, sosyalist devrime evirilmesine yol açmıştır. Bu örnekler bize ilkeleri anlamlı kılanın içinin nasıl doldurulduğunun sarih biçimde açıklamaktadır. Enternasyonalizm ilkesi doğru kavranmadığında pekâlâ ulusçu reflekslere kurban edilebilinir.

Bu bağlamda Türkiye’ye baktığımızda Kürt özgürlük hareketinin dünya sınıf mücadelesini gerileten ya da ket vuran yönü var mı? Varsa bunu belirleyen ne türden enternasyonal bir yapı vardır? Bu sorulara yanıtı verecek enternasyonal yapı hangisidir? Böyle bir yapının olmadığı hepimizin malumudur. Kaldı ki, Türkiye’deki özgürlük hareketi otoriteye karşı mücadele eden tek diri damar olma durumunu sürdürürken, yüzünü sosyalistlere aynı yönde tutmaya da kendince özen göstermektedir. Sosyalistler ile ortak iş yapmaya azami dikkat etmektedir. O zaman bir kısım komünist veya sosyalist parti ve hareket, Kürt sorununa ilgisiz kalmalarını nasıl açıklıyor olacaklar. Buna verecekleri yanıt enternasyonalist oldukları için etnik sorunlara ilgilenmedikleridir. Ya da sosyalizm ile birlikte bu sorunların çözüleceğini iddia edeceklerdir. Ancak bu anlayışın niyetinden bağımsız olarak, örtük bir ulusalcılık barındırdığının altını çizmekte yarar vardır. Zira ulusal perspektife hapis olmakla ulusların özgürlük ve eşitlenmesinin yanında olmak birbirine karşılaştırılmayacak kadar farklı iki yaklaşımdır. Ulusalların özgürleşme mücadelesi, olası bir sosyal devrimi geri çekmek pahasına desteklenirse ulusal perspektife hapis olunmuş demektir. Ortada bir sosyal devrimin parametreleri yok iken bu ilkeyi özgürleştirme mücadelesine karşısına dikmek, arabayı atların önüne sürmek gibidir. Ulus sorunun yaşanılabilinir bir atmosfere taşımanın en önemli garantörü emekçiler ve onların örgütleri olması gerekirken bundan imtina etmeleri siyaseten kendi varlık gerekçeleri ile çelişmektedir. Sömürme biçimlerinin her türüne karşı olması gerekenler bunu gerek ertelemeci ya da görmeme yolunu seçmelerinin inandırıcılığı yoktur. Bu örgütler ve hareketler çözüme katkı koyarak halkların kardeşçe bir arada yaşamalarının çimentosu olmalıdırlar. Kaldı ki bu tutum alış aynı zamanda Kürt Özgürlük Hareketi içinde uç vermiş ya da uç verecek olası ilkel milliyetçi anlayışlarında geriletmenin de biricik yoludur.

Hiç yorum yok: