22 Aralık 2012 Cumartesi

S.Hatspanian/1915’ten 1978’e Maraş: Bir Şehir, İki Acı… Acımız Aynı Acı !

Sarkis Hatspanian

Yazım başlığından da anlaşılacağı gibi, farklı tarihlerde ama aynı şehirde ve aynı barbarlar tarafından yapılan birbirinden boyutlarıyla farklı ama içeriğiyle aynı iki katliam paralelinde göze çarpan şaşırtıcı aynılıkların bir derlemesidir.




Gelecekte Ermeni ulusuyla barış içinde birlikte yaşamayı arzulayan her insan için düşündürücü olduğuna inandığım bu gerçeklik temelinde İNSANLIĞA KARŞI İŞLENMİŞ BU SUÇ nedeniyle tüm kaybettiklerimizi saygıyla anıyorum.





Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı - 1898 Maraş doğumlu VERKİNE MAYİKYAN anlatıyor:



“Maraş benim ve tüm sülalemin doğum yerimizdir. Öğretmenlik ve hukuki işlerle iştigal eden babam Toros Efendi ulusal-siyasal hayatın önde gelen isimlerindendi. Ermeniler ve Türkler arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklarda çoğu zaman babama başvururlardı. Biz küçük şehrimizle gurur duyuyorduk; ordaki her taş parçası bize tanıdıktı. Maraş’ın nüfusu yetmiş bindi; bunun kırk bini Ermenilerden oluşur; geriye kalanlar ise Türk, Fars, Arap, Rum ve Süryanilerden meydana gelirdi. Ermeni Gregoryenlerin birkaç kilisesi vardı : Aziz Sargis, Aziz Gevorg, Aziz Astvatsatsin ve kiliselerin en büyüğü olan Karasun Mankants. Protestan ve Katolikler de vardı. Bizim huzurlu hayatımız 1918-1920 yıllarına kadar sürdü; zira, Fransız makamları henüz Kilikya’da bulunuyorlardı. Fransız ve Ermeni gazeteleri devamlı Fransızların sonsuza dek Kilikya’da kalacaklarını, zira Fransa’nın itibarının Birinci Dünya Harbi’nden sonra arttığını, Türkiye’nin itibarının ise tam tersine azaldığını yazıyorlardı. Ancak ne yazık ki, o barış uzun sürmedi. Yavaş yavaş Türklerin bizden nefret etmeye başladıklarını hissettik. Bir gün de uyandık ki, Fransızlar atlarının toynaklarının altına keçe bağlayıp sessiz sedasız Maraş’tan uzaklaşmışlar. Sabah kalktığımızda kimsenin bundan haberdar olmamasına şaşırdık. Hatta, General Dumont şehirden ayrılacaklarını bütün Fransız Ordusu’nun erzağını bedava sağlayan tanınmış Ermeni Ağa Hakob Khırlakhyan’a bile bildirmemişti. Öyle ki, 1920 yılının Eylül ayında Fransız Ordusu artık Maraş’ta değildi. Türklerin bu olayı önceden haber aldıkları görülüyordu; zira, onlar gece oraya buraya ateş edip bizi korkutuyorlardı. ”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - 1960 Maraş’ın Afşin ilçesi Gözpınar köyü İdemlik mezrası doğumlu NİYAZİ ÖZTAŞ anlatıyor:







“Maraş olayları aslında Nisan 1978’de başladı. Yürükselim’de 3 tane kahve var. Bunlardan birisi Erenler Kıraathanesi. O dönemin tanıklarından dinlediğim kadarıyla bu kıraathanede bir alevi dedesi biz ona Gijiki Dede diyorduk. 81 yaşında aslen Dersim ya da Erzincan kökenli olmalı. Gijiki Dede’yi Abdullah Çatlı ekibi kahvehanenin içinde kurşunlayarak katlediyorlar. Gijiki Dede’nin cenazesi o dönem Maraşlı Kürt Alevi ve devrimciler tarafından kitlesel olarak kaldırıldı ve bu Maraşlılar arasında büyük bir rahatsızlığa neden oldu. Ancak o zaman bizlere karşı bir tepki göstermediler. O cenaze töreni Maraşlılar açısından deyim yerindeyse “bardağı taşıran son damla” oldu. Ondan sonra zaten Maraş olaylarına gelen bir kaç aylık süreçte çok büyük hazırlıklar yaptılar. “21 Aralık günü devlet destekli sivil faşistlerin katlettiği iki öğretmenin cenazesini almak için, 22 Aralık günü Yürükselim mahallesinin hemen sınırında olan Maraş Devlet Hastanesi’ne giderler. Öğretmenlerin katlediğini duyan sadece Yürükselim mahallesi değil Maraş’ın çevre ilçe ve köylerinden de çoğunluğu Alevi ve devrimciler akın akın hastaneye gelir. “Ancak Başhekim Çetin Diker cenazeleri kitleye vermemek için gerekçeler üreterek onları oyalamaya çalışır. Sonradan öğrendiğim kadarıyla cenazeleri vermek istememesinin ya da geç vermeye kalkmasının sebebinin cenaze kortejine saldıracak olan MHP’li faşistlerin hazırlıklarını tamamlama ve oraya daha fazla güç yığmaları içinmiş. Biz sonraki dönemlerde bunu net bir şekilde öğrendik. Başhekim Çetin Diker işi bu dereceye kadar getirmiş ve faşistlerle işbirliği içinde olmuştu.”











Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı - 1898 Maraş doğumlu VERKİNE MAYİKYAN anlatıyor:







“Kocam durumun günden güne kötüleştiğini görerek, elmas yüzüğünü iki tüfekle değiştirdi : biri kendisi içindi, diğeri ise erkek kardeşi Gevorg için. Ama, komşumuz Karapet Ağa olayı meydana geldiğinde herkes kendine geldi. Karapet Ağa çok zengindi; o usta bir kunduracıydı. Maraş’ın yöneticisi Cutki Efendi’nin ayakkabılarını imal etmişti ve kendini emniyette hissediyordu. Ama silahı olmadığı için, kendini savunamazdı. Bir gece ayak takımından Türkler bahçe kapısını kırarak içeri daldılar ve evine girdiler; genç, yaşlı demeden ailesinin bütün fertlerini öldürdüler ve bahçedeki kuyunun içine attılar. Evini talan ettiler ve ganimeti aralarında paylaştılar. Bu olaydan sonra Ermeniler kendilerini nasıl savunacaklarını düşünmeye başladılar. Güvenlik kaygılarıyla kadınları ve çocukları Karasun Mankants Kilisesi’ne gönderdiler. Kiliselerden en büyüğü ve duvarlarla çevrili olduğu için en güvenli olanı Karasun Mankants Kilisesiydi. Bölgemizdeki bütün kadınları, gelin adayı kızları ve çocukları, toplam 2.000’den fazla insanı oraya naklettiler. İğne atsan yere düşmezdi. Sahan, giriş, üst kat dopdoluydu. Bizim fedayiler her taraftan gözetliyorlardı. Ama Türk çapulcu kalabalığı kudurmuş, Ermeni kanına susamıştı; her taraftan Türklerin sesleri duyuluyordu: ‘Hazreti Muhammed adına yemin ederiz ki bütün Ermenileri katledeceğiz. Günün birinde, silahlı Türk kalabalığı Karasun Mankants Kilisesi’nin çevresinde bir insan zinciri oluşturdu ve kiliseyi çember içine aldı; Türkler kapıların açılmasına bile izin vermediler; kapıların gece açılacağını söylediler, emir öyleymiş.”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - 1960 Maraş’ın Afşin ilçesi Gözpınar köyü İdemlik mezrası doğumlu NİYAZİ ÖZTAŞ anlatıyor:







Öğleye doğru biz cenazeleri hastahaneden aldık. Cenazeler kortejin en önünde bütün solcu gruplar ve halkla birlikte yaklaşık 15 bin civarında büyük bir kalabalıkla şehrin alt kısmındaki mezarlığa doğru yürüyüşe geçtik. İki üç kilometrelik yürüyüşün ardından şehir merkezinde ki belediye binasının karşısında bulunan kale önüne geldiğimizde artık yürüme imkanımız kalmamıştı. Yaklaşık 300 metre yükseklikteki kalede konumlanan MHP’li faşistler üzerimize taşlar yağdırmaya başladılar. Yürüyüşü devam ettirmemiz tam bir felaket olacaktı. Öyleki atılan taşlar çoluk çocuk yürüyüşe katılan insanlar arasında bir can pazarına dönüşmüştü. Saldırının ilk başında yürüyüşün önünde bulunan ve “Ölmek var dönmek yok” diyen o dönemki solcu grup liderleri de dahil birçoğu saldırının dozu artınca orta yerde kalmadılar. Hepsi kayboldular. İnsanlar can havliyle kaçıştılar. Kale ile belediye binası arasında sıkışan halk belediye binasına girmesin diye belediye kapılarını kapatmıştı. İnsanlar çevrede ki dükkanlara sığındılar. Ama taşlar korkunç bir şekilde üzerimize yağıyordu. Bu can pazarı içinde kitle cenazeleri yerde bırakmak zorunda kalarak gerisin geri Yürükselim mahallesine döndüler. O gün bu iş böyle noktalandı. Ancak orada eklemem gereken bir nokta var oda faşistlerin çoluk çocuk demeden kitleye bu azgın sıldırısına karşı üç tane Kürt asker o manzaraya dayanamayarak kaleye doğru faşistlerin üzerine ateş açtı. Nitekim faşistlerden iki kişi öldü biz de o sayede binlerce insanla birlikte mahallemize çekilebildik.”







Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı - 1898 Maraş doğumlu VERKİNE MAYİKYAN anlatıyor:







“Karasun Mankants Kilisesi bir tepe üzerine inşa edilmişti. Kiliseye giden, taşlarla döşenmiş yol birkaç yüz metre uzunluğunda, hemen hemen 4 metre genişliğindeydi ve her iki yanında ağaçlar vardı. Kiliseye doldurulmuş Ermeniler gece kapının açılmasını bekliyorlar; ama gece saat on, on bir, on iki oluyor, kapıyı açan olmuyor. İçerisi tıka basa Ermenilerle dolu; ne su var, ne de ışık; her yer pisleniyor; biri ağlıyor, diğeri sızlıyor, bir diğeri de dua ediyor. Kısacası görülmemiş bir kargaşa ortaya çıkıyor. Biz onların seslerini evimizin altındaki mahzenden duyuyorduk. Bir de küçük bir delikten, sabah saat bir buçukta birkaç Türkün, kilisenin kemer şeklindeki çatısına çıkmış, petrole bulanmış yanan elbise parçalarını kilisenin kubbesinden içeriye atmakta olduklarını gördük. … Yanık kokusu her yere yayılmıştı. Kiliseden yükselen sesler insanın yüreğini sızlatıyordu. Binlerce insan ağlıyor, bağırıyor, çığlık atıyor ve kapının açılması için yalvarıyordu. Sesleri yerin dibinden geliyor gibiydi. O kadar yüksek sesle ahlayıp inliyorlardı ki, yankıları bize kadar ulaşıyordu; bu yankılar saatler geçtikçe azaldı. Ama insanların yanmış kemiklerinin kokusu her tarafa yayılmıştı. Canavarlar yapacaklarını yapmışlardı. Artık kilisede ve evlerimizin çevresinde canlı kimse kalmamıştı. Kilisenin büyük taşlarla döşenmiş birkaç yüz metrelik zemini sanki kalın bir sabun tabakasıyla örtülüydü; insanların vücutlarındaki yağlar eriyip akmış ve iki parmak kalınlığında bir tabaka halinde yoğunlaşmıştı…”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - 1960 Maraş’ın Afşin ilçesi Gözpınar köyü İdemlik mezrası doğumlu NİYAZİ ÖZTAŞ anlatıyor:







“O gece Maraş’ta da mahallemizde de tam bir ölüm sessizliği hakim sürdü. Hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Normalde her evde akrabaları ile biraraya gelerek kalan 20 – 30 kişilik evler de o gece şehrin dşından cenazeye katılmak için gelen insanlarla 40-50 kişi kaldılar. Çünkü faşistler şehrin dört bir yanını tutmuşlardı. Fakat o sessizlik, fırtına öncesi sessizliğinin habercisiydi bunu biliyorduk. Ben sabah dışarıdan gelen gürültülerle uyandım. Kapıya koştum ancak annem kapıyı dışarıdan üzerime kiltlemişti. Zorla kız kardeşime kapıyı açtırdım ve dışarı çıktım.”



Baktım mahallenin etrafı komple faşistlerce sarılmıştı. Yukarıdan tepeden aşağıya doğru sloganlar eşliğinde büyük bir kalabalık yürüyüşe geçmişler mahalleye doğru geliyorlar. Bunlar Bertis denilen yoksul bir Türk Sünni köyü vardı. Mahallemize doğru gelen kalabalık o Bertis köylüleri ve onları kışkırtan faşistlerdi. Yine sağdan soldan diğer şehirlerden getirilen faşistler tarafından mahallemiz üç taraftan kuşatılmıştı. Yürükselim mahallesinin sadece bir tarafı askeriyenin tellerle çevirdiği bölgeye sınırdı. Bir tek o yönden gelmiyorlardı. Mahallede çok yoğun bir kalabalık vardı ama hiç birinde kendilerini savunacak bir silah yoktu. Saat 10:00’a doğru mahalleye iki tane zırhlı araç geldi. Askerler bize “ne oluyor” diye sordular. Biz de tepenini yamacından ellerinde silahlar ve bayraklarla gelen kalabalığı göstererek müdahala etmelerini bu saldırganları önlemelerini istedik. Araçlar bizi bırakıp saldırgan kalabalığa doğru gittiğinde artık onlar mahallenin girişine gelmişlerdi. Korkunç bağırtı ve linç psikolojisi içindeydiler. Askerler onlarla kısa bir süre konuştu ve ardından kalabalık askerleri alkışladılar. Hatta zırhlı araçların üzerine Türk bayrakları diktiler. O iki araç saldırıyı engelleyeceklerine saldırgan kitlenin önüne dişerek mahalleye girdi. Ve o andan itibaren ortadan kayboldular. Artık bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Akşama kadar çatışmalar sürdü. Biz gençler mahallenin hangi tarafından feryatlar yükseliyorsa oraya koşuyorduk. Ancak kendimizi savunacak fazla bir silahımız yoktu. Yapacak hiçbir şeyimiz yoktu. O an mahallemizin kenarlarındaki bütün Alevi evlerinden dumanlar yükselmeye başladı. Mahallenin hemen girişinde olan ablamın evi ilk yakılan evlerdendi. Biz hemen bir yandan azgın kalabalıkla göğüs göğüse çarpışarak bir yandan da ablamla çocuklarını evden kaçırarak iç taraflara güvenli yerlere getirdik.”







Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı - 1898 Maraş doğumlu VERKİNE MAYİKYAN anlatıyor:







“Oraya ilk gidenlerin ayakları karda bırakılan ayak izleri gibi yağ tabakasında iz bırakıyordu… Bir de baktık ki Türk kadınları ellerine birer elek almış kiliseye doğru koşuyorlar. Biz uzaktan seyrediyorduk; ama ben dayanamayarak gidip orada olan biteni görmek istedim. Üstüme ferace gibi bir şey giydim, başıma da bir çarşaf geçirdim; ağzımı burnumu örttüm, zaten çok iyi Türkçe konuşuyordum ve kendimi ele vermeyeceğimden emindim. Ben de Karasun Mankants Kilisesi’ne gitmek üzere yola düştüm. Kilisenin isler içindeki duvarları yarı yarıya yıkılmıştı. İnsanların kapının altından süzülen erimiş yağları ise tepeden aşağıya akmıştı… ayağımı basınca yapışıyordu; diğer ayağımı da yere basınca o da yapışıyordu… Sonunda elinde elekle yanımda yürüyen bir Türk kadın farkettim. O beni görerek dedi ki: ‘Bacı sen niye yanına elek almadın?’ Ben de şaşırmadan dedim ki ‘Geri dönüp alırım.’ Gülerek cevap verdi: ‘Geri döndüğünde ne kalır ki?’ Zaten katliamdan sonraki üçüncü gündü; ama çömlekçi fırını gibi kızarmış olan kilisenin duvarları hala sıcaktı. İçeri girdim ki ne göreyim! Türk kadınların her biri kilisede bir yer kapmış kimsenin kendi sınırından içeri girmesine izin vermiyor ve kadınlar birbirlerine bağırıyorlar: ’kim sınırımı aşarsa öldürürüm!…’ Benimle gelen kadın bana dönerek dedi ki: ‘Gâvur pis olsa da altını temizdir…’ Elekten geçirilmiş külün içinde erimiş bir altın parçası bulduklarında o canavar görünümlü kadınların sevinci görülmeye değerdi…”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - 1960 Maraş’ın Afşin ilçesi Gözpınar köyü İdemlik mezrası doğumlu NİYAZİ ÖZTAŞ anlatıyor:







“21 Aralık günü sabahında bir bağırtıyla uyandılar, karşıda Elbistanlı öğretmen Mehmet Şeker’in evi yanıyordu. Birileri yanan evden aşağıya ne bulursa atıyordu. Çocuklar babalarına koştular. Yakında buraya gelirler zaten bütün Alevi evleri işaretlenmişti, hedefti. Baba bağırdı; heyhat kimse yoktu, ya da herkes vardı ve yoktu. Zaman lal olmuştu, kalp evindeki vicdan, yerini soysuzluğa, öldürmeye ve yakmaya bırakmıştı. ‘Kemal Ağa’nın (Kemal Özdemir), o gece gördüğü rüyasında, beyaz libaslar giymiş yüzü saklı biri onu çağırıyordu. Issız bir çölün ortasındaydı. Güneşin yaktığı kum ayaklarına giriyor, kumun sıcaklığı ve beyaz libaslının çağrısı onu hayli korkutmuşa benziyordu. Uyandığında ilk işi bir tas su içmek oldu. Yataktan çıkmadı, uzunca düşündü, düş ona geleceğin uzun sürmeyeceğini bildirir gibiydi.



O gün uzaktan dedeler gelecekti. Hazırlıklarını yapmak için çarşıya çıktı, eve sepet sepet yiyecek gönderdi bakkal Memiş’in çırağıyla. Çarşı esnafı ve alış-veriş için şehre gelenlerin yüzlerini okumaya çalıştı. Karamsarlık ve yoksulluğun ötesinde sanki için için birşeylerin olacağı, kazanların kaynadığını, çocuk çığlıklarının kuş seslerini bastırdığını hissetti. Sağa sola bir kere daha baktı “bu işte de bir hayır var” diyemedi. Zira içine bir kurt düşmüştü. Ne yaparsa yapsın için için kemiriliyordu.”







Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı - 1908 Maraş doğumlu LEVON SARKİS EVRENGEÇYAN anlatıyor:







“Maraş’ta bizim erkeklerimizi topladılar; götürüp katlettiler. Bizi de, kadın, çoluk, çocuk, koyun gibi sürdüler; çöllere düştük. Der Zor’a yayan geldik. Gece-gündüz yürüyorduk. Kimse kaçmasın diye, Ermenilerin etrafını, önümüzü, arkamızı, yanları, birkaç düzine jandarma çevirmişti. Gittik, gittik; aç susuz, ayağımızda ayakkabı, üstümüzde elbise yok. Yolda çocukları kaçırıyorlardı; güzel kızları, gelinleri götürüp çalıştırıyorlardı. Yolda, her tarafta şişmiş cesetler, kesilmiş başlar ve başka ne istersen vardı. O şekilde yayan olarak Habur Nehri’ne vardık. Türkler herkesi katledip, boğazlayıp akıntı sürüklesin, götürsün diye nehre atıyorlardı. Veya yolun kenarında büyük bir çukur vardı; halktan binlercesini diri diri çukurun içine atıyorlardı. Sonra, bizi Ras-ül-Ayn’e götürdüler. Orda da kadınları çocukları kaçırıyorlar, suya atıyorlardı. Orda, Çeçenler Ermenileri son ferdine kadar boğazladılar. Ġnsanları diri diri Fırat Nehri’ne, Habur Nehri’ne atıyorlardı; veyahutta, yolun kenarında yatan cesetleri gece vakti kurtlar yiyordu. Ceset kokusu dünyaya yayılmıştı. Herkesi öldürdüler; kim öldü; kim sağ kaldı bilmiyorum.”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - 1960 Maraş’ın Afşin ilçesi Gözpınar köyü İdemlik mezrası doğumlu NİYAZİ ÖZTAŞ anlatıyor:







“Benim o gün hiç unutamadığım olaylardan birisi de başka bir mahalleden olan ve bize de uzaktan akraba olan üç köylümüz İmam Ergönül, Gule Ergönül ve şimdi yaşamış olsaydı benim yaşıtım olacak Hüseyin Ergönül ile ilgili olaydır. Kendi komşuları tarafından baltayla doğranarak katledildiler. Hatta bir çocuklarını da ölü diye bırakmışlar. Onunda sağ kalması çocuk o vahşet esnasında bayılmış. Baltayla katledilen annesi onun üzerine düşmüş. Olayların ardından üç gün sonra o çocuk mahalleye geldiğinde üzerinde hala annesinin kanıyla kıpkırmızı olmuş gömlek vardı. O çocuk yaşadığı travmadan dolayı akli dengesini kaybetti. Yine mahallemizde Şah İsmail denilen kalıpçı bir emekçi vardı. Onun da başını keserek katlettiler. Yani o günler bizim için mahşer günleriydi. Bunlar benim birebir yaşadığım gördüğüm şeyler. Bizler mahallemizi biraz olsun savunabildik ancak daha nice can, masum insan o azgın kalabalık sürüleri tarafından katledildiler. O olaylar aslında bize bizim hiçbir yerimizin olmadığını, o kültürden, o yerlerden olmadığımızı çok acı bir şekilde öğretti. Biz artık hiçbir yere ait değildik. Çünkü o vahşetten sonra bizim orada ki insanlarla en ufak bir kontağa girmemiz dahi mümkün değildi.”







Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı - 1908 Maraş doğumlu LEVON SARKİS EVRENGEÇYAN anlatıyor:







“Bir Arap geldi; beni annemin kucağından çekti götürdü; annemin başına ne geldiğini bilmiyorum. O zaman, yedi yaşındaydım. O Arap beni kendi çadırına götürdü; orda, bir yıl sakladı; sonra beni dışarı çıkardı ve : “Git!” dedi. Ben aç, çıplak çöllere düştüm. Başka bir Arap adam beni gördü; bana acıdı; beni alıp kendi evine götürdü. Orda kuzulara, koyunlara bakıyordum. O Arabın yanında yedi yıl kaldım. Bana sadece bir parça ekmek veriyordu; başka hiçbir şey vermiyordu. Ben koyunlara bakıyor, onları kırlardan getiriyordum. Arap koyunları sağdıktan sonra, torununa süt veriyordu; bana ise yayık ayranı veriyordu; aramızda ayrım yapıyordu. Adımı Ali koymuştu; ama, ben Ermeni adımın Levon olduğunu ve Maraş’lı bir Ermeni olduğumu biliyordum.”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - 1960 Maraş’ın Afşin ilçesi Gözpınar köyü İdemlik mezrası doğumlu NİYAZİ ÖZTAŞ anlatıyor:







“Uzaktan hatırlı dedeler gelmişti, “Ağucan Ocağı’nın dedeleri”. Dedelerin gelişini duyan komşularından Muhammed Mustafa Dede, Veli Baba, Navruzlu Memin Ali, Elbistanlı Yemez İçmez Hasan Baba daha birçok kişi evin misafir odasını doldurmuştu. Herkes hoşbeşin tatlı rehavetine kapılmış gibiydi. Yemekler yenildi, dualar okundu sonra Muhammed Mustafa Dede sazını eline alıp “Duazı On İki İmamı” okumaya başladı. Tevhid okunurken Veli Baba, Memin Ali, Yemez İçmez Hasan Baba kalkıp semah çektiler, sesler seslere karıştı. Gece yarısı herkes izin isteyip evine gitti. El etek çekildikten sonra Kemal Ağa dedesine rüyasını açtı, korktuğunu söyledi: Dede uzunca bir suskunluktan sonra hırıltılı bir şekilde konuştu; bak, dedi: “Evlat, biz Ehl-i Beyt’iz ölüm, katliam bizim yanıbaşımızda, ben de sezinliyorum. Zaman kötü ama yine de sen metin ol, sağduyuyu elden bırakma, İmam Hüseyin ne ilk kurban ne de son kurbandır. Zulüm ve katliam biz Alevilerin öbür yanıdır” dedi. Uzunca sustu, sonra yorgun olduğunu söyledi ve yattılar.



Ertesi gün Şehriban ve Fatma evi temizlerken karşıda hamamcının oğlu Ejder ve Lütfü’nün evi dikizlediklerini gördüler. Eliyle işaret eden Lütfü’nün Ejder’e güldüğünün, sonra hamama bir kamyon keser sapının taşındığını farkettiler. Hemen babalarına koşup çevrede bir takım karanlık kişilerin dolaştığını, hamamcının oğlu Ejder’le Lütfü’nün sürekli evi dikizlediklerini söylediler. Kemal Ağa sustu, sonra dışarı çıktı, etrafına baktı, sanki yer yarıldı herkes yeraltına girdi, mahallede çıt çıkmıyordu. Eve girip çocuklara perdeleri sıkı sıkı örtmelerini söyledi, içine bir kurt düşmüş habire kemiriyordu.”







Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı - 1908 Maraş doğumlu LEVON SARKİS EVRENGEÇYAN anlatıyor:







“Bedevilerin yanına gittim. Orda koyunlara bakıyorum. Yanında yedi yıl çalıştığım o adam geldi; beni ve koyunları yanına götürdü. O zaman, bir adam gelip bana sordu : “Sen Ermeni misin?” Ben korkup : “Hayır” dedim. Ordan çıkıp kaçtım; yürüyerek Bağdat’a vardım. Bir işe girdim; çalıştım. Otuz dinar biriktirdim. Arap bir çocuk gelip beni buldu ve bana : “Biliyor musun? Senin Arap efendin öldü; karısı da öldü; üç kızları var; onlar öksüz kaldılar” dedi. Ben onlara acıdım. Kalktım, biriktirdiğim paralarla elbise ve yiyecek aldım; babalarının bana yaptığı iyiliklere karşılık vermek için bunu onlara hediye olarak götürdüm. 1935 yılında, Telbrak’a gittim. Ben sürüyle koyun otlatıyorum; bir taraftan da Ermeni arıyorum. Ama, Ermenice bilmiyorum; soyadımı hatırlayamıyorum ki, yakınlarımı bulayım. Kimi görsem soruyorum; ama, kimseyi bulamadım; zira, beni anlamıyorlardı. Geri dönüp Telbrak’a gittim.”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - 1960 Maraş’ın Afşin ilçesi Gözpınar köyü İdemlik mezrası doğumlu NİYAZİ ÖZTAŞ anlatıyor:







“O günlerden bir hafta önce Pazarcık’ta “Ülkücü Çiftçiler Derneği” kongresi yapıldı, başkanlığına Çakallı Köyü’nde karanlık bir adam olan ‘Hamo’ diye biri seçildi. Hamo’nun evi Kemal Ağa’nın evinin biraz ötesindeydi, arka pencerelerde herkes birbirini görüyordu, Şehriban, Hamo’nun evini izlemeye almıştı. Eve tuhaf tuhaf insanlar girip çıkıyordu ve çevrede bir telaş vardı.



21 Aralık günü sabahında bir bağırtıyla uyandılar, karşıda Elbistanlı öğretmen Mehmet Şeker’in evi yanıyordu. Birileri yanan evden aşağıya ne bulursa atıyordu. Çocuklar babalarına koştular, Mehmet Şeker’in evi yanıyordu, yakında buraya gelirler zaten bütün Alevi evleri işaretlenmişti, hedefti. Çocukların tedirginliğine baba, “Birşey olmaz ben şimdi gider Hamo’yla görüşürüm” diyerek evden çıktı. Hamo’nun evine gitti, zili çaldı, “Hamo, Hamo” diye bağırdı, heyhat kimse yoktu, ya da herkes vardı ve yoktu. Zaman lal olmuştu, Kalp evindeki vicdan, yerini soysuzluğa, öldürmeğe ve yakmaya bırakmıştı.



Saatler akşamın 22’sini gösterirken komşu fırıncı Ökkeş geldi, Kemal Ağa dedi, “Durum kötü bunlar azgın benim arabam var, gelin sizi istediğiniz yere götüreyim, bunlar hayvanlaşmış, yarın çok geç olur, rica ederim çocuklarınızı hazırlayın, siz de hazırlanın gidelim” dedi. Kemal Ağa, “Hayır” dedi, “Ben arkamdan korktu, kaçtı dedirtmem.” fırıncı Ökkeş bir kere daha yalvardı; “Abi dedi bunlar azmış sana, çocuklara zarar verirler, bari sen gelmiyorsan bırak çocukları emin bir yere götüreyim.” Kemal Ağa bir kere daha hayır dedi. İçinden rüyamın, rüyada gördüğümün yerine gelmesi gerek dedi.”







Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı - 1908 Maraş doğumlu LEVON SARKİS EVRENGEÇYAN anlatıyor:







“Otuz koyunum vardı. Bizim köyün muhtarı Parunak Şişikyan’a gittim. O, hekim ve psikologdu. Bir Ermeni olarak onun evine yerleştim. Benim koyunlarımı kendi koyunlarına kattı. Onları otlatmaya başladım. Parunak sayesinde 1945 yılında, Telbrak’ta Gülen’le tanıştım; ona aşık oldum ve evlendik. Orda, iki yıl kaldık. Bir oğlumuz oldu. 1947 yılında, Ermenistan’a gitmek için, Beyrut’a gittik ve orda Pobeda gemisini bekliyorduk. Halep’ten yengem beni karantinada gördü; tanıdı; zira, herkese : “Ben Ermeniyim; Cezireli bir genç arıyorum; sırtında bir işaret var; bir köpeğin ısırık yarası” diyormuş. Geldi gördü ki, ben oyum. Halep’teki ağabeyime telgraf çekti. O da kahvehane işletiyormuş. Ağabeyinin hayatta olduğunu duymuş. Beni bulmak için, kahvehanesini kapatıp, eve dahi uğramadan Beyrut’a gelmiş. Zaten ben annemi rüyamda görmüştüm. O bana Şöyle demişti : “Oğlum! Sen benim adımı hatırlamıyorsun; ama, benim adım Khatun’dur; senin dört erkek kardeşin vardı.” Ve gerçekten de, ağabeyim gelip bana sordu : “Annemizin adı Khatun muydu?”; o zaman kucaklaştık, öpüştük. Ben Diran ağabeyimi bulmuştum.”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - 1960 Maraş’ın Afşin ilçesi Gözpınar köyü İdemlik mezrası doğumlu NİYAZİ ÖZTAŞ anlatıyor:







“Zamanın şimri, kanlı ve kör bir Maraş bıçağıyla köşeye çektikleri Kemal Ağa’ya vuruyordu etrafında belki 40-50 kişilik bir güruh vardı. Bir ara ellerinden kurtuldu can havliyle ayağa kalkıp bağırdı, “Ben evladı Kerbelayım, bana İmam Hüseyin gibi ölmek yakışır” dedi. Sonra araya aldılar, başına sopalarla vurup yere düşürdüler. Kasap ‘cinli’ dedikleri katil kör Maraş bıçağıyla 2 sefer kalbine sapladı bıçağı, her taraf kana boyanmıştı. Karşı evde Gülizar kadın bağırıyordu: “O adam size ne yaptı ki öldürdünüz, sizde vicdan yok mu, sizin anneniz, babanız yok mu, bir gün siz bu döktüğünüz kanda boğulacaksınız.” Sürüden iki kişi ellerinde taşlarla Gülizar kadının pencere camlarını taşlayıp kırdılar ve dediler ki; “Sen Müslüman olmasaydın senin leşini de böyle yola sererdik, sonra Ya Allah- Bismillah-allahu- Ekber” diye bağırarak, işaretler yaparak dağıldılar.”







Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı - 1908 Maraş doğumlu LEVON SARKİS EVRENGEÇYAN anlatıyor:







“Diran ağabeyim kendilerini Der Zor çöllerine kadar götürdüklerini anlattı. Hepsini diri diri çukurlara atıp yakmışlar. Annemizi de orda yakmışlar. Sonra, Ingilizler Tiran ağabeyimi kaçırıp yetimhaneye yerleştirmişler. Öyle ki, dört erkek kardeşten Tiran ve ben hayatta kaldık. Onu Ingilizler, beni de Araplar kurtardı. Sonra Diran ağabeyim beni Beyrut’ta yaşayan yakınlarımızın evine götürdü. Orda eğlendik. Sadece on beş gün birbirimizi görebildik. Kendisi yeniden Halep’e döndü; biz de Ermenistan’a geldik. O Şekilde yeniden birbirimizden ayrıldık. Ermeninin kaderidir bu !…”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - KAMİL BERK anlatıyor:







“Bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, Devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki………… Sabahın ilk saatleriydi. ”Allah’ını, Peygamber’ini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim” diye bağırarak mahalleye saldırdılar. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar. Evleri ateşe verdiler. ”Maraş size mezar olur, vatan olmaz”, “Yaşasın Türkeş”, “Yaşasın MHP” diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş ediyorlardı. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenleri de arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada Cemal BAYIR ve Ali ÜN’ü öldürdüler. Biz içeride birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı.”







Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı – 1909 Maraş doğumlu ARAM MOMCIYAN anlatıyor:







“1915’te bizi sürgüne gönderdiklerinde, altı yaşındaydım. Maraş demiryolunda çalışan babamı çok az hatırlıyorum. Akşam koltuğunun altında bir somun ekmekle eve gelirdi. Annemi de belli belirsiz hatırlıyorum. Yalnız şu sözleri kulağımda çınlar : “Bizi Der Zor’a öldürmeye götürüyorlar! Keşke çocuklarımız kurtulsa!” Zavallı annemin ve babamın cesetleri Der Zor çöllerinde kuşlara yem oldu. Ben, Tigran ve Vahan üç kardeştik. Vahan süt çocuğuydu. Annemin sütü geçirdiği ruhsal sarsıntıdan dolayı kesildi. O çocuk açlıktan öldü. Geriye ben ve Tigran kaldık. Bizi de Durdu adında bir Türk çocuk mucize eseri olarak kurtardı; o, Maraş Alman Hastanesi başhekimi olarak Türk ordusunda görev yapan dayımın oğlu Doktor Harutyun Ter Ğazaryan’ın hizmetkârıydı. Durdu adındaki o Türk, sözde eşeğini sürer gibi yaparak, beni ve Tigran’ı Maraş’a, dayımın oğluna geri götürmek için, eşeğinin heybesinin iki gözüne koydu. Yolda, benden küçük olan kardeşim Tigran ağlamaya başladı. Bir Türk jandarma eri ağlama sesini duyup eşeğimizin yanına geldi. Heybenin gözünde ağlayanın güzel bir çocuk olduğunu görüp, erkek kardeşimi aldı götürdü. Ben heybenin öteki gözünde kaldım. Türk Durdu beni Maraş’a geri götürüp, akrabamız olan doktorun kız kardeşi Haykuhi’ye teslim etti. Hastanede bize kahvaltı verdiler. Orda benim gibi başka çocuklar da vardı. Saçlarımızı kestiler.”







Tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - Muzaffer İlhan ERDOST, ‘Faşizm ve Türkiye’, Sayfa:205/206 :







“Ellerinde Alman tüfeği, mavzer, makinalı tüfekler vardı. Kadınlarımızın memeleri kesildi. Altı aylık çocuğumuza kurşun sıkıldı.Kolları kesildi, kafaları dövüldü (ezildi). Kadınlarımızın hem ölüsüne hakaret ettiler, hem dirisine. Kocasının yanında yaptılar. Kocası dedi: ‘Allah’tan korkun’. Kocasını çektiler, öldürdüler. Ardından kadını öldürdüler. 20 yaşındaki bir babayı oğluyla birlikte öldürdüler. Gözlerine şiş soktular insanların. Seyrantepe’de Kaşan’lı (…) ün karısının IRZINA GEÇİP, kurşuna dizdiler. Daha sonra KÜLOTUNU ÇIKARIP sokağa attılar. Kalaycı Şah İsmail’e de baltayla vurup, beynini parçaladılar.” (Muzaffer İlhan ERDOST, ‘Faşizm ve Türkiye’, Sayfa:205/206)







Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı – 1909 Maraş doğumlu ARAM MOMCIYAN anlatıyor:







“21 Ocak 1920 günü, Türklerle Fransızlar arasındaki çatışma başladığında, bu çatışmaya Ermeni gönüllüler de katılıyordu; av tüfeği olan herkes Türklere karşı savaşıyordu. Bizim Maraş’ın Kümbet ve Kuyucak mahallelerinin ortasında Aziz Sarkis kilisesi vardı; mahallemizin sakinleri orada toplandılar; ama, eski kilisenin güvensiz olabileceği düşünülerek, sabah saat birde herkesi daha güvenli bir yere nakletmeye karar verdiler; en yakın yer Beyçalım yetimhanesiydi. Türklerin eline geçmesinler diye, kilisede ölenleri, kilisenin zeminini kazarak çabucak gömdüler. Evlerin duvarlarını delerek, duvardan duvara geçerek, çok güvenli bir şekilde Beyçalım’a vardık. Türkler, susuzluktan ölelim veya yetimhaneyi ateşe verdiklerinde yangını suyla söndüremeyelim diye, Beyçalım’ın suyunu dışardan kesmeyi akıl ettiler. Biz içerde susuz kalmadık. Içimizden bazı insanlar caminin suyunun Beyçalım yetimhanesinin içinden geçtiğini biliyorlardı. Avlunun ortasını kazıp su borusunu buldular; boruyu kesip bir çukur kazdılar; oraya bir kazan koydular; suyun yarısının camiye akmasına izin verdiler; diğer yarısını ise keten borular vasıtasıyla pompayla yetimhanenin büyük havuzuna kadar götürdüler; o su, gerektiğinde, yangın da söndürebilirdi. Beyçalım fırınının kepengi sokak tarafındaydı. Türkler sokak tarafından gazyağı doldurup, kepengi yaktılar; onlar, bizim suyumuz olmadığından ve yangının yayılacağından emindiler; ama, biz, küçük büyük hepimiz, fırının kepengi yanarken hemen avludaki taşları fırına götürdük; ustalar kepengin iç tarafında bir duvar ördüler ve açıklığı kapattılar. Türkler amaçlarına ulaşamadılar. Kepengin ardında yükselen duvarı görüp, o mucizeye şaştılar…”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - HATUN KÖSE anlatıyor:







“Sabahın ilk saatlerinde bakkal MURAT’ın evinin önüne arabalarla, kamyonlarla geldiler. “Durmayın, 5 yaşından 90 yaşına kadar durmayın”,”Komünist Alevileri öldürün.”, ”Kim bunları öldürürse cennetlik olacaktır.”, “Kahrolsun Komünistler”, “Yaşasın Türkeş” diye bağırıyorlardı. “Vurun, kırın, öldürün.” diye emir veriyorlardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, yakmaya, tahrip etmeye başladılar. Silahlarla pencerelerden içeriye ateş ediyorlardı. Bizde korkumuzdan Mehmet POLAT’ın evine sığındık. Buraya da saldırdılar. Taş ve sopalarla pencereleri kırdılar. “Vurun Komünist Alevilere” diye bağırıyorlardı. Gruplar halinde aşağıdan ve yukarıdan ateş ettiler. Evlerin üzerinde kurşunlar vızır vızır gidiyordu. Can korkusuyla yerlerde sürünüyorduk. Hüseyin KİLİT ile Hatice TEMİZ yaralandılar. Sürünerek, çömelerek Molla TABAK’ın evine sığındık. Bu sırada HÜSEYİN ve karısı Fatma BAZ vurularak öldürüldü. Fatma’nın kucağındaki ALTI AYLIK çocuğu YILMAZ’ı da öldürdüler. Sığındığımız Molla TABAK’ın evini de sardılar. Her taraftan yağmur ve dolu gibi kurşunlar geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Saldırganların elinde “ÜÇ HİLALLİ bayraklar” vardı. Topluca hücuma geçtiler. Bizler korkuyla birbirimize sarıldık. Tam içeri girecekleri sırada askerler geldi, bizi alıp askeri kışlaya götürdüler. Ölülerimiz orada kaldı. Bizler de esirler gibi ortada kaldık.”







Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı – 1909 Maraş doğumlu ARAM MOMCIYAN anlatıyor:







“Biz Mister Limon önderliğinde Maraş Beyçalım yetimhanesinde kaldık. Ben Beyçalım yetimhanesindeyken küçükler oyun oynuyorlardı; ama, büyükler meslek öğreniyorlardı : terzilik, don, gömlek, zıbın dikmeyi öğreniyorduk; elle dikiyorduk. Yün eğiriyorduk; iplikle beş şişle çorap örüyorduk Günün birinde yetimhanemize iki Türk jandarma geldi. Biz yetimhanenin üst katında Ermenice dersleri alıyorduk. Haber bize ulaştı. Hocamız Bay Yercanik bize : “Çabuk Ermenice kitapları saklayın!” dedi. Biz hemen onları sakladık. Bay Yercanik bizimle Türkçe konuşmaya başladı ve elindeki değneği sallayarak bizi şöyle azarladı : “Niçin yukarda oynuyorsunuz? Inin avluya; orda oynayın!” Öyle ki, Türkler içeri girdiklerinde Türkçe konuştuğumuzu gördüler.”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - İSMAİL YILMAZ anlatıyor:







“Saat 10.00 sıralarında ”Vurun kızıl komünistlere, bunlara yaşamak haramdır” diye evimize saldırdılar. Sopalarla vurdular. Kaçtım. Eve döndüğümde babam ALİ’nin, annem HATİCE’nin ve abim HÜSEYİN’in cesetlerini evimizin kapısının önünde gördüm. Babamın parmaklarını kesmişlerdi. Kanını da bir kazanın içine akıtmışlardı. Annemin kafasını biriketle parçalamışlardı. Yüzü tanınmıyordu. Evi, eşyalarımızı yakmışlardı.”







Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı – 1909 Maraş doğumlu ARAM MOMCIYAN anlatıyor:







“Türkler daha sonra Beyçalım yetimhanesini kışlaya dönüştürdüler. 1922’de bizi Epcorn Yetimhanesi’ne naklettiler. Sonra, Ingilizler geldi; Ermeni yetimlerini topladı. Bizi dışarı çıkardı; Alman hastanesinin önünde toplandık. Bizi at arabasına bindirdiler. Birisinin : “Bugün günlerden ne? “ diye sorduğunu hatırlıyorum. Diğeri : “12 Mayıs” diye cevap verdi. Sonra bizi Kilis’e götürdüler; daha sonra da, Halep’e ve ardından Homs’a. Orda altı ay çadırlarda kaldıktan sonra, biz öksüzleri Beyrut’a, Cebel Antilyas’a götürdüler. Ordan burdan gelen bin beş yüz elli öksüz orda toplanmıştık. Benim numaram 1387 idi. Öyle ki, 1924 yılından itibaren ben Antilyas Yetimhanesi’nde bulunuyordum. Orda meslek olarak terziliği öğrendim. Sonra da, benim gibi Ermeni bir öksüz olan Taguhi’yle evlendim. Ev-bark, evlat sahibi olduk. 1946’da Ermenistan’a geldik. 1949’da bizi suçsuz yere sürgüne gönderdiler. Sonra bizi akladılar; geri geldik. şimdi oğullarım büyüdü. Onlardan biri askerden ağır hasta vaziyette döndü. Onu Amerika’ya götürüp, orda tedavi ettirmeyi ve biraz rahat yüzü görmeyi düşünüyoruz.”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - ELİF SUNGUR anlatıyor:







“Ev sahibimizin karısı geldi. “Evi yakacaklar, dışarı çıkın” dedi. Biz evi terk etmedik. Ellerinde ÜÇ HİLALLİ bayrak bulunan bir grup ”Müslüman Türkiye”, “Başbuğ Türkeş”, “Maraş Müslüman yeri”, “Komünistler Moskova’ya”diye bağırıyorlardı. Şükrü KAYA ile bir grup kapıyı kırarak içeriye girdi. Erkekleri aradılar. Erkeklerimizi evde bir odaya saklamıştık. Biz kadınlar, odanın önünde oturarak girmelerini engellemeye çalışıyorduk. Odunları yakarak evi ateşe verdiler. Camları kırarak içeriye ateş ettiler, dinamit attılar. Dumandan duramaz hale geldik. Balkona çıktık. Ali BİLMEZ’i vurdular, bende yaralandım. Saldırganlar “Kadınlar aşağı inin; erkekleri öldüreceğiz” diye bağırıyorlardı. Tekrar içeri girdik. O sırada Hasan ILDIRCAN da vuruldu. Evin içine yine dinamit atmaya başladılar. Saldırı sabahtan akşama kadar devam etti. Mecburen balkona çıktım ve “Teslim oluyoruz” diye bağırdım. Evde erkek olarak sadece Hasan BİLMEZ sağ kalmıştı. Onu da silahla yaraladılar. Saldırganlar pencereye demir direk dayadılar ve eve doluştular. Beni merdivenlerden yanan odunların üstüne attılar. Ağzım ve yüzüm yandı. Evdeki kadınları ve çocukları topladılar. Kimileri “Bunları öldürelim” derken, kimileri de “Kadınlara dokunmayın” diyordu. Bazıları da “Bunları rehine olarak alalım” diyordu. Ve sonunda bizi saldırganların içine attılar. Bizi kaldırıp kaldırıp yere vurdular. Çok dövdüler. Ben bayılmışım. Saldırganlardan Hüseyin KEKLİK’in evine götürmüşler. Ayıldığımda orada bulunanlar beni ÇİMDİKLEMEYE, sarkıntılık etmeye başladılar. Sonra askerler beni gördü. Alıp kışlaya götürdüler.”







Ermeni tanıkların dilinden 1915 Maraş Katliamı – 1900 Maraş doğumlu MAKRUHI HALACYAN anlatıyor:







“Türk jandarmalar işlerini gördükten sonra, kızların göğüs uçlarıyla tesbih yapıyorlardı; gelinlerin başlarını kazıkların ucuna geçiriyorlardı. Hayatta kalan gelinler, Türklerin eline geçmesin diye, yeni çeyizlerini kuyulara atıyorlar; kazığa oturtulmasınlar diye, çocuklarını kuyulara atıyorlardı. - Anne, dedi erkek kardeşim, sen de bizi kuyuya atacak mısın? - Hayır oğlum, yanımda götüreceğim, diye cevap verdi annem. Sonra bizi Fransızların yanına götürdü. Daha yeni yere oturmuştuk ki, Türkler tuvaletin pis suyunu üstümüze akıttılar…”







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - İSMAİL T. anlatıyor:







“Bağlarbaşı Cami’sinde HOCA, her gün verilen vaazdan bir saat önce vaaz vermeye başladı. Ben de erkenden kalkıp camiye gittim. Camide 3000′e yakın kalabalık vardı. Herkesin elinde tahra, balta, sopa ne ararsan bulunuyordu. HOCA “Hükümet komünist bir hükümettir. Geçmişte de Halk Partili komünistler camilerimizi kapatıp, kitaplarımızı yaktırdı. Şimdi de komünistlere yardım edip Ulu Cami’yi yaktırdı. Müslüman din kardeşlerimizi öldürdüler. Allah’ını seven Müslüman olarak cenk meydanında toplansın. Kafirlere ve Alevilere karşı hadlerini bildirmeliyiz” dedi. “Hükümeti yıkmak ve yerine Müslüman hükümetini kurana kadar kanımızı akıtmak için kararlı mıyız?” diye sordu. Kalabalıktan bazıları “Kararlıyız” diye bağırdı. Caminin dışına çıkıldı. ÜLKÜCÜ gençlerden oluşan vahşet ekibi ayrı bir grupta toplandı. Benim de içinde bulunup kaçamadığım ikinci grup ayrı bir yerde toplandı. Benim içinde bulunduğum grubun başını Namık Kemal Mahallesi Yardımlaşma Derneği BAŞKANI ve CAMİ HOCASI, MUHTAR, Belediye zabıtası Ahmet FEDAKAR çekiyorlardı. Bu grupta BERTİZ KÖYLÜLERİ vardı. Muhtarın atışıyla saldırı başladı. Ayrılmak isteyenler olunca, grubun orta kısmına silahlı kişiler koyarak “Ayrılan, kaçan olursa hemen vurun” emrini verdiler. Bir Alevi evini ateşe verdiler. Bir genç kadın pencereden atlayıp kaçtı. İçeride üç çocuk alevler arasında uyurken kül olup gittiler. Sonra “Allah, Allah” naralarıyla bir SÜNNİ evine saldırdılar. Bu evde iki ALEVİ saklanıyormuş. Önce, SÜNNİ olan ev sahibini dışarı çıkardılar. Ona “Evinde Alevi saklamışsın” dediler. O inkar etti. Bunun üzerine evi aradılar. Bodrumda saklanan iki ALEVİYİ bulup getirdiler. Önce SÜNNİYİ öldürdüler. Sonra da ALEVİLERİ otomatik silahla tarayıp, öldürdüler.”







Ermeni tanıklarca 1915 Maraş Katliamını dile getirmek için yakılan türkünün sözleri:







«Maraş’a Maraş derler, yaman, yaman,



Maraş, “bu nasıl Maraş ?” derler,



Maraş ’ın içinde kilise yanar,



Kilise içinde Ermeni yanar !»







Alevi tanıkların dilinden 1978 Maraş Katliamı - SELDA BİLMEZ anlatıyor:







“Cumartesi günü saat 10.30 sıralarında kardeşim Murat’ı kucağıma alarak balkona çıktım. Karşımızda oturan GÖKSUNLU SUNA AİLESİ’nin (300 iddianame numaralı sanık Hasan SARIOĞLAN) kızları “Biraz sonra çocuk sevmeyi gösteririz” dedi. Biz DİŞÇİ RÜSTEM’in (297 iddia numaralı sanık Rüstem SARIKAYA) evinin üst katında kiracıyız. Babam İbrahim BİLMEZ “Ev sahibinin karısı ile oğlu geldi, evi basacaklarmış” dedi. O sırada ev ellerinde ÜÇ HİLALLİ bayraklar bulunan ve “Başbuğ Türkeş” diye bağıran 500-600 kişi tarafından sarıldı. Saldırganlar “Erkekler çıksın, kadın ve çocuklara bir şey yapmayacağız” diye bağırdılar. Erkeklerimizi bir odaya kapatarak, odanın önünde toplandık. Ev sahibinin oğlu Şükrü SARIKAYA (292 iddia numaralı sanık) bana bir tekme vurarak yere devirdi. İçeriden kilitli olan kapıyı kırarak “Erkekler, gavurlar burada” diye bağırarak aşağıya indi. Ben “Evde erkek yok, bir ben varım. Çocuklarıma dokunmayın” diyerek kendimi pencereden aşağıya attım. Kadın ve çocuklar balkona çıkarak biriketlerin yanına sığındılar. Aşağıda kadınlar şişelere gaz doldurup erkeklere veriyordu. Erkekler de bunları evimize atıyordu. ”Alevileri Öldürelim”, “Bir Aleviyi öldüren bir yıl hacca gitmiş olur” diye bağırıyorlardı.”











Ermenilerin mağduru olduğu Maraş’taki vahşi katliamlara yaklaşık 13.000 Ermeni kurban gider. Mucizeyle hayatta kalan 8.000 Maraşlı Ermeni, Halep’e, Şam’a, Beyrut’a, Kudüs’e, Bağdat’a ve Anadolu’daki Yunan bölgelerine gitmek üzere mecburen göç yolunu tutar. Öldürülenler için tek kişi bile sorumlu tutulmaz, suç duyurusunda bulunulmaz, dava edilmez, yargılanmaz, mahküm edilmez.







Alevilerin mağduru olduğu, 19 Aralık ile 26 Aralık 1978’de Maraş’ta meydana gelen ve yedi gün süren olaylar sırasında 150 kişi öldürüldü. 23 yıl süren davalar sonunda 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 124 yıl arasında ceza aldı.







Sarkis HATSPANIAN



Yerevan,19-26.aralık.2012



DOĞU ERMENİSTAN







P.S.Yazıda yer bulan Maraşlı Ermeni tanıkların anlatıları araştırmacı-yazar değerli bayan Verjine Sıvaslıyan’ın «Ermeni Soykırımı ve Tarihsel Hafıza» adlı kitabından alınmıştır. Verjiné Sivaslian: Etnolog, folklorcu VERJINE SIVASLIAN 1955’ten itibaren, kendi inisiyatifiyle, Batı Ermenistan’dan, Kilikya’dan ve Anadolu’dan zorla sürgüne gönderilip daha sonra Emenistan’a dönenler tarafından aktarılmış çeşitli lehçelerdeki folklor kalıntılarını yazıya dökmeye başladı ve bunları tamamen kaybolmaktan kurtardı. Aynı zamanda da Ermeni Soykırımı’ndan kurtulan görgü tanıklarının anılarını ve onların söylediği tarihsel nitelikli şarkıları kaleme aldı.



Hiç yorum yok: