5 Aralık 2012 Çarşamba

‘Eğitimin Paradigmasını Değiştiriyoruz ‘ demek, Laikliğin Tasfiyesi İlanıdır

Mehmet Özgen
Asıl dert, çocuklara dini eğitim vermek değil, halkın bütün kesimlerini ilköğretimden başlayarak dinle “ehlileştirmek” ve sermayenin hizmetine “ucuz iş gücü” olarak sunmaktır; yani dini “halkın afyonu” olarak kullanmak. Eğer bunlar sermayenin çıkarlarına ve siyasi iktidarlarının güvence altına aldığı egemenliğine değil de inanca değer veriyor olsalardı, inancı ve bilimi aynı kefeye koyan bir uygulamaya gitmezlerdi. AKP-C eğitim sisteminin ideolojik dönüşümünü sürdürüyor. 4+4+4′ün ardından okullara türbanı getiren düzenlemeye imza atan AKP hükümetinin Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, kılık kıyafet değişikliğinin çocukları psikolojik olarak rahatlatacağını öne sürdü.

 


Bu bakan kimdi, hatırlatalım: ‘‘Türkiye cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu laiklik, cumhuriyet gibi birçok temel ilkenin yerini daha çok katılımcı, daha adem-i merkezi, daha müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğunun ve artık bunun zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum.” diyen zat-ı muhterem. Bakanlığa getirildiğinden beri bu sözünü icraata dökmekle meşgul.



13.cü “CeBIT Eurasıa 2012 Bilişim Fuarı”nda “Eğitim, İletişim, Medya Zirvesi”nin açılışına katılan Bakan Dinçer, öğrencilerin kılık kıyafetlerinin ‘serbestleştirilmesi’ kararına ilişkin soruları yanıtlaken “Tek tip kıyafet çocuklara otoriter bir tavırla karar alma kabiliyetini körelten kendi yeteneklerinden çok kendisine verilen bilgiyi öne çıkaran bir tavır koymalarını sağlıyordu” iddiasında bulundu.



İnsan aklı ve zekası ile alay eden bir tavır bu. Önce “Kuran” ve “Peygamberin hayatı” derslerini devreye soktunuz. Peygamberlerin de değil, üstelik. Ve “laik” bir cumhuriyetin Meclisi, sayenizde ilk kez kendisine bir peygamber seçmiş oldu. Şimdide kıyafet serbestliği ile türbanı okula sokuyorsunuz sonra türbanlı olmayı hakim kıyafet haline getireceksiniz. Amaç bu. Bu amacı gizlemek, çok fazla görünür kılmamak için de özgürlük yalanına başvuruyorsunuz.







Bütün bunlar Başbakanın ‘dindar nesil yetiştireceğiz’ sözüyle başlamadı mı?



Dinçer, bilimi de kendi yalanlarının aracı olarak kullanıyor. Kılık kıyafet değişikliğinin çocukları psikolojik olarak rahatlatacağını kendilerine bir özgüven geleceğini ve onların potansiyellerini açığa çıkartacağını söylüyor. Uzmanlar ise, gelir uçurumunun çok yüksek olduğuna dikkat çekerek, üniformanın bu eşitsizliğin görünürlüğünü azalttığını, çocuklarda göreli bir eşitlik bilinci yarattığını vurguluyor. Dinçer’in açıklamasının aksine çocukların kıyafetlerinin inançlarını belirtir şekilde serbestleşmesi çocukların baskıya maruz kalmasının da önünü açabilir diyorlar. Görünen köy klavuz istemez. Böyle olacağı kesin.



Dini “halkın afyonu” olarak kullanıyorlar



Eğitimciler 4+4+4 gündeme geldiğinde de, okul öncesi eğitimin kaldırılarak ilköğretime başlama yaşının 5′e indirilmesinin sağlık sorunlarına yol açacağını, pedagojik açıdan, motor-mental gelişim sürecini tamamlamamış bir çocuğun, düzeyinin üstünde bir programa tabi tutulmasının, o çocuğun bütün özgün yetilerini körelteceğini, bunun da, bireyi, tamamen “edilgin birey” haline getireceğini söylemişlerdi. Bütün bunlar dile getirilirken çocukların psikolojisini hatırlamayan Dinçer şimdi yapılan uyarılara da ilginç bir yanıt veriyor: “Okullarımızda aslında çok zengin olanla çok fakir olanın aynı okula gittiğini mi düşünüyorsunuz? Bütün bu sorunları tekrar gözden geçirin lütfen.” Yalnışlıkla eğitimde neoliberal politikalarla derinleştirdikleri eşitsizliğin varolduğunu doğrulamış oldu.



Böylece dini neden ilköğretime dek indirdikleri de yanıtını buluyor. Asıl dert, çocuklara dini eğitim vermek değil, halkın bütün kesimlerini ilköğretimden başlayarak dinle “ehlileştirmek” ve sermayenin hizmetine “ucuz iş gücü” olarak sunmaktır; yani dini “halkın afyonu” olarak kullanmak. Eğer bunlar sermayenin çıkarlarına ve siyasi iktidarlarının güvence altına aldığı egemenliğine değil de inanca değer veriyor olsalardı, inancı ve bilimi aynı kefeye koyan bir uygulamaya gitmezlerdi. Çünkü inancı ve bilimi aynı kefeye koymakla ikisini çatıştırarak hem inancın hem bilimin zarar göreceğini, her ikisinin de yozlaşacağını öngörmek için, Dinçer gibi intihal yoluyla ya da meşru yoldan akademik kariyer yapmaya ihtiyaç yoktur.



Yine de psikoloji üzerinden konuşan bakana soralım:Tek bir dinin simgelerinin (türban vs) okul ortamına sokulması farkli inançlar üzerinde psikolojik baskı oluşturmayacak mı? Böylece bir yandan farklı inançları asimile edici sonuçlar yaratacak, sonuçta da nefret, kin ve düşmanlık duygularının gelişmesine yol açmayacak mı? Öte yandan, Kuran” ve “Peygamberin hayatı” dersleri sadece bir dinin sadece bir mezhebinin yorumu ya da DEVLETİN RESMİ yorumu olacağından devletin inançlar arasında ayrımcılık yapması anlamına gelecek ve devlet mezhep ayrımcılığı yapıyor olmayacak mı? Olmuyor mu?



”Toplumun farklı kesimlerinin farklı istek ve ihtiyaçlarının olduğu kabul edilmiyor” diyen Dinçer, sadece muhafazakar ve İslamcı kesimin taleplerini bütün topluma dayattıklarını, on yıllık iktidarları döneminde yaşam tarzlarına, farklı inançlara müdahale eden tutum ve uygulama içinde olduklarını, böylece toplumu kendi süretlerinde biçimlendirmekte olduklarını bu toplumun aydınlık insanlarının anlamadığını sanıyor. Herkesi kendilerine dalkavukluk eden, kalemlerini kiralayan liberal ahmak sanıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kaldırılması yönündeki kararına rağmen Alevi çocukları için psikolojik işkenceye dönüşen “zorunlu din dersi”nde neden ısrar ediyorsunuz? Alevilerin farklı bir inanç kesimi olarak bu taleplerini neden kabul etmiyorsunuz?



“Eğitimin paradigmasını değiştiriyoruz demek”, laikliğin tasfiye ilanıdır



Dinçer, takkiyenin sınırlarında zorlanarak nihayet niyetlerini daha somut kılan bir ifade kullandı: “Türkiye’de eğitim sisteminin paradigmasını değiştirmeye”, “talep odaklı eğitim sistemini kurmaya çalışıyoruz.” Dünyadaki gelişmeler de böyleymiş. Dünyadan kastı, Ortadoğu, Müslüman Kardeşlerin iktidara geldiği Kuzey Afrika ülkeleri olsa gerek.



Bu, laikliği eğitim sisteminden tasfiye ediyoruz demektir. Dinçer’in konuşması laikliği tasfiye ilanından başka bir şey değildir. Eğitim sisteminin paradigmasını değiştirmek ne demek diye sorabilecek bir gazeteci de kalmadı ne yazık ki. Paradigmanın ana tanımlarından birisinin model ya da kuramsal çerçeve olduğu bilinir. Herhalde bundan da, bu somut durumda, laik eğitim sisteminden başka bir şey anlaşılmaz. Besbelli ki, niyetlerini, statükoyu kırma, serbestlik, özgürlük, demokratikleşme, paradigma değişimi gibi kavram ve söylemlerle maskeliyorlar.



Ama artık mızrak çuvala sığmıyor. Demagoji yetersiz kalıyor, takkiye tıknefes. Siyasetin demokratikleştiğini öne süren Dinçer, eğitimde de aynı ‘demokratikleşmenin’ yaşanması gerektiğini söylerken, ardından bütün 20-25 yıllık ideoljik-siyasi serüvenin sürekli inkar edilen sırrını açığa vurdu: “Aslında kıyafet meselesini ekonomik ve hatta sosyo kültürel olmaktan önce siyasi olarak düşünmek zorundayız”



Yıllarca türbanın ideolojik simge olduğu eleştirisini yapanların karşısına inanç özgürlüğünü çıkardılar. Demek ki neymiş mesele türbana özgürlük değilimiş. Türbanı, dolayısıyla kadınları kullanarak, samimi Müslümanları aldatarak tüm toplumu, farklı olanı İslam-Türk sentezinde eritip tek-tipleştirmekmiş. Ötesi takkiyenin keskin kokusundan başka bir şey değilidir.



“Kıyafet meselesini siyasi olarak düşünmenin” başka anlamı var mı?



Hiç yorum yok: