30 Temmuz 2010 Cuma

Referandum ve Sosyalistler

Ferhan Umruk

Türkiye’de siyasal gidişatın kilit sorununu okumadan atılacak her adım her siyasi özneyi olduğu gibi sosyalistleri de sistemin aktörlerinin yörüngesinde dolaşan bir faktör haline dönüştürüyor. Bir sosyalistin, yakın tarih ve günümüz koşulları dikkate alındığında Marx’ın ‘Ezilen ulus özgür olmadan ezen ulus özgür olamaz’ sözünü her siyasi tutum alışının pusulası addetmesi gerekiyor. Toprağı kardeşlik yerine , muktedirlerinin peşinde inkar ve imhayla saran Türk ve dindaşlık paydasıyla onunla beraber davranan Kürt, Ermeni’yi, Rum’u, gayrimüslimi kırdı, sürdü ama ne Türk özgürleşti, ne de Kürt özgürleşebildi. Tarihin derinliklerinden sürülenlerin haykırışını kim ne kadar kulaklarını tıkasa da duymak zorunda kalıyor.Şimdi de diğerleri yok olduğunda Kürdü inkar eden Türk bir defa daha özgürleşememenin sancılarını yaşıyor ve zihin dünyası ırkçı, linçci karabasanlarla boğuluyor.Kapitalizmin sömürüsü altında ezilen, emekçi, işsiz yoksullaşmış Türk hali pür melalinin sorumlusunu kendi kapitalistinde arayacağına düşmanını ötekileştirdiği kimliklerde Kürt’te, Roman’da buluyor. Marx yukarıdaki sözleri İrlanda sorunu üzerine sarfetmişti, Bu sözlerin sorunla içiçe olmayan başka toplumların sosyalistleri için kitabi bir malumat sınırlarında değerlendirilmesi mümkünken, bu sözler Türkiye sosyalistleri için çeyrek yüzyılı aşan bir dönemin somut analizi , bu sözler Türk emekçinin, yoksulunun zihnini şovenizmle kenetleyen hallerinin izahı. O halde hangi eşikte olursak olalım Türk’ün özgürlüğü onun baskısı altında olan Kürdün, Ermeninin, tüm ezilen etnik kimliklerin özgürleşmesiyle mümkündür. Özgürleşerek insanlaşmak mümkün olduğunda Türk’ün kendi içindeki sınıfsal ayrımdan doğan baskı ve sömürünün yarattığı eşitsizliğin sonucunda ezilen sömürülen Türk çoğunluğunun da özgürleşme yolu açılır, zihinler berraklaşır, Türk insanlaşarak özgürleşir. İşte, anayasa değişikliği referandumunu değerlendirecek olan sosyalist de bu pencereden baktığı takdirde süreci okuma imkanına sahip olacaktır.

Muktedirlerin BilekGüreşi


12 Eylül’de yapılacak olan anayasa değişiklikleri ile ilgili referandum sosyalist cenahta farklı tutumların alınmasına sebep oldu. Söz konusu anayasa değişikliği paketinin bu haliyle kabul veya red edilmesinin rejimin hukuki yapısı bakımından niteliksel bir değişime yol açacağı kanaati yersiz görünüyor. Temel olarak Anayasa Mahkemesi üyelerinin ve Hakimler ve Savcılar Yüksek kurulu üyelerinin seçim usullerini değiştiren paket, sistemin iktidar mücadelesi veren rakip kutuplarının bilek güreşine yeni bir halka eklemiş bulunuyor. Bunun böyle olduğunun da herkes farkında, paketin diğer maddeleri göze hoş gelmesine karşın, referandumla yasalaşmaları halinde atılan oyların iddia edildiğinin aksine ürkütülen kurbağaya değmeyeceği kanaati yaygın gözüyor. Sadece, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını engelleyen maddenin kaldırılmasının sonuç itibarıyla , zaman aşımından ötürü darbecileri yargılamaya imkan tanımaması, bu kanaatin doğruluğuna tipik bir örnektir. Zaten tartışılan da bu maddeler değil, AYM ve HSYK ile ilgili olan değişiklikler tartışılıyor. Sözü edilen kurumların üyelerinin seçim usullerinin hali hazırdakiyle referanduma sunulan seçim usulünün hangisinin hukuka uygun olduğunun tartışması yazılı ve görsel medyada taraflar arasında yaygın bir şekilde sürdürülüyor.

Hukuk ve Siyaset

Burada altını dikkatle çizmemiz gereken husus, hukukun bir üstyapı kurumu olarak siyasetten ari olmadığı, o toplumun sosyolojisi yani sınıflar mücadelesi tarafından belirlendiği gerçeğidir. Hafızai beşeri canlandırmak için bir hatırlatma yapmak yerinde olacak. Yakın dönemin yakıcı tartışmalarının odağı olan Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) esasında bir 12 Eylül kurumu olarak üniversitenin zapturapt altına alınması için darbeciler tarafından yaratılmış baskı araçlarından biriydi. Yakın döneme kadar öğrenciler YÖK’ün kaldırılması için mücadele ederken türban sorunuyla alakalı olarak AKP’de YÖK’e karşı tutum aldı, demokrasi söylemini bu alanda dile getirdi, Ne zamana kadar? Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olup, YÖK’ün yönetiminde AKP’nin hegemonyasını kurana kadar. YÖK, 12 Eylül kurumu olarak bugün yine aynı YÖK, yalnızca yönetim artık laik-kemalistlerin değil, AKP’nin elinde. Böylelikle de YÖK’ün anti-demokratikliği tartışması bu cenahın bütün unsurları tarafından islamcılardan, liberallere kadar rafa kaldırılmış durumda. Tabii, YÖK’te iktidar değişimi dönemi esnasında tarihin bir başka ironisi de yıllarca YÖK’ün kaldırılması için mücadele eden sosyalistlerin ulusalcı laik kampın çekim alanına girenlerinin YÖK’ün apoletli profesörlerini savunması oldu. Dünkü YÖK’ün de bugünkü YÖK’ün de üniversite üzerinde bir baskı kurumu olarak varlığını sürdürdüğü gerçeğini dile getirmiş olalım. Bu hatırlatmayı yapma maksadım AYM ve HSYK üyelerinin bileşiminin iktidar yanlısı olarak değiştirilmesi amacını taşıyan referandumla ilgisi var. Bileşimin değişimi şu andaki seçim usuluyle de mukadder olmasına karşın AKP değişimin süresini kısaltacak bir atak yapmış oluyor. Hukuk siyasetten ari değildir ifadesini bir kez daha dile getirirsek, 12 Eylül’de anayasa değişikliği referandumunda yasama kurumundaki iktidar mücadelesi için evet-hayır bloklaşması üst sınıfların güç mücadelesini resmetmektedir. Yine olagelen bir sınıf mücadelesidir, evet kampı üst sınıfların bir kutbu olan Müsiad burjuvazisini, hayır kampı bürokratik sınıflarla, Tusiad burjuvazisinin ittifakını temsil etmektedir. Bu çatışmanın kültürel ifadesi de laik islamcı kutuplaşmasında kendini gösteriyor. Peşinde Olmak Bu iki kampın üst sınıfların reel siyasi aktörleri olarak AKP ve onun karşısında da CHP-MHP odağında zuhur ettiğini tespit edebiliriz. Referandum sonucunda evet çıkarsa üst sınıfların siyasi aktörü olarak AKP yargı üzerindeki hegemonyasını güçlendirecek, hayır sonucu çıktığında ise yargının hiç olmazsa bir dönem daha ulusalcı-laik niteliği devam edecektir. Ancak her iki sonuçta da yargının üst sınıfların ortak çıkarları bakımından aynı işlevi göreceği tahmine ihtiyaç duyulmayacak bir hakikattir. Her iki sonuçta da yargı alt sınıflara karşı üst sınıfların çıkarlarını, ezilen ulus ve kimliklere karşı egemen ulusun çıkarlarını başat kılmayı sürdürecektir. Nasıl AYM’nin iki kanadı AKP’nin kapatılması değil de devlet yardımında kısıtlamayla uzlaşmışken, bu iki kanadın DTP’nin kapatılmasında oybirliği ile hareket ettiği biliniyorsa, istikbalin nasıl tezahür edeceği de bugünden bellidir. Bir başka gerçekte, evet-hayır oylarının reel siyasi aktörlerin cisminde vucut bulacağı kesin olduğuna göre hangi kanattan olursa olsun marjinal siyasi akım ve partilerin vereceği evet-hayır oyları bu iki odağın birinin hanesine yazılmak durumundadır. Hakikat budur. Sosyalistler bakımından da bu referandumdaki tutumları evet-hayır seçeneğinden hangisi olursa olsun o cüzi etkisinin sistemin siyasi aktörlerinin hanesinde olacağı açıktır. İşçi sınıfı hareketinin ve sosyalistlerin bir aktör olarak siyaset sahnesinde yer alamadığı günümüz koşullarında sosyalistlerin alacakları her siyasi tutumun toplumsal desteğe sahip siyasi aktörlerin peşinde olması kaçınılmazdır. Bugün evet diyen sosyalistlerin hayır diyen sosyalistleri 12 eylülcü, hayır diyen sosyalistlerin evet diyen sosyalistleri AKP- liberal yandaşı olarak nitelemesi bu gerçekliğin zorunlu bir sonucu oluyor.

Tarihsel Bilincin Taşıyıcıları

Sosyalistler bakımından evet-hayır çıkmazının dışında geriye kalan seçenek, emekçilerin, ezilenlerin taleplerini kapsamayan bu değişiklikleri ve üst sınıfların kayıkçı döğüşünü reddeden, bu coğrafyanın sistem dışı üçüncü reel siyasi aktörü olan Kürt hareketinin yanında yer almaktır. Evet bu tutumunda, evet-hayır diyen Türk sosyaliste ilkinde AKP ikincisinde CHP peşinde nitelemesi yapışırken, boykot çağrısı yapan Türk sosyaliste de ‘Kürtlerin peşinde’ denileceğinin farkındayım. Evet bu da doğrudur, bu da güç orantısızlığıyla ilgili nesnel değerlendirmedir,ancak bir sosyalistin yaşadığı coğrafyada ilerici sol hareketin etnik kimliğinin onun kimliğinden farklı olması bu hareketin yanında yer almasına engel teşkil etmemelidir. Zaten bunun enternasyonalist-sosyalizmin amentüsü olması gerekir. Bu topraklarda Fırat’ın batısında sol hareket gerilerken Fırat’ın doğusunda sol siyaset toplumsal bir güç haline dönüşmüş bulunuyor. Fıratın doğusu batısına destek oluyor sosyalisti meclise taşıyor. Dolayısıyla sarih olarak şunu diyebilirim ki, bu referandumun sonuçları itibarıyla sosyal, kültürel,etnik, cinsel kimliklerinden ötürü ezilenlere niteliksel bir kazanım sağlamayacağı gerçeğiyle birlikte, sosyalistlerin nesnel durumunun zorunlu sonucu olan ‘peşinde olmak’ meselesi bakımından, sistemin aktörleri etrafında konsolide olmaya sebep olacak evet-hayır yerine boykot çağrısı yapan Barış ve Demokrasi Partisi yanında yer almaları belki yine biçimsel olarak ‘peşinde olmayı’ ama muhtevasıyla o biçimselliği aşan enternasyonalist dünya görüşünün gereğidir. Sosyalistler bugün siyasal alanda toplumsal desteği olan siyasi temsil gücüne sahip değillerdir ama toplumsal mücadelenin tarihsel derinliklerinden günümüze uzanan muktedirlere karşı ezilenlerin mücadelesinde yenilgilerin fedakar kişilikleri olduğu gibi bu toprakların mağlup insanlarının, halklarının tarihsel bilincini günümüze taşıyarak o yenilmişlere borçlarını ödemeye devam ediyorlar. Deniz’in son sözleri olan ‘Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği’ şiarını unutmamak ve unutturmamak gerekiyor. Sorunun özüne gelirsek, yapılacak referandumda sosyalistler hangi tutumu alırsa alsın gözden kaçırmamaları gereken husus esas referandumun Fırat’ın doğusunda olacağı gerçeğidir.

2 yorum:

Hasan Gürkan dedi ki...

Muhterem İhtilalci Muharrir,
Biz bu derin siyasi tahlillerimizle emekçi halkıımızı ve burjuvazinin iğvasına uyup yolumuzdan sapanları -amaca hizmet ettiği için meşru- her türlü aracı kullanmarak, uzun senelerdir tenvir ediyoruz.Fakat bendenizin naçizane aklıma biteviye takılan,beni taciz eden münafık,manipülatif,karşı devrimci bir sual var.Bunca sene sonra siyaset sahnesinde neden bizim esamemez okunmuyor?

yalansız dedi ki...

Değerli Kari,
Bahis konusu ettiğiniz 'biz'den kastedilenin sol dünya görüşüne malik olanları ifade ettiğine göre, eğer dikkatinizi celbederseniz bu coğrafyada 'biz'in esamesinin okunduğu mevkii ve sathımaili berrak bir biçimde görebileceksiniz,
Yeter ki zatıaliniz olması gerektiği gibi 'biz'i etnik aidiyetinden azade kılsın, nazarını öyle fırlatsın etrafa...