4 Ağustos 2010 Çarşamba

Çıkmaz ve Dört Sosyoloji

Yıldırım Onat

Bir ulus-devlette sıra dışı konjonktür, sıra dışı analizi gerektirir. Tabii ki, sığ ideolojik-kültürel tekerlemelerden medet umulmuyorsa... Baskın sosyo-kültürel karakteri, kimi Balkan motiflerini içerse de, Ortadoğululuk olan bu coğrafyanın da sıra dışı süreç yaşadığı aşikardır. Bunun için AB grubu ana akım gazetelerine şöyle bir 15 dakika ayırmak birkaç ünlü köşe yazarını okumak yeterli. Hem üst sınıflar hem de alt sınıflar huzursuz. Bir ülkenin en bağlayıcı hukuk belgesi olan anayasa değişikliği tam bir toplumsal ayrışmaya yol açtı. Tarafların eleştiri dozu sert, tahammülsüzlük de son sürat. Böyle bir ilginç dönemin sosyolojik açıdan tek olumlu yönü bulanık suların berraklaşması, siyasi söylemlerin daha açık bir hal alması, dolayısıyla görüntünün netleşmesidir. Örneğin, CHP’nin yeni liderinin Dolmabahçe görüşmesinin tarafı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a ilişkin, “Sözde muhtırayla AKP’ye tepside iktidar sundun. Karşılığında mükafatlandırıldın. Hesabını iktidarımızda yargıda vereceksin” mealindeki sözleri “demokrasi” adına manidar manevralardan biri.

KÜRTLERE AĞIR YANIT
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in de PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm tezini, “sınırlar değişmeden iki bayrak iki parlamento olsa ne olur” sözleriyle kamuoyuna izah etmesi de netleşmenin izdüşümleri arasında çok önemli olanlarından biri. Daha az önemli olmayan ise Baydemir’e yönelik iktidar-muhalefet tepkileri. AKP, Baydemir’in organlarının yer değiştirdiği cevabını verdi. CHP ve MHP de “bu ne cüret” tepkisini gösterdi. Halbuki önerilen şey, etnik soruna AB üyeleri İspanya ve İngiltere, Fransa ve ABD’deki eyalet tipi formüllere paralel bir formüldü. Hatta sağ milliyetçi Kürt çevrelerin bağımsızlığı öngörmediği için basitçe “hainlik” olarak bile muhalefet edebilecekleri bir tezdi. Ama buna yanıt hakaret oldu. Öcalan, zaten ret halinde neler olabileceğini söylediği için daha fazla yoruma hacet yok.

SIKINTILI MERKEZ
Ergenekon’dan laikliğe, Kürt meselesinden AB sürecinin çöküşüne tüm bu hallerin sosyolojik bugünü ve dünü var. Bugün Türkiye’de TÜSİAD’la Genelkurmay’ın oluşturduğu bir Merkez, İslami bir hareket, bölgesel etnik bir Kürt hareketi ve ordu ile devlet bürokrasisinin en sağ radikal unsurlarından oluşan ve Ergenekon olarak nitelenen faşist bir hareket bulunuyor. Her biri ayrı ideolojik-kültürel vizyonlara sahip bu hareketler ülke gündemini belirliyor, bu etki sınırların ötesine de doğal olarak geçiyor.
Krizin çok önemli bir bileşeni Merkez’in 2001’de ekonomik-siyasi depresyonla iktidardan düşürülmesi ve de bir türlü münasip siyasi aktörlerinin de geri dönememesi. Ergenekon, işte bu geriye düşmeyi gerekçe göstererek, askeri-terör metotlarla iktidara gelmeyi hedefleyen bir şebeke olarak kendini gösterdi. AKP bir tehdit olarak gördüğü için buna karşı harekete geçti.
Operasyonu ABD ve AB de destekledi. Ergenekon tam anlamıyla homojen değildi. Çin-Rusya eksenine katılmak isteyenlerle 28 Şubat türü, NATO’da kalınacak bir muhtırayı yeterli bulanlar vardı. Belki ilk grup sayıca azdı ama kriz anlarında radikal söylemle inisiyatif alıp, daha “mutedil” görünen diğeri kanadı rahatça gölgede bırakabilirdi. Böyle bir tehditle karşı karşıya kalan
AKP harekete geçti. Sonra da kendi projesine yönelik tehdidi tasfiyeyi tamamlamak için Anayasa’yı değiştirme kararı aldı.

HUKUKU DEĞİŞTİRMEK
Anayasa değişikliğinin, esas olarak yargının AKP’ye yönelik direncini kırmayı hedeflediği meseleye objektif bakma çabasında olan pek çok gözlemcinin paylaştığı bir husus. Çünkü AKP bir partiden ötesini İslami-Sünni kültürel kodlara göre toplumsal hayatta var olmak isteyen bir sosyolojiyi temsil ediyor. Merkez’in de yanıtı, çok satan gazetelerinden birinde muhafazakar sermayenin güç kazandığı yönünde okurlarını uyarmak ve Silivri’de tutuklu bir albayın geçmişteki “başarıları”nı okutmak oluyor.
Aslında Merkez’in bazı 68-78 Kuşağı kalemleri yanlış giden bir şeyler olduğunu görüyor, kendi konumlarına göre cüretkar ve dürüst yorumlar da yapıyorlar. Ama tabandan kitlesel bir hareketlenmenin olmaması sonucu bunlar etkili olmuyor.

TÜSİAD KONUŞUYOR AMA...
TÜSİAD’ın yeni başkanı liberal demokrasi konusunda ne kadar sözünü sakınmayan bir lider olursa olsun o da, o tezlerin gerçekleşmesi yönünde gerekli basıncı sağlayacak tabandan gelen bir güç olmayışı realitesine çarpıyor. Merkez’in Genelkurmay kanadı da TÜSİAD’a şöyle diyor: “27 Mayıs, 12 Mart ki işte bu zamanlarda sen doğdun, 12 Eylül ve de 28 Şubat... Ne yaptıysam senin iyiliğin içindi. Konuşabilirsin ama insafsızlık etme.” Gerçekten de 1970 çok önemliydi. Bugün faal dört sosyolojiden ikisi doğdu: TÜSİAD-Ordu ittifakı ve Sünni hareket. 1980 Darbesi Kürtlerin CHP merkez solundan ayrılma sürecini başlattı. Şimdi ortada bir anayasa değiştirme operasyonu ve dört sosyoloji var. En güçlüsü yani TÜSİAD-Genelkurmay ittifakı AB-ABD vizyonunu zayıflamış bir AKP’yle tercih ediyor. Yeni anayasayı AKP’nin aracı olarak görecekleri için bu kanat ağırlıklı olarak “hayır” diyecek. Kürt hareketi BDP, boykot kararı kaldı ki, bu şekilde hem AKP’yi hem de Merkez’i reddederek tutarlı bir tavır takındı. Yalnız Baydemir’in zemin yoklama maksatlı kamuoyuna açıkladığı “Demokratik Konfederalizm” tezine hem Merkez hem de AKP’den gelen sert tepki, Kürt meselesi ekseninde şiddeti artıracaktır. Genelkurmay, TÜSİAD ve AKP arasında bu tezi sadece TÜSİAD’ın tartışılabilir bulması saptaması yapılsa bile, Genelkurmay engeli ortadadır. Son olarak ordu ve devlet bürokrasisinin en radikal sağcı unsurlarının yani faşistlerin oluşturduğu neo-İttihatçı Ergenekon bulunuyor. Bu da içinde çeşitli partileri dernekleri de barındıran, diğer üç sosyolojiye göre nicel olarak zayıf ama kriz, gerilim anlarında etkili olabilecek hatta iktidara oynayabilecek bir güce işaret ediyor.

SOLUN SON MÜDAHALE ŞANSI
Demokratikleşme yönünde çalışan sınıfların kitle örgütlerinin dayatması da olmayınca, Dörtyol, İnegöl tipi provokasyonlar gündeme geliyor. Maalesef Türkiye, güneyindeki Irak ve de batısındaki eski Yugoslavya’dan çok da uzakta değil. AKP zayıflama sürecine girdiği için CHP-MHP güçlenecek. Kürt hareketi daha da ağır baskı altına alınacak. Sonuçta bunu şiddetli tepki izleyeceği için etnik kopuş dinamiği güçlenecek. Ergenekoncuların sesi daha çok çıkacak. Tek çıkış yolu sol kitle örgütlerinin yani parti, sendika ve derneklerin temel emek ve demokrasi talepleri etrafında sokağa çıkmaları ve Kürt hareketiyle yapıcı bir bağlantı kurmaları ve son bir çabayla halk nezdinde hem Merkez’i hem de AKP’yi hem de Ergenekon’u teşhir edecek
atılımlar yapmalarıdır.

Hiç yorum yok: