22 Aralık 2010 Çarşamba

Ekolojik Yıkım ve Sosyalizm

Ahmet Doğançayır


Denizler, nehirler kimya fabrikalarının, tarım ilaçları üreten fabrikaların ve petrol şirketlerinin çöplüğü haline gelmesi yeni değil. Ancak en yıkıcı eğilimler uzun vadeli olanlardır. Fakat etkilerini kesin sorunlar olarak ortaya çıktıkları anlarda hissediyoruz. Üretimin yol açtığı zararları karşılama ve kirlettiği çevreyi temizleme zorunluluğu öyle boyutlara vardı ki devletler açısından bile bunun maliyetine katlanmak giderek güçleşti. Yalnızca yeri doldurulamayacak doğa kaynaklarının kıtlığı değil, aynı zamanda doğal ve toplumsal çevrenin dramatik bozuluşu açık hale gelmeye başladı. Bir uçta toplumsal parçalanma ve asalaklık ve çevresel insani yıkım, diğerinde doğal kaynakların işe yaramaz hale getirilmesiyle karşı karşıyayız. Ormanların yok edilişi, geniş alanların kumla kaplanması, toprak erozyonu, kaotik kentleşme toplumsal barbarlığa varan çevresel yıkım ve çöküntünün en çok görülen yönleridir.


Ekolojik felaketlerin nedeni kapitalist sistemdir.

Yaşanan Ekolojik felaketler sonucu gelinen noktada Sorun sistemin ve onun kapitalist doğasının kapsamlı eleştirisidir. Ayrıca sorun toplumsal ilişkileri meta ilişkilerine indirgeyen kârı ve kârlılığı esas alan işleyişi nedeniyle sebep olduğu zarar ve yıkımın, doğa ve insanlığa yüklediği maliyetin muhasebesini yapmayan piyasanın eleştirisidir. Özel mülkiyetin, Pazar ekonomisinin, kişisel servet peşinde koşmanın ve insanın olduğu her yerde yaratılmaya çalışılan rekabetin mekanizmaları insanlığı tehlikeye sürükleyen dinamiği sürekli beslemektedir. Sistemin krizi derinleşti, yeni bir genişlik ve nitelik kazandı. İnsani yaşamın gelişmesi, yaratıcı çalışma, toplumsal ilişkiler için temel öneme sahip mallardan vazgeçip, yararsız mal yığılmasına yol açan sistemin akıl dışılığı giderek daha çok kişiyi bilinçlendiriyor. Kapitalist sanayi uygarlığının bedeli yerine konulamaz olduğu kabul edilen ama şimdiden kıtlığı çekilen saf su, zehirlenmemiş hava gibi şeylerin yitirilmesidir. İnsanlar, üretimden dışlanmış büyük bir kitleyi sıra dışı hale getiren, daha az insanı daha yorucu işlere yollayan kapitalist sistemin akıl dışılığını giderek artan bir şekilde hissediyor.

Kapitalist emperyalist sistem düzeyinde dünya ölçeğinde ‘’kirletme hakkının pazarlanması’’ sistemini kabul ettirmeye çalışan çok geniş bir saldırı söz konusu. Bu saldırı öncelikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin bağımlılığını kuvvetlendirecek bir yol açıyor. Yeni yaklaşımlar temelinde çevresel sorunların çözümü için geliştirildiği öne sürülen teknik ve yaklaşımların pazarlanması düşüncesi yatıyor. Bu çözümlerin sorunları çözmek yerine geciktirerek ve biriktirerek sorunlar yumağı haline gelmesi kaçınılmaz oluyor. Bu sistem kirliliği bir meta ya dolayısıyla bir kâr kaynağına dönüştürmeyi amaçlıyor. Piyasanın kirlilikle mücadelede en iyi araç olduğu, daha fazla kapitalizmin doğal olarak daha ‘’temiz’’ kapitalizm yaratacağı fikrine güvenilirlik kazandırmaya çalışıyor. Sorunların kaynağı emperyalist ülkelerin şimdiye kadar yaptıkları uygulamaların sonucudur. Ancak onlar bunu kabullenmek yerine tüketicisi haline getirdikleri az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin kullanım yanlışlıklarına veya aşırı nüfus yoğunluklarına bağlıyorlar. Çevresel düzenleme tekniklerinin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere maliyeti oldukça yüklü. Bu da çevresel sömürünün boyutlarını ortaya koyuyor. Yeni yaklaşımlar temelinde çevresel sorunların çözümü için geliştirildiği öne sürülen teknik ve yaklaşımların pazarlanması düşüncesi yatıyor. Bu çözümlerin sorunları çözmek yerine geciktirerek ve biriktirerek sorunlar yumağı haline gelmesi kaçınılmaz oluyor.


Bu sistemin temelinde çevresel duyarlılıklar kullanılarak ‘’yeşil ürünler’’ adı altında sunulan mal ve hizmetlerin tüketim ve kullanımının arttırılması da var. Kontrol et ve yönet yaklaşımına serbest pazar işleyişi de eklenerek önce yasal düzenlemeler oluşturuluyor. Bunları kamuoyu araçları ile yapılan alt yapı oluşturma çalışmaları izliyor. Sonuçta bu ülkeler sıklıkla arıza yapan, yasaların çöpe atıldığı, eski teknoloji çöplüğüne dönüşmüş çevresel sömürü düzeninin bir parçası haline getiriliyorlar.

Doğayı Sahiplenecek Etkili Bir Direniş
Felaketlerin varlığını görmezden gelmek ne kadar yanlışsa, dönüşü olmayan noktaya gelindiğine inanmak da o derece yanlıştır. Yoksulluğun kaçınılmaz olduğuna ve yiyecek, giyecek, barınma, kültür, eğlence, toplu taşımacılık için yeterli mal ve hizmet olmadığına inanmak yanlıştır. Öne sürülen aksine iddialara rağmen dünyada yaşayan herkesi nüfus artışını kontrol ederek çevre dengesini bozmadan beslemek, açlığı ve yoksulluğu önlemek mümkün. Bu şu anda boşuna harcanan kaynaklar kullanılarak yapılabilir. Sorun politik ve ekonomik iktidarın kimin elinde olduğu sorunudur. Sömürünün, baskının, savaşların ve insanlar arasındaki vahşetin sona erdirilmesi, açlığın ve eşitsizliğin ortadan kaldırılması, özel mülkiyet, meta ve para ortadan kaldırılırsa gerçekleştirilebilir. Onların ortadan kaldırılması sosyal sınıfların ve devletin yok edilmesi için ön şart dır. Bunun alternatifi giderek artan rekabet ve çelişkilerin sonunda insanlığın yeryüzünden silinişi olabilir. Bu gelişme uluslar arası sosyalizmin zaferiyle durdurulabilir. İnsanlığın maddi, ekonomik, politik, sosyal örgütlenmelerde egemenlik elde etme sorunu artık bir ölüm kalım sorunu haline gelmiştir.
Yaşadığımız günün geleceğimiz üzerinde(tıpkı sermayenin yaptığı gibi)diktatörlük kurmasını istemiyorsak amaç tüketim ve ihraç mallarının çeşitlendirilmesi değil, çalışma ve yaşam arasındaki çelişkinin yok edilmesi olmalıdır. Bu çelişkiyi hem bilgi talep eden ancak onu değerlendiremeyen emek yoğunluğu ile çalışma hayatında, hem de boş kalan zamanımıza insani bir anlam ve üretkenlik kazandırmadaki yeteneksizliğimizle özel yaşamımızda her an yaşıyoruz.
Şu anda tahribata varan sonuçlarıyla teknolojinin ulaştığı seviye insanlığa bu çelişkiyi aşacak olanakları sunmaktadır. Mevcut teknolojiler şimdi daha fazla marjinalleşme ve işsizlik, bilincin şimdikinden daha baskıcı kontrolünü, çevrenin şimdikinden daha vahşi yağmasının araçları haline getirilebilirler. Bununla birlikte bunlar aynı zamanda üretimde olağanüstü bir etkinlik, gerekli toplumsal emekte azalma ve böylece insan özgürlüğünde büyük bir ilerleme elde etme amacına yakınlaşmayı sağlayabilirler. Sorun modern teknolojinin yarattığı olanakların egemen azınlık kapitalist sınıfın elinde yeni felaketlere, ayrıcalıklara dönüşmesidir. Bu sorunun çözümü bütün bunların üretici ve tüketicilerin kolektif örgütlenmesinin demokratik kontrolüne geçmesidir. Üretici ve tüketiciler özel çıkarlar peşinde koşmayı bırakıp dayanışma ve yardımlaşma içinde hareket etmeye başladıklarında ‘’sosyalizm devletin koyduğu sınırlardan uzak bir şekilde kendini yeniden üretebilen bir sosyal sistem olarak var olacaktır.’’Ancak dayanışma ve yardımlaşmanın temelini sağlayan şey üretim ve değişim ilişkilerinde yaşanacak devrimdir.
Ekolojik kriz karşısında hemen tüm bağımlı ülke hükümetleri bir şey yapamaz. Emperyalist çıkarlara bağlantıları ve kendi imtiyazcı ve sınıfsal çıkarları ekonomik bağımlılık ve Ekolojik krizin devamını sağlamaktadır. Belirli uluslar arası yardım programları bile sıklıkla güç sahibi egemen sınıfları daha da zengin etmekten başka bir işe yaramamaktadır. Emperyalizme olan bağımlılık kırılmadığı sürece bağımlı ülkelerde ki Ekolojik problemleri çözmek diye bir şey düşünülemez. Bu yüzden bağımlı ülkelerde anti-emperyalist devrim ve sürekli devrim süreci Ekolojik kriz konularını bilinçli bir şekilde ele almalı ve onları kapitalist yağmacılığa karşı mücadele programının bir parçası haline getirmelidir. Bu alternatif sosyalist üretim ilişkilerinin başarıyla kurulmasının şartıdır. Egemen sınıfların insan soyunun devamı üzerine kumar oynamalarının engellenmesi kapitalizmin dünya ölçeğinde yıkılışını, dünya sosyalist federasyonunun oluşturulmasını, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasını, gizlilikten uzak en geniş kamu denetimi altında kullanılmasını gerektirir.
İnsanlık neyi üretip üretmeyeceği kararını eline almadığı sürece yaşamını tehdit eden kâbuslardan kurtulamayacaktır. Bu da özel mülkiyetin, kişiler ve devletlerarası rekabetin ve piyasa ekonomisinin ortadan kaldırılmasını getirir. Bunu reddetmek insanlığı toplu intihara sürükleyen sistemi değiştirmek yerine insan soyunun yok olma riskini göze almayı tercih etmek demektir. Ekolojik yıkıma karşı mücadele ile sosyalizm mücadelesi aynı davanın parçalarıdır. Sosyalizmi hedeflemek ve bunun için mücadele etmek bugün somut ve acil reformlar için mücadele edilmemesi anlamına gelmez. Bu ‘Temiz kapitalizm yaratılabilir’ yanılsamasına kapılmadan, zaman kazanmaya ve baştakilere (hükümetler, şirketler, uluslararası kurumlar) temel ancak gerekli bazı değişiklikleri dayatmaya çalışmanın mücadelesinin verilmesi demektir. Emperyalizmin ve Egemen sınıfların insan soyunun devamı üzerine kumar oynamalarını sürdürmesine karşı her mücadele, her somut acil seferberlik desteklenmelidir. Ancak, çevrenin yıkımına karşı mücadele şirket merkezlerinde veya diplomatik konferans masalarında değil; Sokaklarda, fabrikalarda çözülecektir.

Hiç yorum yok: