16 Ocak 2011 Pazar

Özerklik, Devletsiz Toplum ve Hassasiyetler

Ferhan Umruk
Demokratik Toplum Kongresi’nin Aralık ayında yapılan toplantısında Demokratik Özerklik Projesi olarak sunulan taslak metinde yer alan özsavunma düşüncesine ilişkin satırlar anadil ve bayrak meselesinde olduğu gibi devlet cenahında infial yarattı. Bu infiale özsavunma ve bayrak konusunda eşlik eden liberal demokratlar ve yaygın medyanın köşe yazarlarının çoğunluğu metni zamansız bir çıkış olarak değerlendirip, hassasiyetlerin dikkate alınmadığına ilişkin olarak parmaklarını salladılar. Tabii bu tutumları sürdürenler , kastedilen hassasiyetin Türklükle alakalı karakteristik bir özellik haline dönüşmesi sürecini de beslemiş oluyorlar.

Bir Tanesi Yetmez
Genelkurmay uzun müddettir ara verdiği bildiri yayınlama alışkanlığına da bu vesileyle tekrar kavuştu ancak Dolmabahçe’den önce (D.Ö.) olduğu gibi Hükümete de ültimatom içermeden Dolmabahçe’den sonranın (D:S.) ruhuna uygun olarak Hükümetle birlikte adeta ‘tek bayrak, tek vatan, tek millet ve resmi dil Türkçe’ düeti yaptı. İşte tam bu noktada resmi görüşün vokali rolünün nasıl yerine getirildiğini Baskın Oran’ın şu sözleriyle kavrıyoruz. ‘Özsavunma gücü, Kürdistan bayrağı, Özerk Kürdistan ‘’. Ben dahil herkes, sanki bir tanesi yetmezmiş gibi ikinci bir ulus-devlet kurmaya işaret eden bu simgelere takıldık ve saldırdık.’’
Bu sözler evrenselci bir dünya görüşünün ifadesi olarak kapitalizmin bir hilkat garibesi olan ulus-devletlere bütünsel karşıtlıktan kaynaklanıyorsa devletin sönümlenmesini, sınırların ortadan kaldırılmasını doğuracak dünya devrimini tüm insanlığın kurtuluşu olarak telakki eden marxistler de bu sözlerin altına imza atacaklardır. Dünya devrimi fikrinin boyutlarından habersiz, bir anda tüm dünyada devrim olmaz fikri sabitiyle zihinlerini dumura uğratmış ‘marxistler’in imzadan imtina etmesini de hoş karşılayalım...
Yok Oluş Rivayeti
Liberallerin dünya devrimi fikriyle uzaktan yakından ilgileri olmadığını biliyoruz. Onlar tuhaf bir şekilde kapitalist küreselleşmenin ulus-devleti ortadan kaldırdığına dair rivayetin hakikat olduğu zannıyla hareket ediyorlar. Liberal, kapitalist küreselleşmeyi savundukça ulus-devletlerin yok olacağı yerde çoğaldığı gerçeğiyle yüzyüze kalıyor bu fikrin kendisinin bumerang gibi geri dönüp kendisini vurduğunu da itiraf etmekten sakınıyor. Şu yakın tarih onlarca yeni ulus-devletin dünya haritasında yerlerini aldığını bize gösterdi. Kısacası bu rivayetin adeta galat-ı meşhur haline dönüşmüş bir yanlıştan ibaret olduğunun altını çizmek gerekiyor. İkinci mesele de şu; Liberaller genel olarak yeni ulus-devletlere karşı değiller, zira onların örneğin Balkanlar’da oluşan Bosna, Makedonya, Kosova gibi veya Sudan’da ortaya çıkmakta olan yeni devlete biri yetmedi ikincisi, üçüncüsü olacak diye saldırdıklarını görmedik. Fakat söz konusu olan bu coğrafya olunca cengaverleşmekte beis görmüyorlar. İşin aslına bakılırsa Kürt siyasi hareketinin ve Abdullah Öcalan’ın uzun dönemdir bağımsız bir devlet projeleri olmadığı biliniyor, DTK’ya sunulan taslak metinde de bu görüş şöyle ifade ediliyor, ‘Kürt halkı, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde halk olarak temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alınmasını demokratik özerklik statüsü ile sağlayabilir. Bu statü Kürt halkının rızasına dayalı özgür eşit gönüllü birlikteliğin ifadesi olup Türkiye Cumhuriyeti anayasası ve yasalarınca güvence altına alınmalıdır.
Endişeli Liberaller
Peki, bu açıklamalardan tatmin olmayıp, ‘işaret’lerden ikinci ulus-devleti bir hafiye cingözlüğüyle çıkardığını ilan eden Liberal, bu tavrının ulusalcı-milliyetçi egemen zihniyetin Kürtlerin temel hak taleplerini ayrı devlet kurmanın yolunu açacak gizli ajanda olarak ilan etmesinden farkı olmadığını nasıl izah edecek? Metinde de yer aldığı gibi ulus-devlete karşı çıkan ve devlet sınırlarının değiştirilmesine karşı olduğunu ifade eden çözüm önerisine Baskın Oran’la birlikte saldıranların temel endişesi ne olabilir? Bu endişe ya ayrı bir devlet talebi olmadığını defalarca ilan etmiş olanların takiye yaptığını düşünüp kurulacak bu devletin tek etnik kimliğe dayalı demokratik olmayan yeni bir ulus-devlet projesi olarak yanlış bir yönelim olduğunun eleştirisidir, ya da yine takiyeyle karşı karşıya kalındığını düşünüp misakı milliyi müdafaa güdüsüdür. Bu endişelerin her ikisi de somut durumun değil yerleşik akıl tutulmasının tesiri altında dile getirildiklerinden ötürü yanlıştırlar, zira sorunsal takiye zemini üzerine kurulmuştur, endişenin ilk ihtimalinin karşı çıkışın nedeni olduğu düşünülse bile sorunsal yanlış konulduğundan doğru bir sonuç elde etmek mümkün değildir.
Kürt meselesinin hallinin kapitalist küreselleşme paradigması sanısıyla çözüleceğini düşünen liberal, Kürt burjuvazisinden medet umuyor, yoksulları emekçileri temsil eden Kürt siyasi hareketinin alternatifi olarak onun zuhur etmesini bekliyor. Demokratik özerklik projesi için Barış ve Demokrasi Partisi metniyle DTK’na sunulan metnin farklılığının üzerinden Baskın Oran’ın geliştirdiği analiz beklentisini dışa vuruyor ‘‘Devlet baskısı sayesinde kurulan bunca PKK başatlığına rağmen, çok farklı iki metin ne demek? Kürt burjuvazisinin fevkalade önemli yükselişine gitmeye hiç gerek yok. BDP bile ilk defa fevkalade farklı bir metin ortaya koyduğuna göre, Kürtlerde artık tekel olayının sonu, çok sesliliğin başlaması demek’’ Bu düşünce tarzı için olsa olsa ’ava giden avlanır’ deyişini hatırlatmak gerekir, zira günümüz dünyasının burjuvazisinin yakın tarihi bile onun milliyetçi bir aktör olarak halkların boğazlaşmasında başat rolde olduğunu gösterdi.
Özerklik ve Diplomasi
DTK’na sunulan metnin kimliği inkar edilen bir halkın, bu inkarı reddedişi olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu metinle yetinmeden yapılmış olan düşünsel üretimi de dikkate alarak değerlendirme yapmak gerekir Bu bakımdan, günümüz dünyasında kanlı savaşlara yol açan kapitalist sistemin temeli olan ulus-devlete karşı devletsiz bir gelecek toplum tasavvuru ile tüm dünya halklarına seslenen teorik önermeler de bulunan Kürt siyasi hareketi bu bütünsellik çerçevesinde değerlendirilmelidir. DTK’na sunulan metin ise bugünün dünyasının ulus-devlet paradigması ölçüt alındığında bu paradigmayla örtüşen ve örtüşmeyen yönlere sahiptir. Ulus-devlete karşı çıkışıyla onu aşmakta olan bir arayışın ipuçlarını işaret ederken, metinde yer alan şu ifadeler ise kendini ulus-devlet paradigması anlayışı içersine sıkıştırmaktadır. Yani devlet reddedilmekte ama egemen ideolojinin kavramlarıyla düşünülmektedir. ‘’ Demokratik Özerk Kürdistan diplomasisi bölgemiz için barış ve kardeşliğin gelişmesi ekonomik kalkınmanın sağlanması ve refah düzeyinin yükseltilmesini amaçlamalı ve bu yönlü rolünü oynamalıdır. Diplomasi devletsiz halklar, demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren halklar, gruplar ve topluluklarla karşılıklı dayanışma ve güven esaslarına göre yürütülür. Diplomasi Kürt halkının ulusal çıkarlarını diaspora ve metropollerde yaşayan halkımızın haklarını gözetmelidir." Bu ifadenin son cümlesine kadar devletsiz bir toplum tahayyülünün anlattıklarıyla hiçbir çelişkisi yoktur. Ancak son cümlede yer alan ‘Ulusal çıkarlar’ kavramı tam da kapitalist ulus-devlet paradigmasının kilit kavramıdır. Tarihten bir hatırlatma olarak tüm insanlığa seslenişin ilk adımı olan Ekim Devriminin öncelikli olarak Rusya’nın çıkarlarını içeren gizli anlaşmaları ifşa etmesi ulusal çıkarın değil tüm dünya halklarının çıkarının başat olduğunu ilan eden devrimci anlayışın eseriydi. Bu adımın arkasının gelemediğini ‘Tek ülkede sosyalizm’ teorisi doğrultusunda çöküşe kapı açan ulus-devlet çıkarlarının başat hale dönüştüğünü biliyoruz.
Bu çelişki devletsiz toplumu da verili koşulların zihin dünyasının sınırlarında hedefleyen anlayışla, kapitalist dünya sistemini sorgulayarak onu aşmayı hedefleyen anlayış arasındaki farktan kaynaklanıyor. Kuşkusuz bir marxist bu iki farklı anlayışın meşru olduğu gerçeğiyle hareket eder. Ancak verili koşulları aşarak dünyayı değiştirecek anlayışın hakim olmasını da var gücüyle destekler.

Hiç yorum yok: