11 Ocak 2011 Salı

Kapitalistler, krizlerini aşmak için Bütün paramızı istiyorlar!

Ahmet Doğançayır
Kapitalist üretim tarzı hem genelleşmiş meta üretimi hem de birbirinden bağımsız olarak işleyen şirketlerin kâr için yaptıkları üretimdir. Biri olmazsa diğeri de olmaz. Kâr kapitalistin kalbidir, ruhudur. Kapitalistler daha çok kâr etmek için iki cephede savaş verir. Emek sürecinden mümkün olduğunca yararlanmak için emek üretkenliğini arttırmak, pazardan istifade edebilmek için birim maliyetleri düşürmek.
Kâr güdüsünün uygulamada aldığı biçim budur. Bu sistemin işleyişi hem artı emek kitlesinin üretilmesine hem de bu sistem içinde artı değerin gerçekten ele geçirilmesi için bu değeri içeren ortalama kar oranını getiren ya da en üst karın gerçekleşmesini sağlayan fiyattan satılmasına bağlıdır. İşte kapitalist krizleri yaratan ürün azlıkları değildir. Gereğinden fazla malın ortalama kâr oranını garanti eden bir fiyattan satmanın imkânsız hale gelmesidir.
Kapitalist ekonomik kriz daima bir aşırı üretim krizidir. Krizi ateşleyen olay yaşandığı gibi mali bir skandal ya da ani bir banka paniği olabilir. Kapitalizm burada bir çıkışsızlık yaşar. ‘’Satış durgunluğu varsa ücretler arttırılır, şirketlerin durumu düzeltilirse sorun çözülecektir’’ düşüncesinde olan cahiller olabilir. Kapitalistler açısından bunun kabul edilemez olduğunu biliyoruz çünkü ücretlerin artması kâr oranlarındaki düşmeyi hızlandıracak yatırımlarını azaltacaktır. Düşmesi ise toplam talebi azaltacak piyasa satılamaz durumda olan mallarla dolacaktır. Aşırı üretim krizi kâr oranlarında düşmeyi hızlandırır. Dolayısıyla ekonomi büyüdükçe iki şey olmaktadır. Bir yandan kâr oranlarındaki düşüş konulmuş sermaye stoku karşılığı elde edilecek kâr miktarını azaltır. Diğer yandan yeni yatırımlar sermaye stokunu büyütür ve ek sermayeden elde edilen toplam kârı arttırır. Sonuçta toplam kâr bu iki etkinin ağırlıklarına bağlıdır. Yani düşen kâr oranı toplam kârı azaltıcı etki yapar yatırımlar ise arttırıcı. Ancak yatırımın kendisi kâr oranına bağlıdır. Bu kâr oranı düştükçe yatırımların zayıflayacağı anlamına gelir. Böylece yatırımların toplam kârı arttırıcı etkisi düşen kâr oranlarının olumsuz etkisini karşılayamaz hale gelir. Toplam kâr yerinde saymaya hatta azalmaya başlar. İşte o zaman bunalım evresi açılmış olur.
Bu günlerde yaşandığı gibi bunalım bir kez patlak verdiğinde durum tümden değişir. Yatırım kısılır, eksik kapasite kullanımı yaygınlaşır, stoklar dağ gibi yığılır, kârlar şiddetli biçimde düşer. Firmalar krizlerini aşmak için borçlanmaya başvurur. Bu faiz oranlarını yükselterek firmaları daha zor duruma düşürür. Bankalar buna sevinecektir. Ancak şirketler İflas etmeye başladıkça borçlarını ödeyemez hale gelirler. Bu bankaları tehlikenin eşiğine getirir. Yükselen şirket iflasları banka çöküşlerine yol açmaya başlar. Sermaye piyasası indeksleri düşüşe geçer. Bunalım beraberinde sermayelerin büyük çapta katlini ve emekçilere karşı yaygın saldırıları getirir. Büyük toplumsal çalkantılara ve geniş çaplı kurumsal değişikliklere yol açar. Sistemin bunalım yönünde sürekli eğilimleri olduğu gibi Bunalımdan toparlanma yönünde de mekanizmaları vardır. Bunalımın doğurduğu bütün sefalet, acı, yıkım tamda kapitalist sistemin kendi iç çelişkilerinin ortaya döktüğü sorunları çözüşünün yollarıdır.
Yaşadığımız Kriz kapitalizm’in krizi, çözüm bizim çözümümüz olmalıdır
Dünya ekonomisi çok uzun süre para bolluğu içinde yaşadı. Hatta bu para bolluğu içinde aslında batması gereken şirketler yaşamlarını devam ettirebildiler. Ama bugün para içinde yüzülen dönemin sonuna gelindiği anlaşılıyor. Alınan krediler geri dönmeyen batık krediler haline dönüşüyor. Bugün batık kredilerin trilyonlarla ifade edildiğini biliyoruz. Dolayısıyla şirketler geçmişteki gibi kolay ve bol finansman bulamayacaklarını biliyor. Onun için hükümetlerin kapısını bizi kurtarın diye çalıyor. Tüm bu gelişmeler krizin finans sektörünü vuran bir kriz olmaktan çıkıp reel sektörün dolayısıyla emperyalist kapitalist ekonominin krizi haline dönüştüğü bir dönemin başladığını gösteriyor. Bütün bu gelişmeler kapitalizmin krizlerini yaratan nedenin yönetimsel değil yapısal olduğunu gösteriyor.

Teorik olarak düşünülen aşırı düşük faizlerin teşvik edici olacağı, borçlanma maliyetleri ucuzlayacağı için tüketiciler ve şirketler tekrar harcamaya başlayacaklardı. Tek dayanak tüketicinin başka hiç kimseye benzemeyecek kadar tüketim eğilimli olması. Yani ekonomide en ufak bir toparlanma eğilimi görüldüğünde tüketici harcamaya başlayabilir, Yeter ki harcama potansiyeli devam etsin. Zaten ortalığa saçılan paraların nedeni de bu harcama potansiyelini ayakta tutabilmek. Merkez bankaları var olan gidişi gördükleri için enflasyona karşı kullanılan bütün politikaları tersine çevirmiş bulunuyorlar. Faizler indiriliyor, likidite bollaştırılıyor. Yani enflasyonu önlemek için ne yapılması gerekiyorsa tersi yapılıyor. Ancak Yüksek işsizlik ve ücretlerin ve alım gücünün budandığı ortamda kredi almak için sınırlı bir eğilim var. Yani tüketici kitleler arzu edildiği gibi tüketemiyor. Böyle bir durumda bile düşük faiz oranları finans sektörüne ve onun sahibi olan şirketlerin işine yarıyor. Düşük faiz oranı, yüksek bedel ödemek, tasarruf sahipleri bankaları besliyor demek oluyor. Bankalar borçlanma maliyetlerini yüksek tutarken mevduat faizlerini düşürüyor. Çoğu Banka ‘hizmet’’ ücretlerini de yükselttiği için bırakalım para ile para kazanmayı insanlar pratikte bankalara paralarını tutmaları için üstüne para ödüyorlar.

Avrupa da banka kredileri de yavaş, yavaş ortaya çıkıyor. Çoğu bankanın tekrar büyük kârlar elde etmeleri yapay düşük faiz oranları ve devlet cihazından gelen ek yardımlarla gerçekleşti. Vatandaşa vergi olarak ödetilen kurtarmalarla yaratılan sıfır faizli devlet tahvillerine yatırımlarla sağlayabildiler. Ufukta bunun biteceğine dair bir işaret görünmüyor. Devlet garantileri, sıfır faiz oranları ve merkez bankalarının gerçekleştirdiği varlık alımları olmasa ABD ve Avrupa da aslında iflas etmiş birçok banka olduğu görülüyor. Toplanan vergiler ve bankalarda ki tasarruflardan el konulan paralardan gelen rekor banka kârları temettülere, primlere ve aslında çoktan bitmesi gereken bankalara yönelik desteklere aktarılıyor. Bu şekilde aslında iflas etmiş bankaların ‘’kârlarının’’ bir kısmını halka arz ederek milyarlarca Euro’luk kârlar sağlamalarının yolu açılıyor. Hükümetler ve merkez bankaları hem kendi ekonomilerini korumak hem de finans sektörlerini ucuz ve kolay para kazanmalarını sağlayacak tedbirler alıyorlar. Noam CHOMSKY Radikal gazetesinde çıkan yazısında Financial Times’ta çıkan bir yazıdan şu satırları aktarırken tam da bu durumu açıklıyor: ‘’ Finans sistemimizin bir kıyamet döngüsü içinde olduğuna dair bir idrak söz konusu. Ne zaman çuvallasa onu kurtarmak için umursamaz parasal ve mali politikalara bel bağlıyoruz. Bu da finans sektörüne şunu öğretiyor: Çuvalla para kazanmak için büyük kumarlar oyna ve bedelini kafana takma. Nasıl olsa vergi mükellefleri, kurtarmalar ve diğer araçlarla öder. İşte bu yüzden finans sistemi tekrar, tekrar kumar oynuyor ve tekrar, tekrar batırıyor.’’
İşte bu nedenle ABD Merkez Bankası (Fed)* , ‘’zayıflayan ekonomiye destek olmak’’ amacıyla Hazine kâğıdı satın alınmasına yönelik yeni bir plan duyurdu. Fed aldığı parasal genişleme kararıyla,’’ Büyük Buhran'dan sonra yaşanan en büyük kriz sonrasında zor günler geçiren tüketici ve şirketlerin borçlanma maliyetlerini aşağıya çekmeyi ve durgunluk ile mücadele etmeyi hedeflediğini’’ belirtiyor. Böylece 2011 2. çeyrek sonuna kadar yapılacak toplam alım 850-900 milyar dolara ulaşacak. Bu operasyon piyasaya büyük miktarda bir para aktarımı gerçekleştirmek ve Amerikan ekonomisini (özellikle ucuz ithalatın sarstığı sanayi kollarını) korumak amacıyla başlatılıyor. Ancak çok fazla paranın, piyasaya aktarılmasının yeni bir balon yaratacağından bahsediliyor.

Bugün bu balon da patladığında bunun faturasını ödeyenler yine iş arayan, vergi veren, tasarruf yapmaya çalışan vatandaşlar olacaktır. Günümüzde tekelci sermayenin stratejisinin bunalımın yükünü çalışanların sırtına yıkmak ve böylece sistemi, kârlılığı büyük ölçüde arttırmaya yönelik biçimde yeniden yapılandırmaya çalışmak olduğu açıktır. Bunun içinde bizleri krizi yaratan sorunun ücretlerin yükselmesinden ya da işçilerin yeterince çalışmayarak üretkenlik artışını yavaşlatmasından ya da sosyal hizmetler için yapılan harcamaların aşırılığından vb. kaynaklandığına inandırmaya çalışacaklardır. Tabii bu arada çalışanların yaşam standartlarına karşı girişilen yoğun saldırılar yükselmeye devam edecektir. Bunalım derinleştikçe işçi sınıfını bölme, işsizleri işi olanlarla karşı karşıya getirme çabaları artacak ve geri planda savaş olasılığı her zaman nefesini hissettirecektir. Eğer bu taktiklerin bir bölümü veya tamamı başarıya ulaşırsa, bunun sonunda ortaya çıkacak olan Yıkım ve imha kapitalistlerin kârlılığını yeniden yükseltecek kadar büyük olursa o zaman sermaye bir kez daha dünyayı yağmalamak, emeğin sömürüsünü üst düzeye çıkarmak ve çöküş dinamiğini yeniden başlatmak için ellerini serbest bulacaktır. İşte bu nedenle kapitalistler bütün çelişkilerine rağmen iş işçi sınıfı ve ezilen kesimleri boğazlamaya geldiğinde hemen anlaşabiliyor ve destek paketleri geliştiriyorlar.

Hiç yorum yok: