4 Şubat 2014 Salı

2015’E 1 YIL KALA: HERKES GİBİ KÜRTLERİN DE GÖREVİ, MESELELERİ OBJEKTİF BİR BAKIŞ AÇISIYLA ELE ALMAKTIR !


Yalansız’ın notu: Yalansız’ın sayfalarında yer alan makaleler hiçbir tabuya boyun eğmeksizin hakikatin tüm boyutlarıyla analiz edilmesine yönelik bir çabayı ifade eder. Kuşkusuz böyle bir amacın gerçekleştirilmesi için herşeyden önce eleştirel düşünce metodu eksen olmalıdır. Bu yaklaşım ‘yalansız’ yazarlarının her konuda müşterek fikirlere sahip olmasını gerektirmez. Gerektirmediği gibi farklı düşüncelerin tartışılmasının yaratacağı zenginliğin önemi de özellikle vurgulanmalıdır.
‘yalansız’da yayınlanan yazılara prensip olarak not düşülmemektedir. Şimdiye kadar böylesi  durum bir kaç defa zorunlu olarak olmuştur. Açıkçası not düşmekten mümkün olduğunca kaçınılmaktadır.
Sarkis Hatspanian’ın aşağıda yayınladığımız makalesinin içeriği ile ilgili olarak  bir not düşmek ihtiyacı doğmuş bulunuyor. Sebebi de şu: ‘yalansız’ın yazarlarının, yukarıda bahsettiğimiz farklı düşünceleri barındıran alanını belirleyen iki temel ortaklığı bulunmaktadır.


Bunlardan birincisi, logosunda da yer alan “Dil Farkı Bilmeyiz, Din Farkı Bilmeyiz” şiarının aksettirdiği gibi dünyayı milliyetçi değil, enternasyonalist bir pencereden yorumlamaktır.

“yalansız” yazarlarının ikinci temel ortaklığı ise yaşadığımız dünyanın politik-ekonomik-kültürel iklimini ve gidişatını belirleyen temel parametrenin sınıf mücadelesi oluşu olgusudur. Bu gerçeklik ortak olarak saptandığında “yalansız”ın safının işçi sınıfı, emekçiler olduğu da aşikardır.

Kuşkusuz bu iki temel ortaklık, dünyamızda egemen olan kapitalist sistemin yaratmış olduğu bütün ezme ve ezilme biçimlerini karşısına alır. Ulusal, dini, etnik, kültürel, cinsel farklı kimliklere karşı uygulanan baskılara karşı dünyanın mağdurlarının yanındadır.

Bu notun yazılmasının sebebi, Sarkis Hatspanian’ın göndermiş olduğu yazıda yer alan bazı ifadelerin   “yalansız”ın milliyetçiliğe karşı enternasyonalizmi savunan yayın politikasını zedelemekte oluşudur. Bu zedelenmeye rağmen yazarın makalesini yayınlarken, beklenti sadece bu notla yetinmek değildir. Bunun yanında Sarkis Hatspanian’ın  eleştirilen bu ifadelerine karşı ne diyeceği de bir beklentidir. Bilinçli hayatının başlangıcında  Marksist dünya görüşüyle beslenmiş bir kimse olarak bildiğimiz Sarkis Hatspanian’ın tutumu, görüşü ne olacaktır?

Sarkis Hatspanian’ın “yalansız”ın temel ortaklığı olan enternesyonalist dünya görüşünü zedeleyen ifadeleri şunlardır:” ve böylelikle sadece Türk değil, Kürtlerin de adil davamıza karşı oldukları düşüncesinin soydaşlarımız arasında giderek yaygınlık kazanıp, Kürt halkının kendisini ilerici, demokrat, devrimci, özgürlükçü, vb. tanımlayan bu kesimine bile güvenilemeyeceği hissinin yeniden  canlanmasını” yine bir başka ifadesinde şunları yazmakta “Bu bağlamda “1071’den 1923’e…” türünden, tarihte salt barbarlıklarıyla hatırlanan Türk soy ve boylarıyla ortak olarak işlenmiş affedilmez suçlar hakkında itiraflarda bulunmuş Öcalan’ın”

Birinci olarak, Sarkis Hatspanian’ın ilk alıntıda kullandığı bu ifade tarzı bütünüyle sorunludur. O bu ifadesiyle ulusların, siyasi, sosyal, kültürel her konuda fikirlerinin yekpare bir bütün olduklarını anlatmış olmaktadır. İfade, Türklerinde ve Kürtlerinde bir bütün olarak Ermenilerin adil davasına karşı oldukları ihtimaline dayanmaktadır. Bu yaklaşım metodik olarak hayatın gerçeğinden çok uzaktır. Meselenin Türk ve Kürtler meselesi değil daha boyutlu olarak ,ulus denen varlığın kendisinin yanlış kavranması olduğu aşikardır. Ulus, kapitalist dünya sisteminin yarattığı bir oluşumdur. Aynı zamanda da , Benedict Anderson’un dediği gibi bir “Hayali Cemaattir”. Kapitalizmin sosyal eşitsizliği barındıran ekonomik sistemi, dünyada siyasi sistemini de ulus devletler üzerinde şekillendirmiştir. Günümüz dünyası güçlüden zayıfa hiyerarşik ulus devletler üzerine kuruludur. Diğer taraftan geçmişin klan, kabile, cemaat  nasıl denirse densin toplumlarından niteliksel olarak farkla ulus, kapitalist sistemin gereği olarak yekpare değildir, farklılıkları barındırır. Her Türk aynı düşüncede değildir, her Kürdün, her Ermeninin, her İngilizin, her Fransızın olmadığı gibi.

Yazar Türkler ve Kürtlerin düşüncesinden bahsederek böylelikle her ulusun yekpare zihniyete sahip olduğunu sanmakta, daha vahimi, siyasetin temelini ulusların mücadelesine dayandırmaktadır. Bugün dünyanın ulus devletler düzenindeki şekillenişi elbette bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin ortaya çıkışından itibaren defalarca insanlığı yıkıma sürükleyen  savaşlara zulümlere sebep olduğunu da biliyoruz. Nedir, başkaca örneğe gerek yok. Türkün uluslaşarak, ulus devlet kurmasına öncülük eden siyasi kadroların, tek dile,dine,mezhebe, etnisiteye dayalı uluslaşma politikaları değil midir 1915 soykırımını ve bir dizi kıyımı yaratan?

Aslında insanlığın dünyayı bölen devlet sınırlarından kurtulma düşüncesi çok eskilere dayanıyor. Antik çağda yunan filozofu Zenon’un bir dünya devleti tasavvuru, aydınlanma döneminde Kant’ın dünya barışı için yine dünya devleti düşüncesi,  Marx-Engels’in Paris Komünü’nü tasvir ederken  dedikleri ”Komün bayrağı; dünya cumhuriyetinin bayrağıydı” ulus devleti aşma düşüncesinin Marksizmin temellerinden biri olduğunu göstermektedir.

Bütün bunlar elbette ulus-devletlerin varlığını sürdürdüğü koşullarda ezilen, zulüm görmüş ulusların haklarını kazanmalarının meşruluğunu gölgelememektedir.

Mesele şudur: hali hazırda varolan ulus devlet sisteminin egemenlerinin milliyetçi zihniyetinin insanlığı sürüklediği yıkımların bilincinde olarak şoven kin nefret ideolojisinin her aşamada karşısında yer almak, ulus devleti aşacak bir dünya cumhuriyeti tasavvuruna ulaşmaktır.

Yazarın ikinci alıntıda sözünü ettiği ‘tarihte  salt barbarlıklarıyla hatırlanan Türk soy ve boylarıyla’ ifadesi tarih disiplini tarafından barbarlık, uygar yani sınıflı toplum öncesi insanlığın gelişiminin bir aşaması olarak belirlendiğinden, bugün yeryüzünde yaşayan her insanın atalarından bir miras olarak değerlendirilmelidir. Kuşkusuz bütün toplumlar  sosyolojik olarak insanlığın yaşadığı evreleri aynı zamanlarda yaşamamışlardır. Kimi toplumlar uygarlık aşamasına önce geçmiş, kimi toplumlar gecikerek o aşamaya varmışlardır. Ancak burada daha önemli olan konu günümüz tartışıldığına göre tarihe ve ulusa milliyetçi pencereden bakanların iddiasının aksine orta asyadan anadoluya gelenler bir ulus değil, uygarlık öncesi dönemi yaşayan boylar kabilelerdir. Kendilerini hiçbir zaman Türklükle tanımlamadılar. Boy adlarıyla tanımlayarak beylikler oluşturdukları bir hakikattir. İmparatorluğa dönüşen Osmanlı  din esasına dayalı Avrupada’ki monarşiler gibi bir  hanedanlık rejimi kurduğu gibi, kendisini herhangi bir etnik kimlikle tanımlamadı. Zaten bu mümkün de değildi, insanlığın bu evresinde politik olarak ulus doğmamıştı.

Türk ulus devletleşmesinde ilk aşamanın da Türk etnisitesi üzerinden değil din üzerinden yani müslümanlık üzerinden gerçekleştiği aşikardır. Anadolunun müslüman olmayan kadim halkları Rumların ve Ermenilerin katliamlarla arındırılması birinci aşamadır. İkinci aşama olan etnisite üzerinden Türkleştirme paradigması ise Kürt halkının direnmesi üzerine iflas etmiş bulunuyor.

Yazarın kullandığı barbarlık kavramı kuşkusuz pejoratif bir imayı içermektedir. Bunun yazarı daha tehlikeli sonuçlara sürükleyeceğini belirtelim. Ulusların birbirini karalaması zihniyetinin hakim olması ulusal düşmanlıkların körüklenmesine, milliyetçi ön yargıların güçlenerek halkları çıkmaz yollara sürükler.

Dostum Hrant’ın  milliyetçi hezeyanı kışkırtanların çarpıtmasıyla katledilmesine yol açan şu sözleriyle bir daha hatırlayalım.” Türk”ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur.” Dönemin hezeyan kusan Türk milliyetçileri bu sözlerin anlamını çarpıttılar, Türk’ün kanının zehirli olduğunu söylediğini iddia edip mahkumiyetine sebep oldular. Ama bu sözler o kadar berrak ki, bu sözler, doğrudan Ermeni halkına bir sesleniş. Evet Hrant hakikati haykırdı, soykırımı dile getirdi, ama asla milliyetçi ön yargılar düşünce dünyasına egemen olmadı.

Ve yüz bin insan onu son yolculuğuna ‘Hepimiz Hrantız, Hepimiz Ermeniyiz’ nidalarıyla gönderdi.
Ferhan Umruk

2015’E 1 YIL KALA: HERKES GİBİ KÜRTLERİN DE GÖREVİ, MESELELERİ OBJEKTİF BİR BAKIŞ AÇISIYLA ELE ALMAKTIR !
Sarkis Hatspanian

Herhangi bir yazıyla ilgili görüş bildirme durumunda onun hep şu veya bu kısmıyla ilgili fikir belirtme haline okuyucuların bir kesiminin çoğunlukla olumsuz tepki göstererek onu yapana “cımbızlama yönteme başvurma” suçlamasında bulunması alışıldık bir durumdur. Eleştiriyi mutlaka “karalama” olarak gören böylelerinin olası olumsuz söylemlerine fırsat vermemenin tek yolu o yazıyı kısmen değil, baştan başa gözden geçirmektir. Günler önce AGOS gazetesinde yayınlanan “ABDULLAH ÖCALAN’IN ERMENİLERE MEKTUBU”nu işte bu metodla vicdan süzgecinden geçirmek gerekiyor bence.
“Mezopotamya ve Anadolu’nun kadim halkları arasında yüzyıllardan bu yana var olan toplumsal ilişkiler son üç yüzyıldır büyük bir altüst oluş içerisindedir. Özellikle kapitalist modernite ve onun tapınağı ulus devletlerin saçtığı zehir nedeniyle bu topraklar adeta halklar ve kültürler mezarlığına dönmüştür. Monolitik ulus yaratma projeleri Avrupa’dan Afrika’ya, Asya’dan Avusturalya’ya, oradan Amerika’ya kadar insanlığın bütün değerlerini al aşağı etmiş, binlerce yıllık kültürel mirasları ve değerleri yeryüzünden silip süpürmüştür. İnsanlığın ve medeniyetin ilk boy verdiği anavatanımız olan bu topraklar da bu felaketten fazlasıyla nasibini almıştır. Halklarımız arasına hançer gibi sokulan ırkçı-milliyetçi akımlar bu felaketin ideolojik alt yapısını oluşturmuştur. Onlarca dil ve kültür bu yangın yerinde yanıp kül olmuş, birer nostaljik öge olarak bile günümüze kalmayı başaramamışlardır. Birçok halk soykırım gibi insanlık suçu nedeniyle yok edilirken birçok inanç ve kültür de baskılar sonucunda ortadan kaybolmuştur. Son yüzyıllarda yaşanan felaketler insanlığın başına gelmiş en büyük felaketlerdir. Tarih boyunca savaşlar ve çatışmalar hep yaşanagelmiştir ama hiçbir dönemde bugün olduğu gibi insanlığı ve doğayı yok etmeyi hedefleyen, büyük ölçüde başarılan bir yönelim olmamıştı.
Öcalan’ın Ermenilere mektubu birkaç cümlelik bir durum tesbitiyle başlıyor. Ancak bu tesbitlerinde pek kolaylıkla kullanılan“Mezopotamya ve Anadolu” tanımlamalarında bulunmasının ardından “İnsanlığın ve medeniyetin ilk boy verdiği anavatanımız olan bu topraklar” olarak adlandırdığı toprakların en kadim ve yerleşik halklarından Elen (Rum), Ermeni ve Asuri-Süryanilerin binyıllardan beri anavatanı olmuş, üzerinde birçok devletler kurmuş oldukları bu toprakların asıl sahipleriyle, onların ülkelerinin adını ağzına almaktan kaçınıyor olmasının yanında bahsettiği “son üç yüzyıldır büyük bir altüst oluş” ve “binlerce yıllık kültürel mirasları ve değerleri yeryüzünden silip süpürme” eyleminde Kürt halkının oynadığı olumsuz rol hakkında tek kelime etmemektedir.
Bunu yapmadığı halde, fazlasıyla genel ve muğlak söylemlerinde “Halklarımız arasına hançer gibi sokulan ırkçı-milliyetçi akımlar bu felaketin ideolojik alt yapısını oluşturmuştur” demeyi yeğlemekte ve “Onlarca dil ve kültür bu yangın yerinde yanıp kül olmuş, birer nostaljik öge olarak bile günümüze kalmayı başaramamışlardır” diye isimsiz-adressiz-belirsiz anlatımlarına devam etmeyi sürdürürken birilerimizin ona “Buralar neden yangın yeri oldu, hangi dillerle kültürler yanıp kül oldu, bunları kim yaptı ?” sorusunu soracağını düşünmeyeceğinin mümkün olmadığını bildiğini sandığım halde, söylemlerine “Birçok halk soykırım gibi insanlık suçu nedeniyle yok edilirken birçok inanç ve kültür de baskılar sonucunda ortadan kaybolmuştur. Son yüzyıllarda yaşanan felaketler insanlığın başına gelmiş en büyük felaketlerdir” diye devam eden Öcalan’a kimselerin “Son yüzyıllarda yaşanan felaketler insanlığın başına gelmiş en büyük felaketlerse, soykırım gibi insanlık suçu nedeniyle yok edilen birçok halkla, baskılar sonucunda ortadan kaybolan inanç ve kültürlerin adı-sanı yok mu peki, bunları isimlendirmeden durum tesbitinde bulunmak da neyin nesi ?” diye soracağını düşünmemiş olması da ihtimal dahilinde değildir.
Sunduğu tesbitte asıl yapması gerekeni yapmadığının pekâlâ bilincinde olduğunu sandığım Öcalan“Eşyaları kendi isimleriyle adlandırma”zorunluluğundan hareketle “İşte, Ermeni halkına yönelik geçen yüzyılın başında uygulamaya konulan soykırım planı da bu iğrenç politikaların en zalim olanlarındandır. Ermeni halkının içine düşürüldüğü durum tam bir soykırım gerçeğidir” sözleriyle mektubunun giriş bölümündeki muğlaklıkla, belirsizlikten uzaklaşıp, söylenmesi gerekeni açıkça söylemiş olsa da, bu söylemin hemen ardından “Bu soykırıma rağmen Ermeni halkının trajedisiyle birlikte kendini bugüne taşıyabilmiş olması büyük bir mucizedir. Bu mucize, hiç şüphesiz mazlum Ermeni halkının büyük emekleri ve mücadelesi sonucu gerçekleşmiştir” sözleriyle “Ermeni halkının trajedisiyle birlikte kendini bugüne taşıyabilmiş” denilen kesimi salt etnik dokusuyla, inanç ve kültürel değerlerini “bugüne taşıyabilmiş” olan insanlarımızla sınırlandırmaktan geri de durmamıştır. Soykırımın oysa, en acı sonuçlarından birisi, binyıllardan beri yaşayagelmiş oldukları Ermeni kimlikleri kendilerinden zorla (ç)alınıp-yokedilerek, görülmemiş ezgi ve baskılara maruz kalmaları nedeniyle, mucizeyle hayatta kalmış olsalar da sonunda islamlaştırılmış, Türk veya Kürtleştirilmiş ve sayıları bugün milyonlara varan soydaşlarımızın varlığıdır. Günümüz itibarıyla, kendi anavatanlarında Ermeni kimliğinden edilerek yaşayagelenlerimizin varlığı “SOYKIRIMIN TA KENDİSİ” olduğu halde, bu gerçeğin Öcalan tarafından basit bir unutkanlıkla değil, alenen görmezden gelinmesi, onun bilinçaltında zorla müslümanlaştırılmış Ermeni insanların çoktan Türk veya Kürt olarak sayılmasından ileri geldiği de aşikârdır. Aksi halde “Ermeni halkının… kendini (Ermeni olarak) bugüne taşıyabilmiş”olmayan milyonlarca “BAVFILLA” evlâdının yüzyıllık acılarının dillendirilip, dindirilmesi meselesinin ön plana çıkarılarak Ermenilere yazdığı mektubun en yaşamsal önem taşıyan kısmı, hatta omuriliğini teşkil etmesi gerekirdi diye düşünenlerdenim. Soykırım zira, herşeyden önce insanın kendi köklerinden koparılma eylemine verilen addır ve bugün Ermeni kimliğinden edilmiş her ama her insan kelimelerle tarif edilmesi zor bir soykırımın acısını yaralı yüreklerinin derinliklerinde bir sır gibi saklayarak, onu bizim bas-bas bağırarak yaptığımız gibi, çığlığa dönüştüremeyen en mazlum kurbanıdır.
Bunun böyle olduğunu Urfa’nın Amara adlı Ermeni köyünde doğma-büyüme olan Abdullah Öcalan’dan daha iyi bilen olabilir mi, bilemesem de, yüzyıllık acıya insanüstü bir güçle dayanarak yaşayagelen milyonlarca “BAVFILLA”mızı sağlar hanesine yazabilmeyi beceremeyip, ölüler hanesine yazarak “Günümüzde Ermeni halkının yaşadığı tarihsel gerçekle bütün dünyanın yüzleşmesi ve Ermeni halkının acısını paylaşarak yasını tutmalarının önünü açması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nin de bu olgunlukla meseleye yaklaşması ve bu acılı tarihle yüzleşmesi kaçınılmazdır” sözleriyle tarihsel gerçekleri çok ama çok büyük bir eksikle algılayıp, topluma sunmada işlediği hatanın yanlışa dönüştürüldüğünü gözlemleyip, tarif edilmez bir acı hissediyorum.
Bunun dışında onun “Ermeni halkının” uğratıldığı soykırımla “bütün dünyanın yüzleşmesi” önerisinin ardından, insanlığa karşı işlenmiş ve dünyada zamanaşımı olmayan tek suçun, tarihsel, toplumsal ve hukuki adaletin bir gereği olarak tanınma, mahkûm ve tazmin edilme, yani öngörülen cezaî işlem görmesi yerine, Ermenilerin soykırım “acısının paylaşılarak yasını tutabilmenin önünün açılması”anlaşılmaz duygusal kategoriye indirgenmesi ne kadar “LEYLİMLEY” bir istemse, topun yuvarlandığı “Türkiye Cumhuriyeti’nin de bu olgunlukla meseleye yaklaşması ve bu acılı tarihle yüzleşmesinin kaçınılmazlığı” da tam o kadar “NEYNİMNEYDİR” !
Bununla birlikte, Öcalan’ın formüle ettiği “Günümüzde Ermeni halkının yaşadığı tarihsel gerçekle bütün dünyanın yüzleşmesi”söyleminde her nedense hiç bahsi edilmeyen Kürtlerin, onun “bütün dünya” betimlemesini kullanmayı tercih ettiği kavramın bünyesinde olup-olmaması iki bilinmeyenli denklemin bir ayağıyken, soykırım sonucu vatanlarından edilen Ermenilerin alın teriyle yaratılmış tüm değerlere zorla sahip olmuş, 1915 sonrası onların ev-bark, bağ-bahçe, tarla-bostan, işyerleriyle, maden işletmeleri, vb. gibi bu toprakların altı ve üstünde Ermenilerden (ç)alınmış her ne varsa, tüm bunların akıbeti ve yarını hakkında tek söz bile edilmeyişi benim ‘anlaşılmaz’ bulduğum diğer ayağıdır. 2015’e 1 yıl kala, tesbit ve tanımlamalarında daha net ve cüretli bir duruş sergilemesi beklenen Öcalan’ın “Günümüzde Ermeni halkının yaşadığı tarihsel gerçekle bütün dünyanın yüzleşmesi” cümlesindeki “bütün dünya” muğlaklığını tercih edişinden de anladığımız üzere, Ermeni soykırımı gerçeğiyle Kürtlerin de “yüzleşmek” durumunda olduğunu açık ve net olarak ifade etmekten kaçınıyor olması, bana göre onun Ermeni meselesi hakkında düşündüklerinin samimiyet derecesinin anlaşılması için de önemli bir göstergedir.
Tam da bu nedenle belki de, dillendirmekten kaçındığı bu gerçeği, yani insanlığa karşı işlenmiş Ermeni soykırımı suçuna Kürtlerden de çok önemli bir kesimin bilfiil katılmış olma gerçeğinin, çok çoklarında olduğu gibi, sakinlerinin yarısına yakını 1915’te zorla müslümanlaştırılmış Ermenilerden oluşan Urfa’nın Amara köyünde doğma-büyüme Öcalan’ın bilinçaltında da pekâlâ varolan “SUÇLULUK SENDROMUNU” kolayca farkedebiliyoruz. Bunun böyle olduğunu, onun “ilk vuran kazanır” mantığıyla dile getirdiği “Ermeni halkının ise ırkçı-milliyetçi tuzaklara düşmeden, halklarımızı daha yüzyıllar boyunca çatıştırmayı hedefleyen uluslararası sermaye güçlerinin ve lobilerinin sinsi amaçlarından uzak durarak mücadelesini sürdürmesi naçizane önerim olabilir ancak” sözlerinden rahatça gördüğümüzü düşünüyorum.
Yakın çevremde tanıdığım sağduyu sahibi hiç ama hiç bir insanın akıl ve mantığına sığmayan “ırkçı-milliyetçi tuzaklar, uluslararası sermaye güçleri ve lobilerinin sinsi amaçları” türünden söylemleri açıklayamadığı, herhangi bilgi, belge ve bulguyla destekleyemediği, havada kalan bu bir zamanların sol, şimdilerin ise Ergenekoncu Perinçek ve gibilerinin ağzında sakız edilmiş tümceler, ne yazık ki Ermeni halkının yüzyıllık adalet arayışını karalama-kötüleme işlevi görüyor olmasından öte, meselenin masaya yatırılarak yaklaşılması gereken merkezden uzaklaşmasına hizmet etmekteler.
Öcalan’ın “Ermeni halkının mücadelesini” böylesine bir ağızla açıklamaya kalkması, kullandığı dilin bugüne kadar duymaya alışık olduğumuz reddettiğimiz “T.C.” MGK ve/ya ordusu ya da hükümetiyle, onun kendini Osmanlı İmparatoru yerine koyan Başbakanı, vs. vs. gibilerin ağzıyla pek benzeşiyor ve uyuşuyor olması yalnız Ermeniler tarafından değil, hangi halktan olursa olsun gerçekten sağduyu sahibi olan çevrelerce de anlaşılmamaktadır.
Ancak, onun bu cümlesinde araya sıkıştırılmış “halklarımızı daha yüzyıllar boyunca çatıştırmayı hedefleyen” ifadesinin üzerinde durularak düşünmeye değer olduğunu ısrarla belirtmeyi arzuluyorum. Öcalan’ın formüle ettiği “halklarımızı daha yüzyıllar boyunca çatıştırmayı hedefleyen uluslararası sermaye güçlerinin ve lobilerinin sinsi amaçlarından uzak durarak, Ermeni halkının ırkçı-milliyetçi tuzaklara düşmeden, mücadelesini sürdürmesi” olgusunun onun defalarca dile getirmekten hiç kaçınmadığı “T.C. devletini birlikte kurduk, 1071’den 1923’e hep kader birliği yaptık, bu Cumhuriyet bizim ortak varlığımızdır, vs.” türünden teranelerini gözönünde bulundurarak, Ermenilerin ezici çoğunluğu nezdinde “Tarihsel adaletin yerini bulması için önümüzde en büyük engel olarak duran ‘T.C.’ devletine, kendisini Kürt özgürlük hareketinin lideri olarak gören birisinin verdiği böylesine bir destek, onların 1915’le yüzleşmede de Türk devletiyle aynı duruşu sergileyecekleri kaygısının hayat bulmasına yarıyor ve böylelikle sadece Türk değil, Kürtlerin de adil davamıza karşı oldukları düşüncesinin soydaşlarımız arasında giderek yaygınlık kazanıp, Kürt halkının kendisini ilerici, demokrat, devrimci, özgürlükçü, vb. tanımlayan bu kesimine bile güvenilemeyeceği hissinin yeniden  canlanmasını” sağladığı tartışılmazdır. Öyleki, Öcalan’ın tesbitlerinin mantığıyla hareket edilerek es kazara böylesi bir noktaya gelinmesi halinde, olur ya… belirli Ermeni çevrelerinin de ortaya çıkıp “Adil Ermeni davasının çözüm arayışının önündeki engelin “T.C.” devletinin günümüz iktidarının yanında duran her kim olursa olsun “halklarımızı daha yüzyıllar boyunca çatıştırmayı hedefleyen uluslararası sermaye güçlerinin” kötü amaçları için kullanılmaya hazır olanlar listesine Kürtlerin bu kesiminin de eklenmesini istemesi halinde ne yapacağız peki ?” sorusuna da cevap verilmesi zaruri bir ihtiyaç halini alacaktır.
Öcalan’ın “Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile Ermeni halkının acılarının sağaltılması, eşit haklara sahip yurttaşlar olarak bu topraklarda yaşama mücadelesi iç içe geçmiştir. Demokrasiyle taçlandırılmış bir cumhuriyet hem geçmişiyle hesaplaşmış hem de farklı bütün kimliklerin özgürce yaşadığı bir cumhuriyet olacaktır” cümlesinde adını verdiği Ermenilere “eşit haklara sahip yurttaşlar olarak bu topraklarda yaşama mücadelesi” gibi bir gönderme var, ancak oldukça muğlak bu “eşit haklara sahip yurttaşlar”tanımlamasından kendi topraklarında soykırıma uğratıldıkları için dünyanın dört bir yanına dağılmak zorunda kalmış 10 milyondan fazla Ermeni’nin mi, yoksa şu an “T.C.” vatandaşı statüsündeki soydaşlarımızın mı kastedildiğini anlayamıyoruz. Onun sözettiği “eşit haklara sahip yurttaşlar” eğer şu an “T.C.” vatandaşı statüsündeki soydaşlarımız ise, söylenecek oldukça çok şey var; ama kastedilen onlar değil de yukarıda örneğini verdiğim 10 milyonun üzerindeki Ermeniler ise söylenecekler fazlasıyla çok, ama çok daha fazladır, inanın !
Buradan hareketle onun “Bizler, bu çerçeveden bakıldığında sadece Kürt halkının değil; bu kadim coğrafyanın bütün halklarının ve inançlarının özgürlüğü için de mücadele ediyoruz, diyebiliriz” sözünün yaşadığımız gerçeklerle ne kadar uyuştuğunu mercek altına alıp sorgulamak gerektiğini belirtiyor ve “kuru kuruya” söylenenin ancak somut örnekler sunulması halinde, bilinen deyime istinaden “kazın ayağı hakikaten öyle mi, değil mi” ikilemi temelinde tartışılırlığına inanıyorum.
Öcalan’ın mektubunda hiç katılmadığım ve temelsiz olduğunu düşündüğüm sözler “Bu nedenledir ki, Kürt sorununun çözümsüzlüğü için iç ve dış bütün demokrasi karşıtı güçler her dönemde önümüze engeller çıkardılar. Barışçıl yolları denediğimiz her dönemde büyük provakasyonlarla süreçleri kesintiye uğrattılar. Bu kesimlerin dayandığı iki temel güç; para-kapital ve milliyetçiliktir. Araç olarak da büyük sermaye lobilerini ve son dönemlerde de cemaat türü yapıları kullandılar. Halklar arasında henüz görülmemiş hesapların olduğu propagandasıyla sürekli olarak kendilerine zemin oluşturma gayreti içerisinde oldular. Oysa bu topraklarda yaşayan bütün kadim halklar bu toprakların sahibidir ve paylaşamayacakları hiçbir şey yoktur” anlatımında yer alanlardır.
Burada o, ne iyi ki birkaç hafta önce, KCK  bünyesinde islami inançtan olan birisi yerine Dersimli Alevi Kızılbaş Bese Hozat’a söyletilen ve medyada oldukça çok dövülmüş olması nedeniyle, neredeyse herkese gına getiren şu meşhur “Ermeni, Rum lobisi… paralel devlet” vs. gibi bir saçmalığı tekrarlamadığı halde, “Kürt sorununun çözümsüzlüğü”nün günah keçisi olarak gösterilen adreslerden hemen her birinin en doğrudan muhatabı olan “T.C.” devleti iktidarı ve onun Milli İstihbarat Teşkilatı’yla hiç de şeffaf olmayan, tüm dünyanın neredeyse naklen izlediği, neyin alış-verişinin yapılıp, hangi değerlerin, nasıl ve kimlere pazarlandığının bilinmediği “ne idüğü belirsiz” bir ilişkinin taraflarından birisinin sözlerini ciddiye almakta zorlanıyorum doğrusu !…
Bu bağlamda “1071’den 1923’e…” türünden, tarihte salt barbarlıklarıyla hatırlanan Türk soy ve boylarıyla ortak olarak işlenmiş affedilmez suçlar hakkında itiraflarda bulunmuş Öcalan’ın şimdi de “bu topraklarda yaşayan bütün kadim halklar bu toprakların sahibidir ve paylaşamayacakları hiçbir şey yoktur” söylemi başkalarını bilmem ama, bana ne yazık ki inandırıcı gelmiyor. İnandırıcı olabilmesi için ondan “Halep oradaysa Arşın burada” sözüne sadık olarak, Ermeni halkının en yiğit evlâtlarının anavatanları Batı Ermenistan’ın özgürlüğü için eşit olmyan şkoşullarda verdikleri onurlu mücadelenin kanla boğulmasındaki rolü tartışmasız “iki temel güç” ve bu iki temel gücün küle dönüştürdüğü eşsiz bir uygarlığın hemen her metrekaresinde Ermeni insanının alın teri ve emeğiyle yaratılmış tüm değerlerin soykırım sonucunda kimler arasında paylaşıldığı hakkında hiçbir kuşkuya yer bırakmayan “itiraf ve özür” içerikli çok kapsamlı bir açıklamada bulunmasını bekliyorum. Bu yapılmadıktan sonra, hem “Halklar arasında henüz görülmemiş hesapların olduğu” fikri çok doğal olarak varlığını sürdürecek, hem de “bu topraklarda yaşayan bütün kadim halklar bu toprakların sahibidir ve paylaşamayacakları hiçbir şey yoktur” sözlerinin samimiyet derecesi bir soru işareti olarak kalacak ve gerçekle ne kadar ilişkisi olup-olmadığına mesafeli durularak, kuşkuyla yanaşılacaktır.
Arzulanan tarihsel adalete yönelik bir anlatının formüle edildiği “Kürt, Türk, Arap, Fars, Ermeni; hangi halktan olursa olsun, aralarındaki hukuk eşitliğe dayalı kardeşlik hukuku olmak zorundadır. Halklar arasında yaratılan düşmanlık bizim öz kültürümüzün bir parçası olarak kabul görmemelidir. Bunun gelecek nesillerimize sirayet etmesine engel olmak zorundayız. Bu da ancak gerçek bir adalet üzerine inşa edilmiş tarihi bir barışla olur. İşte 2013 Newrozu’nda başlattığımız süreç de ancak bu anlayışla gelişirse kalıcı ve anlamlı olur” söyleminde sadece bu mektupta değil, Abdullah Öcalan’ın belki de tüm yaşamında etmiş olduğu en doğru sözlere, hele hele “Bu da ancak gerçek bir adalet üzerine inşa edilmiş tarihi bir barışla olur” gibi sapına kadar doğru cümlesine rastlayıp manevi bir yeterlilik hissedebilecekken, “2013 Newrozu’nda başlatılan sürece” göndermede bulunarak iyi dileklerini bildirdiği son cümlesi yüzünden yeniden haklı bir kaygıya kapılıyor, rahatsızlık duymaya devam ediyoruz.(*)
A.Öcalan’ın “Ermenilere mektubunun” son bölümünde belirtilen “Halkların gerçek dostu ve Ermeni halkının yiğit evladı Hrant Dink de işte bu kirli zihniyetin temsilcileri tarafından katledilirken, yukarıda izah etmeye çalıştığım aynı amaca hizmet için katledilmiştir. Bu amaçla katledilen son Ermeni de O’dur işte.
Zorlu koşullarıma rağmen sürdürmeye çalıştığım barış arayışının hiçbir halkın zararına ve aleyhine olmayacağı, olamayacağı 30 küsur yıllık mücadelemizin her anında saklıdır zaten. Bizler burada bütün halkların çıkarına amansız bir uğraş verirken bizi boşa çıkartmak için canla başla uğraşan bütün derin, açık, paralel yapılara, lobilere ve cemaat türü yapılara karşı herkesi daha dikkatli olmaya ve objektif bir bakış açısıyla meseleleri ele almaya davet ediyorum.
Politik ahlaki duruşumuz bugüne kadar yolumuzdan şaşmadan yürümemize yardımcı oldu, bundan sonra da aynı ferasetle bütün halklar için mücadele edeceğimden kimsenin kuşkusu olmasın” sözlerinden birçoğu yukarıda mevzu bahis edilen konuların benzeri olup, tekrarlandığından onlardan sadece iki cümlede ifadesini bulan düşüncelerin yarınlarımız için yaşamsal önem arzettiğine parmak basmak istiyor ve bu iki cümlenin halklarımız arasındaki ilişkiler için temel teşkil etmesini umuyor, diliyorum.
Bunlardan ilki Öcalan’ın “sürdürmeye çalıştığı barış arayışının hiçbir halkın zararına ve aleyhine olmayacağı, olamayacağı”, ikincisi ise “herkesi daha dikkatli olmaya ve objektif bir bakış açısıyla meseleleri ele almaya davet etmesidir”.
Onun işte “bu temelde (1.500.000+1=) sevgili Hrant Dink’i(mizi) saygıyla anıp, Ermeni halkı başta olmak üzere bütün halklara ilettiği selamlarını” ben de alıyor ve 2015’e 1 yıl kala onu “Ermeni halkının acısına karşı daha duyarlı olmaya ve meseleleri objektif bir bakış açısıyla ele almaya davet ediyorum.”
Saygılarımla,

Hiç yorum yok: