27 Haziran 2010 Pazar

DEMOKRASİ VE DİPLOMASİ

Ferhan Umruk

Bu iki kavramın birbiriyle olan alakası incelenmeye değer görülüyor. Zira yakın tarihimiz diplomat politikacıların başat rol oynadıkları bir döneme tekabül ediyor. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi genel başkan yardımcılığı görevini üstlenen Onur Öymen yalnızca dış politika ile ilgili olarak değil iç politikada da partinin sözcülüğünü yakın tarihe kadar sürdürerek herhalde en önemlisi Dersim açıklaması olarak nitelendirilecek skandalleriyle demokrat görüşlerden ziyade ırkçı ayrımcı zihniyetin bir temsilcisi olarak temayüz etti.

Etimolojik kökeni itibarıyla bu iki sözcükte Yunanca kaynaklı. Demokrasi sözcüğü Yunanca’da demos’nun halk krasi’nin egemenlik olarak birleşmesinden türeyerek halk egemenliği anlamına geliyor. Diplomasi sözcüğü ise Yunanca di (iki), ploma (katlama) anlamındaki iki kelimenin birleşmesiyle meydana gelmiş, diplomata sözcüğünden türemiştir. Bu da eski Yunan’da yazılı kağıtlar ikiye katlanarak taşındığından "kapatılmış dosyalar" anlamına gelmektedir. Sonuç olarak diplomasi bu sözcükten türeyerek bugünkü anlamıyla uluslararası ilişkileri düzenleyen antlaşmalar bütünü olarak kavranmaktadır.

ŞÜPHECİ VE TUTUCU

Demokrasi ve diplomasinin birbiriyle olan alakası, içerik olarak diğer alanlardan örneğin ekonomi, hukuk, sağlık, maliye, tarım, güvenlik vb. gibi alanların demokrasiyle olan alakalarından ne gibi farklılığı vardır ki, diplomat elitin hem bireysel hem de kollektif çıkışlarında genellikle tutucu refleksler öne çıkmaktadır.

Bu yapısal durumla ilgili Gramsci’nin analizi aydınlatıcı gibi gözüküyor ‘Gerçekten de siyasetteki irade ögesi diplomasiye oranla çok daha büyük bir öneme sahip bulunmaktadır. Diplomasi, farklı devletlerin siyasetlerinin çarpışmasından ileri gelen durumları onaylar ve sürdürmeye eğilim gösterir; ancak mecazi anlamında ya da felsefi gelenek (tüm insan faaliyetleri yaratıcıdır) bakımından yaratıcıdır. Uluslararası ilişkiler, içindeki her tekil Devlet ögesinin gayet sınırlı bir biçimde etkileyebileceği, bir güç dengesiyle ilintilidir... İşte bunun içindir ki diplomat bizzat meslekten ileri gelen yaradılışı dolayısıyla, şüpheciliğe ve tutucu dar görüşlülüğe yönelir.’

Her ne kadar mesleklerle alakalı toptancı değerlendirmeler her zaman hakikate ulaşmaya imkan tanımazsa da ve hatta bazen yerinde bazen de yerli yersiz hükümler tepkilere yol açsa da Marx’ın ‘sosyal bilinci belirleyenin, sosyal çevre olduğu’ tespiti geçerlidir ve geçerliliğini sürdürmektedir. Biraz sonra değineceğim diplomat zümrenin tutuculuğuna ilişkin örneklemeler bu tespite haklılık kazandırırken, kuşkusuz bu mesleğin ayrıksı otları da her zaman yeşerebilmiştir, sadece onlardan birini hatırlatarak hafızayı tazeleyebiliriz. 12 Eylül darbecilerinin hedefi olan Barış Derneği başkanı Mahmut Dikerdem işte o aykırı duruma nezih bir emsaldir.

DİPLOMAT ÖZÜRE KARŞI

Yakın dönemde diplomat tepkisi kollektif olarak iki olay üzerine oldu . Birincisi 2008 sonunda İttihat Terakki hükümetinin aldığı Ermenileri tehcir kararıyla yaşanan büyük kıyımın bir grup aydının girişimiyle bu hakikati dillendirip yaşanmış ‘büyük felaketi’n Ermeni halkı üzerinde yarattığı travmayı paylaşması ve bunun için ‘özür diliyorum’ başlıklı metni imzaya açması karşısında diplomatlardan oluşan bir grubun gösterdiği tepkidir.

Konumuz 1915 soykırım tartışması olmadığından diplomat refleksinin dayandığı zihniyeti sorgulamak bakımından ‘özür diliyorum’ kampanyasına karşı hazırladıkları bildiriden bir bölümü paylaşmak isterim’ Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerde bir yumuşama sürecine girilmesi ve iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi isteniyorsa, bunun yolunun, tek taraflı özür dilenmesi gibi tavizlerden değil, öncelikle taraflar arasındaki sınırların ve toprak bütünlüklerinin tanınmasından, ve mutlaka gerekiyor ise, her iki tarafın tarih boyunca çektikleri acıların karşılıklı olarak paylaşılmasından geçtiğini ...“Aksi takdirde, "özür dilenmesi" gibi tek yönlü bir davranış yersiz ve yanlış olacak, tarih gerçeklerine aykırı düşecek ve ulusal çıkarlarımız açısından vahim sonuçlar doğurabilecektir.’ Bildiri metinlerinin sonuç bölümü olan bu paragrafta diplomatlar, bırakın başka kaynaklardaki sayıları araştırmayı olayın baş müsebbibi olan Talat paşa’nın Murat Bardakçı tarafından yayınlanan evraklarında 1915’lerde bu topraklarda bir milyon beşyüzbine yakın Ermeni nüfustan günümüze neden 50 bin civarında T.C. vatandaşı Ermeni kalabildiğinin sebebini kendilerine sormuşlar mıdır? Yoksa Ermeniler kendiliklerinden mi zürriyetlerini dumura uğratmışlardı? Tarihi gerçekler faslını burada bırakalım daha önemli olan diplomatlarımızın nasıl elinde çekiç olanın her sorunu çivi olarak addetmesi kaçınılmazsa, görülüyor ki onların da ellerinde ‘ulusal çıkar’ çekiç ve her sorun da ulusal çıkara karşı olan bir çividir.

MONŞERLİĞE DE KARŞI
Diplomatların ikinci kollektif tepkileri ise geçtiğimiz günlerde Gazzeye yardım kampanyası yürütenlerin Mavi Marmara gemisi ile yolculuklarının İsrail baskını ile karşılaşması ve 9 kişinin öldürülmesi ile başlayan eksen kayması tartışmaları üzerine emekli diplomatların hükümeti eleştirmeleri üzerine Başbakan Erdoğan’ın onları ‘monşer’ler olarak nitelendirmesine karşı yayınladıkları bildiri oldu. Bu bildirilerinde de şovenizm hamasetini istismarda sınır tanımadan Erdoğan’ı Türk diplomatlarına saldırıda Asala benzeri ama sözlü saldırgan konumuna yerleştirdiler. Bu durumu siyasetin zincirlerinden boşanmış polemik mecrasıyla açıklamak mümkündür. Ancak önemli olan diplomatların bütün meselelerde tutumlarının dayanağını ulusçu saiklerle açıklamalarıdır. Bu bildiride tepkilerini şöyle dile getiriyorlar.’’Ancak Dış Politikada cesaret ve dinamizm, maceraperestlik demek değildir. Tarihi iyi bildiğini iddia edenler, 'Kudüs'te toplu namaz kılmak' gibi maceraperest ve hayalperest ucuz vaatlerin geçmişte ülkemizi hangi badirelere götürdüğünü daima akıllarında tutmalıdır. Böyle bedava kahramanlıkların ceremesinin, masum insanlarımıza canlarıyla ödettirilmesi de ayrı bir üzüntü konusudur. Cumhuriyet döneminin Dışişleri mensupları başka ülke ve odakların eli, kolu, gözü olmaktan hiç bir zaman medet ummamışlar, kendi uluslarının tarihi ve manevi birikiminin ve bu topraklarda asırlardır özgürce yaşamış olmalarının onlara aşıladığı özgüvenlerinden onur duymuşlardır.” Ulus devlet mistifikasyonu zihniyetinin prototipi diplomatlarımızın retorik denemeleri dikkate değer ama eğer hakikati aramak gerekiyorsa, hafızalarımızı bir tazeleyelim derim. Cumhuriyet dönemi diplomasisinin diplomatları bireysel olarak ne yapmışlardır bilemeyiz ama devletin diplomasisinden bahsedeceksek sözü geçen cumhuriyet döneminde Fransa’ya karşı kurtuluş savaşı veren Cezayir halkıyla değil Fransa’nın yanında yer alınmıştır yine ABD’nin yanında ve eli kolu olarak Kore savaşına asker gönderilmesinin ulusal özgüvenle açıklanması mümkün müdür? Bu bakımdan bir diplomat kendini ne kadar bağımsız iradeye ve mistifike ettiği ulusal özgüvene bağlı gurur verici kişilik olarak sunsa bile yukarda sözünü ettiğim devlet diplomasisinin pekte gururlu sayılması mümkün olmayan hattının bir parçası olmak zorunda kalacaktır. Dolayısıyla diplomatın gururu devletin diplomasisinin dudaklarının arasındadır.

Aslında bu son diplomat tepkisi tam da Gramsci’nin dediği gibi onların ‘şüpheci ve tutucu dar görüşlülüklerinden’ kaynaklanıyor, bildiri metnine imza atan diplomatlar hükümetin dış politikada İsrail ittifakını tehlikeye atacak ABD ilişkilerini zedeleyecek bir yola girdiğini düşünerek dehşete kapılıyorlar. Bu endişe de onların bildik dünyalarına bir tehdit gibi geliyor ve statükonun bozulmasına karşı direndiklerini düşünüyorlar. Halbuki bölgede sistem karşıtı her harekete karşı İsrail’le askeri anlaşmalar sapasağlam durmakta, ABD ile işbirliği her alanda süre gitmektedir. Hükümetin statükoyu derinden sarsacak ne niyeti var ne de bunu yapacak gücü.

DİPLOMATLAR VE AÇILIM


Diplomatların kollektif tepkilerini değerlendirdikten sonra bir de onların bireysel olarak politikada oynadıkları role ilişkin yalnızca bir örnekle demokrasiyle diplomatın ulus devlet zihniyetinin dayanılmaz çelişkisini göstermeye çalışacağım. Konu edilecek görüşün sahibi Onur Öymen ve Şükrü Elekdağ gibi diplomat politikacının kaba şovenist figürü olmayacak, onların eleştirisi üzerinden bu yaklaşımı temellendirmek sathi olacaktır. Kanımca, onlar yerine kamuoyunda liberal demokrat bir profil olarak algılanan Özdem Sanberk görüşleriyle bu tartışma için daha yerinde bir diplomat-politika aktörüdür. Özdem Sanberk günümüzün ve yakın dönemin bu topraklarda ki en yakıcı meselesi olan Kürtlerin hak talepleriyle ilgili olarak görüş sunan bir kamuoyu oluşturucusu kimliğiyle öne çıkmış bulunuyor. Onu ana akım medyanın ekranlarında gazete sayfalarında izliyoruz.

Onun Kürt halkı ile ilgili görüşlerini paylaşalım’’ Kürt kökenli yurttaşlarımızın Kürt kimliklerine saygı, Kürtçe özgürlüğü, ayrımcılık, ötekileştirme gibi olumsuz algılamalara maruz kalmama, kent köy adlarının iadesi, eşitlik, iş, aş... talepleri var.... yukarda sayılan haklarına kavuşturulması onların etnik bakımdan Kürt oldukları için değil, Türk vatandaşı olmalarından doğan evrensel eşitlik ve özgürlüklere doğal olarak sahip olmalarından kaynaklanacaktır.’’ Bu söylem kulaklara demokrat bir tını gibi gelirken saklı olarak etnik kimliğe dayalı ulus devletin korunması amacını güdüyor. Kelimelerin diplomatik kullanımı ve tek kimlikli ulus devlet anlayışı kaçınılmaz olarak onun söyleminin çatısını oluşturuyor. Kuşkusuz bu tutum bugün AKP’nin açılım adı altında sürdürüp sorunu süründüren tıkız politikasına destek olmanın ötesinde bir fayda sağlamıyor. Özdem Sanberk ulusçuların temel savlarından bir milim geri adım atmıyor. Kürtçe’ye özgürlük diyor ama ana dilde eğitim konusunda susarak etnik kimlikli ulus devlet barikatını kuruyor, yine Kürt kökenli Türk vatandaşlar kavramını kullanarak Kürt kimliğini Türkleştirme stratejisini onaylıyor. Sonuçta, liberal söylemiyle birlikte bir diplomatın dar görüşlülüğün çemberinden sıyrılamamış hallerine bir kez daha tanık olmuş oluyoruz.

DİPLOMASİNİN SÖNÜMLENMESİ

Diplomasinin kendisi kapitalizmin ulus devletler sisteminin bir ihtiyacı olarak doğdu. Kapitalist sistemin hiyerarşik düzeninin sürdürülebilirliği ve ulus devletlerin dizilişini temin edecek araç olarak diplomasinin rolü günümüz dünyasının her türlü eşitsizliklerini insanlığın zihninde milliyetçi önyargıları kışkırtarak meşrulaştırmaktır. Sistemin yarattığı her ulus devlet, hiyerarşik diziliş içinde sosyal,ulusal ,dinsel eşitsizliklerin iç ve dış politikada süregitmesinin faili olarak gericiliği ayakta tutmaktadır. Bu bakımdan sorunun esas sebebi kuşkusuz diplomatlık mesleği değil bu mesleği yaratan ulus devlet sistemi olmalıdır.

Eğer, bir toplulukta veya karşılıklı diyalogda bir kimse konuyla ilgili gerçeğin kendisini değil de onu örterek ustalıkla gerçek dışı bir söyleme başvurursa ‘bırak diplomasi yapmayı’ denir. Diplomasinin uluslararası yalan söyleme sanatı olduğu yaygın bir kanaattir. Kuşkusuz ulus devlet çıkarlarının temsilcisi olarak rol alan diplomat bu role ister istemez sıvanmış olacaktır. Ulus devlet çıkarlarının insanlığın çıkarlarıyla uzlaşmadığını ilk haykıranlar bir dünya devriminin hayaliyle tarih sahnesine çıkan Ekim Devrimi’nin önderleriydi, gizli diplomasiye son diyerek Çarlık Rusya’sının bütün gizli anlaşmalarını dünyaya açıklayarak, emperyalist pazarlıkları ortaya döktüler.

İşte devrimcilerin bu eylemi , bir dünya cumhuriyetine ulaşıldığında artık diplomasinin de ortadan kalkacağı hakikatlerin dünyasına ulaşacağımız anlamına geliyor. Hakikatin hakim olmadığı zaman da demokrasinin olamayacağını kavramak olmazsa olmaz bir koşuldur tabii ki.

Son olarak, kapitalizme karşı mücadelede bir ülkede ulaşılan zaferin ulus devlet sistemine son verilemediği takdirde o ülkenin de sistemin bir parçası haline dönüşeceği Rus devriminin ve ardından gelen devrimlerin uğradığı trajik akibetle su yüzüne çıkmış bulunuyor.

Sosyalistlerin de devrimin uluslararası niteliğinin kilit önemini kavrayamaması bütün bu tarihsel sürecin şekillenmesinde rol oynamıştır. Örneğin diplomasinin siyaset karşısında dar görüşlülüğünü berrak biçimde saptayan Gramsci de bu durumun doğrudan ulus devlet sorunuyla bağıntısını saptayamamış, stalinist demagojinin rüzgarına kapılarak sürekli devrim teorisinin devrimin uluslarası karakteri konusundaki tezinin karşısında yer almıştır. Gramsci belki de bu tezinin yalnızca kapitalist devlet diplomasilerine ait olmadığını, ulus devlet olarak kaldıkça ‘sosyalist’ ülke devletlerinin diplomasilerinin de aynı dar görüşlülüklerle malul olduğunu, örneğin, Kemalist iktidarı destekleme talimatıyla Türkiye’ye elçi olarak gönderilen Aralov’un hakikatlerden uzak anılarını okuma şansına sahip olabilseydi bu yanılgıya düşmeyebilirdi.

Ferhan Umruk
ferhanumruk@yahoo.com
27.06.2010

Hiç yorum yok: