2 Haziran 2010 Çarşamba

AHLAKSIZLIĞIN AHLAKI

Ahmet Doğançayır
Siyaset dünyasında ahlâk sözcüğünün bol miktarda konuşulduğu bir dönem yaşıyoruz. Bazen bir şeyin adının çok kullanılması, çok bahsedilir olması aslında onun yokluğundandır. Tıpkı siyasette ahlâktan çok bahsedilmesi gibi… Bu yokluğu bir kasetle başlayıp sonlandığını düşündürmeye çalışmakta ahlâksızlığın dik alası. Yaşadığımız düzen herkesin birbirine onurdan, şereften, hayâ ve utançtan bahsettiği ama ortada olmadığı bir düzendir.
Kapitalizmin ahlâkı
Yaşadığımız düzende çokça yaşanan Ahlâksızlık sorunu sadece siyasal alanda karşılaşılan, sadece aslında güvenilmeye değer kurumlarda yer alan görevlilerin yarattığı bir sorun değildir. Siyasal alandaki yolsuzluklar toplumdaki genel ahlâk düşkünlüğünün sadece bir bölümüdür. Toplumun moral seviyesini düşüren olayların nedeni sadece birkaç yoldan çıkmışın varlığı değildir. Elbette güvenilmeye değer kurumlarda yoldan çıkmış kimseler olabilir. Fakat bir toplumda kurumların kendileri de yoldan çıkmış ve bozulmuşsa bu kurumlarda yer alan görevlilerin de bozulmaları, yoldan çıkmaları doğallaşır.
Kapitalist Şirketleşme çatısı altında düzenlenen bir toplumsal yaşam biçiminde ekonomik ilişkiler kişilerin dışında oluşmakta, yöneticiler eskisi kadar kişisel sorumluluk duymamaktadır. İş, savaş, siyaset dünyaları üçlüsüne dayanan bu düzende bireysel vicdan eskisi gibi önemli bir öğe olmaktan çıkmış, ahlâksızlık kurumsallaşmıştır. Sorun sadece şirketlerde, orduda, devlette yöneticilerin yoldan çıkması değildir. Ahlâksızlık askerileşmiş devletin politikasıyla iç, içe girmiş şirketler dünyasının en temel özelliği haline gelmiştir. Kamusal planda ahlâk anlayışının zayıflaması, yüksek maliyetli günah ve suçların artması, kişisel dürüstlüğün azalması gibi sorunlar yapısal ahlâksızlıkla ilgili sorunlardır. Ne zaman ahlâksızlıkla ilgili bir olay duyulsa ‘ bugün de bu çıktı’ denilmekte böylece sorunun tek, tek bireylerin yaptıkları ile ilgili bir sorun olmayıp geniş ve yaygın bir hastalığın göstergesi olduğu teslim edilmektedir. Peki, bütün bu sorunları belirli bir hastalığın görünümleri haline getiren koşullar nelerdir. Önemli sorun budur.
Hastalığın nedenini gizlemek için bugün Kapitalizmin ahlaki eleştirisi yapılarak, ‘’çıkar peşinde koşmayı yaradılışımızın tek amacı haline getirirsek dünyanın altında kalırız. Bugün paylaşmadan ziyade, daha çok benim olsun arzusu, daha çok kazanma hırsı, bencillik, ihtiras daha öne çıkmış durumda. Bunlardan arınmalıyız. ’’ Denilerek burjuva toplumunun mantığı, özel mülkiyetin, Pazar ekonomisinin kişisel servet peşinde koşmanın mantığı ahlaki nedenlere indirgeniyor. İnsan doğasının bir parçası gibi gösteriliyor. Rekabetin yaşaması ve kişisel servet biriktirme eğilimi ve bunun ardında yatan Sosyal ve ekonomik temeller gözden gizleniyor.
Eski günlerden kalma değerler, doğruluk kural ve ölçüler şirketleşme çatısı altında düzenlenmiş bulunan kapitalist toplum yaşamının koşulları karşısında yetersiz kalıyor. Bu yeni düzende kitlelere yeni kurallar yeni değerler sunuluyor. İnsanlar bunları tümden reddediyor denemez. Tersine çokları için anlamlı bulunacak kural ve değerler kalmamıştır. Kitleler bugün öyle bir durumdadır ki ne kabullenecek ne de reddedecek bir şeyler bulabilmektedir. Kapitalist toplumların insanları bugün birey olarak savunmasız, grup olarak da siyasal sorunlara karşı ilgisiz bir yaşam sürdürmektedirler. Bunun nedeni bile toplumdaki bireylerin ilgilenecekleri bir şeylerin bulunamamasıdır.
Her yeni şirket iktidarları, tarım işletmesi toplulukları, işçi sendikaları bürokrasileri ve devlet kuruluşları moral yönden iddialı sözlerle işe başlarlar. ‘’Ne yapılırsa yapılsın hep kamunun yararı için yapılmıştır.’’ Bu tür sloganlarla işe başlayanların gerçek yüzleri açığa çıkınca yeni çıkar çevreleri, yeni çıkar kuruluşları aynı işlere daha yeni sloganlarla başlamak zorunda kalmışlardır. Bu sloganlarda eskiyince daha başkaları bulunmuş ve işler böylece sürüp gitmiştir.
Fakat ekonomik ve askeri bunalımlar kesilmeyince toplumda tereddüt, kuşku ve endişe yayılmaya başlar. İşleri yürütmek için yeni haklılaştırmalar bulmak gerekir. Böyle dönemler Ahlâksızlığın en açık ortaya çıktığı dönemlerdir. Yönetici elitlerin ahlâksızlığının en önemli özelliği bunalımlardan aslında rahatsızlık duymaması ve hatta bunalımlarla karşı karşıya kalmayacak durumda olmasıdır. Bu kesimler tarafından bunalım toplumsal bir sorun sayılmamakta tersine toplumsal sorunlara karşı gösterilen ilgisizliği, kabullenmişliği saklamak için halka karşı bundan yararlanılmaktadır.
Kapitalist toplumun değişmeyen değeri para
Kapitalist toplumda hiç değişmeyen şey paraya ve parayla alınabilecek şeylere verilen değerdir. Toplum hayatında para her şeyin ölçüsü olunca para sahibi kimseler bu parayı ne yolla kazanmış olurlarsa olsunlar toplumda saygı ve statü kazanırlar. Pratik olmak, sağduyulu olmak terimlerinin anlamları değişmiş pratik olmak kişisel çıkarlara hizmet etmek, sağduyulu olmak ise kişinin mali yönden işini bilir hale geldiğinin göstergesi olmuştur. Paranın her şeyin önüne geçtiği bir toplum hayatında diğer toplumsal değerler etkinliklerini yitirmekte, bireyler zengin olmak için insaf ve merhametten çıkacak duruma gelmektedir. ‘’para kazanmayı’’ tek başına başarı ölçüsü sayan, para sahibi olmayanları suçlayacak derecede kötü karşılayan bir toplum yapısında paranın tek mutlak değer durumuna gelmesini önleyecek başkaca bir değer kalmaz. Toplumdaki yolsuzlukların, yiyiciliklerin, rüşvetçiliklerin nedeni zengin olmak, daha çok zengin olmak tutkusunun sonucudur. Bugün eskinin para sahibi olma isteği etkinliğini daha değişik bir biçimde sürdürmektedir. Gerek ekonomik gerekse siyasal kurumların çap olarak küçük ve örgütlenme yönünden de dağınık oldukları dönemden farklı olarak siyasal kurumlarla ekonomik olanakların iç içe girdiği günümüz dünyasında devlet kurumlarında çeşitli görevlere gelenlerin ellerindeki iktidardan yararlanarak kendilerine kişisel çıkarlar sağlamaları kolaylaşmaktadır.
Devlet adamları, devlet görevlileri kesiminde de bu nedenle ahlâksızlık yaygınlaşmıştır. Siyaset adamları para alıyor ve kendilerine maddi çıkarlar sağlıyorsa bu ekonomik güç çevrelerinin siyaset adamlarına rüşvet vermeyi kendi açılarından uygun görmeleri sayesinde olmaktadır. Çünkü ekonomik güç çevreleri de işlerini kolaylaştıracak, kendilerine yardımcı olacak siyaset adamlarına muhtaçtır. Ekonomik güç çevreleri bu tür adamlar bulabiliyorsa bu da siyasetçilerin bu tür işlere dünden razı olmaları sayesindedir. Toplumda statüler ancak ulusal ve uluslar arası çapta büyük hiyerarşiler içinde kazanılmaktadır. Günümüz toplumunda statü gangsterliğe benzer yollarla elde edilmiş olsa da büyük servet ve parayla ilgili bir şey haline gelmiştir. Ayrıca bu statülere sahip kişiler mevkilerin, üyesi oldukları topluluğun saygınlık ve otoritesi ile kendi kişiliklerini özdeşleştirmeye başlarlar. Ulusu, şirketini, orduyu temsil eden kişiler olduklarını düşünmeye başlarlar. Sonra yaptıkları her şey şirket, ordu, ulus adına meşru sayılmaya başlar.
Bu meşruluğu pekiştirmek için devlet yönetiminde siyasal, moral ve askeri sorunlarda açık tartışmalara girilmemektedir. Siyaset adamları ve bunların çevresindeki danışmanları siyasal kararların haklı gösterilmesine çalışmaktan vazgeçmişlerdir. Kamuoyunun görüşlerini oluşturmak için halkla ilişkiler tekniğinden yaralanılmaya başlanmış toplumda demokratik otoritenin yerini güdümleme ve tartışmasız işletilen karar süreçleri almıştır.
Kapitalizmin ahlâkı kader değildir
İşçi kitlelerin büyük bölümü bugün ‘’yukarıdakilerin’’ bu dünyanın hâkimlerinin ahlâksız ve aynı zamanda yeteneksiz olduklarını biliyorlar. Bu durum sosyalist hareketin başarılı olduğu dönemlerde yüksek sesle ifade edilebildiği ve bu konuda bilinçlenmeyi kolaylaştırdığı günlük yaşam deneylerinin sonucudur. Burada kitlelerin burjuva toplumunun temel değerini, yani maddi koşulları düzeltmek ve bununla ‘’tüketim toplumunun’’gereksiz şeylerine sahip olmak için daha fazla para kazanmak çabasını reddetmedikleri gerekçesi gündeme gelebilir. Bu itiraz bir karmaşıklık yaratıyor. Bir kere burjuva toplumunda tüketim mallarını satın alma aracı olarak para belirleyici nitelikte değildir. Bu toplumda belirleyici özellik sermaye birikimi için para kazanma çabasıdır.
Birincisinde para amaç için basit bir araçtır. Hiçbir normal ücretli ödeme aracı para olmadan istenilen mal ve hizmetleri elde etmeye karşı değildir. Özgürce seçebildiği ve sunulan mal ve hizmetlerin kalitesi yüksek oranda olduğu sürece parasız sağlık hizmetlerinden yararlanmaya itirazı olmayacaktır. İkinci ‘’değer’’ ücretlilerin çoğu tarafından ne gerçekleştirildi ne de gerçekleştirildi. Kapitalizmde ancak büyük çoğunluk bu değerden mahrum bırakılırsa, küçük bir azınlık onu gerçekleştirebilir.
Tüketim araçları ve değişim için rekabetin yaşaması, kişisel servet birikimine eğilimin ve bunun ardında yatan sosyal ve ekonomik motivasyonların var olmasına bağlıdır. İnsan doğasının bir parçası olarak gösterilen bu motivasyonlar insanlık tarihinin binlerce yıllık döneminde görülmemiştir. Yakın zamana kadar insanlığın bir bölümünün yaşadığı köy ve kabile topluluklarında yoktu. Ama kâr için üretim artmaya başladığında bu motivasyonlar ortaya çıktı. Yardımlaşma ve dayanışma ilkel toplumlarda geçerliydi ve insanın evrensel karakteri olarak vardı. İşte bu nedenle bencilliğin yerini dayanışmanın alacağından bahsetmek hayal değildir.
Alman ideolojisinde Marx ‘’hâkim sınıfların düşünceleri her çağın hâkim düşünceleridir de; başka bir deyişle, toplumun maddi hâkim gücü aynı zamanda manevi hâkim gücüdür.’’ Diyor. Ama bu baskıya karşı koyan ezilen sınıfların kendi ahlâk kurallarını oluşturmaya engel olamıyor. Bu ahlâk sınıf dayanışması, fedakârlık, elindekini esirgememek gibi öğelere dayanan yeni bir ahlâktır. Bununla beraber, kendi durumlarının yön verdiği bu yeni ahlâk kuralları yanında işçiler, eğitim ve geleneklerle kafalarına yerleştirilmiş olan aile sorunları, kadın erkek ilişkileri, çocuklara karşı davranışlar, hatta din inançları gibi başka ilkelerden de kurtulamazlar. Yeni ahlâk kuralları bu sorunlarla her zaman bağdaşmaz, bu da bunalımlara yol açar. Bütün geleneksel ahlâk kavramlarının tam bir eleştirisi ve büsbütün yeni bir ahlâkın yayılması ancak sınıf çelişkilerinin ortadan kalktığı bir toplumda mümkün olabilir.
Burjuva toplumun mantığı, özel mülkiyetin, Pazar ekonomisinin, Kişisel servet peşinde koşmanın mantığı ve tüm bunların üstünde insanın olduğu her yerde yaratılmaya çalışılan rekabet mekanizmaları bizi tehlikeye doğru sürükleyen dinamiği sürekli besliyor. İmalat zarar verilen doğal kaynaklar göz önüne alınmadan maliyet ne olursa olsun sürüyor. Üreticilerin maddi, ekonomik, politik ve sosyal örgütlenmelerde egemenlik elde etme sorunu artık bir ölüm kalım sorunu haline gelmiştir.
İnsan davranışlarında saldırgan, kendi kendini yok eden eğilimlerin üstün gelmesini engellemek rekabet ve özel çıkarlara yönelik saldırganlık üzerine kurulu kapitalist toplumsal sistemin yıkılmasını gerektirir. Üretici ve tüketiciler özel servet peşinde koşmayı bırakıp dayanışma ve yardımlaşma içinde hareket etmeye başladıklarında sosyalizm devletin koyduğu sınırlardan uzak bir şekilde kendini yeniden üreten bir sosyal sistem olarak var olacaktır. Yalnız ekonomik gelişmenin işbirliği, dayanışma ve bilinçli demokratik kontrolü düzeyinde böyle bir toplum düzeni yakınlaşan felaketlerden uzaklaşabilmeyi sağlar.

Hiç yorum yok: