21 Haziran 2010 Pazartesi

''Isınan'' Küre

Yıldırım Onat

Yerküreye dair “ısınma” sözcüğü iklim değişikliği, doğal felaketlere işaret ediyor. Çevrebilimcilerin yerinde uyarılarına “international community” (uluslararası toplum) hiç kulak vermedi diyemeyiz tabii, ama atmosferin ısınmasının önünü alma konusunda pek de adım atılamadığı aşikâr. Şimdi buna ilaveten ufukta bir başka “ısınma” göründü. Bu sefer devletler arası ilişkiler düzleminde jeo-kültürel vizyonların çarpışacağı yeni döngünün, temposunu bir parça daha artırdığı bu tehlikeli parkur ilgiyi bir kez daha hak ediyor. Şu ürkütücü günler için pek çok şey söylenebilir. Ama tarihin hiçbir uyarı yapmadığını ve bize ders alma fırsatı sunmadığını da kimse iddia edemez.

Öncü sarsıntılar
Bir süredir küresel resimde çeşitli gerilim noktaları zuhur etmişti. Uzakdoğu’da “teknik olarak savaşta” olan Kuzey ile Güney Kore’de savaş retoriğinin frekansı yükselmiş,nükleer silah elde etmesi istenmeyen İran’a dair “diplomasi savaşları” sayfaları doldurmuştu. Hamas kontrolündeki Gazze Şeridi’ne yardım konvoyunda biri ABD vatandaşı 9 Türk’ün İsrail komando baskını sırasında öldürülmesi uzakdoğuya ilaveten yakındoğuda da tansiyonu yükseltti. Bir de 2 bin kişinin öldüğü sanılan Kırgızistan’daki çatışmaları eklememiz gerek. Üslerine ev sahipliği yaptığı o ülkede ABD-Rusya çatışması söz konusu. Bölgede artan operasyonlarla PKK’nin orta yoğunluklu savaş taktiğini yürürlüğe koyarak bunlara cevap vermesiyle keskin söylem iyice arttı.

Bir kısım medya!

Aslında bugün dünyada hegemonya koltuğunda oturan ABD için olmaması gereken gelişmeler yaşanıyor Ortadoğu’da. Örneğin Latin Amerika’nın en büyük bölgesel gücü
Brezilya ile Ortadoğu’nun bölgesel gücü Türkiye nasıl oluyor da İran’a yaptırımlara BM’de “çekimser” bir yana “ret” oyu verebiliyorlar? Nasıl oluyor da, AKP, İsrail’e karşı bu kadar sert bir üslup takınabiliyor? Mesela, nasıl oluyor da AKP, laik El Fetih’i ezerek Gazze’de kontrolü ele geçiren ve “terör” örgütü olarak tanımlanan Hamas’ı destekleyebiliyor? Sonra ne oluyor? 1997’deki muhtırayla “international community”nin alkışladığı TÜSİAD-ordu ittifakının basını “Bak Hamas Kıbrıs’ın Larnaka limanı diyor yani tanıyor o ülkeyi, Türkiye’yi değil Mısır’ı arabulucu görüyor. Bak bak, İran’da dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in torunu, ‘Gazze’de Hamas’a en çok biz yardım ediyoruz, parsayı Türkiye topluyor, bu nasıl iş?’ diye yazmış” türünden haberlerle iktidarı yaylım ateşine tutuyor.

ABD ‘TÜSİAD’la konuştu
AKP’nin Dış İlişkiler’den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik Washington’da ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’la görüşemiyor ama esip gürlüyor: “İsrail darbeyi kışkırtıyor.” Bu arada Clinton’la görüşen TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner diyor ki: “ABD ile ilişkilerimizi düzeltmeliyiz.” ABD’nin AKP heyeti yerine TÜSİAD’ı muhatap kabul etmesi bile tek başına o kadar çok şey söylüyor ki...

Hangi Osmanlı?
ABD, Türkiye’ye baktığında Padişah II. Abdülhamid’den esinlenen ve Osmanlı mirasını öven bir ince ayar dış politika ile iç sorunlara da Tanzimat sonrası Osmanlı’nın bugüne uyarlanmış formüllerle yaklaşmaya çalışan bir iktidar görüyor. İyi ama Osmanlı sadece İspanya’dan kovulan Yahudilere kucak açan, Tanzimat’ı yaşayan ve II. Abdülhamit döneminde “modernleşen” bir imparatorluk değil ki. Aynı zamanda 1529’da ve 1683’te Viyana’yı fethetmeye kalkışan, 1913-1918 arasında hüküm süren İttihat Terakki diktatörlüğü de... Osmanlı İmparatorluğu’nu övmek hangi soruna yapıcı yanıt üretir?

Hegemon kızınca
ABD’nin İsrail’in de yardımıyla Türkiye’ye PKK lideri Abdullah Öcalan’ı da teslim ettiği biliniyor. Keza öncesinde Öcalan’ın iadesi için TÜSİAD-ordu ittifakına Suriye’ye saldırı onayı verdiği de... Ama ne oldu? TÜSİAD-ordu ittifakı 2002’de çöküp de yeni şartlara uyum sağlayan AKP çizgisi iktidara gelince işler değişti. AKP, 28 Şubatçıları içeri alınca, Osmanlı mirasına da sahip çıktığını ilan edince bu kez ABD ve İsrail’le zıtlaşma dinamiği söz konusu oldu. Sonuçta ABD resmi şöyle yorumlayacak: “Benim hegemonyamı tehdit eden güçler var. Bunlar Çin-Rusya sonra da İran ile Kuzey Kore ve güçleri daha sınırlı olan Venezuela gibi aktörler... Eğer Türkiye’deki hükümet benim İran politikama karşı duruyorsa, o zaman benim çıkarlarıma aykırı hareket ediyor demektir.” ABD, uranyum takası bildirisi sonrası ani tepkiyle BM Güvenlik Konseyi’nde yaptırım kararını çıkarttığında Ankara’ya gösterdiği tepki netti.

Kutunun içi
Madem AKP hükümeti, kapsamlı demokratikleşme yerine Osmanlı deneyimini övüyor, o zaman cüretkâr analiz yapmanın yeridir. Bugünün dünyasını, geçirdiği sistemik-
tarihsel dinamikler açısından 1898-1918 arasında döneme benzettiğim için burada Osmanlı İmparatorluğu’na eğilmek gerek. 1898 Almanya’nın deniz gücü kurarak İngiltere’yle savaş kararı verdiği, 1918 de yenildiği yıldır. II. Abdülhamid Alman İmparatorluğu’yla 1890’larda ve 1900’lerin başında temasa geçmişti. Kendisini, açtığı Batı modeli okullarda yetişen askerleri devirdi. Almanya sıradan bir ülke değildi ve Pandora’nın Kutusu bir kez açılmıştı. Kapitalist-demokrasiye karşı otokrasinin lideriydi.

Doğu-Batı
Berlin, hegemonik güç İngiltere’yle ve onun yerini almaya hazırlanan ABD’yle savaşı göze almıştı. Sonra ne oldu? Osmanlı’da 1908 ruhunun radikal sağcı unsurları 1913’te
ülkeyi Almanya safında savaşa sürmek için darbe yaptı. 1908-1913 arasında da “Batı demokrasileriyle yan yana mı duralım yoksa Almanya’ya mı yaklaşalım” tartışmaları
yoğundu. Bugün AKP de aslında pek de tekin olmayan bir kapıyı araladı. İki bölgesel otokratik güçle yani İran ve Suriye’yle yakınlaştı. Zaten Suriye, SSCB’nin
dağılmasından sonra 10 yıl boyunca Öcalan’a sırf Türkiye-İsrail ittifakı yüzünden destek sunmuştu. Şimdi bu ittifak berheva oldu. Rusya’yla da ilişkiler gelişiyor. AKP, İsrail’e açıktan, ABD’ye yönelik de zımnen karşıt bir söylem dillendiriyor. İçerde 1900’lerin Ermeni sorunuyla paralellik kurulabilecek etnik bir problem de mevcut. Bu tabloda bir de Ergenekon’da hangi eğilimin kısa-orta vadede güç kazanacağına bakmak gerekiyor.

Ergenekon da var
Yarın AKP, II. Abdülhamid’in kaderini -ister seçim yoluyla ister darbe yoluyla- paylaşırsa, yerine geçecek güç mevcut şartlarda Ergenekon’a yakın unsurlar koalisyonu
olacağı için bu nokta önemli. Neo-İttihatçı Ergenekon hareketinde temel olarak iki eğilim vardı. Bunların ilki ve muhtemelen de daha güçlü olanı “AKP’yi devirelim ama ABD-AB ve NATO kampında mutlak surette kalalım” görüşünü savunuyordu. Diğeri ise açıkça kamp değiştirilmesini öneriyor, Çin-Rusya-İran eksenine yaklaşılmasını
savunuyordu. Şimdi iç dinamikler açısından Kürt sorununda yeni bir döneme girildi ve sıradan insanlar bu süreci maalesef yapıcı olmayan köktenci bakış açılarıyla ele alacak.
Ekonomik krizin kuşattığı AB, Türkiye’yle ilgilenemez. ABD de AKP’yi önce iknaya çalışacak, olmuyorsa işbirliği için Ergenekon’daki Çin-Rusya karşıtı aktörlere yönelecek.
Ama çeşitli iç ve dış dinamikler yüzünden Washington’ın Türk kamuoyundaki imajı daha da zedelenecek. Sorular yeni soruları doğuruyor ve bunlara yapıcı cevaplar
bulunamazsa yıkıcı yanıtlar hazır.

Hiç yorum yok: