6 Haziran 2011 Pazartesi

Kılıçdaroğlu’nun CHP’si Nereye Değişiyor?

Ahmet Doğançayır


CHP Nedir?

Türkiye burjuva siyasetinde önemli bir rol oynayan CHP’yi tarif etmek pek kolay değil. Partinin üyeleri de, tabanı da bu karışıklığı barındırmaktadır. Kimilerine göre solcu, devrimci, kimilerine göre sosyal demokrat, kimilerine göre Atatürkçü vb. Yaygın eğilim ise sosyal demokrat bir parti olarak kabul etmektir. Sosyal demokrat partilerin üye olduğu sosyalist enternasyonal üyesi olsa da  siyasetteki politik duruş alışı nedeniyle sosyalist enternasyonalce de eleştirilmektedir.


Türkiye sosyalist hareketi CHP ve benzeri partileri haklı olarak burjuva partileri olarak niteliyor. Ancak bu partilerle arasındaki ayrım çizgilerini koyarken bu tanıma uygun olarak davranmadı. CHP’ye yönelik politik tutumlarda savrulmalar yaşandı. Bu durum zaman zaman tekrarlanır oldu. CHP’yi ve onun geleneğini karşı devrimin merkezi olarak niteleyen çeşitli akımlar farklı dönemlerde aynı partiyi dışarıdan desteklemeyi hatta içinde çalışmayı kendi açılarından bir tutarsızlık olarak görmediler. CHP içinde yaşanan Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olmasıyla başlayan ‘’değişim umutlarının’’ ortaya çıkmasıyla geçmişte yaşananlara benzer tavırlar ortaya çıkabilecektir.

CHP ve Sosyal Demokrasi

CHP’nin bir sosyal demokrat partiye dönüşmesini isteyenlerin, ilk akla getirmesi gereken konu “sosyal demokrasi” kavramının ne olup olmadığıdır. Önceleri liberal demokrasiye alternatif olarak, komünist ve sosyalist işçi partilerini bünyesinde barındıran bir içerikteydi. Sonraları özellikle de II. Enternasyonalde yaşanan bölünmenin ardından sosyal demokrasi, sosyalizme devrim değil reformlar yoluyla, barışçı bir geçişi savunan bir programa sahip oldu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyal demokrasi sosyalizm hedefini bir kenara bırakarak, kapitalizmi daha insani kılmayı hedefleyen, bir programa sahip oldu. Kapitalizmin 1970’lerde başlayan yapısal krizi boyunca, sosyal demokrasi sahip olduğu bu programı da terk ederek, serbest piyasacı, küreselleşmeci, işçi sınıfından da giderek uzaklaşan bir akıma dönüştü.

Türkiye de ise ne CHP ne de DSP hiçbir zaman işçi partisi olmamıştır. CHP’nin geleneğini “halkçı” olarak nitelemek zordur. Ecevit CHP’sinin emekçi ve devrimci hareketin yükselişini engellemeyi de hedefleyen 1973 çıkışı onu popülizme yaklaştırdıysa da dünya ekonomik krizi böyle bir gelişmenin önünü kolaylıkla tıkamıştır. Dolayısıyla CHP olsun DSP olsun sonuç olarak bu partiler soy burjuva partileridir.

CHP ve Kuruluş İdeolojisi

CHP TC devletini kuran, bu devletin günümüze kadar sürdürülen ana politikalarını belirleyen partidir. Kurucu kadrosu kendisini “memleketin asli sahibi’’ sayan asker sivil bürokrasi ile devletle ilişkilerine dayanarak –çoğu azınlıklardan kalan- mülklere el koymuş eşraf zümresidir. CHP’nin parti olarak omurgasını oluşturan ve devleti dolaysız destekleyen toplum kesimleri de bunlardır. Ekonomik politika anlamında değil, asıl olarak ‘’Cumhuriyetin‘’ üzerine inşa edildiği ‘’laiklik, anti-komünizm ve Kürt ulusunun varlığını ret gibi üç ana devlet politikasını varlık nedenleri gereği destekledikleri, güçlü ve müdahale alanı sınırsız bir devlet aygıtından yana oldukları için de ‘’devletçi’’dirler.

1970 öncesi CHP sinden farklı olarak bugünün CHP sinin devletçiliği kendisini sahibi, oluşturucusu hiç değilse etkileyicisi gibi görmeyip daha ziyade tebaası yerine koyduğu bir devlete uyarlı görünme çabasını anlatan bir ‘’devletçiliktir’’ bu. O nedenle TÜSİAD gibi sermaye örgütleriyle diyalog araması ‘’devletçiliğe’’ve bu ‘’devletçilikle’’ bağlantılı ‘’solculuğa’’ da asla aykırı değildir. Bu nedenle CHP iktidarı sermaye açısından ancak ödemek zorunda kalınan bedel, katlanılması ve geçilmesi gereken dönem olabilirdi ancak.

CHP, geleneksel kadroların gözünde kendini hem halk hem devlet olarak gören bir partidir. CHP geleneksel kadroları açısından demokrasinin laiklik ve cumhuriyetin olmazsa olmaz tamamlayıcısı olduğunu kâğıt üzerinde kabul edilse de, "Türkiye'nin özel koşulları nedeniyle" demokrasinin bu ülkede cumhuriyet için büyük bir tehlike oluşturabileceğini düşünenlerin de partisidir. CHP de temsil edilen orta sınıf kesimlerinin ise ‘’demokrasiye’’ karşı olduğu elbette söylenemez. Ama bu kesimler için ‘’demokrasi’’kadar, hatta daha da fazla ‘’istikrarın’’ dengelerin korunması önemlidir. İstikrar ve dengelerin koruyucusu ise devlettir.

CHP’nin önde gelenleri, emekten yana görünmekle birlikte, her zaman emeğin haklarının devletin çıkarlarına feda edilebileceğini doğal bir olgu olarak kabul ederler. CHP merkez eğilimi emekçi halk kesimlerinin hangi biçimde olursa olsun partide ağırlık kazanmalarından ciddi bir biçimde ürkmekte, bunu asla istememekle birlikte onları oy deposu olarak tutmayı da o denli istemekte, hatta bunu gerekli bile görmektedir.

CHP neden değişiyor?

Güncelde çok dillendirilmeyen yüksek işsizliğin kronikleşmesi, borç stokunun büyümesi ve gelir dağılımının olağanüstü bozulması gibi olgular AKP’nin hükümetini yerinden edebilecek önemli bir faktör olarak iş görebilir. Sol bir alternatifin bulunmadığı koşullarda, işsizlik tehdidini enselerinde hisseden eğitimli, emek sahibi kesimler dâhil işçi emekçi kitlelerini ister istemez harekete geçirecek böyle bir durumda bu hareketlenmenin yine bir orta sınıf iktidarı kanadına yönlendirilmesinin planları yapılıyor. Bu kanalın sol laflarla süslenmiş bir CHP olduğu görülüyor. Rejimin meşruiyeti ve krizin olumsuz etkileri sermaye kesimleri açısından değişim ve dönüşümleri az çatışmalı ve yumuşak bir biçimde gerçekleşmesini arzu ettiği bir dönemi yaşıyoruz. Bu durumda AKP’nin karşısına CHP’nin güçlenerek çıkması çatışmaların artmasını değil zayıflamasını sağlayacaktır. Oy tabanları açısından orta sınıflara dayanan bu iki partinin tek başına iktidar olacağı oy oranına ulaşamayacağı bir durum gerçekleşirse önümüzdeki seçimler bir AKP- CHP koalisyonu çıkaracaktır. Bu durum sermaye sahibi sınıfların çıkarları için arzu edilen bir durum olarak görülüyor ve hesaplar buna göre yapılıyor. Böylece toplumun büyük kesiminin gözünde sistemin meşruiyetinin yeniden tesisi mümkün olacaktır. Krizin ortaya çıkardığı şeylerden biri de neo-liberallerin ‘’ulus devletlerin aşıldığı’’ tezinin yerine devlete olan ihtiyacın yeniden öne çıkmasıdır. CHP de bu türden bir politikanın uygulanmasında burjuvazinin önemli bir siyasi aktörü olacak gibi görülüyor.

Türkiye’de AKP iktidarıyla birlikte, bu parti iktidarda kalsa da yerini bir başkası alsa da kurumsal mekanizmalarını takviye ve sağlamlaştırma durumunda olan burjuva iktidar düzenini şekillendiren T.C. devleti AB ve ABD’nin büyük genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nde üzerine düşen rolü benimsediği anlamına da gelecektir. AB ve ABD’nin dış desteği ile takviye edilecek bu süreç Türk Devleti’ni kendi sınırları dışında çok daha ‘’aktif ‘’kılacaktır. Türk-İslam sentezi, Arap birliği, Türk birliği, İslam birliği, İslam ülkeleri konferansı teşkilatı, gibi eski projelerin yanına yeni projeler ilave ediliyor. Genişletilmiş BOP’ u ekseninde bu yeni söylemlerin uygunluk taşıdığı anda gündeme indirilmesi önem taşımaktadır. ABD’nin BOP ayağında özellikle Irak’ta uğradığı büyük askeri yenilginin sonucunda bölge ülkelerine dayanma ve işlerin bir kısmını onlara havale etme manevralarının öncesinde öne sürüldüğünü görürüz. Zira Amerikan yenilgisi açığa çıkınca Amerika birçok işini işbirlikçi bölge ülkelerine yükleyecek ki Irak ta ki başarısızlığının ve yenilgisinin üstü örtülsün. Irak’tan askeri varlığının büyük bir kısmını rahatlıkla geri çekebilsin. Amerika işbirlikçi devlet ve yöneticilerine dayanarak enerji kaynaklarını sömürmeye devam etsin.

ABD’nin ve emperyalizm’in dünya siyasetine uygun olarak Türkiye ayağında ‘’Başkanlık sistemi’’ projesi uygulamaya adım, adım koyuluyor. Orta Doğu petrolünü sömürmek için mızrak olarak kullanılan İsrail den sonra Türkiye gerek Orta Doğuda gerekse Kafkaslar ve Orta Asya da projenin odak noktasına oturmaktadır. Türkiye’yi ‘’Başkanlık sisteminin’’ emperyalizmin çıkarları doğrultusunda uygulama merkezi haline getirmektedir.

Her ne kadar ‘’Başkanlık sistemi’’ Türkiye’nin mevcut sisteminin her tıkanışında gündeme getirildiyse de bugüne kadar koşullar uygun olmadığından askıda kalmıştı. Ancak şimdi İslamcı burjuvazi tarafından iktidar, meclis başkanlığı, kurumlar ve cumhurbaşkanlığı gibi kilit noktaların adım, adım ele geçirilmiş olması bu konunun şimdiye kadar gerçekleştirilme imkânı bulunamadığı kadar yakınlaşmıştır. Çatışmalar yaşansa bile belirli kurumlar ve partilerin itibar kaybettiği, ciddi bir muhalefetin olmazsa bunun yolu açılmıştır. Başkanlık sisteminin altyapısını hazırlayanların, buna dayanak olan fikirlerinin pazarlaması uzun yıllardır yapılıyor. Başkanlık Sistemine Türkiye’de Turgut Özal ile geçilmek istenmişti. Bugün yeniden AKP İktidarı Başkanlık sisteminin Türkiye’de gerçekleştirilmesini istemektedir.



CHP de değişen ne?

Baykal’ın bir olasılılık olarak geri gelmesinin önü kesildi. Bütün dikkatler Kılıçdaroğlu’na yönlendirildi. Verilen mesaj çok açıktı: “Kılıçdaroğlu gelirse, birleştirici görevini oynayarak bütün ‘sosyal demokratları’ bir araya getirecek ve CHP iktidar olma şansını yakalayacaktır.” Bu psikolojik yönlendirmenin etkisi hemen görüldü. Yıllar önce kopmuş birçok sol liberal ve CHP ile yollarını ayırmış eskiler yeniden CHP’ye yöneldi. Kılıçdaroğlu, aday olduğu andan itibaren CHP’nin ‘katı devletçi politikaları terk ederek, liberal politikalara yöneleceğinin’ mesajını çok açıkça verdi. Bunun bir başka anlamı da, klasik Kemalist çizginin aşamalı olarak revize edileceği anlamına geliyor. Kılıçdaroğlu’nun devlet partisinin başına getirilmesi, Kürtlerin tasfiyesini, sermayenin ihtiyaçlarına göre gerçekleştirmek, Alevileri bütünlüklü olarak sisteme dâhil etmek, orta vadede gelişme eğilimi içinde olan devrimci sosyalist hareketi yeniden izole etmektir. Alevilerin çok önemli bir kesiminin CHP’ye yöneleceğine dair önemli veriler var. Bu gün, acaba CHP pek çok kişinin özlediği ve istediği gibi demokrat, özgürlükçü ve sosyal adaletçi bir parti mi olacak, yoksa bütün değişim sinyallerine rağmen mevcut kadro yapısının yetersizliği ve tarihsel şartlanmışlığın kurbanı mı olacak soruları öne çıkmaya başlıyor. Bilindiği gibi Baykal CHP’si yaklaşık on yıldır dar bürokratik zümrenin organik partisi rolünü üstlenmişti. Baykal’ın en büyük başarısı batılılaşmış, eğitimli orta ve üst sınıflar ile CHP ye bağlılığını sürdüren memur ve sendikalı işçilerden oluşan geniş bir koalisyonun çıkarlarını ordu-yargı bürokrasisinin çıkarlarıyla örtüştürmesiydi. Bugün CHP’nin sözünü ettiğimiz kesimlerin çıkarlarını 70lerde yapmayı başardığı gibi geniş halk yığınlarının, kent yoksullarının, köylülerin ve Kürtlerin çıkarlarıyla ilişkilendirilmesi için her şeyden önce bir vitrin ve yönetici kadro değişiminin ötesinde CHP vizyonunda ve bununla birlikte örgüt yapısında gerçekleşebilecek köklü bir değişimi gerekli kılıyor. Oysa yapılan, daha çok tepe kadrolarda yaşanan bir değişimle birlikte CHP’nin eski stratejisinde ki iflasın kabulü ve yeni bir stratejinin oluşturulmaya çalışılmasıdır. Kılıçdaroğlunun CHP’nin Baykal döneminde iflas ettiği defalarca kanıtlanan stratejiyi kısmi olarak yumuşatmak işine soyunduğu söylenebilir. Statüko koruyuculuğunu bırakıp demokratikleşme ve değişim konusunda tavırlar almayı, bu şekilde AKP’yi sıkıştırmayı hedefleyen ancak bu yolla farklı toplum kesimlerinden oy alabileceğine inanan bir stratejiye doğru yelken açmışa benziyor.

Sermaye, Kılıçdaroğlu CHP’sine destek verme kararı alırken, aynı zamanda AKP iktidarı ile bir denge kurma, dahası güçlü bir yedek oluşturma politikası hedefliyor. CHP’nin ne düzeyde başarılı olacağını şimdiden kestirmek zordur. Ne ABD-AB, ne de emperyalist sermaye AKP’den henüz desteğini çekmiş değil. Ciddi uyarılar yapılıyor. Sonuçları da henüz netleşmiş değil.

Kılıçdaroğlu umut olabilecek mi?

Kılıçdaroğlu'nun söylemine bakınca, bir şeyin değişeceğini umut etmek pek mümkün değil. Onu aday olmaya cesaretlendiren geleneksel ekibin partide hala etkinliğini koruyor olması durumu daha da netleştiriyor. Kılıçdaroğlu binlerce kişinin öldüğü ülkede, hâlâ Kürt sorununu açıktan dile getirme cesaretini göstermiyor. Bu anlamda Baykal'ın ötesinde değil. Kürt ve Alevi olmasına rağmen, rejimin disipline etmiş olduğu pek çok Kürt ve Alevi'den biri görüntüsünü veriyor. Yine de Kılıçdaroğlu'nun kendine ve listesine rağmen sınırları belirlenmiş bir değişim olabilir. CHP'de ve Türkiye'deki devlet siyasetinde, Deniz Baykal'ın aradan çekilmesinin bir dizi değişimi başlatma ihtimali var. Artık Kürt sorununun ciddi, ciddi tartışıldığı, emekli generaller tarafından bile ifade edildiği, yolsuzluk ve yoksulluğun çok ciddi sorun haline geldiği, CHP'nin temel oy potansiyeli olan Aleviler nezdinde sorgulandığı bir ortamdayız. Sosyal demokrat çevreden insanlar da dâhil olmak üzere geniş kesimlerin, sendikal kurumların CHP'ye yönelmesi mümkün. Gelecek günlerde oy oranı gerçek anlamda sıçramış, bir CHP'yle karşılaşırsak şaşırmayalım. Sol siyasette farklı bir arayışın kitleselleşmesi pek mümkün görünmüyor. Seçim süreci de dâhil olmak üzere Kılıçdaroğlu'nun umut olma ihtimaliyle karşı karşıyayız. Ancak sonucu, işçi hareketinin, Kürt hareketinin yaratacağı etki, bölgesel ilişkiler ve emperyalist sistemin çıkarları belirleyecektir. Sermaye hali hazır da ki krizden çıkabilmek için emekçi kitlelerin direnişini kırmak, yaşam ve örgütlenme düzeylerini önemli ölçüde geriletmek ve onların aşırı sömürülmesini gerçekleştirmek gerektiğini biliyor. Türkiye de bunun için rekabetin yarattığı maliyeti işçi sınıfına ve emekçi kitlelere yıkmanın yolları yaratılıyor. Bu sürecin dünyada hüküm süren neo-liberal sistemin getirdiği emek gücünün örgütlenme düzeyindeki dönüşüm politikaları ile bağlantılı olduğunu görmek gerekiyor. AKP hükümeti emek gücünün direnişini kırmak için çok daha yaratıcı formüller geliştirebildiği için bugün iktidarını sürdürmekte ve diğer yönetici sınıfların desteğini almaktadır. Taraflar bir tek politikada uzlaşıyorlar.’Emek gücünün ucuzlaştırılması’. Kılıçdaroğlu CHP sinin de ‘’halkçı’’ imajın altında dünyada ki bütün sosyal demokrat parti ve hükümetler gibi bu politikalarla bir sorunu olmadığı görülüyor. Uygulanan yalnızca ucuz popülizmle, demokrasi ve özgürlükler konusunda tutarsız bir siyaset esnaflığını bütünleştiren bir stratejidir.

Koşullar ‘’nesnel olarak’’ bir iyileşmenin garantisi değildir. Kolay, kolay derlenip toparlanma imkânı gözükmeyen sosyalist hareket bir gedik açıp, sonrası için güç biriktirmek için şimdiden ne yapılacağı konusunda kesin bir görüş sahibi olmalıdır. Hedef uluslar arası kapitalist sistemin saldırılarına karşı soyut anti-emperyalist odak yaratmak yerine, emekçilerin ezilenlerin somut çıkarları etrafında anti-kapitalist yönelişli bir hareket yaratmak olmalıdır. Bunun için sosyalist hareket kendi gerçekliği ile yüzleşmekten kaçınmamalı, gücünü, emekçilerle ilişkisinin neredeyse olmadığını görerek uzun vadeli bir inşa perspektifine sahip olmalıdır. Bu gerçeklik sorun edilmeyecek ise yani bunun aşılabilir bir sorun olarak imkânlarının araştırılmasına yoğunlaşılmayacaksa CHP’nin ekonomik yoksunluklara dair daha kolay, daha az bedel talep eden tekliflerinin bile kendi sosyalizmlerine tercih edilmesine katlanarak, dişlerini sıkarak o ve benzeri rakiplerinin tümünün iflas edeceği o büyük kriz anını beklemekten başka çare yok demektir.

Hiç yorum yok: