27 Mayıs 2011 Cuma

Korku Duvarını Aşan Kürtler…

Ahmet Doğançayır


Şırnak da 12-13-14 Mayıs gecelerinde sınır hattında yürütülen operasyonlarda 12 PKK’linin öldürülmesinin ardından ilan edilen yas ve 8 cenazenin alınması için sarf edilen çaba Kürt halkı açısından yeni bir döneme girildiğinin habercisi. Bir çağrı üzerine kepenkler iniyor, kontaklar kapanıyor, okullar boykot ediliyor. Seferber olan kitleler her türlü fiziki şiddete rağmen geri adım atmıyor. Gaz yiyor, cop yiyor hatta yaralanıp ölüyor ama ortak hareket etme noktasında rotasını değiştirmiyor. Sınır hattında kan ve barut kokan tepelere tırmanıyor, mevzilenmiş askerlerle karşı karşıya geliyor. ‘’Cenazeleri almadan gitmeyiz’’ diyerek geceyi ateş yakarak, battaniyelere sarılarak geçiriyor. Arazi taraması yaparak Bilican’da üç, Ortaköy’de bir cenazeye ulaşıyor alıp getiriyor.
 Diyarbakır belediye başkanı Osman Baydemir var olan durumu şöyle ifade ediyor:’’üç kuşak aynı duyguyu yaşıyor ve üç kuşakta ölümden korkmuyor. Ölüm korkusu yok olmuş mayın üzerine yürüyorlar evladını ne pahasına olursa olsun çıkarıp getiriyor. İnanılmaz bir dayanışma ve birlik duygusu var ama bununla birlikte inanılmaz bir yalnızlığı da yaşıyorlar. Bir yandan ölmekten korkmayan, öte yandan öldürmekten çekinmeyen insanlar var.’’

Medyanın olup biteni haberleştirmesindeki çabalara rağmen, iddia edilenin aksine şehirlerde çatışan, Molotof kokteyli ve havai fişek atan kesimlerin çoğunluğunun genç olsa da Kürt imamların kıldırdığı Cuma namazlarında ya da ölen PKK’lilerin cenaze törenlerine katılanlara bakıldığında ‘’kandırılma’’ yaşını çoktan geçmiş kadın ve erkeklerin bulunduğu görülüyor. Bütün bu gelişmeler Kürt halkının korku duvarını aştığını, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da sokakların rejimlerin kaderini belirlediği bir konjonktürde dağdan kopan ateşin şehirleri ve tüm Türkiye’yi sarma ihtimali şimdi egemenleri korkutuyor.

Bir topluluğun, bir halkın iç yaşamının en çarpıcı özelliklerinden biri zulme uğramış olma duygusudur. Bu duygu bir kez ve sonsuza dek düşman ilan ettiği yönetimlere yönelttiği kendine özgü bir öfke ve sinirliliktir. Bu düşmanlar sert ve yumuşak keskin ya da ılımlı olabilirler. Onlar için ne yaparlarsa yapsınlar yaptıkları her şeyin değişmez bir art niyetten, açık veya sinsi bir biçimde yok etmeye yönelik kasıtlı bir niyetten kaynaklandığı yorumu yapılacaktır. Topluluklar büyüdüğünü hissettiği sürece bu büyümeye karşı duran her şeyi kısıtlayıcı bir şey olarak görür. Birkaç ‘’kurdun’’ ‘’kuzulara’’ saldırması bilinen bir durumdur. Artık çok sayıda ‘’kuzunun’’ ‘’kurtlara’’ saldırmasının zamanı gelmiştir. ‘’Kuzuların’’ etyemez olduğu doğrudur ama devrimler dönüşüm zamanlarıdır onca zaman savunmasız olanlar aniden dişlerini göstermeye başlar.

‘’İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar ama bunu sırf kendi keyiflerine göre yapmazlar. Bunu kendileri tarafından seçilen durumlarda değil de tamamen geçmişten gelen geçmişin belirlediği koşullar altında yaparlar. Tüm ölü kuşakların geleneği yaşayanların beynine bir kâbus gibi çöker. Tam kendilerini ve eşyaları tamamen değiştirme görünümünde olduklarında o zamana dek var olmamış bir şeyler yarattıklarında işte tam böyle ihtilâlcı kriz dönemlerinde telaş içinde geçmişin ruhlarını hizmetlerine çağırırlar. Dünya tarihinin bu yeni perdesini tarihin şereflendirdiği bir kılıkta ve ödünç alınmış bir dille sunmak için onlardan isimler, savaş naraları ve kostümler dilenirler. Tıpkı yeni bir dil öğrenmeye başlayan birinin öğrendiklerini her zaman ana diline tercüme ettiği, ama bu yeni dilin ruhuna tamamen vakıf birinin ancak eskisini hatırlamadığında ve yeni dili kullanacağı sırada kendi dilini unuttuğu takdirde düşüncelerini açıkça anlatabildiği gibi.’’( K.Marks Louis Bonaparte 18.Brumaire Köz yayınları S.13 )

Kürtler de bugün hayatta kalmak için başlarına yıkılan eski yaşamlarının üzerine yepyeni bir yaşam kuruyor. Bu yeni yaşam yepyeni ilişkiler ağı, bir kültürde doğuruyor. Bu kültür zaten politik olan hayatlarında kimi politik şekillenmeler ile birleşince ortaya alternatif bir yaşam tarzı çıkıyor ve bu süreç bir zorunluluk sonucu gelişiyor. Bir yoksunluk yaşandığında ve devlet kendi kurumlarıyla bu yoksullaştırdığı insanları bir de onursuzlaştırmaya çalışınca bir şey yapma fikrinin oluşması ve korku duvarının aşılması çok da şaşılacak bir şey değil. Aynı şeyleri yaşamamak için yepyeni model kuruyor Kürtler. Kendi yöntemlerini, kendi mekanizmalarını kadın ve çocukları için kuruyorlar. Eksikliği yok mu bunların var hem de çok fazla. Ancak atılan adımlar yaşadığı sorunlara kendi başına çözüm üretmeye çalışan bir halk için, otuz yıllık bir savaşın sonuçlarını yaşayan bir halk için gayet anlaşılır bir şeydir.

Sınıfsal güçlerin şu an içinde bulunduğumuz dönemde oluşturduğu güçler dengesine bakacak olursak Türk milliyetçiliğinin gerici ve emperyalist bir faktör, Kürt milliyetçiliğinin ise devrimci ve ilerici bir faktör olduğunu görürüz. Bu olgunun önemini anlamayan, onu hiçe sayan, sahiplenmeyen tam tersine ifade edilen taleplerin taşıdığı önemi hasıraltı edenler egemen Türk burjuvazisinin bilinçsiz payandası olma ve devrimin kaybedilmesinin aracı olacaklardır. Peki, küçük burjuva ulusal heyecanlar Türk proletaryasını ulusal sorunlar konusunda bölünme tehlikesiyle karşı karşıya bırakır mı? Evet, böyle bir tehlike vardır. Ancak bu tehlikeye karşı izlenecek yol ezen ulus burjuvazisinin yaptıklarını bıkıp usanmadan teşhir ederek, ezilen ulusun proletaryasının güvenini kazanmak olmalıdır. İzlenecek başka herhangi bir politika ezilen ulus devrimci demokrat milliyetçiliğinin karşısına çıkarılan gerici milliyetçiliğin desteklenmesi anlamına gelecektir.

‘’ Tarihte çok kere yaşandığı gibi burjuva toplum pek cesur olmamasına rağmen kahramanlığı, fedakârlığı, terörü, iç savaşı ve halk mücadelelerini kendini oluşturmak için kullanır. İvmelenmiş bir hareket gücüne sahip olduğunu hayal eden halk kendini aniden ölü bir çağa gönderilmiş bulur. Bu yoldan sapılmaması için antika bilgilere konu olmuş eski tarihler, eski isimler ve eski emirler ve uzun zamandan beri çürümüş gibi görünen eski yasaların köleleri tekrar hortlar. ‘’Onun için devrimlerde ölülerin diriltilmesi, eskinin taklit edilmesine değil, yeni mücadelelerin yükseltilmesi amacına, gerçekteki çözümden kaçışa değil hayalde verilen görevlerin büyütülmesine, hayaletlerin tekrar yaşatılmasına değil ihtilal ruhunun ayakta tutulmasına gerek vardır.’’(a.g.e). Kürt ulusal hareketi içinde ki burjuva eğilimler TC hükümetlerinin Kürt ve Türk halklarına karşı oynanan oyunlarda kullanılan kukla görünümünde iken, işçi ve köylüler arasındaki eğilimler sosyal isyanın bir belirtisidir. Bu iki eğilim arasındaki fark net bir şekilde ortaya konmalıdır. Bu iki çizginin belirlenmesi sürecinde ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ayrılma hakkı da dâhil olarak algılanır. Tabii ki bu Kürt halkının tercihlerini ayrılmadan yana kullanmaları yönünde zorlanmaları anlamına gelmez. Tam tersine bölgelerin geniş bir özerkliğiyle bulunulan coğrafyanın ekonomik birliği ekonomik ve kültürel açıdan işçiler ve köylülere büyük avantajlar sağlar.

AKP ve Kürt Hareketi

Kürt sorunu gerçek anlamda siyasallaşma yoluna girmiştir. Öyle ki artık siyasi aktörler bu konudaki görüşlerini sunmak zorunda kalıyorlar. Çünkü aksi durum siyaset karşıtı bir konuma savrulmak olacaktır. Kürt açılımının bir devlet projesi olduğu ama ortada detaylı, uzun vadeli alternatifli bir yol haritası bulunmadığı artık biliniyor. Böyle bir süreç stratejik hedefler yerine, gelişmelere bağlı taktik adımlarla ilerleyeceğe benziyor. Kürt açılımı bir fikir olmanın ötesine geçmiş olmasına rağmen bu süreçte devlet, devlet bürokrasisi, AKP hükümeti, Abdullah Öcalan, PKK, BDP farklı yaklaşımlarla karşısındakinin atacağı adımlara göre refleks geliştirmek istediği de netleşmiş durumda. Bu çerçevede eski Demokratik Toplum Partililerin milletin sinesine dönme kararından vazgeçmelerinin ardından yaşanan sakin ortamın KCK operasyonları ile yeniden bozulmasını BDP kitlesini yeniden sokağa çekme girişimi olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Bu girişim açılım konusunda sadece şüpheleri arttırmakla kalmıyor, tüm bu sürecin PKK’nın tasfiyesine bağlandığı izleniminin oluşması başlangıçtaki ümitvar havayı bozduğu gibi AKP’nin ne yapmak istediği ile ilgili soruları çoğaltıyor.

Türkiye’de bölünmüşlük hali yeni değil. Bölünmüşlük hali uzun yıllardır yaşanıyor. Uzun yıllardır yaşatılan acının birbirine yabancı iki ortağı var Türkler ve Kürtler.’’Muhataplık’’ meselesini buradan ele almak gerekir. Kürtlerin varlığını inkâr üzerine kurulmuş egemen resmi ideoloji toplumsal algıyı öylesine belirlemiştir ki pek çok kimse Kürtleri tanımanın gerekli olabileceğini aklına bile getirmez. Varlığın inkârı Kürtleri küçümseyen ve aşağılayan bir yaklaşımı adeta olağanlaştırdı. Bu yabancılaşma bu kopukluk Kürtlerde ve onların siyasi temsilcilerinde başka türden bir davranış şekli yaratmış, kendi dünyasına dönme hâli bu yabancılaşmayla birlikte Kürt hareketini fazlaca etkilemiş durumda.

Kürt siyasal çevrelerinde haklı olarak uzak ve yakın tarihte yaşanan olumsuz tecrübelerden beslenen bir güvensizlik hâkim. Bugünler de PKK’nin ulusal ve uluslar arası güçlerin işbirliği ile tasfiye edilmek istendiği görüşü yaygın kabul görüyor. DTP-BDP tasfiye planlarını kolaylaştıracağı düşüncesiyle siyasal sürece mesafeli yaklaşıyor. Çözüm tartışmalarının hızlandığı süreçte PKK’yi ve Öcalan’ı ‘’muhatap’’ olarak işaret etmesinde bu faktörün etkisi büyük.

AKP’nin ve liberal yandaşlarının DTP’nin kapatılmasının kendi siyasetlerini uygulama fırsatı yaratacağı, KCK operasyonlarının parti içinde ‘’şahinleri’’ tasfiye edip ılımlıların önünü açacağı şeklindeki planlarının tutmamasının nedeni de budur.

AKP’nin bütün bu gelişmeler karşısında operasyonlara yönelmesinin en önemli nedeni Türkiye de hegemonik parti haline gelmesi önünde en ciddi engel olarak BDP ve PKK’ yi görmesidir. Eğer BDP yi muhatap, PKK’ yi dikkate alarak Kürt sorununda bir çözüme giderse önümüzdeki seçimlerde istediği oyu alamayacağına ilişkin kaygısı var, Kürt sorununda şiddeti ortadan kaldırmanın en önemli nokta olduğunun farkında. Fakat bunu ortadan kaldırmak için diyalog değil askerin gücüne dayanma yolunu tutuyor. PKK’yi şiddetle etkisiz hale getireceklerine inanmış veya en azından ikna edilmiş görülüyor. Eğer böyle olursa, çözümün tek adresi kendisi görülecek ve Kürtlerin büyük kısmı madem bunlar bir şey yapacak o zaman yapacaklarını gerçekleştirene kadar destek verelim diyecekler. Hesap bu. Bu yüzden bir yandan pragmatizm, diğer yandan milliyetçilik ve militarizm yaparken Kürtleri öfkelendirmeyecek onlara el altından veya dolaylı mesajlar vererek ‘’benim niyetim Kürtlerin tamamını hedef almak değil, bana önce izin verin de PKK’ yi halledeyim’’imasında bulunuyor.

Kürt sorununun zemini artık Türkiye ile sınırlı değil Ortadoğu’yu da içine alıyor. Bu bölgede artık ulus-devlet sınırlarının geçersiz olduğunu herkes biliyor. Bu bilgi herkese farklı çözüm yolları işaret ediyor. Düne kadar söylediğimiz her şeyin dışına çıkmak onun ötesini düşünmek zorunda kaldığımız bir süreçteyiz. AKP den söz ederken onun neo-liberal eğiliminden bahsediyoruz. AKP ve onu destekleyen liberallerin stratejik hedefi Kürdistan’ın kuzeyinde ve daha önemlisi güneyinde Kürt burjuvazisini kullanarak Kürt siyasi hareketini bölmek ve Kürdü etkisizleştirerek boyun eğdirmekti. Bu stratejinin en önemli hedefi Güney Kürdistan’ın kendisidir. Eğer burayla iktisadi bağlar kurarsanız bu bağlantılar üzerinden nemalanacak kesimlerle de ittifaklar kurabilirsiniz. Şimdi AKP nin oynadığı oyun bu. Kürt burjuvazisi belirli dönemde Kürdistan sosyolojisi üzerinde otorite sahibi değildi. AKP nin yapmak istediği Kürt burjuvazisini şehir hayatına egemen kılmak Kürt siyasi hareketini de bir zabıta meselesine indirgemektir. AKP yi destekleyen kesimin Barzani’ye sempatisi olduğu gerçek. Ancak bu kesimin Barzani ile AKP arasındaki çelişkilerde kimin tarafında olacağı belli değil. O bakımdan bu AKP seçmeni, ‘’güven veren vatandaş ‘’profili ortaya koymuyor. Diğer yandan Hizbullah’ın güçlendirilmeye çalışılması, Fethullahçı diye tanımlanan iş adamlarının girişimleri gibi yapılanmalardan hoşlanmayan, daha özgür sosyal hayatı tercih eden kesimler kendilerine bu proje içinde yer bulamayacaklardır.

Ayrıca bu, Kürt siyasi hareketinin bu alandan çekileceği anlamına gelmeyecektir. Türkiye’de siyasal sistemin değişmemesi ve çatışma ağırlıklı bir politikanın sürdürülmesi Kürt siyasi hareketinin tabanı olan kırsal alandaki ve metropollerin varoşlarındaki insanların baskılara ve kimi devlet uygulamalarına karşı reaksiyon olarak şiddeti desteklemesini güçlendiren bir etken olacaktır. Kürt siyasi hareketi Kuzeyde ve Türkiye’nin batısına göçmüş büyük metropollerin neredeyse yarısını oluşturan Kürt işçiler ve yoksullar arasında büyük sempati ve desteğe sahip olmakla birlikte henüz bunu örgütleme ve mücadeleye sokma yeteneğini tam olarak gösteremiyor. Bu durum her şeyden önce onun pragmatik sınırlarından kaynaklanıyor. Kuzeyin şehirlerini ve Türkiye’nin işçi ve ezilenlerini kazanmak için ulusal mücadeleyi sosyal devrimcilikle pekiştirmesi gerekir. Bu dönüşüm unsurları olmasına rağmen ulusal mücadelenin başarı coşkusu altında sosyal devrim yönü zayıflamaktadır. Bu sınırları aşamayan Kürt siyasi hareketi özel konjonktürden ve egemenler arasındaki bazı çelişkilerden yararlanarak kendine manevra alanı yaratmaya çalışıyor. Ama bu onun manevra alanını uzun vadede sınırlıyor . Bu çıkmaz içinde Kürt siyasi hareketi bugünkü konumda bir şeyler koparabilmek için bir yandan savaşı batıya yayma tehdidini kullanarak sertleşirken diğer yanda Türk hükümetini müzakere masasına çağırıyor ve amacının ayrılmak olmadığını Kürt gerçekliğinin tanınmasını istediğini söylüyor. Ama Türk burjuvazisi bu çağrıyı bir kaç nedenden dolayı duymazdan geliyor: Birincisi PKK ezilen yığınların hareketidir artık. Onunla uzlaşmak isyan etmiş yığınlarla baş edebilmenin zorluğu kadar, diğer ezilenlere vereceği cesaret bakımından da tehlikelidir. Diğer yanda TSK kuzeyde kesinlikle bir uzlaşmadan ve Kürt gerçeğini tanımaktan yana değildir ve TSK nın ağırlığı sürmektedir. Dolayısıyla Türk burjuvazisi bugünkü güç dengeleriyle henüz politik çözümü kabul etme noktasında değildir. Diğer bir neden Tunus’la başlayan Arap rejimlerini sallayan devrimlerin Irak ve Suriye’deki Kürtleri de etkilemesidir.

PKK 1983’de başlattığı hareketle Türkiye Kürtleri için ulusal kimliği ortaya çıkarması nedeniyle önemli bir konum ve desteğe sahiptir. Ancak verilen bu türden bir desteğin bir sınırı olduğunu gerek Türk gerekse Kürt Burjuva sınıfları biliyorlar. Onlar destekledikleri ve Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı kentlerde büyük oranda oy alan partileri aracılığıyla ekonomik ve sosyal gücü ellerinde tutmanın avantajını kullanacaklardır. 1990’lardan itibaren Kürt nüfus içinde çoğalan ve geleneksel mülk sahiplerinin elinden üstünlüğü alan Kürt burjuva sınıfı dünya kapitalist sistemine uyumun kendi nüfuzunu daha da arttıracağının farkındadır. Ayrıca bu sürecin PKK içinde ve etrafında yer alan nitelikli eğitimli kesimi de zamanla oradan kopararak kendi alanına sokabileceğinin hesabını yapıyor. Böyle bir durumda AKP’nin Kürt burjuvazisi ile ittifak halinde kapitalizmi geliştirme eksenli bölgesel stratejisini sadece ulusal kimliğin tescili mücadelesiyle karşılamak Kürt ve Türk emekçilerinin sınıfsal tepkilerini ve kendi varlığını milliyetçi-ırkçı kapışmanın cehenneminde tüketmek anlamını taşıyacaktır.

Ulusal akımların motor gücünü köylülük içinde sermayenin rolüne ve devlet bürokrasisine karşı destek bulmak için mücadele eden küçük burjuva entelijansiyası oluşturur. İçinde bulunduğumuz koşullarda küçük burjuva önderliğin rolü kaçınılmaz şekilde birçok olumsuzluğu da beraberinde getirecektir. Bunlara rağmen bütün bu söylenenler Ezen ulus şovenizmine, burjuvaziye ve bürokratik merkeziyetçiliğe karşı verilen Kürt siyasi mücadelesinin ilerici, devrimci demokratik karakterine gölge düşürmez.

Bugün halen ulus-devlet’in inşa sürecinde oluşmuş sorunları tartışıyoruz. Kürt sorunu da bunlardan biridir. Kürt sorunu da böyle bir devlet kuruluşu içinde oluşmuş bir sorundur. Taraflar, hareketler ve öneriler bu çerçevede ortaya çıktı. Bunların getirdiği bir miras var. Fakat son 10-15 yıl içinde çok ciddi değişimler oldu. Bu değişimler gerek sorunun tanımını, gerek sorunun konduğu çerçeveyi, gerekse düşünebileceğimiz çözümlerin niteliğini değiştirdi. Kürt sorunu bölge devletlerinin kendilerini koruyup bunun içinde çözüm arayabilecekleri bir sorun olmaktan çıktı. Burada devletlerin yapısal dönüşümünü gerektiren bir sorundan bahsediyoruz. O zaman sınır değiştirme halini, yeni siyasal yapılanmaların nasıl kurulması gerektiğini, bunu yapabilecek güçlerle buna direnecek güçleri tartışmalıyız. Bugüne kadar sorular ve yanıtlar ulus-devlet modeli içinde bunun olabilirliği üzerinden şekilleniyordu. Şimdi Kürtlere, Araplara, Acemlere, Türklere nasıl bir siyasal birlik içinde olabiliriz sorusunu sormak lazım. Ulus-devletler içinde gerçekleştirilebilecek çözümler artık eskidi. Öncelikle siyasal model konuşulmalı sonra problemin çözümüne yönelik tartışmaya geçilebilir. Tunus’la başlayan ve Arap ülkelerine yayılan yeni süreç Orta Doğuyu yeniden biçimlendirecektir. Bu halk hareketleri her ne kadar demokrasi, adil paylaşım gibi gerçekçi ve desteklenmesi gereken talepler temelinde gelişiyorsa da biliyoruz ki emperyalist merkezi güçler sürece müdahale ederek restorasyonla sonuca ulaşması için çaba sarf ediyorlar. Ancak bütün bunlara rağmen süreç derinleşecek ve Ortadoğu yeniden şekillenecektir. Kürt halkı da bu bölgenin en eski halklarından biri olarak içinde bulunduğu statüsüzlüğü aşmak istemektedir. Kürt, Türk, Arap, Acem halklarının kaderi bir kez daha Ortadoğu devrimine bağlanmıştır. Kurtuluşun ve özgürlüğün kitlelerin ‘’iyi tavırlarından dolayı’’ emperyalist cömertlikle  elde edileceğini düşünenler yanılmaktadırlar. Bir emperyalizmi diğerinin karşısına koyma ve onların arasındaki çelişkilerden yararlanmayı ancak bir devrimci hükümet emperyalizmin aleti haline gelmeden gerçekleştirebilir.

AKP’nin Emperyalizmin desteğinde uyguladığı stratejinin sadece Kürtlerle sınırlı olmayıp tüm bölge halklarına yönelik bir strateji olduğu görülmelidir. Bu strateji sadece silahla değil, asıl ekonomik ve sınıfsal dinamiklerle işlemektedir. Dolayısıyla bu stratejik saldırıya onun işini kolaylaştıracak değil, Türk, Kürt ve tüm Ortadoğu halklarının ve emekçilerinin milliyetçilikleri ve kapitalizmi aşmayı önüne koyan, birlikte mücadeleyi hedefleyen bir yaklaşımla karşılık verilmelidir.

Hiç yorum yok: