15 Mayıs 2011 Pazar

Gazeteci yazarların kitaplarındaki “gerçekler”…

Murat Tanakol


Geçen aylarda, basın camiasında saygınlığı olan bazı gazeteciler, örgüt üyeliği suçlamasıyla tutuklandı. Davaları, iktidarın kimi hasımlarıyla hesaplaştığı “Ergenekon davası”na eklendi. Basın hararetle tutuklamaları tartışırken, bunlardan birinin hazırladığı kitabın dijital taslağı, bir yayınevi baskınıyla imha edildi. İzleyen günlerde, elinde dijital taslak bulunduran başka gazetecilere de baskın düzenlenip, başka taslaklar da imha edildi. Bu saldırılar, düşünce özgürlüğü ve basın özgürlüğü tartışmalarının alevine benzin döktü. “Kalemi kılıçtan keskin” olsa da, kalemi kırılan basın, barışçıl protestolar için sokağa döküldü.




İktidar diktatörlük, Hitler dönemi uygulamalarıyla suçlanmaya başladığı bir sırada, basılmamış kitap imhasının bu iktidarla sınırlı bir uygulama olmadığını öğrendik. Mustafa Kemal döneminde de, Kazım Karabekir paşanın bir kitabının basılmadan imha edildiği bilgisi, her nasılsa unutulup/ unutturulduğu tarihin tozlu raflarında bulunuverdi!... Böylece “Kurtarıcı”nın düşünce ve basın özgürlüğüne 1930’da indirdiği yumruk, 2011’de düşünce ve basın özgürlüğünün “nereye kadar” tartışılabileceğini hatırlatmaya da yardım ederek işlevini sürdürdü!...



İktidar olanların, meşruiyetlerine yaslanarak ezilenlerin düşünce özgürlüğünü zincire vurması, bugüne has bir olgu değil. Ezelden beri var. Ama burjuva demokrasilerinde iktidar, egemenlerin eline “nalıncı keseri”ni verdiği için, kendi aralarındaki paylaşımı düzenlemek için de, üstelik arasıra aşırıya da kaçarak kullanıldığı oluyor. Dolayısıyla bir noktanın altını çizelim: Bugün tartışılan düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü tartışması bizim gibileri düşünerek yapılan bir tartışma değil. Bir İsmail Beşikçi’nin düşünceleri yüzünden yirmi yıldan fazla hapisliği, ancak saygıdeğer basın mensupları içeri alınınca hatırlanıyor. O da “bak o da içeri atılmıştı” diye sıfat kabilinden. Sonra da unutuluyor!...



Ancak hiçbirimizin reddedemeyeceği yeni gerçeklik şu: dünyanın artık iç içe yaşaması demek olan küreselleşmenin/ globalleşmenin sonucu olarak 21. yüzyılda, egemenlerin paylaşım savaşı sadece ekonomik olarak değil ama siyasal olarak da sınırları aştı. Buna bağlı olarak “Bilgi edinme hakkı” adı altında bir ülke sınırları içindeki paylaşım savaşına, dünyanın öteki ucundan bir başkası/ başkaları aynı anda hem ekonomik hem de siyasal olarak dahil olabiliyor. “Hortumlama” yapabiliyor. Ya da ötekinin “arpasını kesmek” için nasıl “hortumlama” yaptığını dünya aleme duyuruveriyor! Böylece bilgiler havada uçuşmaya başlıyor. 2011 yılında egemenlerin dünyası bu silahın tsunami yaratan gücüne “wikileaks depremi” ile şahit oldu!... –Bilgileri sızdıran askere ABD’nin Ebu-Garib hapishanesinde uygulanan işkenceler uygulanarak, düşünce ve basın özgürlüğünün sınırları hatırlatıldı. Belgeleri yayınlayan şahıs “bir hanıma tecavüz” suçlamasıyla tutuklanıp, kepazeliği dünya aleme teşhir edildi!-



Böylece dün polis muhabirlerinden araştırmacı yazar yaratan küreselleşme, bugün polis müfettişlerini bile milyonlar satan yazarlara dönüştürme gücüne sahip bir besin kaynağı haline geldi. Araştırmacı gazeteciliğin de beslenme ortamı aynıdır. Yani küreselleşmenin ihtiyaçları doğrultusunda binbir yolla havada uçuşturularan bilgilere ulaşmasına imkan tanınan kişiler, araştırmacı gazeteciliğe adım atmak zorunda kalmaktadırlar.



Araştırmacı gazeteci elde ettiği bilgiyi, eğildiği konuya göre devşirerek sonuçlara ulaşmaktadır. Ama doğru, ama yanlış. Araştırmacı gazetecinin bilgiyi devşirirken kullandığı metod ise doğrudan onun dünya görüşüne bağlı olduğu için, araştırmacı gazeteci daha en başından itibaren “taraflı”dır. Ancak bu “taraflılık” hiçbir zaman ve hiçbir şekilde onun; bilgileri, şaşırtılmasına, tuzağa düşürülmesine imkan vermeden devşireceğinin garantisi değildir!... İşte bu yüzden araştırmacı gazeteciliğin hiçbir ürünü, toplumsal bilincin mihenk taşına vurulmadan kör gözüm parmağına kabullenilmemesi gereken ürünlerdir…



Araştırmacı gazetecilik, bugün sadece bu topraklarda değil, tüm dünyada yeni yükselen değer olarak itibar görmektedir. Ezilen sömürülenler için küreselleşmenin getirdiği hiçbir “yükselen değer” eleştiriden muaf değildir, olmamalıdır! Gericiliğin toplumu geri bıraktırmak için onu bilgiden yoksun bıraktığı 20 yüzyıl, yerini, toplumu bilgi kirliliğiyle boğarak gericiliğin yüzünü gizlediği 21. yüzyılın küreselleşmesine bırakmıştır… Ötesi, egemenler arasında laf kalabalığı, azınlık çıkarlarının korunması için zemin kaydırma çabasıdır.

05.04. 2011

Hiç yorum yok: