12 Haziran 2013 Çarşamba

Sorunun Seyir Defteri Açık, Yol Uzun! Verilen Değil, Gasp edilen Hakların Özgürleşmesi


Mahmut Balpetek
            Kürt sorununun çözüm trendine girdiği bu günlerde, en çok zikredilen ifade “daha ne vereceğiz, ne versek bunlar yetinmez, daha fazlasını isteyecekler, bu gidişatın sonu uçurumdur” türündedir.
3022786-trenci-saati
Bu söylemin kendisi, bir mantık hatasının ötesinde muktedirliği hak gören ırkçı yaklaşımın ürünüdür. Nasıl ki ortalama Amerikan vatandaşının kafasında algı yönetimi yolu ile “bütün dünyanın Amerika’ nın mutluluğu için Tanrı tarafından yaratıldığı” yer ettirilmiş ise, Türkiye’de de yıllarca bu algı bir biçimi ile empoze edilmiş durumdadır. Egemen zihniyetin yarattığı bu algı şimdi sorunun çözümüne karşı en büyük set olarak kendini konumlandırmaktadır. Bu seti yaratan zihniyet dünyası bu gün, bu seti bahane ederek temel hak ve özgürlükleri budamaya çalışmak eğilimine meyil etmektedir. aslından bakılacak olunursa, yarattığı seti kaldırmakla rejimin kendisi  birinci dereceden sorumludur. Rejimin, bu sorumluluğunun gereğini yapmaya. bir başka güç ve dinamiği  davet etmeye yeltenmemelidir. kaldı ki yeltense bile karşılıksız bir görev devri dışında bir anlam ifade etmeyecektir.Her kes yaratığı canavarı öldürmekle yükümlüdür.
            6 Mart 1923’de Meclis’de bir konuşma yapan Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey’in iki taraf için de uyarı niteliğindeki “Türk’le Kürt teşrik-i mesai ederek yaşamazlarsa, ikisi için akıbet yoktur. Bu nedenle herhangi biri, diğerine ihanet ederse ikisi için de akıbet yoktur” sözleri ayakta alkışlarla karşılanmıştır. Ancak hemen bir yıl sonra “Türk’ün süngüsünün göründüğü yerde Kürtlük biter”. Kürt sorununu süngüyle bitirme siyasetinin devreye sokulmasına itiraz eden mebusun da aralarında bulunduğu birçok Kürt aydını idam edilir. Eşit olarak birlikte yaşamayı savunmanın bedelini idam olarak ödemek durumunda kalır. Ancak onu idam etmeye muktedir olan egemenler tarihi çarpıtarak uyarısını da infaz etme istemelerine karşın bunu başaramamış durumdadırlar. Bugün yaşananlar bunun sarih kanıtı olarak orta yerde durmaktadırlar. 1923’de hayatına mal olan uyarı her baharda yeniden yeşererek yaşamaktadır.
            Zira Yusuf Ziya Bey örneğinde de görüleceği gibi ezilen hiçbir kimliğin bu setin oluşumunda katkısı olmamıştır. Buna rağmen sorunu aşmak için çaba içinde olmaları beklenilebilinir bunun ötesine geçen onu aşma görevi onlara yüklenemez. Bu dolayım ile yıllar içinde rejimin yönlendirmesi ile yaratılan ve yönetilen bu algının, bir daha üretilemeyecek biçimde ortadan kaldırılması, birincil görevi olarak rejimin kendisine aittir. Bu görev başka bir sosyal dinamiğe devredilebilinir özeliği sahip değildir. Örneğin eğitim yolu ile ders kitaplarına nakşedilmiş bu ırkçı ideolojiyi devlet dışında başka bir güç ortadan kaldıramaz. Dolayısı ile devletin tezgâhında imal edilmiş tamamı ile devlet menşeli, muktedir ırkçılık, yine devlet eli ile yok edilmek zorundadır. Hiç kuşku yok ki, eşitsizliğin kaynağı olan kapitalizmin hâkimiyeti varlığını korudukça, her türden eşitsizlik durumunu, kapitalizm doğası gereği üretecektir. Ancak burada ifade ettiğim asgari yaşanabilirlik ölçektir. Ki, bu ölçek aynı zamanda şiddetten arınmış demokratik mücadeleye zeminine baz olacaktır. Şiddetin başka türlü ortadan kalkacağını düşünmek mümkün görünmemektedir. Bu ülkede tarihler boyu yok sayılmış, aşağılanmış kimlikleri eşit görme ona lütuf bağışlamak değil tam aksine, kendi yarattığı utanç verici tablodan azade olmak demektir. Hiç bir zümre grup bu utançla ilelebet yaşayamaz, yaşamak istese de gelişen sosyal bilinç sonucu oluşan örgütlü güçler buna müsaade etmez. Bu gün yaşanan değişim dönüşüm tablosunun, kendisi Kürtler, kadınlar, Aleviler cümle ezilenlerin itirazları sonucunda ortaya çıkmıştır. Egemen zihniyetin şu an içinde yaşadığı siyasal atmosfer ise bir bakıma istemeden ancak yapılması kaçınılmaz olan paradoksun, çelişkinin içinden filizlenmektedir. Yani egemen zihniyet, ezilenlerin direnişi sonucunda üçüncü seçeneğin olmayan bir yol çatalının başlangıcına getirilmiş durumdadır. Zira bu çatalı yaratan, itirazlarını mücadeleye dönüştüren toplumsal dinamiklerdir. Bu dolayım ile Kürt sorunun çözümünden anlaşılması gereken, emekçilerin, kadınların, Alevilerin, Ermenilerin, Romanların cümle ezilenlerin daha özgür bir ortamda yaşamları olmalıdır. Bunun dışında bir çözümün ezilen toplulukların beklentisini karşılayacağını düşünmek doğru olmayacaktır. Demokratik çözümün yolu bu beklentileri karşılamaktan geçer durumundadır. Peki, bütün bu beklentilerin karşılanması mümkün müdür? Bu sorunun tek cevabı, çözümün yolunun bütün uğraklarında, gelinecek her yeni etapta ezilenlerin birlikte, dayanışma içinde hareket etmesinde yatmaktadır.
Tanrı Erkek Kralı Yaratı mı?
            AKP ideolojik olarak değişimci değil, muhafazakâr, pragmatist ve Tanrı kral, erkek egemenliğinin kutsallığını ifade eden paternalistik ideolojinin etkisindedir.
Tanrının yeryüzündeki temsilci kral, kralın aile içinde ki temsilcisi babadır noktasını esas kılmış, bu ideoloji, hiçbir kararı tartışmaya açık olmayan, tanrı, kral, baba kurumunun bütün sosyal yaşamı düzenleme erkini, tartışılmaz bir biçimde kendi tekelinde görme hakkının dayanak noktasıdır. Bu mantalitenin en tipik belirtisi AKP’nin sosyal politikalarında görmek mümkündür. Bir kadının kaç çocuk yapacağından, kimin nerede ne içeceğine, hiçbir bilimsel dayanak ihtiyacı duymadan kürtaja zaman sınırı koymasına kadar bütün alanlarda nihai kararı verme hakkını kendinde görme nedeni bu ideolojinin etkisinin boyutları ile yakından alakalıdır. Bu açıdan bakıldığında Kürtler ve diğer ezilen kimliklerin nasıl yaşaması gerektiğini, haklarının ne olduğunun ve söze konu olan hakların sınırlarının nerede biteceğinin nihai kararının kendilerine ait olduğu inancına sahip olmalarına karşı hayatın başka bir yöne aktığını gördükleri an, bütün hünerleri ile pragmatizmi devreye sokmaktadırlar. Yürürken çizdikleri zikzaklar bu yaklaşım manzumelerinin cenderesinde sıkışmış olmaların neticesidir. Örneğin Suriye kalkışması öncesi “açılım” olarak adlandırdığı sürecin defterini kapatması, Suriye’de yaşanan hüsran ardından “İmralı” sürecinin devreye sokulması bu pragmatist ideolojinin sendromudur. Bugün barıştan söz ederken, barışın ne olduğunu anlatırken, sorunu “silahları bıraktırmak” olarak tarif etmesi, bu derin sorunun bir sonraki adımının ne olacağının sır olarak tutması çözüme ikna olmadığının, ancak başka çaresinde kalmadığı farkındalığı ile içine girdiği ikilemin onu hızlı bir biçim de çatalın ucuna doğru itiyor olduğunu görmesindendir.
Kendi Çözümünü Dayatan Sorun
            Bazı tarihsel vakalar var ki, aktörlerine çözümü dayatır. Kürt sorunu kendi çözümünü kendisinin dayatması bu tarihsel vakaların içinde yerini almaya aday gibi görünmektedir. Lenin, devrimci durumunu  “yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği” tanımlamasına benzer bir durum, Kürt sorununda da yaşanmaktadır. Yönetenler bütün yalan ve dezenformasyona karşın eskisi gibi krizi yönetememekte, yönetilenlerde eskisi gibi yönetilmek istememektedirler. Kürtler kendi dahli olmadan kendilerine biçilmiş statüyü kabul etmemeleri karşısında rejim çaresizlik içinde sorunu çözmek doğrultusunda adım atmak duruma gelmesidir. Bu açıdan bakıldığında Kürt sorunun mimarı şu, bu kişi veya parti değil onun ötesinde sorunun kendisi ve ona öznelik yapan dinamiklerdir. Sorunun kendi ağırlığına eklenen azimli mücadele, rejimi açmaza sokmuş durumdadır. Bu açmaz karşısında rejimin hangi partisi iktidar konumunda olursa olsun barış aktive olacaktı. Seçim dönemlerinde dillere pelesenk olan idam cezasının DSP, ANAP, MHP iktidarında kaldırılması bu durumu açıklamak için yeterlidir. Dolayısı ile sorunun dirisinden olduğu gibi ölüsünden de rant elde etmeye çalışmak nafile bir çaba olduğu gibi sorunun çözümüne zarar vermektedir. Bu zarar sadece eskisi gibi yönetilmek istemeyenler hanesine değil, eskisi gibi yönetemeyenlerin hanesine de yazılacaktır. Bu açıdan bakıldığında yönetemeyenlerin zararı onların asla göze almayacağı türdendir. Sorun çözülmedikçe, yönetenlerin seyir defterine bu sorunun kalemi, kelam olarak  “siz tarih” oldunuz diye yazma potansiyeli sahiptir. Tıpkı mevcut iktidarın öncülerine söylediği kelam gibi, söz sırası, barış için, eşitlik ve özgürlük için, sorunun kaleminde. Bütün çabamız barışın savaşa galebe çalması olmakla birlikte, yol uzun sorun çetin, bu durumun bizi içine soktuğu beklenti son kelamın ne olacağıdır. Evet ya seyir defteri de açık, hepimiz barış kelamı için azimle mücadele edelim, hepimiz yıllarca barış için verdiğimiz mücadele eforunu tazeleyerek coşku ile sürdürelim. Uğruna mücadele etiğimiz gibi, barış kelamının yanında olalım. Ama merakla bakalım kalemin nakış edeceği kelam nice olacak…

Hiç yorum yok: