12 Haziran 2013 Çarşamba

Bir devrimcinin Anıları 7/ Behçet’in Anma Haberini Okuyunca Düşündüklerim


behçet
Benim usul boylu selvi çınarım
Yüreğime bir od düştü yanarım
Kıblem sensin yönüm sana dönerim
Mihrabımdır kaşlarıyın arası”
Rıza Aydın
Ankara’da Behçet’le ilgili bir anma yapılacağından haberim yoktu. ÖDP İletişimden, cumartesi günü okudum, yani yapıldığını öğrendim.



Behçet’le ilgili anlatılanları, zaman zaman dinlerim, dinlemişimdir.  Behçet’i bilen ya da onunla hiçbir ortamda bulunmayan, bu anlamda onu bilmeyenler onu anlatırken, Samsun’dan doğan güneşi anlatmanın alışkanlığı içerisinde bir anlatımları olduğunu dinler, acaba onu da, böyle mi anlatmalı diye kendi kendime düşünüp dururum. Mehmet Ali Yılmaz’ın anlattıklarını okuyunca kısaca yaşadığımız süreç hakkında bildiklerimi yazmak istedim. Mehmet Ali sağ olmasa, bunları da o böyle anlatmasaydı, bunları yazma ihtiyacı hissetsem de yazmazdım; iyi ki sağ.

Behçet’i anma toplantısında, Mehmet Ali YILMAZ şöyle demiş: “Çukurova bölgesinde genel olarak sol ve hareketimiz zayıftı. Behçet’ı oraya gönderdik. Çok kısa zamanda hareketimiz bölgede etkinleşti ve kökleşti….” Bunu, bu süreci hiç bilmeyen, başka bir arkadaş söylese, hiç bir şey demezdim, ama Mehmet Ali Yılmaz söyleyince acaba resmi bir tarih mi yaratılıyor diye kendi kendime düşündüm. Hâlbuki Adana’daki Devrimci çalışmamızda, gelinen aşamada, bir arkadaşın gelmesini, Mehmet Ali YILMAZ’dan ben istedim. Ben sözcüğünü aslında sevmem, bizim kültürde, bizim ailede yetişen birinin böyle, ben, ben, ben demesi zordur ama böyle demek zorundayım, annem kusuruma bakmasın.
Kısaca süreç şöyle oldu.
Biz, Adana’da genel olarak gençlik içinde, özel olarak da liselerde, faşistlere karşı mücadelede yoğrulmuş, pişmiş bir gruptuk; genelde liselerdeki çalışmalarımıza bağlı olarak mahalle çalışmalarımız vardı bunların yanında, Mühendislik okulundaki faşist işgâlı kırmak için de bir çalışma yürütüyorduk, bütün bunlara bağlı da basit bir örgütlenmemiz vardı. Lenin’in “Bir yoldaşa mektup1” yazısını okuyup, kendimizce yorumlayarak, ona uygun adımlar atıyorduk.
Bizler bu mücadele içerisinde önce TSİP’e yöneldik, ilk bilincimizi oradan aldık, Mehmet Fatih’ın Adana’ya gelmesinden sonra, “Adana Yüksek Öğrenin Kültür Derneğine” kayıp oradaki mücadeleden süzülerek gelen bir gruptuk. TSİP ilk dönemler Doktorcuydu (Dr. Hikmet Kıvılcımlı çizgisindeydi) ilk bilincimizi Doktorun küçük broşürlerini okuyarak edinmiştik; bu altyapımız daha sonra çok popüler olan Sosyal Emperyalizm teorisini kabullenmemizi önledi. Liselerdeki devrimci kitleye biz hâkimdik.  Önceleri “Yoldaş’cı”, sonraları “Halkın Kurtuluşçuları” dediğimiz gruptan daha güçlü idik. Lise- Der kurma çalışmalarında kendi aramızda yaptığımız mücadelede seçimi biz kazanmıştık, hatta HK’lileri salondan dışarı atmıştık.
Ancak, Mehmet Fatih ve Eşi (Buket) ile yaptığımız fikir tartışmalarında yetersizliğimizi görüyorduk. Bu yüzden hızlı bir teorik eğitimden geçmemiz gerektiğini düşünüyorduk. Kendi kendimize bir eğitim çalışması uygulayıp, bazı temel kitapları okuyorduk ama bir rehberin öncülüğünde bunu çabuklaştırmayı düşünüyorduk. Bu maksatla, Parti –Cepheden kopan grupları kendi ölçülerimizce inceledikten sonra, “Devrimci Gençlik Dergisi” çevresinde oluşan gruptan arkadaşlarla ilişki kurmaya karar verdik. Ankara’ya giden, “Ankaralı Ali” dediğimiz ( Şimdi zengin bir müteahhit olan bu arkadaşımız sağdır) bir arkadaşımıza, Devrimci Gençlik dergisini bize getirmesini söyledik; o da Ankara’dan gelirken bize dergiyi getirdi2. Bize gelen Devrimci Gençlik Dergisinin orta sayfasında “Faşizm Ve Oligarşi” diye bir yazı vardı; derginin sanırım 5. ya da 6. sayısıydı. Dergi bundan sonra bize düzenli olarak geldi, bir dönem başka bir arkadaşımızın adına geldi3, daha sonra bu arkadaşımız Ali Çakmaklı ile beraber “Acilciler” safına geçince, Adana’ya geldikçe bize uğrayan İbrahim Çenet’e derginin benim adıma gönderilmesini söyledim; o da Ankara’daki (…) arkadaşlara söylemiş dergi artık benim adıma gelmeye başladı. Benim adıma gelen ilk dergi, “KİESKİ Mantığı Üzerine” diye çıkan Kurtuluş Sosyalist Dergiyi (K.S.D’yi) eleştiren bir broşürdü.
Bu arada şunu özellikle vurgulamalıyım. AYÖKD’de (Adana Yüksek Öğrenim Kültür Derneği), Halkın Kurtuluşçuların düzenlediği, Atilla KESKİN’in anlatıcı olarak katılacağı “Sosyal Emperyalizm” konusunun tartılaşacağı toplantıya biz de Ankara’dan Bület TANIK’ı getirmiştik. Bülent, Ali ÇAKMAKLI’nın akrabasıydı. O süreçte, Bülent’in katıldığı, bir tartışmada da kavga çıkmıştı; bu sol içi ilk kavgamızdı.
Bizim gruptaki arkadaşlar olarak, yöredeki, her devrimci faaliyetin içinde oluyorduk, örneğin: Ali Fuat ÇİLER, Hatay’da yayınlanan “Tek Yol Devrim” dergisini matbaada bastırmak için Adana’ya geliyordu, işlerini beraber yapıyorduk, Mehmet Fatih ÖKTÜLMÜŞ şöyle bir iş var gelin diyordu koşup gidiyorduk. Örneğin, Memet Fatihgil basıp dağıtacağı bildirilerin dağıtımında yardım istiyordu, bu devrimci yardıma koşup bildirileri bizde dağıtıyorduk. Vs. vs. vs
Bir gün, nasip olursa bu süreci çok uzun olarak yazacağım, bu yüzden kısa geçeyim.
Sonunda grubumuzun teorik olarak yetişmesine katkıda bulunması için Ankara’daki DEV- GENÇ ( bunda kastım- Devrimci Gençlik Dergi çevresini oluşturan gruptur) çevresinden bir arkadaş istemeye karar verdik. Örneğin bu konuda benim öksüz Memet dediğim Sarız’lı Memet arkadaşımız dışardan birinin çağrılmasına ( dışarıdan birinin gelmesine) karşı idi. ( Şimdi Antalya’da öğretmenlik   yapan bu arkadaşımı böyle anmak istiyorum ne olur ne olmaz) Bu arkadaşımız da, Behçet hakkında yapılan bir anmada konuşması gerekir, bunu hak etmiş bir arkadaşımızdır. Biraz da benim diretmelerim sonucu, bir arkadaşın çağrılmasına karar verdirmiştik.
Uzatmayım.
Ankara’daki bir mitingi vesile ederek, Ankara’ya gitmiştik. Yanımda, İsmail de (şimdi kendi mecrasında ot gibi yaşıyor) vardı. Dönerken, On gün, onların köyde- Şereflikoçhisar’ın Sarıyahşi köyünde- kalmıştık. Tandoğan’da başlayıp Kurtuluş’ta biten mitingde, Tandoğan’da kavga çıkmıştı, şubat ayıydı, liseler tatildi.
Mitingden sonra Mehmet Ali YILMAZ’la, Konur Sokaktaki, TMMOB lokalinde (Şimdiki Dost Kitap Evinin yeri o zamanlar TMMOB lokali idi) buluştuk. Ona Adana’yı, bizim durumumuzu anlatıp, bir yetkin arkadaş istedim; bizim teorik gelişmemize yardımcı olması için yetkin bir arkadaş göndermesini istedim, o da olur dedi. O konuşmamızda Mehmet Ali, bana demiş diki “Devrimci Gençlik taraftarı olduğunuzu Adana’ya varınca söylemeyin”. “Niye” dedim, “Halkın Kurtuluşçuları kurumlarda çalışmalarınızı engellerler” dedi; Mehmet Ali, Adana’daki durumumuzu bilmiyordu, ona dedim ki “sen, beni ya anlamadın ya da bana inanamadın, biz onlardan güçlüyüz, Lise- Der seçimlerinde sorun çıkardılar yaka paça dışarı attık; onların bize güçleri yetmez” dedim. Bu konuşmadan sonra ben Adana’ya döndüm; gelirken Şereflikoçhisar’ın Sarıyahşi köyünde biraz kaldık. İki camisi olan bu köyde, Alevi bir ailenin çocuğu olduğumu söylememiştim; hayatımda bunu sakladığım tek yer bu köydür, bu da korkudan değil misafir olduğumuz aileyi üzmemek içindi. Çok iyi insanlardı. Alevi olduğumu bilseler üzüleceklerdi. İsmail’e bir Kızılbaş kızı alacağız dediğimde çok üzülüp, oğlumuza bir insan evladı al diye tepki göstermişlerdi. İsmail’in dedesi o zamanlar 70 yaşlarında tatlı bir ihtiyardı, “Rızam ben köçek gördüm, abdal gördüm, Çingen gördüm ama hiç Kızılbaş görmedim. Kızılbaş komşularınız varmış sahiden iyi insanlar mı, gelsem bana da gösterir misin” demişti. Halbuki köylerinin düğününü çalmaya, sünnetlerini yapmaya Kırşehir’den abdallar gelirmiş, bu abdallar Kızılbaştı ama amca onu bilmiyordu. Biz de söylemedik. Şimdi bunları anlatmaya kalkışırsam asıl konu rayından çıkar.  Mehmet Ali’ye burada yazılmasına gerek olmayan daha başka bilgilerde verdim tabi. Ankara’da kaldığım süre içinde ODTÜ’ye gidip geldim, ÖTK’ya uğradım, oraları gezdim vs. vs. vs
Adana’ya tekrar mücadelemizin içine döndük. Bu arada Mehmet Ali’nin istediği bazı işleri yaptık; Örneğin, bir iki kez ODTÜ’de okuyan Adanalı öğrencileri toplayıp, Hasan Tan Protestosu için Çağdaş Sahne’deki toplantılara gönderdik. O zamanlar Hasan TAN ODTÜ ‘ye rektör atanmıştı, ODTÜ Öğrenciler Birliğini (ÖTK) elinde bulunduran Devrimci Gençlerde Hasan Tan ODTÜ’ye rektör olamaz diye bir kampanya açmıştı; kampanya başarılı olmuştu, sahiden de Hasan Tan O.D.T.Ü’ye gelip rektörlük yapamamıştı.
O zamanlar, bir yandan işlerimizi yapıp bir yandan da Ankara’dan gelecek arkadaşı bekliyorduk.

İstanbul’da öldürülen İskenderunlu bir öğrenci arkadaşın ( Adı Salih Deniz’di sanırım)  cenazesi Adana’dan İskenderun’a gidiyordu, bu cenaze töreni için biz de İskenderun’a gittik.

İskenderun’daki cenaze töreninden dönüşte, mezarlık dönüşü, Adana grubunu gözaltına aldılar. Çünkü mezarlığa giderken polisin tutup aracına aldığı tanımadığımız bir arkadaşı, polis aracından zorla çıkarıp, polisin elinden almıştık. İçimizde bir kız arkadaşımız vardı (Hülya –bu arkadaşımızda yaşıyor herkes tanır), onun bırakılmasını emniyetten (polis amirinden) rica ettim, kabul ettiler. Onun Adana’ya yalnız gidemeyeceği için Kardeşim CEMAL AYDIN’ın da bırakılmasını istedim, karakol, onu da kabul etti. Hülya ile Cemal serbest bırakılınca Adana’ya geldiler.  (CEMAL Adana Dev- Yol grubunda, rahleyi tedrisatımızdan geçmiş, örgütlü çevremizden, gittiği görevi sırasında ölen ilk arkadaşımızdır. Tarik 19 Şubat 1978). Bir gün sonra İskenderun’da adliyeye getirildik, mahkeme bizi serbest bıraktı. Serbest kaldığımızda üç sürprizle karşılaştım: Gazeteler Taner AKÇAM’ın hapisten kaçtığını yazıyordu. Adana’ya geldiğimde de Cemal Ankara’dan beni görmeye iki arkadaş geldiğini, onların Sanayi GEDİK gile gittiklerini –oraya götürdüğünü- söyledi.
Sanayi GEDİK gile vardığımda BEHÇET’le orda karşılaştım. (Sanayi o zaman Kimya Mühendisleri Odasının başkanı, ya da yöneticisiydi bu aile o zaman bize çokça yardımlarda bulunup zahmetimize katlanmıştır) Yanında bizim hep “HOŞİMİN” diye bilip öyle andığımız, Tuzluçayır’lı bir arkadaşla, -Ankara’da herkes onu bu adla tanıyormuş,-  Malatyalı Çirkin Memet de vardı.
Bu arkadaşlarımızın hepsi sağ, bir lahze hatam varsa, yazarlar. Behçet’in Adana’ya geldiği tarih bu tarihtir; yani Taner AKÇAM’ın hapisten kaçtığı tarihtir. Bunu özellikle vurguluyorum ki, bir gün gelip, Adana Dev-Yol tarihini yazacaklara kolaylık olur belki diye; bu tarihi bir gün birilerinin merak edip yazacağına da inanıyorum
Behcet,  Mehmet Ali’nin yazdığı gibi, bakir bir Adana’ya gelmedi. Onu bizler, devrimci çalışmamızın bir gereksinimini karşılaması için, -biz- çağırdık. Bizzat ben, Mehmet Ali ile konuştum. Teorik olarak yetkinliği olan, bir kişinin gelmesini biz onlardan istedik, onlar bize Behcet’i saldılar.
Behçet bizde kalırdı. Boyu, posu, yaşı bana yakındı, aynı pantolonları, aynı elbiseleri giyerdik. Bir gün anılarımı Behçet’e layık bir biçimde yazacağım. Ama şunu söyleyeyim: Behçet, bir başı, bir gövdesi, elleri, ayakları devrimci coşkuları olan genç bir insandı, dışardan bakılınca tıpkı bize –bizler gibi bir insana- benzerdi; Merihli’de değildi Hi-men’de değildi; bizim gibi devrimci bir İnsandı. Bizim gibi bir devrimciydi4.  Kişileri putlaştırmaya eğilimli bu topraklarda bunu özellikle belirtmek istedim. Koşullar bizi yarattı, biz o verili koşullarda etkili olduk.
Behçet’i, burada saygıyla, sevgiyle, özlemle anıyorum. Biz birbirimizi severdik, sayardık; değer verirdik. Siyasal ayrılık yaşadığımız süreçte de birbirimizi incitmedik. Maziye saygılıydık. Onun kişisel gelişmesinde, yetkinleşmesinde önemli katkımız olduğunu biliyorum. Diğer ölen arkadaşlarım gibi, o da bazen rüyalarıma girer, hayalleri gözümün önünde canlanır, içimden onlarla hesaplaşırım, bu topraklardan kopup gidememişsem asli nedenlerinden biri de budur. Toplantıdan haberdar edilsem, ya da çağrılsam gelir daha başka şeyler de anlatırdım; bu konuda biz Adanalıların mavrası boldur. Bunu bilen bilir.
Nazım’ın şu dizeleriyle bu yazıyı bitirelim:
“…
Büyük kişilerin sırlarına ortağım
Yine de nah şu kadar övünemem
Bütün kusurlar ben de ama
Ne yapıp yapmalı erişmeli dostlara
Geride kalmayı kendime yediremem …”
Saygıyla, sevgiyle, özlemle…

A.Rıza AYDIN. Adana. 26. 05. 2008
—————————————
http://www.yenidendevrim.org/genel/bizden_detay.php?kod=639&tipi=21

12 EYLÜL’DE İŞKENCE İLE ÖLDÜRÜLEN
BEHÇET DİNLERER ANILDI
12 Eylül darbesinin ardından Devrimci Yol’a düzenlenen ‘Demir Yumruk Operasyonu’ sırasında gözaltına alınıp Ankara Emniyeti’nde gördüğü işkence sonucunda hayatını kaybeden Behçet Dinlerer arkadaşları tarafından anıldı.
Behçet Dinlerer’in oğlu Ali Fuat, eşi Ayşegül Devecioğlu, ailesinin, mücadele arkadaşları ve gençlerin katıldığı anma Ankara İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Teoman Öztürk toplantı salonunda gerçekleşti.
Behçet Dinlerer’in kardeşi Şükrü Dinlerer  “Onu anlatmaya kelimeler yetmez. Siz beni ondan daha iyi tanıyorsunuz. Küçük yaşlardan itibaren kendisini bu yola adamıştı. Onunla onur duyuyoruz. Dinlerer ailesinin bir ferdi olarak burada olmanın mutluluğunu da belirtmek isterim” dedi.
HATIRLAMAK VİDCANİ SORUMLULUĞUMUZDUR
Behçet Dinlerer’le birlikte mücadele etmiş arkadaşlarının ona ilişkin anlatılarının yer aldığı bölümde konuşma yapan Mahmut Memduh Uyan, onları hatırlamanın vicdani bir sorumluluk olduğu kadar bir gereklilik olduğunu ifade etti. Uyan şöyle devam etti, “Yakın tarihimin çalkantılı bir dönemin en gelişmiş unsurları olarak mücadele içerisinde yer alan arkadaşlarımızdan birisiydi Behçet, devrimci hareketin gelişip güçlenmesinde büyük emekleri oldu. Biz bugün arkadaşlarımıza, kendi çocuklarımıza sahip çıkarak aslında toplumun geleceğini de sahip çıkıyoruz’ dedi.
ÇUKUROVA’NIN HER KARIŞ TOPRAĞINDA HALEN İZLERİ VARDIR
Arkadaşı Mehmet Ali Yılmaz ise, ilk Ankara’ya gelişinden 12 Eylül sonrasında yakalanana kadar uzun süre Behçet Dinlerer ile birlikte olduğunu, onun ÖDTÜ-DER içinde, Ankara Yüksek Öğrenim Derneği’nin kuruluşunda, Devrimci Gençlik dergisinde, Ankara’nın mahallelerinde, Çukurova’da, Antalya ve Gaziantep’de çalışmalarda bulunduğunu ve hareketin gelişmesinde büyük emeği olduğunu belirtti.
Yılmaz, ” Adana’nın bütün fabrikalarında etkili hale geldik. O kadar etkiliydik ki bizimkiler istediği zaman greve çıkıyordu. Hatta biz onlara greve ara verin, bir süre grev yapmayın demek zorunda kalmıştık. O bölgeyi Behçet yoktan var etti. Her yerde emeği vardır ve Çukurova’daki bir başkadır. Onun ayak izleri bölgede halen durmaktadır” dedi.
ONLARIN İZİNDEYİZ
Mücadele arkadaşlarının anlatımlarının ardından Devrimci Gençler adına konuşan Selen Özçelik gençliğin onların yolundan yürümeye devam ettiğini belirterek şunları söyledi “Her adımımızda sizi bilincimizde ve kalbimizde hissediyoruz, biz sizi yumruklu bir yıldız olan yüreğimizin en güzel yerinde saklıyoruz.”
 ***BEHÇET DİNLERER
1954 yılında İstanbul‘da emekçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Lise yıllarında katıldığı bir daktilo yarışmasında Türkiye birincisi oldu.
1974 yılında Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi‘ne girdi. Beşevler bölgesindeki faşist işgallere karşı yürütülen mücadele içinde yer aldı. Bu süreçte Devriınci Gençlik çevresine katıldı. 1975 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi‘ne girdi. Devrimci çalışmalarını ODTÜ‘de ODTÜ-DER bünyesinde sürdürdü. Ankara Yüksek Öğrenim Derneği‘nin (AYÖD) kurulmasından sonra Ankara‘da yüksek okullardaki faşist işgallerin kırılması çalışmalarına etkin olarak katıldı. 1975 yılı sonlarında çıkmaya başlayan Devrimci Gençlik Dergisi‘nin ilk çalışanlarından biri oldu.
1976 yılında, devrimci çalışmaları örgütlemek için Antalya bölgesine gitti. Burada hareketin temellerini attıktan sonra Ankara‘ya döndü ve ardından aynı amaçla Adana‘ya gitti. Başlangıçta Adana‘da ciddi bir varlığı olmayan devrimci hareketin bölgedeki örgütlenmesinde Behçet Dinlerer‘in büyük payı oldu. Sonraki dönemde, Behçet Dinlerer, Adana il sorumluluğunun yanısıra Çukurova bölgesinde devrimci hareketin koordine edilmesi sorumluluğunu da üstlendi.
1979 yılında sol içi bir çatışmada ağır yaralandı. MİT ve Emniyet mensuplarının, bulunduğu hastaneye düzenleyecekleri bir operasyon haber alınarak arkadaşları tarafından kaçırıldı ve uzun süre tedavi gördü. Bu tedavi dönemi, 1976 yılında yaptığı evlilik sonucu doğan oğlu Ali Fuat‘ı görme ve bir süre birlikte olma imkanı yarattı.
İyileştikten sonra devrimci hareketin güçlenmesine yönelik çalışmalar için Antep bölgesine gitti. Kısa bir süre sonra Ankara‘ya döndü ve Ankara il örgütlenmesinde yer alarak bölge çalışmalarını yönlendirdi. Ankara‘da özellikle gecekondu bölgelerinde gelişen devrimci örgütlenmelerin oluşumunda Behçet Dinlerer‘in çok büyük emeği geçti.
12 Eylül sonrasında Cunta‘ya karşı direnişi örgütleme faaliyeti içindeyken 23 Kasım 1980 günü tutsak düştü.
Yakalandıktan sonra sorgusu, diğer Devrimci Yolcular gibi Ankara‘da DAL grubunda yapıldı. Ankara İli Doğu Bölgesi Devrimci Yol sorumlusu olmakla suçlanan Behçet Dinlerer, DAL‘da ağır işkence gördü. DAL‘da uygulanan her türlü işkenceye maruz kalmasının ötesinde, sorgu sırasında bir gece polis timi tarafından Elmadağ‘a götürüldü. Çırılçıplak soyularak kum torbalarıyla dövüldü ve ardından kara gömülerek saatlerce bekletildi.
Behçet Dinlerer, DAL‘da gördüğü işkenceler sonucunda 13 Aralık 1980 tarihinde şehit oldu. – - – - – - – - – - –
Yücel BAZOÇankaya
1 Lenin “Bir Yoldaşa Mektup” adlı küçük büröşüründe, nasıl örgütleneceklerini, şema şema anlatır. En üstte Merkez Organı, onun altında Merkez Komitesi, Merkez Komitesine bağlı olarak, dörlü yada beşli hücreler halinde yukardan aşağıya doğru örgütlenen bir örgüt şeması anlatılır. Merkez organının genel teorık perspekştşften sorumlu Merkez Komitesininde pratik işlerden sorumlu olacağı anlatılır. Bu yazıda burayı kısaca geçiştirmiş olmam Lenin’in bu yazısının iyi bilindiğini varsaynamdır. Eğer Lenin, “Bir Yoldaşa Mektup” yazısı bilinmiyorsa bu yazıda ne demek istediğim anlaşılmaz.
2 Bu yazı bir yelerde yayınlanınca, Ankaralı Ali beni bulup şu bilgiyi verdi: Sanat okulunda Nafiz TOL adında bir öğretmenimiz vardı. Sonraki bir dönemde faşistler bu öğretmenimizi öldürdü. Ankaralı Ali Ankara’ya giderken Nafiz hoca Ankara Gençlik Derneğinde aktif olan iki kaynı varmış onları görmesini söylemiş. Ankaralı Ali bu arkadaşlarımızı bulmuş dergileri onlardan almış. Bu zati muhteremleri bugün herkes iyi bilir kendilerde süreci doğruluyorlar.
3 Bu arkadaşımızın adı Aytekin Tekindir hala yaşamaktadır.
4 Roger GARAUDY “Kıyısız bir gerçekçilik üzerine” adıyla dilimize çevrilen kitabında Picasso’yu anlatmaya şöyle bir anıyla başlar: “ Picasso, kendisi hakkında yazılmış bir eseri okuyup bitirdikten sonra: “Ben bir Merih’li miyim acaba?” diye soruyor ve yazara şu öğütte bulunuyordu: “Kitaba bir bölüm daha eklemeli ve şöyle demeliydi orda: Pablo Picasso’nun da herkes gibi iki kolu, iki bacağı, bir başı, bir burnu, bir kalbi vardır ve dış görünüşü ile tıpatıp bir insana benzer.” Sayfa 21.

Hiç yorum yok: