26 Şubat 2011 Cumartesi

Fabrikadan TİP’e, Dünden Bugüne Siyasi Anılarım (3)

  İbrahim Özkurt

  1973’ün başında Türkiye’ye kesin dönüş yaptım.  Aynı yılın sonbaharında Çetin’de döndü. Çetin ile sık sık görüşmeye başladık. 2. TİP’in kurulacağı haberlerini alınca, Çetin 1. TİP’ten tanıdığı Bahçelievler’de oturan Can Açıkgöz’le tanıştırdı ve birkaç kez üçlü görüşmelerimiz oldu. Almanya anılarımızın hemen tamamını Can’a anlattık.
“Kurulacak partide mutlaka görev alacağımızı, hatta kurucular listesine eklenirsek sevineceğimizi,
Avrupa ile bağları kurup geliştirmekte işlevli olabileceğimizi” söyledik.
Ne var ki kurucular listesine eklenmedik. Ben, parti deneyimim olmadığı, bu nedenle de kuruculuğun doğal delegelik gibi ayrıcalıkları olduğunu bilmediğim için kurucu olamayışıma pek de üzülmemiştim. Bana göre asıl olan örgütlü sınıf mücadelesinin içinde olmaktı. Her neyse, parti kuruldu ve ardından İl ve İlçe teşkilatlarının kurulmasına sıra geldi. Çetin Eyup ilçe kurucusu, ben Bakırköy ilçe kurucusu olduk. Çetin ile sık sık görüşüyor, Partide yatay ilişkiler yasak olmasına karşın biz o yasağa hiçbir zaman uymuyorduk.
 1977 yılında İlçe başkanı oldum. Daha önce ilçe sekreterliği de yapmıştım. Kesin tarihini bilmiyorum. (çok da önemli değil) İlçelerin mahalle ve iş yerlerinde çalışma ekipleri kurulmuştu. Her üye mutlaka bir çalışma ekibinde görev almak durumundaydı. Bana göre çalışma ekipleri partinin kan ve can damarlarıydı. İyi çalışırsa parti kitleselleşir, çalışamazsa parti asla büyüyemezdi. İlçe başkanı olduğum dönemde bana göre ilçenin çalışma ekipleri iyi çalışmıyordu. Deneyimimiz olmadığı için, İlçe başkanı olarak ne ben ne de yönetim kurulu, ekipleri gerektiği gibi yönlendiremiyorduk. Kendime çok güveniyor ve bir ekip başkanı olursam harikalar yaratabileceğime inanıyordum.
 Nihayet karar verdim. İlçe başkanlığından istifa edip bir ekip başkanlığı görevi verilirse, iddiamı gerçekleştirerek diğer ekiplere örnek olabileceğimi bildirdim. Bu düşünceme herkes karşı çıktı. Hatta genel merkezden İbrahim Sönmez’i göndererek istifamı engellemek istediler. Ama ben ısrar ettim. “İsterseniz partiden beni atabilirsiniz ama ben ısrar ediyorum” deyince kabullendiler. “Peki, ilçe başkanı kim olsun” diye sordu İ.Sönmez. İlk aklıma gelen ve çok sevdiğim (ışıklar içinde yatsın) Dr. Nejat Yazıcıoğlu’ oldu. İbrahim “ geç onu” deyince şaşırdım ve niye diye sordum. Yanıt yine aynıydı. “Geç onu”. Başka kimleri önerdim hatırlamıyorum. Ama önerilerimin hiç birisi kabul görmüyordu. Bunun üzerine kurucu ilçe başkanlığı yapan, ama o dönem il yönetim kurulu üyesi olan Adnan Celayir’i önerdim. İlçede sanırım kimseyi layık görmemiş olacaklar ki Adnan’ı ilden ayırarak yeniden ilçe başkanlığına atadılar.
Ekip Başkanlığım
Söğütlüçeşme, Halkalı tarafında, fabrikaların yoğun olduğu bir mahalle idi. O mahallede aynı zamanda işçi olan dört, beş üyemiz vardı. Kendimi o mahallenin ekip başkanlığına önerdim ve kabul edildi. O zaman Bahçelievler’de oturuyorum, iş yerim ise Kumkapı’da. İddialı da olduğum için, başladık var gücümüzle çalışmaya. Partinin kitle yayın organı olan GÖREV gazetesini satarak ilişkilerimizi kurmaya başladık. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama üç beş ay gibi bir süre içinde ekip sayımız yeni kazandığımız üyelerle birlikte yirminin üzerine çıkmıştı bile. Bir keresinde Orhan Öztürk’le  (ışıklar içinde yatsın) birlikte mahallede evleri dolaşarak gazete satarken, evin birinin eşiğinde bir erkek elimizde ki gazeteleri almaya çalıştı. Tabi ki vermedik ve bir yumrukla adamı evinin içine geri postaladık. Mahallede olay olsun istemiyorduk. Olayların örgütlenmemizi sekteye uğratacağı kanısındaydık. Ne var ki mecbur kalmıştık yumruğu sallamaya. Orhan’a “kaçalım, bu adam polis bile olabilir” dedim ve ‘tabanları yağladık’. Haklı çıkmıştım. Arkamızdan silah sesleri gelmeye başladı ama biz menzili aşmıştık. Bunun üzerine partiyi arayarak olayı anlattık ve adamın polis olabileceğini, şikâyette bulunup bulunmama konusunda tereddütlüyüz dedik. Avukatlar “merak etmeyin, siz şikâyetinizi bildirin, biz de hemen karakola geliyoruz” dediler. Dedikleri gibi davrandık ve karakola giderek olayı anlattık ve şikâyetçiyiz dedik. Karakol polislerine “ateş eden adamın evini de biliyoruz, isterseniz hemen gösterebiliriz deyince, ben karakolda kaldım, Orhan’la polisler gitti. Biraz sonra geldiler. Tahmin ettiğimiz gibi adam aynı karakolun polisiymiş. Uzatmayayım, biz şikâyetçi olunca poliste bizden şikâyetçi oldu. Bizi, hanesine tecavüz etmekle itham etti. Biz bir hafta sonunu 2. Ve 1. Şubelerde geçirerek, pazartesi sabahı mahkemeye çıktık. Mahkeme bizi serbest bıraktı. Ne var ki, bizi şubelerde ‘konuk’ ederlerken boş durmamışlar, bir iş merkezinin üst katında olan ilçe lokalimizi havaya uçurmuşlardı. Sebep olduğumuza çok üzüldük ama olan olmuştu. Kimse de bizi suçlamadı. O mahkeme ne oldu bilmiyorum. Sanırım avukatlarımız sorunu çözdüler.
 Bakırköy’de yer bulamıyorduk. Yaşanan bombalama olayı mekan sahiplerini korkutmuştu. Yersiz de kalamazdık. Nihayet Merter’de bir yer bularak  lokalimizi oraya taşıdık. Merter’de ki çalışmalarımız çok güzel gidiyordu ve bir kültür derneği de kurmuştuk. İbrahim Aksın’ı da muhtar seçtirmiştik. Dernek çalışmalarımız, Nejat yoldaşın özgün çalışmaları ve muhtarlığın da bizde oluşu sayesinde çok verimli geçti. Benim hafızam pek kuvvetli değil. O dönem Merter deki çalışmalarımızın ve başarımızın, bir Fatsa değil ama kitle çalışması adına örnek bir yeri olduğunu düşünüyorum. Sanırım Emin Turan ya da İbrahim ağabey o dönemi çok güzel anlatabilirler. Kendilerine önermiş olayım.
Bir dahaki anım, sorgusuz sualsiz ekip başkanlığımdan alınmam ve devamında yaşadıklarımı içerecek.

Hiç yorum yok: